Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #25: Beklenmedik Saldırı [Kısım 2]
|GİRİŞ İÇİN TIKLAYIN.
23. BÖLÜM
24. BÖLÜM
25. BÖLÜM [Kısım 1]
Lord Voldemort’un o karanlık gece, Harry Potter‘ı kaçırıp öldüremeyince kendi oğlu gibi büyütmeye karar verdiği alternatif bir hayran hikâyesine ne dersiniz?
“Karanlık Prens” serisini, Safina Mazhar‘ın kaleminden ve yazarın gözden geçirdiği yeni versiyon üzerinden taze bir çeviriyle sizlerle buluşturuyoruz. Karşınızda İçimdeki Karanlık cildinin yirmi beşinci bölümü!
bölüm 25
• Beklenmedik Saldırı •
[Kısım 2]
James’in peşine takılmadığını fark edince, Harry şaşırdı. Üstelik onu Büyük Salon’da da görmemişti. Harry salondan çıkarken, Seherbaz’lar da ona dik dik bakmalarına rağmen peşinden gelmiyorlardı. Harry, etrafında onu gözleyen çok sayıda gözün olduğunu ve her bir hareketinin izlendiğini biliyordu; bu yüzden, salondan çıkıp erkekler tuvaletine doğru yürürken sakin davranmaya özen gösterdi. Öğrencileri geçtikten sonra kapıyı açarak içeri girdi. İçeri girer girmez, Crabble ile Goyle’ın kapının iki yanında dikildiğini gördü. Harry’ye pis pis baktılar ve aralarından bir tanesi -Harry, Goyle olduğundan emindi- onu tehdit edercesine parmaklarını çıtlattı. Harry ise yanıt olarak tek kaşını kaldırdı.
“Emin misin?” diye sordu Harry.
İri yarı çocuk daha bir şey söyleyemeden ya da yapamadan önce, Draco’nun onlara bağıran sesi duyuldu.
“Crabbe! Goyle! Nott’un gelmesi neden bu kadar uzun sürdü, gidip bir bakın!”
İki çocuk da Harry’ye pis pis bakmaya devam etti; ama Draco’nun dediğini yapmak için Harry’nin yanından geçip gittiler.
Harry bıkkınlıkla gözlerini devirdi ve tuvaletin içine doğru yürüdü. Draco lavabonun başında dikilmiş, ellerini yıkıyordu. Tek başınaydı ve arkasındaki pisuarlar da boştu. Harry ona doğru yaklaşıp yanındaki musluğu açarak Draco’nun yaptığını yapmaya başladı.
“Daha kötü bir yer bulamadın mı?” diye tısladı ona.
Draco güldü.
“Buranın nesi varmış?” diye sordu.
“Her an birisi gelebilir!” diye dikkat çekti Harry.
“Akşamın bu saatinde, herkes yatakhanesindeki tuvaleti kullanır,” diye belirtti Draco. “Ayrıca, bir eğlence de Büyük Salon’da onları bekliyor.”
Harry bunun ne demek olduğu bilmiyordu, ama umurunda da değildi zaten. Draco’nun cebine uzanarak asasını aldı. Yapması gereken şeyi gerçekleştirmesi için kendi asası yeterli değildi. Harry, kendisi ile Draco’nun etrafına Sessizlik Büyüsü’nden bir duvar oluşturdu; böylece kimse onlara kulak misafiri olamayacaktı. Asasını onun cebine geri koyarak Draco’nun kıs kıs gülmesine sebep oldu.
“Ee?” diye sordu Harry, gözlerinde umutsuz bir bakışla. “Ne dedi?”
Draco sırıttı ve ellerini sabunlamaya devam etti.
“Babamdan bir mesaj var. Dedi ki, senin mesajın Efendimize ulaştırılmış ve koruma büyülerini çözene kadar Hogwarts’ta kalman konusunda sana katılıyormuş.”
Harry hem rahatlamıştı, hem de kalbi biraz kırılmıştı.
“Dediklerimi olduğu gibi kabul etti mi, yani?” diye sordu.
Draco sırıtmaya devam etti.
