Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #76: Epilog

Karanlık Prens - İçimdeki Karanlık #76: Epilog

GİRİŞ İÇİN TIKLAYIN.

73. BÖLÜM

74. BÖLÜM

75. BÖLÜM

Lord Voldemort’un o karanlık gece, Harry Potter‘ı öldürmeyip kendi oğlu gibi büyütmeye karar verdiği alternatif bir hayran hikâyesine ne dersiniz?
ÖNEMLİ BİR NOT: Karanlık Prens serisinin ilk cildi İçimdeki Karanlık hikâyesinin yeniden yazılmış bölümleri 57. bölümle sınırlıydı. Yazar bu maceranın yeni versiyonunu uzun süredir yazmadığı için, kalan bölümlerin yeni versiyonunu eskisiyle bağlayarak yayınlama kararı aldık. Bundan böyle bölümler, Tuba Toraman‘ın düzeltisiyle karşınızda olacaktır.
Karşınızda İçimdeki Karanlık cildinin final bölümü!

bölüm 76

Epilog

Havanın çok güzel olduğu bir akşamdı ve ortam gülüşme sesleriyle kaynıyordu. Büyük oda ağzına kadar insanla doluydu ve her biri ortama uygun giyinmişti. Bakan, odadaki konukların çoğuyla durup sohbetler ederken, halinden oldukça memnun görünüyordu.

James, Bakan’ın ışıl ışıl parlayan yüzünden gözlerini ayırıp derin derin iç geçirdi. Odanın bir köşesinde duruyor, dikkat çekmemeye çalışıyordu. ‘Biri daha kalkıp beni tebrik etmeye kalkarsa, Merlin’e yemin olsun ki…’ diye geçiriyordu aklından, sinirli bir halde. Sirius odanın köşesine gelerek arkadaşının yanında durup bitkin bir halde gülümsedi.

“Eğlenmiyorsun, anlaşılan?” dedi, gözlerinde arsız bir bakışla.

James de ona bakıp gülümsedi ve başını yorgun argın bir halde önüne düşürdü.

“Bunun böyle olacağını bekliyordum, ama tüm bunlara sinir olmaktan kendimi alamıyorum,” diye cevapladı.

“Buradaki insanların çoğu gerçekte neler olduğunu bilmiyorlar bile ve ben bilmek istediklerini bile sanmıyorum, açıkçası. Şu aptal kutlamalara kendilerini öyle kaptırdılar ki, durup bunun nasıl olduğunu sormayı bile düşünmüyorlar!” diye devam etti.

Sirius bir şey söylemedi. Bakan Fudge’ın –onların da katılmak zorunda olduğu– bir kutlama yapacağını ona ilk söylediğinde de, ortamın gerileceğini biliyordu. O yüzden arkadaşına halden anlar bir bakış atmakla yetinip gözlerini kaçırdı. Yüreğinin derinlerinde, James’in, Voldemort’un ölümünden en az Büyücülük Dünyası’nın geri kalanı kadar mutlu olduğunu biliyordu. Ama kutlamalara katılamıyordu. Çünkü bu, ona, Harry’yi kaybetmeye ne kadar yakın olduğunu hatırlatıp duruyordu. Harry’nin hayatta kalmış olması sahiden bir mucizeydi. Eğer tam zamanında reşit olmasaydı, Voldemort’un ona yolladığı Markeline Laneti’yle anında ölmüş olacaktı.

Olanlar konusunda Sirius’un kafası hâlâ biraz karışıktı. Bir cadı ya da büyücünün on yedi yaşına basınca, var olan tüm sihir gücüne erişmesi bağlamında ‘güç elde ettiğini’ biliyordu. Kendisinin gücüne kavuştuğu o anı hatırlıyordu. Tüm vücudunda bir karıncalanma hissetmişti. Parmak uçları uyuşmuş, sihir gücünün etrafına yayılışını sezmişti. Bu, dünyanın en güzel duygusuydu. Ancak, başladıktan iki dakika sonra ise bitmişti.

Harry’de ise durum farklı olmuştu. Dumbledore, Harry’nin kendi gücünü daha çok erken yaşlardan itibaren bir içgüdü olarak kullandığını söylemişti. Bu, Voldemort’un ona verdiği eğitimin bir parçasıydı. Harry, sihir çekirdeğini çoğu büyücüden çok daha iyi kullanabiliyordu. İşte, Harry’nin hayatta kalma sebebi de buydu.

