Hogwarts’ın Dört Binası Hakkındaki Yanlış Ön Yargılar
|Hogwarts‘ın çatısı altına giren her öğrenci ilk iş olarak yedi yılını geçireceği bu okulda dört binadan hangisinin üyesi olacağını öğrenir. Edineceği arkadaşlar, kalacağı yer, yemek yiyeceği masa ve destekleyeceği Quidditch takımı da seçileceği bina doğrultusunda belirlenir. Kitabı okuyan ve kendisini Hogwarts‘a giderken hayal eden her hayranın da mutlaka üyesi olmayı tercih edeceği favori bir binası vardır.
Cesaretiyle ünlü Gryffindor, akıllı ve çalışkan öğrencilerin yuvası Ravenclaw, hırslı ve biraz da karanlık tiplere ev sahipliği yapan Slytherin ya da iyiliksever öğrencileriyle nam salmış Hufflepuff… Fakat bu yakıştırmaların ne kadarı gerçek? Gelin binalara yüklediğimiz özelliklerin ne kadar doğru olduğuna birlikte karar verelim!
Tüm bu yakıştırmalar aslında aklımızın bir köşesinde bulunan ve seriye bakış açımızı etkileyen klişeler. Fakat bu klişeler de aklımızda kendiliğinden belirmiş değiller, özellikle ilk kitabın başında bizi binalarla ilgili bu kalıplaşmış bilgilere götüren önemli bir karakter çıkıyor karşımıza: Seçmen Şapka. İlk kitapta sene başında söylediği şarkıyı hatırlıyor musunuz?
(…)
Seni Gryffindor’a yollarım belki,
Zamanla olursun aslanın teki,
Yigittir orada kalan çocuklar,
Hepsinin yüregi, nah, mangal kadar.
Belki de düşersin Hufflepuff’a
Haksızlığı hemen kalırıp rafa
Adalet uğruna savaş verirsin
Her yere mutluluk götürmek için.
Ravenclaw kısmetin belki,
Oradakilerin hiç çıkmaz sesi,
Mantıktır onlarca önemli olan,
Öyle kurtulurlar tüm sorunlardan.
Düşersin belki de Slytherin’e sen,
Bir başkadir sanki oraya giden,
Amaçları için neler yapmazlar
Açıklasam bitmez sabaha kadar. (…)
-Harry Potter ve Felsefe Taşı
Buradan çıkan sonuç; Gyriffindor’lar cesurdur – ve bazen de biraz gösterişçidirler-, Hufflepuflar adalet ve mutluluk peşinde pek etliye sütlüye karışmayan bir binadır, Slytherinler gizli kapalı işler peşindeki hırslı insanlardır, Ravenclawlar da mantıklarının sesiyle hareket ederler. Peki bu binalara giren bütün öğrenciler bu kriterleri sağlıyorlar mı? Ya da şöyle ifade etmek gerekiyor; Bütün bu yakıştırmalar kısıtlayıcı ve tek tipleştiren ön yargılar oluşturmuyor mu? Eğer siz de bu sorunun cevabını merak ediyorsanız gelin binalar hakkında zihinlerimize işlemiş ön yargıları kırmaya çalışalım.
Hufflepuff
Hufflepuff belki de en yanlış anlaşılmış binalardan birisi. Maalesef kitapta Hufflepuff binasını layığıyla temsil edecek çok az karakter bulunması, spor müsabakalarında pek de parlak başarılar elde edememeleri ve önemli olaylarda çok göze çarpmamaları bu binayı akıllarda -en azından Ron Weasley’e göre- silik öğrencilerin bulunduğu bir yer hale getirdi. Fakat her ne kadar çok göze çarpmasalar da bu binadan gerçekten sıra dışı ve güçlü kişilerin çıktığı görülmemiş şey değil. Aklımıza ilk gelen örnek elbette ki Cedric Diggory. Trajik bir şekilde hayatını kaybetmeseydi Üçbüyücü Turnuvası şampiyonlarından biri olacak olan bu cesur Hufflepuff, aynı zamanda Azkaban Tutsağı‘ndaki Gryffindor-Hufflepuff Quidditch maçında, Harry’nin Ruhemici saldırısına uğradığını ilk fark eden ve Snitch’i yakalamayı bırakıp oyunu durduran kişi olmuştu. Bir diğer oldukça cesur ve güçlü Hufflepuff ise Nymphadora Tonks. Zümrüdüanka Yoldaşlığı’nın en cesur ve sıra dışı üyelerinden biri olan Tonks, Hogwarts Savaşı’nda korkusuzca savaşmış ve bu dava uğruna canını vermişti. Hufflepuff binası da bu savaş esnasında okuldan kaçmayı reddederek kalıp Harry’yi mücadelesinin sonuna kadar desteklemişlerdi.