“Öfkeden köpürdüğünü, kalkıp hemen buraya gelmek istediğini ve seni bulmak için Hogwarts’ın altını üstüne getireceğini söylesem, daha mı iyi hissederdin?”
“Biraz öyle, evet,” diye cevapladı Harry.
Draco kıkırdadı.
“Neredeyse öyleydi zaten,” dedi, Harry’nin ona bakmasına sebep olarak. “Babamın dediğine göre, Efendimiz seni almak için aylarca beklemek zorunda olmaktan hiç de memnun değilmiş. Öte yandan, hazırlıksız gelirse, başarısızlığa uğrayıp seni kaybetme ihtimali olduğunun da farkında.”
“Beni kaybetmek mi?” diye sordu Harry, somurtarak.
“Efendimiz, bir kurtarma görevi daha başarısızlıkla sonuçlanırsa, o aptal Fudge’ın sana bir şey yapmasından korkuyormuş… anlarsın ya… seni yok ettirmesinden.” Draco, Harry’nin gözlerine bakmadı ve ellerini yıkamaya odaklandı.
Öyle bir şeyin olma ihtimalini kendi bile kabul etmek istemiyordu. Altı yaşından beri, Harry onun en yakın arkadaşıydı. Eğer onu aniden kaybederse…
“Daha ne kadar burada kalmam gerektiğini söyledi?” diye sordu Harry, Draco’yu sessiz düşüncelerinden çıkararak.
“Babam, -her ne demekse-, üçüncü halkanın koruma büyüleri üzerinde çalışmanın üç ila dört ay kadar süreceğini söyledi.” Harry’ye döndü ve onda görmeye alışkın olduğu ifadeyi gördü. “Zamanı gelince haber vereceğini söyledi.”
Harry kafasıyla onayladı ve musluğu kapatıp ellerini kuruladıktan sonra, burnunu sıkarak derin derin iç çekti.
Draco da musluğu kapatıp ellerini kurulamaya başladı; gri gözlerini Harry’nin üzerinden ayırmıyordu.
“Bir sorun mu var?” diye sordu.
“Hiç, hiçbir şey yok.” Duraksadı ve yüzünü ekşiterek kafasını iki yana salladı. “Bu lanet yerde dört ay daha,” diyerek iç çekti. “O zamana kadar kafayı yerim.”
Draco durumu anlıyordu, ama Harry’yi daha iyi hissettirebilecek ne diyebilirdi, bilmiyordu. Yüzüne bir sırıtış yerleştirdi ve kendisine bakmasını sağlayarak, Harry’nin koluna hafifçe vurdu.
“Bir de iyi yanından bak, Snape’i çıldırtmakla oyalanabilirsin,” diyerek güldü. “Snape, dört ay boyunca her ders, senin aşağılamalarına maruz kaldığı için sonunda intihar eşiğine gelecek.”
Harry’nin yüz ifadesi değişti ve dudakları kıvrılarak yüzüne yarım bir gülümseme yerleşti.
“Evet, bunun için sabırsızlanmıyor değilim,” diyerek dalga geçti. Başını çevirip kapıya baktı; tüm bu süre zarfında, erkekler tuvaletine kimsenin girmediğine şaşırmıştı. “Senin şu iki salak bayağı oyalandı,” dedi.
Draco gülümsedi.
“Benim de amacım oydu; çünkü Crabbe ve Goyle’ın gelmesi uzun sürsün diye, Nott’u sandalyesine yapıştırdım.”
Eğlenerek kafasını iki yana sallarken, Harry de gülümsüyordu.
“İletişim kurmak için daha iyi bir yönteme ihtiyacımız var. Birbirimizi tanıdığımızı kimsenin bilmesini istemiyorum.”
Draco kafasıyla onayladı.
“Ben bir şeyler düşünürüm,” dedi.
Harry de kafasını aşağı yukarı salladı ve gitmeye yeltendi; ancak, Draco’nun sesi onu durdurdu.
“Harry, Longbottom’la aranda ne var?” diye sordu. “İkinizi konuşurken gördüm.”
Harry’nin ifadesi aniden karardı.