Harry on yedi yaşına girdiğinde ve sihir gücü tamamlandığında, içgüdüleri devreye girmiş ve sihri hayatta kalması için var olan tüm gücünü kullanmıştı. Önce, Voldemort’un ona yolladığı laneti onu vurmadan engellemişti. Sonra, Harry’nin ölmesine ramak kala devreye girip onu iyileştirmişti. Harry kendini iyileştirmeyi başarmıştı ve bu, çoğu büyücünün yapamayacağı bir şeydi. Dumbledore, onlara, Harry’nin bunu bir daha yapamayacağını düşündüğünü söylemişti. Tüm o yaşananlar, Harry’nin bilinçaltıyla yaptığı şeylerdi. Bilinci tamamen açıkken böyle bir şeyi bir kez daha denemeye kalksa, muhtemelen başaramayacaktı.

Sirius, gülüşen insanlarla dolu odaya bir göz attı. Bakışları, Alice ve Molly’le derin bir sohbete dalmış görünen Lily’ye gelince durdu. Lily’nin de, en az onlar kadar, bu verilen partiden rahatsız olduğu ortadaydı. Remus, meraklı bir grup insan tarafından soru bombardımanına tutulmuş bir haldeydi. Sirius derin derin iç geçirdi. Savaşın sona erdiği o kaçınılmaz mücadelenin üzerinden üç hafta geçmişti. İnsanların geneli, Harry’nin aksine, onların peşine takılıp sorular soruyorlardı. Bu duruma açıkçası minnettardı. Harry’nin en son ihtiyacı olan şey, onu konuşmaya zorlayan insanlar güruhuydu. Her ne olmuş olursa olsun, Büyücülük Dünyası Harry’den hâlâ korkuyordu. Harry’nin reşit olma anına Hogsmeade halkı bizzat şahit olmuştu. Hepsinin gözünün önünde Voldemort’u öldürmüş ve bunu bir asa bile kullanmadan yapmıştı. Her ne kadar insanlar, onun bu yaptığına sonsuza dek minnettar kalacak olsalar da, Harry’nin sahip olduğu o saf güç onlara tanıdık gelmişti. Bu da, çoğuna, ondan uzak durmaları gerektiğine dair bir uyarı mesajı olarak görünmüştü. En azından, şimdillik onun canını sıkmıyorlardı.

Sirius gözleriyle odayı yeniden taradı. Vaftiz oğlu neredeydi? Bu saçma sapan yere geldiklerinden beri onu hiç görmemişti.

sirius black

“Harry hâlâ burada mı?” diye sordu Sirius, yeniden James’e dönerek.

James başını onaylarcasına sallayıp Sirius’a kederli gözlerle baktı.

“Keşke getirmeseydim. Onu zorladığım için kendime çok kızıyorum. Buna maruz kalmasına hiç gerek yoktu,” dedi, kasvetli bir halde.

Sirius, halden anlar bir halde onun omzuna vurdu.

“Seninle bir ilgisi yok, dostum, Harry de bunu biliyor. Gelmeseydi, Fudge’ın onunla ilgili daha büyük bir planı olacaktı. Sonuçta, bu gece Harry’nin Voldemort’u yenmiş olması kutlanıyor,” dedi Sirius.

James yine de Harry’nin buna mecbur kalmamış olmasını dilerdi. Yaşadığı onca şeyden sonra, oğlunun ihtiyacı olan son şey böyle bir şeydi.

Odanın diğer ucunda iki cam kapı vardı. Cam kapılar, ihtişamlı bir balkona açılıyordu. Havanın güzel olduğu bir geceydi, ama kimse dışarıda değildi. Herkes içeride durmuş, dönemin en karanlık büyücüsünün düşüşünü kutlayıp içiyordu. Bir kişi dışında, herkes. Harry balkonda duruyordu. Zümrüt yeşili gözleri ileriye bakıyor, ama aslında hiçbir şey görmüyordu. Sıcak hava siyah saçlarını dalgalandırınca, bir elini yorgun argın saçlarından geçirdi. Parmakları yara izine gelince durdu ve yavaşça şimşek biçimli izin üzerinden geçti. Yara izi acımıyordu. O günden beri bir kez bile acımamıştı. Harry bunun çok saçma olduğunu biliyordu, ama yara izi acımadığı için kendini tuhaf hissediyordu. Hatta eskiden, Voldemort’un hiçbir duygu belirtisi göstermediği zamanlarda bile, yara izinde hafif bir sızlama hissediyordu. Tüm o zaman boyunca bu sızlamaları da duymazdan gelmeyi öğrenmişti. Ama artık o sızlamalar da olmadığı için, başı ona tuhaf bir şekilde boş geliyordu.