(Eddie Redmayne’in Hufflepuff’lı olmak üzerine yaptığı kısa konuşma için buraya tıklayabilirsiniz!)
Slytherin
Hufflepuff kadar yanlış anlaşılmış bir bina daha varsa o da Slytherin’dir. Slytherinlerin güce ulaşabilmek adına oldukça hırslı insanlar olmaları onları bazen karanlık yollara itse de Harry Potter serisinde cesaretini ve fedakarlığını kanıtlamış pek çok Slytherin bulunmakta. Sevdikleri adına cesaretin en büyüğünü gösterip Voldemort’a gözünü kırpmadan yalan söyleyebilen iki kişi de Slytherindi: Narcissa Malfoy ve Severus Snape. Karanlık tarafta Voldemort’un yanında yer alırken hatasını anlayıp bunu düzeltebilmek için canını veren bir Slytherin örneği daha verebiliriz: Regulus Black. Fakat bunun yanında bütün kara büyücülerin Slytherin’den çıktığını söylemek de oldukça yanlış olurdu. Zamanı gelince tüm arkadaşlarına ihanet ederek karanlık tarafa katılıp Voldemort’un sadık bir hizmetkarı olan Peter Pettigrew de aslında bir Gryffindor’du.
Ayrıca Slytherin’in saf kan takıntısı seride oldukça ön plana çıkarılmış olsa da her yetenekli ve güçlü Slytherin’in saf kan olması gerekiyor diye bir kural yok. Tom Riddle (diğer adıyla Lord Voldemort) ve Severus Snape melez büyücülerdi ve yine de bina tarihinde en derin iz bırakmış iki büyücü olarak adlandırılabilirler.
Gryffindor
Gryffindorlar seride ön planda olmayı seven, spor düşkünü insanlar gibi gösterilseler de bu bina pek çok alçak gönüllü ve sadık öğrenciye de ev sahipliği yaptı. Bunu görmek için Ron Weasley ve Remus Lupin’e bakmak yetiyor. İkisi de arkadaşları için pek çok tehlikeye atılmış olsalar da şişmiş bir ego yerine düşük özgüven sorunlarıyla karşılaştılar. Ayrıca Gryffindor binası sadece caka satmayı seven, spor delisi insanlardan oluşsaydı çok daha farklı bir Hermione Granger’la karşılaşmış olurduk. Hermione’nin Quidditch’e ahım şahım bir merakı yoktu ve derslerdeki hevesli tavrı dışında ön planda olmak gibi bir gaye beslemiyordu. Düşünsenize Hogwarts’taki çoğu kızın aklını başından alan ünlü Quidditch oyuncusu Viktor Krum tarafından baloya davet edilmesini bile uzun süre saklamış ve büyütmemişti.
Ravenclaw
Ravenclaw çoğu kişinin düşündüğünün aksine en zeki ve notları en iyi olan öğrencileri kanatları altına alan bina değil. Eğer öyle olsaydı Hermione Granger’ın şapka başına değer değmez yollanacağı bina Ravenclaw olurdu. Bu binaya yeni şeyler öğrenmeyi ve bilgi peşinde koşmayı en çok seven öğrenciler kabul ediliyor. Yine pek çok kişinin göz ardı ettiği şeylerden biri de bu binaya sadece mantığın değil aynı zamanda yaratıcılığın da hükmetmesi. Yani olgulara önem veren bilim insanlarının yanı sıra fikirler ve artistik yaratımla kendini ifade eden ressamlar, müzisyenler ve yazarlar da yine bu binadan çıkıyor. Zaten eğer Ravenclaw sadece mantığın hüküm sürdüğü bir yer olsaydı Luna Lovegood gibi son derece renkli ve yaratıcı – aynı zamanda da mantık sınırlarını zorlayan- bir karakterin o binada ne işi olabilirdi ki?
Sözün kısası binaları ve içerisindeki öğrencileri yalnızca kalıplaşmış özellikleriyle ele almak son derece yanlış ve ön yargılı bir tutum. Hele de bazen öğrencilerin birden fazla binaya uygun olabildiklerini az daha Slytherin’e gidecek olan Harry aracılığıyla görmüşken.
Hufflepuff’ları hep ezildiğini düşünüyorum.
Bence yeterince ezilmiyorlar. Daha da fazla ezilmeliler. Hatta o da yetmez 7/24 ezilmeliler.
Şaka bir yana adalet peşinde olmaları en öne çıkan özellikleri iken pasif olduklarının düşünülmesi bile başlı başına hata bana göre. Sabırlı ve ani çıkışlar yapmadıkları ve ön plana çıkmak gibi bir arzularının olmaması insanların yanlış algılamasına neden oluyor.