“Dumbledore,” diye öfkeyle homurdandı. “Longbottom’la beni aynı odaya koydu.”
Draco’nun gözleri şaşkınlıkla kocaman oldu.
“Belki de, Dumbledore bilmiyordur senin şeyi yap-.”
“Biliyor,” diyerek onun sözünü kesti Harry. Draco sessiz kaldı; Müdür’ün bu kadar acımasız ve manipülatif davranmasına şaşırmıştı. Harry, Draco ile göz göze gelince öfkeyle kafasını iki yana salladı. “Bunu ona ödeteceğim!” diyerek kendi kendine fısıldadı Harry. “Yemin ederim, benimle akıl oyunu oynamak neymiş, ona göstereceğim. Dumbledore, beni Gryffindor’a yerleştirdiğine pişman olacak!”
* * *
Damien, babasıyla olan konuşmasından sonra Büyük Salon’a dönmemeye karar verdi. Babası gelip onunla konuşmak istediğinde, zaten yemeğini çoktan bitirmişti. İşi bittikten sonra, ortak salona gitmeye karar vermiş, tam ana merdivenlere doğru yol almıştı ki, Dennis arkasından koşa koşa ona yetişti.
“Damien! Bunu görmen gerek!” diyerek Damien’a Büyük Salon’a gelmesini işaret etti.
Çocuğun yüzündeki coşkuyu gören Damien, neler olduğunu merak ederek onu takip etti. Salona girdiğinde, öğrencilerin büyük bir kısmının Slytherin masasının etrafında toplanmış olduğunu ve kahkahalarla uluduklarını gördü. Damien kalabalığı yararak ön kısma geçti ve meselenin ne olduğunu öğrendi.
Theodore Nott, yüzü kıpkırmızı ve alnında terler birikmiş bir halde sandalyesinde oturuyordu ve belli ki, sandalyeden kalkmaya çalıştığı halde kalkamıyordu. İki tarafında duran Crabbe ve Goyle ise, eşit derecede kırmızı yüzlerle, arkadaşlarına beceriksizce yardım etmeye çalışıyorlardı. Ellerinde asalarla kafalarını kaşıyarak dikiliyorlardı ve belli ki, asaları nasıl kullanacaklarına dair hiçbir fikirleri yoktu. Diğer Slytherin’ler ise, bina arkadaşlarının dertli haline kahkahalarla gülüyorlardı. Görünen o ki, Slytherinler için kimin başının dertte olduğu pek fark etmiyordu, yardıma muhtaç kendi binalarından biri olsa bile.
Damien, Profesör Snape’in öğrenci kalabalığını yararak gelişini izledi. Sonuçta, Slytherin Bina Başkanı olan da, Slytherin’lerin yardımına koşacak olan da kendisiydi. Damien, herkesin içinde Snape’ten azar yememek için arkasını dönüp oradan uzaklaştı.
Büyük Salon’dan çıktıktan sonra, yukarı katlara yönelmek yerine, ilk önce tuvalete gitmeye karar verdi. O tarafa doğru ilerlerken, gün içinde olanları düşünmemeye çalıştı. Seherbaz Moody’nin ağabeyini duvara yapıştırdığının hatırası gözünün önüne gelince, kafasını iki yana salladı; Moody elinin tersiyle o kadar hızlı vurmuştu ki, Harry’nin kafası yana savrulmuştu. Harry’nin ağzının kenarından akan kanı silişini görmüştü. Damien bunları düşünmemek için kendini zorladı. Babası ile vaftiz babası Seherbaz olduklarından, Seherbaz’ların hep iyi insanlar olduğunu düşünmüştü. Yoldaşlık onlardan da iyiydi; fakat bugün, Harry’ye, hiç bir şey yapmadığı halde, nasıl davrandıklarını gördükten sonra, Damien çok sinirlenmişti.