Harry derin derin iç geçirip elini alnından indirdi. Onun ölmüş olduğuna inanamıyordu. Voldemort gerçekten de ölmüştü ve bunu yapan da Harry’nin kendisiydi. Harry o gün kendinden geçtikten sonrasını hatırlamıyordu. Olaydan iki gün sonra uyanmış, kendini St. Mungo’da bulmuştu. Damien’ın kırık kemikleri de orada tedavi edilmiş, Seherbaz’ların çoğu da tedavi görmüştü.

Harry insanların iyi niyetli olduğunu biliyordu, ama ne zaman birileri konuyu son savaşa getirse, içine kapanmaktan kendini alamıyordu. Ne olduğunu da nasıl olduğunu da düşünmek istemiyordu. Voldemort’un alevlerle kavrulmadan hemen önce ona attığı şaşkın bakışlarını hatırlamak istemiyordu.

Harry gözlerini yumup nefesini düzenlemeye çalıştı. O sahnenin hayatı boyunca gözünün önünden silinmeyeceğini biliyordu. Dumbledore onunla konuşmaya çalışmış, ama Harry her zamanki gibi onu başından savmıştı. O lanet olası Kehanet’le ilgili bundan böyle bir şey duymak istemiyordu.

Aklı, bu sabah yaşananlara gitti. Draco annesinin yanına taşınmıştı. Gitmeden önce de Harry’yi görmeye gelmişti. İlk önce, her ikisi de birbirlerine ne diyeceğini ya da ne yapacağını bilememişlerdi. İkisi de sessizlik içinde oturmuş, bir diğerinin bir şey söylemesini beklemişlerdi. Harry, Draco için Voldemort’a karşı gelmenin mümkün olacağını asla düşünmezdi. Draco’ya hakkını vermeliydi. Onun her zaman bir başkası için kendi kellesini asla riske atmayacak bir fırsatçı olduğunu düşünürdü. Draco’nun onu kurtarmak için aldığı risk onu derinden etkilemişti. Ona veda ederken de bunu çok gönülsüzce söylemişti. Draco ise gitmeden önce Harry’ye şöyle bir sarılmıştı.

“Tüm bunlar bir gün olur da sarpa sararsa, beni nerede bulacağını biliyorsun,” diye fısıldamıştı Draco, kulağına, çıkıp gitmeden önce.

Harry ise karşılığında sadece gülümsemişti. Harry’nin onunla gitmesi için başka hiçbir çaresinin kalmamış olması gerekirdi. Draco’yu, yanında Snape ile birlikte Buharlaşırken izlemişti; çocukluk arkadaşı, en yakın arkadaşı, başka bir yerde yeni bir hayata başlamak üzere gidiyordu.

Harry, Lucius Malfoy’dan hiç haber almamıştı. Sarışın Ölüm Yiyen, o gece Hogsmeade’e gelmemişti. Riddle Malikânesi’nden Buharlaştığı gibi, kayıplara karışmıştı. Savaş meydanından kaçmayı başaran yalnızca az sayıda Ölüm Yiyen olmuştu. Bakanlık onları arıyordu, ama Harry aramaların çok uzun sürmeyeceğini biliyordu. Artık kimsenin umurunda değildi. Voldemort gitmişti ve buna kıyasla başka hiçbir şey artık önemli değildi.

Birileri ne zaman Voldemort’un adını ansa, Harry’nin içi suçluluk duygusuyla doluyordu. Voldemort’un Damien’ı kasten öldürmek istediğini biliyordu. Onu resmen öldürecekti, ama yine de, Harry hissettiği suçluluk duygusuna engel olamıyordu. Onu yok edebileceğini hiç düşünmemişti. Onu, tıpkı Hortkuluk’ları yok ettiği gibi öldürdüğünün farkındaydı.

