“Voldemort: Varisin Kökenleri” Filmini İnceledik!

voldemort film inceleme

Ne keyifliydi seni izlemek! Forumların popüler olduğu dönemde yazılan ve yazarına yeni bölümler için baskı yapılan fanfiction hikayeler gibi, eski bir dost gibi karşıladın bizi!

Her şey bir yana, böyle hayran yapımı işleri “o kadar zaman sonra” hâlâ görebiliyor olmak inanılmaz mutlu ediyor beni. Özellikle resmi makamlar tarafından yapılan işleri gördükten sonra hayran yapımı filmler ve öyküler çok daha çekici gelmeye başladı. İşte sırf bu yüzden vay efendim efektler şöyle dandikmiş, geçişler böyle olmamış, oyunculuklar öyle zayıfmış gibi yorumlar yapmayacağım zira dediğim gibi, devasa bütçeli o sözde resmi yapımlarda karşımıza çıkan sonucu hep birlikte gördük, büyük rezillik yaşandı, en azından benim için.

Bu girizgahtan sonra artık spoiler dolu olan kısmına geçiyorum. Öncesinde filmi hâlâ izlememiş olanlar için son tren:

İlk olarak “Varisin Kökenleri” denince benim aklıma sadece Syltherin ve onun varisiyle ilgili bir film izleyeceğimiz gelmişti ancak filmde dört binanın varislerini tanıma şansı buluyoruz. Dahası, onların dünyayı daha iyi, daha güzel bir yere dönüştürmeyi amaç edinmiş bir arkadaş grubu olduğunu öğreniyoruz. Film boyunca en olmamış dediğim yer de burasıydı esasen çünkü Voldemort, Voldemort olmadan önce de kimseyi seven ya da herhangi bir şekilde kendini bir gruba ait hisseden biri değildi, kaldı ki dünyayı iyi bir yer haline getirmek hiç onluk bir şey değil. Sonuçta kendini herkesten üstün görüyordu ve bir grupta olmak -varislerden oluşan bir grup olsa dahi- kendini onlarla eşit düzeyde görmek anlamına geliyor ve bu pek de Voldemort’un tarzı değil gibi. Hele ki dördünün yan yana olduğu hareketli fotoğraf asla Tom’un kalemi değil. Onun öğrenciyken bile arkadaşları değil yalakaları olmuştu. Hayranlık duyulan ancak içine kapalı yalnız büyücüyü, okulun cool, “Ben seni üzerim kızım…” diyen gizemli liseli çocuk gibi yansıtmaları pek olmamış. Grisha’yla baş başayken yaptığı muhabbetler falan, ne bileyim müstakbel Karanlık Lord’umuz sümüklü aşık bir kıza tahammül edebilecek biri değil ki. Tabii yine soğuk, sevgiden yoksun bakışlı ve kendini beğenmiş biri olarak karşımıza çıkıyor filmde ama Sırlar Odası ya da Melez Prens’te gördüğümüz Tom’dan çok daha farklı.

Gelelim Grisha’nın hikayeyi anlattığı kısma. Sovyet Büyücü Topluluğu çok güzel bir detaydı inanılmaz hoşuma gitti. Hikâyenin anlatılma şekli yaratıcı olmuş. Albus Dumbledore, Lazarus Smith, Hepzibah Smith ve Merope Gaunt gibi bildik isimleri yeniden duymak, kısacası Voldemort’un mezun olduktan sonraki döneminin bir kısmına değinen olaylar silsilesini farklı bir bakış açısıyla izlemek, çok keyifliydi. Ama en güzeli, en can alıcı noktası o sondaki twist oldu. İşte görmeyi beklediğimiz hareketler bunlar ya, mis gibi olmuş. Zaten o kısmı görünce dedim bu film yürür arkadaş. Umarım devamı gelir.

İzlemeyenler izlemeyi, izleyenler yorumlarını bizimle paylaşmayı unutmasın!

Forumdan Cevaplar!