Kapı açılıp Harry içeriden çıktığında, Damien neredeyse tuvalete varmıştı. Damien onu görünce olduğu yerde kaldı; sabahki olaydan beri Harry’yi ilk kez görüyordu. Henüz yeni kavuştuğu ağabeyini fark edince gülümsedi ve tam Harry’ye doğru koşmak üzereyken kapının tekrar açılıp içeriden Draco Malfoy’un çıktığını gördü. Damien duraksadı; iki çocuğun birbirlerine tek kelime etmeden yürüyüşünü izledi ve Draco’nun köşeyi dönüp gitmeden önce, Harry’ye kısa bir bakış attığını fark etti.
Damien Harry’nin ana merdivenlere yöneldiğini fark etti ve onu yakalamak için peşinden koştu.
“Harry!”
Harry arkasını döndü ve Damien’ın onu takip ettiğini gördü.
“Ne istiyorsun?” diye sordu, yorgun bir sesle.
Damien ona yetişip yanında yürümeye başladı.
“Neredeydin?” diye sordu Damien.
“Nerede olabilirim ki?” diye karşılık verdi Harry. “Bu cehennem çukurunda sıkışıp kaldım. Niye sordun?”
Damien cevap vermedi, ancak deli gibi düşünüyordu. Sadece bir tesadüf de olabilirdi; sırf Harry ile Draco tuvaletten peş peşe çıktılar diye, bu birbirleriyle konuştukları ya da birbirlerini tanıdıkları anlamına gelmezdi. Gel gelelim, okulun büyük bir bölümü Büyük Salon’da Nott’un düştüğü durumla ilgilenirken, aynı zamanda Harry ile Draco’nun tuvalette olmalarını tuhaf bulmuştu. Sirius, Damien’ın önünde, Lucius Malfoy’un bir Ölüm Yiyen olduğuna adı gibi emin olduğunu her seferinde söylerdi. Yani, Draco’nun babası Harry’yi bizzat tanıyorsa, bu, Draco’yla Harry’nin de birbirlerini tanıdığı anlamına mı geliyordu?
Damien bunu doğrudan Harry’ye sorması gerektiğine karar verdi.
“Harry, ben-“ diye söze başladı.
“Mr Potter!”
Harry de Damien da sesin gelmesi üzerine durdular. Arkalarını döndüklerinde üç Seherbaz’ın, Sturgis, Kingsley ve Moody’nin, kendilerine doğru geldiklerini gördüler. Harry arkasını dönüp onlardan uzaklaşmaya başladı.
“Bekle bir dakika!” diye bağırdılar; Harry’nin arkasından koşup önünde durarak gitmesini engellediler. “Asana bakmamız gerek,” dedi Sturgis.
“Niye?” diye sordu Harry, öfkeyle.
“Bugün oynadığın o oyun yüzünden,” diye hırladı Moody. “Kimsenin üzerinde kullanmadığından emin olmamız için asayı kontrol etmemiz gerek,” diyerek başıyla Damien’ı işaret etti.
Damien’ın şaşkınlıktan ağzı açık kalakaldı.
“Ne-! Neyiniz var sizin?” diye haykırdı. “Hiçbir şey olmadı!” diye tekrar açıklamaya çalıştı.
“Belki de sen öyle hatırlıyorsundur,” dedi Moody. Birbirine uymayan gözleri Harry’yi delip geçiyordu. “Sana zarar vermiş, ardından ise hatırlamaman için Hafıza Büyüsü yapmış olabilir.”
“Kötü bir fikir değilmiş,” diye hırladı Harry. “Tek sorun, bana verdiğiniz bu saçma sapan asa o kadar basit bir büyüyü bile yapamıyor!”
Moody Harry’ye küçümsercesine baktı.
“Bunu bir de kendimiz görelim.”
Asasını almak için Harry’nin cüppesine uzandı, fakat Harry hızla harekete geçip Moody’nin bileğini kavradı.
“Yapma!” diye tısladı.
Moody tepki vermedi, ama Sturgis ile Kingsley ellerinde asalarıyla Harry’ye yaklaşmışlardı. Tam bu esnada, Büyük Salon’dan çıkan yoğun bir öğrenci kalabalığı tüm koridoru doldurmaya başladı. Harry ile Seherbaz’lara yetişip yanlarından geçmeleri an meselesiydi.
“Hadi, asanı ver, Harry,” diyerek ortamı yumuşatmaya çalıştı Kingsley. “Yarın sana geri vereceğiz.”