Voldemort, neredeyse yirmi dört saat Harry’nin işkence görmesini emretmişti. Daha ufacık bir çocukken, onu istismar etmişti. Ondan her şeyini almıştı. Ama yine de, Harry ona zarar verdiği fikrine bile katlanamamıştı. Gel gelelim, Voldemort kardeşini ondan almaya kalkınca, Harry’nin içinden onu yok etmekten başka bir şey geçmemişti. İşte tam da o anda, ona karşı hissettiği öfke öyle saf ve korkunçtu ki, ruhundan geri kalan son parçayı da tuzla buz etmişti. İçindeki karanlık galip gelmişti. O karanlık onu ele geçirmiş, bir zamanlar korumaya ant içtiği adamı öldürmüştü. Arkasındaki kapının ardından gelen kahkaha seslerini duyunca başını iki yana salladı. Oradaki herkes Karanlık Lord’u parçalarına ayırdığı için onu övüp duruyordu; oysaki içindeki karanlığın ne kadar büyük olduğundan haberleri yoktu. Harry kendini düşüncelerinden arındırmaya çalıştı. Böyle düşünmeye başlayınca kendini daha kötü hissetmekten başka bir şey hissetmiyordu. O, Voldemort gibi değildi! Onun gibi değildi!

Harry kendini ailesini düşünmeye zorladı. Tek bir şey için minnettardı; o da, ailesi ve arkadaşları Voldemort’un konusunu hiç açmıyorlardı. Ona nasıl olduğunu ya da olanlardan sonra kendini nasıl hissettiğini sormuyorlardı. Ona oldukça normal davranıyorlardı. Hastaneden dönünce annesi gördüğü her şeyi ağzına tıkmaya çalışmıştı, gerçi, ama bu da onun için normal denebilecek bir davranıştı.

Harry arkasında ayak sesleri duydu ve ona doğru yaklaşanları terslemek için kendini hazırladı. Hatta arkasına dönerken yüzünde resmen bir hırlama ifadesi vardı. Ancak, gelen dörtlünün o tanıdık, gülümseyen yüzlerini görünce, rahatladı. Aralarından sessizce ayrılıp biraz temiz hava almaya çıkmıştı. Bu dörtlünün arkasından geleceğini tahmin etmeliydi.

“Bu, hayatımda gördüğüm en sıkıcı parti!” dedi Ron, Harry’nin yanına gelip dururken.

Ron’un partiden gizli bir zevk aldığını bilen Harry gülümsemeden edemedi. Bunları, sırf Harry partiden sıkılıyor diye söylüyordu.

“Yemekler fena değil, gerçi,” dedi Damien, balkonun tırabzanına çıkıp otururken.

Harry bir şey söylemek yerine, bir süre kardeşini süzdü. Damien resmen ölümün kıyısından dönmüştü. Öldüren Lanet onu vurduğunda, göğüs kemikleri çatlamış, kaburgaları da kırılmıştı. Her ne kadar boynunda asılı duran o küçük, siyah taşlı kolye, laneti kendi içine almış olsa da, Damien’ı karanlık büyünün o korkunç vurucu gücünden koruyamamıştı.

Damien, artık takmasının gereksiz olduğu ona söylenmiş olsa da, kolyeyi boynunda taşımaya devam ediyordu. Öldüren Laneti yutunca Lahyoo Jisteen da yok olmuştu. Siyah taşın içinde dönen yeşil girdap ise hâlâ görünebiliyordu.

Damien, ona söylenenleri dinlememişti. Annesi ile babasına, taşın artık onu korumuyor olmasının umurunda bile olmadığını söylemişti. Bu, onun ağabeyinden aldığı ilk Noel hediyesiydi ve asla çıkarmayacaktı.

“Sen iyi misin?”

Harry, Hermione’nin ona baktığını fark edince düşüncelerinden çıktı. Şimdi, dördünün de gözlerinde anladıklarını belirten bakışlarla ona baktıklarını görebiliyordu. Dördü de, Harry’nin, Karanlık Lord’un ölümünü kutlamak için toplanılan bu yerden başka her yerde olmak istediğini biliyordu.