Harry’nin gözleri, Moody’ninkilere kitlenmişti.
“Sessizliğimi zayıflıkla karıştırdın herhalde!” diyerek tükürürcesine konuştu. “Seni temin ederim ki, bende birçok şeyi görebilirsin, ama zayıflık bunlardan biri değil!” Yavaşça Moody’nin elini bıraktı ve asasını çıkarıp Kingsley’ye doğru fırlattı. “Al, ne yaparsan yap.”
Harry, Moody’ye ateş saçan gözlerle baktı ve üç Seherbaz’ı da asasıyla birlikte geride bırakarak oradan uzaklaştı. Damien da, Moody’ye kendince pis bir bakışını attıktan sonra ağabeyinin peşinden koşturdu.
* * *
“Asanı aldıklarına inanamıyorum!” diye mırıldandı Damien, Harry’nin yanında onunla birlikte yedinci kata çıkarken.
“O benim asam değil,” diye yanıtladı Harry; hâlâ o kadar sinirliydi ki, sözcükler kenetlenmiş dişlerinin arasından çıkıyordu. “Benim asamı bir ay önce zaten elimden almışlardı!”
Damien cevap vermedi; birinin kendi asasını alma düşüncesine dayanamıyordu. Annesi, eşek şakaları yaparsa asasına el koymakla onu tehdit etmişti, ama böyle bir şey yapmayı hiç denememişti bile. Asasının alınması her cadı ve büyücü için acı verici bir olaydı. Damien Harry’yi anlıyor ve onun için üzülüyordu.
Portreye vardıklarında, Damien parolayı söyledi. Portre deliği açıldı ve iki çocuk da içeri tırmandılar. Damien, arkadaşları Ron, Hermione ve Ginny’nin hâlâ ortak salonda oturduklarını fark etti. Öğrencilerin geri kalanı, belli ki, yatmaya gitmişti. Bu biraz sıra dışıydı, çünkü cuma akşamları genelde herkes gece yarısına kadar ayakta olurdu.
“Millet nerede?” diye sordu Damien.
“Fred ve George bu akşam bir gösteri yapacak,” diye cevapladı Ron. “Patlayan Havai Fişek gösterisi. Herkes onları izlemeye Astronomi Kulesi’ne gitti.”
Damien başını salladı; dün Fred’in ona böyle bir şeyler söylediğini hatırlamıştı. Arkasını döndüğünde, Harry’nin yukarıya, odasına doğru çıktığını gördü. O da Harry’nin peşinden gitti.
Harry yatakhaneye girip odanın boş olduğunu görünce sevindi. Okul cüppesini ve kıravatını çıkarıp hışımla yatağa fırlattı. Moody’ye olan öfkesini yenemiyordu.
“Harry?”
Harry arkasını dönerek Damien’a baktı.
“Beni yalnız bırakamaz mısın?” diye patladı.
“Sana bir şey sormak istiyorum,” diye başladı Damien. “Draco Malfoy’u tanıyor musun?”
Harry, kıyafetlerini değiştirmeye devam etmeden önce bir anlık duraksadı.
“Hayır,” diye cevapladı.
“Bugün ikinizin erkekler tuvaletinden çıktığını gördüm,” dedi Damien.
“Yani?” diye sordu Harry, gömleğinin düğmelerini açarken.
“Yani, belki de tuvalette konuşuyordunuz diye düşündüm,” dedi Damien.
Damien’ın arkasında Ron belirdi; Ginny ve Hermione de onunla birlikte gelmişlerdi. Yüz ifadelerinden Damien’ın Harry’yle ne konuştuğunu öğrenmeye geldikleri belliydi; çünkü arkadaşları için endişelenmişlerdi.
“Benim ne yaptığım seni ne ilgilendirir ki?” diye bağırdı Harry.
“Onunla konuşuyordun,” dedi Damien; artık emindi. “Malfoy’la ne konuşuyordun ki? Onunla arkadaş değilsin, değil mi?”
Harry durdu ve uzun uzun Damien’a baktı.
“Hayır, değilim,” dedi ve ardından dudaklarını bükerek, “Ayrıca öyle olsam sana ne? Sen onun gibilerle arkadaş olabiliyorsun da, ben neden Malfoy’la arkadaş olamıyorum?” diye sordu, kafasıyla Hermione’yi işaret ederek.
Damien, Harry onu gösterene kadar, Hermione’nin arkasında olduğunu fark etmemişti. Arkasını döndüğünde ise Ron, Hermione ve Ginny’nin şaşkın ve iğrenmiş ifadeleriyle karşılaştı.
“Ne demek istiyorsun sen?” diye sordu Ron, Harry’ye bir adım yaklaşarak. “Hermione, sen ve Malfoy’un birleşiminden on kat daha değerli birisi! O kadar saçma sapan birisin ki… Bizimle sanki bizden üstünmüşsün gibi konuşmaya hiç hakkın yok!”
“Ama ben üstünüm zaten,” diye cevapladı Harry. “Özellikle de, size karşı.”
Ron öfkeden deliye döndü. Damien ise ağabeyi ve en yakın arkadaşı arasında öylece kalakalmıştı. Tam Ron’a dönüyordu ki, Hermione odaya girip elini Ron’un omzuna koydu.
“Ronald yapma, değmez,” diyerek Harry’ye pis pis baktı. “O buna değmez.”
Harry’nin gözleri öfkeyle kısıldı ve sabrı artık o kadar taşma noktasına gelmişti ki, öfkeden deliriyordu.
“Değmez, öyle mi?” diyerek Hermione’nin sözlerini tekrar etti. “Kendi değerimi senin gibi pislik bir bulanıktan öğrenecek değilim!” diye tısladı.
Harry’nin sözlerinin etkisi, dört genci de o kadar ani vurmuştu ki, bir büyüyle saldırıya uğramış gibi kalakalmışlardı. Sabrının son sınırına ulaşmış olan Ron asasını kavradı ve Harry’yi hedef aldı.
Damien Ron’a bağırdı.
“Ron, hayır! Asası yok! Ron, yapma!”
Ron’a doğru atılarak onu durdurmaya yeltendi, ama Ron daha hızlı davranmıştı.
“Incarto!” diye bağırdı Ron ve asasından çıkan sarı bir ışık doğrudan Harry’ye doğru yol aldı.
Harry, büyünün yolundan öyle bir hızla çekildi ki, sanki Buharlaşıp Ron’un önünde tekrar Cisimlenmiş gibiydi. Tek eliyle, Ron’un asa tutan elini kavradı ve diğeriyle de Ron’un suratına bir yumruk geçirdi; öyle fena vurmuştu ki, Ron’un kafası geriye savruldu ve yüksek bir kütürdeme sesi odada yankılandı. Ron, burnunun kırılması üzerine acı içinde inledi. Boştaki elini hızla burnuna götürdü; kırılan burnundan akan kanı durdurmaya çalışıyordu. Harry, başka bir hamleyle, Ron’un bileğini de kırdı ve kırılma sesi Damien, Ginny ve Hermione’nin dehşetle bağırmalarına sebep oldu. Ron acı içinde haykırırken asası yere düştü. Harry, Ron’u cüppesinden kavrayarak kendine çekti.
“Bir daha bana saldırmayı aklının ucundan bile geçirme, Weasley! Aynı kolaylıkla boynunu da kırabilirim!” diye tısladı.
Cüppesini bırakınca, Ron yere düştü.
Ginny ve Hermione hemen Ron’un yanına koştular. Ayağa kalkmasına yardım edip onu odadan çıkararak hastane kanadına doğru yol aldılar. Ginny, yaralı kardeşini odadan çıkarmadan önce, dönüp nefret dolu gözlerle Harry’ye baktı. Damien ise, gözleri hâlâ şoktan açılmış bir halde, Harry’ye bakıyordu. Tek kelime bile etmeden, Damien da dönüp arkadaşlarının peşinden gitti.
* * *
Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #26: Oyuna Davet okumak için tıklayın!
Çeviren: Dilara Uysal
Forum üzerinden yorum yapıp sohbete katılmak için tıkla!