Harry de onlara yalan söyleyecek değildi. Bu zamana kadar söylemediğine göre, neden şimdi söylesindi ki?

“Sadece bu gecenin bitmesini istiyorum. En başından babamın beni buraya sürüklemesine neden izin verdim, bilmiyorum,” diye cevapladı Harry, ellerini cüppesinin ceplerine koyarak. En azından, annesi ile babası süslü bir cüppe giymesi için ısrar etmemişlerdi.

“Burada olmak istemeyen tek kişi sen değilsin. Annem ile babam da pek eğlenceli vakit geçiriyor gibi durmuyorlar,” dedi Damien, yüzünde pis bir sırıtışla.

“Oh olsun,” dedi Harry.

Annesi ile babası ona buraya gelmek konusunda resmen şantaj yapmıştı. Kendi onuruna düzenlenen bir partiye olur da gitmezse, durumun dışarıdan nasıl görüneceğini biliyordu. Gerçi bu Harry’nin umurunda bile değildi, ama tüm bunların babasının başına bela açacağını biliyordu. Harry de o anda kendini suçlu hissetmiş, gelmeye ikna olmuştu. Şimdi ise sonuçları ne olursa olsun, geldiğine pişmandı.

“Burada olmayı hiç istemiyorsun, değil mi?” diye sordu Damien, ağabeyini süzerek.

Harry cevap vermedi. Cevap oldukça açıktı.

Damien balkonun tırabzanından atlayarak indi ve ağabeyinin önüne gelip durdu. Cebinden ufak bir şey çıkarıp Harry’nin görmesi için avucunu açtı. Harry, Damien’ın elinde Nimbus 3000’in minyatür bir kopyasını tuttuğunu görünce, kafası karıştı.

Harry daha ona ne yaptığını soramadan, Damien bakışlarını süpürgeye indirdi ve avucunu açtı. Süpürge, Harry’nin gözlerinin önünde, bir anda büyüyüp normal boyutuna ulaştı. Damien elinde süpürgeyle, yüzünde kocaman bir sırıtışla duruyordu.

“Asasız büyü yapabilen tek Potter sen değilsin,” dedi, Harry ona hayretler içinde bakarken.

hermione granger liste

Hermione neredeyse mutluluktan ve duyduğu gururdan ağlayacaktı.

Damien süpürgeyi Harry’nin eline verdi. Harry süpürgeyi tutup yüzünde şaşkın bir ifadeyle inceledi.

“Burada olmak istemiyorsan, olmamalısın,” diye açıkladı Ron.

Dördünün de bunu önceden planladığı ortadaydı. Harry şok içinde kardeşine baktı.

Harry, “Damy, bunun iyi bir fikir olduğunu hiç san…” diye başlasa da, Damien onun sözünü kesti.

“Bu gece senin gecen. Ne yapmak istiyorsan onu yapmalısın,” dedi, gülümseyerek.

Harry kardeşinin bu tavrından çok etkilenmişti. Yeniden süpürgeye baktı. Buradan, tüm bu insanlardan uçarak uzaklaşmak ve gecenin tadını canının istediği gibi çıkarmak, baştan çıkarıcı bir teklifti. Harry, aklına takılan son bir düşünceyle, yeniden başını kaldırıp Damien’a baktı.

“Ya babam? Sana çok kızar,” dedi Harry.

“Bu zamana kadar senin için başımı türlü belalara soktum. Bir tane daha eklense ne çıkar?” dedi Damien, yüzünde aynı pis sırıtışla.

Harry de ona sırıtıp süpürgeyi elinden bıraktı; süpürge şimdi havada asılı duruyordu.  Harry hiç çaba sarf etmeden süpürgeye binip süpürgeyi çevirerek balkondan dışarı havalandı. Başını çevirip arkasındaki gruba baktı ve zümrüt yeşili bakışları siyah bir elbise içinde görünen kızıl saçlı kızda durdu. Kıza doğru biraz yaklaşıp ona baktı. Döndüğünden beri Ginny ile bir kez bile konuşmamıştı. Ginny de, her zamanki gibi, Harry’ye zaman tanımıştı. Ne Riddle Malikânesi’ndeki öpüşmenin üzerine gitmiş ne de ilişkilerinin nereye gittiğini sormuştu.

Ginny, Harry’yi balkonun ucunda havada görünce ve doğrudan ona baktığını fark edince, sıcacık gülümsedi.

“Şimdi benimle gelmek mi istersin, yoksa gecenin ilerleyen saatlerinde seni kurtarmam için dönmemi mi beklersin?” diye sordu Harry, yeşil gözlerinde parlayan arsız bir ifadeyle.

Ginny ona sorulan sorudan dolayı afallamış gibi görünse de, hemen toparladı. Kollarını göğsünde bağlayıp o da Harry’ye aynı arsız bakışla karşılık verdi.

“Başımızda hiçbir bela yokken seninle gelirsem, bu bizim için fazla normal kaçmaz mı?”

Harry öne doğru uzanıp elini uzattı. Ginny, kalbi göğsünde deli gibi atarak, onun elini tuttu. Arkasına yerleşip kollarını onun beline sardı.

“Konu biz olunca, Ginny, hiçbir şey normal olamaz,” dedi, yüzünde bir sırıtışla.

Damien ile Hermione, Harry ile Ginny’ye yüzlerinde mest olmuş ifadelerle bakıyorlardı. Harry’nin ‘biz’ diye hitap etmesi, onlara göre onu sevdiğini söylemesiyle aynıydı. Harry elini Ginny’nin elinin üzerine koyup hafifçe sıktı.

“Sadece gün doğumundan önce dönmeyi unutmayın. Yoksa babam bu sefer de bir arama partisi verebilir,” dedi Damien, Harry uçmak için hazırlanırken.

Harry ona sadece sırıtmakla yetindi ve onlara son bir minnettar bakış attıktan sonra, gecenin karanlığına doğru fırladı.

Üç çocuk, içeri dönmeden önce, bir süre onları izlediler. Sonra, Damien arkasına döndü ve babasını balkon kapılarının önünde dikilirken bulunca dondu kaldı.

James’in öfkeli göründüğü söylenemezdi. Aslında, tam tersi görünüyordu. Ela gözleri Harry’nin gökyüzünde git gide yükselen görüntüsüne kitlenmiş, dudakları bir gülümsemeyle kıvrılmıştı. Damien, babasının ona gülümseyerek baktığını görünce, koca bir oh çekti.

Damien, babasına doğru yürüyüp kolunu onun omzuna atarak sırıttı.

“Benim hiç kardeşim olmadı. Patiayak ile Aylak, kardeşe en yakın kişilerdi. Onlar da, benim için böyle bir şey yaparlardı, eminim,” dedi James, Damien’ın başına bir öpücük kondurarak.

Damien, sakinleşmiş bir halde başını kaldırıp babasına baktı.

“Baba, Harry bunu da atlatacak. İyi olacak, değil mi?” diye sordu, usulca.

James, Damien’ın, Harry’nin Voldemort’u öldürdüğü için hissettiği suçluluk duygusundan ve bu konuda ağzını bıçak açmamasından bahsettiğini anlamıştı. James bakışlarını gökyüzüne çevirip Harry’nin ufacık bir nokta gibi görünen görüntüsüne odakladı.

“Zaman alacak ve kolay olmayacak, ama bence Harry bunu da atlatacak,” dedi James, rahatlatıcı bir gülümsemeyle.

Bakan’ın birazdan onur konuğunu kaybettiğini fark edince çıkaracağı öfke nöbetine kendini hazırlayarak, Damien’ı içeri yönlendirdi. Gerçi umurunda bile değildi. Onun tek umurunda olan şey, Harry’nin mutluluğuydu. James o anda kendine içten içe bir söz verdi; ne olursa olsun, Harry her zaman önceliği olacaktı.

Harry ile Ginny’nin havada yankılanan gülüşmelerinin sesini duyunca yüzünde bir sırıtışla arkasından balkonun kapılarını kapattı.

.:: – SON – ::.

Çevirmenin Notu:

Hikâyeyi başından sonuna kadar sabırla bekleyip okuyan herkese saygılarımı sunuyor ve çok teşekkür ediyorum. Yaptığım hatalar ve bekletmeler için ise affınıza sığınıyorum. Çok yakında serinin ikinci kısmıyla yeni maceralara atılmaya devam edeceğiz! Sihriniz eksik olmasın!

Çeviren: Tuba Toraman

62 Yorum

Bir Yorum Ekle

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir