Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #43: Damien’a Hediye [Kısım 2]
|GİRİŞ İÇİN TIKLAYIN.
41. BÖLÜM [Kısım 2]
42. BÖLÜM
43. BÖLÜM [Kısım 1]
Lord Voldemort’un o karanlık gece, Harry Potter‘ı öldürmeyip kendi oğlu gibi büyütmeye karar verdiği alternatif bir hayran hikâyesine ne dersiniz?
“Karanlık Prens” serisini, Safina Mazhar‘ın kaleminden ve yazarın gözden geçirdiği yeni versiyon üzerinden taze bir çeviriyle sizlerle buluşturuyoruz. Karşınızda İçimdeki Karanlık cildinin kırk üçüncü bölümü!
bölüm 43
• Damien’a Hediye •
[Kısım 2]
James ile Lily’nin içinde bulundukları oda, ancak kısa bir süre sonra tanıdık gelmeye başlamıştı. Bu bile tek başına onları üzmeye yetmişti. Voldemort’un büyük odasındaydılar. Odayı aydınlatan meşaleler titreşiyor, odayı ışık ve gölge içinde bırakıyordu. Zeminde, Voldemort’un ayaklarının dibinde, büzüşmüş, yaralı ve kanlar içinde kalmış bir figür yatıyordu. Lily’nin ilk tepkisi, koşup yardım etmeye çalışmak olmuştu, ama zaten bu zamana kadar izlemek dışında elinden hiçbir şey gelmeyeceği gerçeğini acı verici bir şekilde öğrenmişti.
James, Bellatrix’in Voldemort’un yanında durduğunu ve gözlerini acıdan inleyen adama diktiğini gördü. Gözleriyle odayı tarayıp Harry’yi aradı; sonuçta, bu ona ait bir anıydı. Sonunda, onu, kapıların orada dikilmiş, Voldemort’un ayaklarının dibinde büzüşmüş halde yatan kişiye gözlerinde büyük bir dehşetle bakarken buldu.
Lucius Malfoy, her zamanki küstah tavrıyla, Harry’yi öne doğru yönlendirdi. Harry çok ama çok gençti. James’in tahminlerine göre, on yaşında var ya da yoktu. Harry yerde kanlar içinde yatan adama uzun dakikalar boyunca baktıktan sonra gözlerini Voldemort’a dikerken, James ile Lily onu izlediler.
“Baba?”
Sesi, duvarlardan sekerek dev odada yankılandı. James onun ‘baba’ deyişi tenini bıçakla kesermiş gibi hisserken, Voldemort ona memnuniyetle sırıttı.
“Buraya gel, Harry,” dedi; soğuk sesi Lily’nin tüylerini diken diken etmiş, yerde yatan adamın da inlemesine ve titremesine yol açmıştı.
Harry birkaç adım ilerledi.
“Seni biriyle tanıştırmak istiyorum,” dedi Voldemort.
Elinin bir hareketiyle, adamı acımasızca çevirdi ve adam sırtını mermer zemine küt diye vurdu. Harry genç adamın kanlar içindeki yüzünü görünce geriye doğru sıçradı. Kızıl sarı saçları kandan keçeleşmiş, yüzü ise korkunç bir şekilde yaralanmıştı. Vücudundaki kesikler ve kırbaç izleri, yırtılmış cüppesinden görülebiliyordu. Görüntü karşısında Harry’nin beti benzi atmıştı. Yeşil gözleri hızla Voldemort’a kalktı.
“Bu ne, baba?” diye sordu Harry. “Bu kim?”
“Bu,” dedi Voldemort, asasını adama doğrultup onu sırtından kaldırıp acı içinde çığlık atmasını sağlayarak, “bir hain.” Asasını geri çekmesiyle, adam geri yığılıp kesik kesik nefes almaya başladı. “Beni devirmeye çalışıyordu,” diyerek sırıttı, “hayal edebiliyor musun? Bunun gibi değersiz bir alçak!” Başka bir lanet daha göndererek adamı acıdan inletti. “Benim yerimi alabileceğini düşünmüş.”
Harry izleyemiyordu. Başını öne eğip gözlerini sımsıkı kapatarak adamın çığlıklarını duymamaya çalışıyordu. Lucius Harry’nin omzuna dokundu.
“İzlemek zorundasın, Harry,” diye fısıldadı. “Efendimiz adaleti sağlarken, buna tanık olmalısın.”
Harry tekrar adama baktı, ama yüzündeki dehşet ifadesinden kurtulamıyordu. Çaresizlik içinde Voldemort’a baktı.
“Ona ne yapacaksın?”
Voldemort sırıttı; kırmızı gözleri zevkle parlıyordu.
“Onu ölüme mahkum ettim,” dedi, yerde yatan bedenin etrafından yürüyüp Harry’nin yanına gelerek, “ve senin, benim oğlum olarak, onun cellatı olmanı istiyorum.”
James ile Lily soluklarını tuttular; yaşadıkları şok sebebiyle dilleri tutulmuştu.
Harry yüzünde aynı şok ifadesiyle ona baktı.
“Benim onu…” başını eğip yarı baygın adama baktı, “öldürmemi mi istiyorsun?”
“Evet,” diye zevkle tısladı Voldemort’un sesi, “sonunun senin ellerinden olmasını istiyorum.” Lucius’a başıyla işaret etmesiyle, Lucius’un eli Harry’nin cüppesinin cebine uzandı ve oradan onun asasını çıkardı. Lucius Harry’nin önünde diz çöküp ona asasını uzattı.
“Hayır!” diye bağırdı Lily, “Harry, hayır! Lütfen, ah Tanrım, hayır!”
Harry, yavaşça ve tereddütle, asasına uzandı.
“Hedef al,” diye emretti Voldemort; Harry’yi yönlendiren sesi kısık ve kibar çıkıyordu. “Gözlerinin ortasını hedef al,” dedi. “Hedefini al, Harry ve Öldüren Lanet’i söyle.”
Harry’nin eli titriyordu, ama ona söyleneni yaptı. Hedefini aldı, ama ağzından sözcükler bir türlü çıkmıyordu.
“Derin bir nefes al,” diye emretti Voldemort, “elini sabit tut ve onun canını al.”
Bella ile Lucius’un sesleri çıkmıyor, Harry’yi ilk cinayetini işlemek üzereyken nefeslerini tutmuş bir halde izliyorlardı.
Harry elini sabitledi, hedefi aldı ve o iki lanetli kelimeyi mırıldandı.
“Avada Kedavra.”
Yeşil bir ışık karanlığı yararcasına aydınlatarak Harry’nin asasından fırladı ve adamı tam gözlerinin ortasından vurdu. Adam büyüyle vurulmuş olsa da, göğsü hâlâ kalkıp iniyor, kesik kesik nefes alışları havada yankılanıyordu.
James rahatlayarak tuttuğu nefesini bıraktı; ağlamamak için kendini zor tutuyordu.
“Yapmadı,” dedi, soluksuz kalmış gibi bir sesle, “ah, Tanrım, şükürler olsun! Yapmadı.”
Harry kolunu indirmiş, adama öylece bakıyordu. Voldemort eğilerek onun kulağına fısıldadı.
“Kastetmen gerek, Harry,” dedi, “onu gerçekten öldürmek istemediğin sürece işe yaramaz.”
Harry’nin tüyleri ürpermiş olsa da sesi çıkmıyordu.
“Asanı kaldır,” diye talimat verdi Voldemort, “onu öldür, Harry.”
Harry ona söyleneni yaptı, ama asayı tutan eli hâlâ titriyordu.
İkinci Öldüren Lanet’in etkisi adamı yerinden zıplatmıştı. Yerde inleyerek yatıyordu. Göz kapakları titreyerek açıldı ve başı Harry’ye çevrildi. James ile Lily, Ölüm Yiyen’in ona asa doğrultan çocuğa gördüğünde yüzünde beliren şaşkınlığı görebiliyorlardı.
“Öldür onu,” diye emretti Voldemort.
Adam boğuk sesiyle bir çığlık atarak başını iki yana salladı.
“Hayır!” dedi, “lü’fen!” Öne doğru eğilmeyi başarıp Harry’ye doğru sürünmeye çalıştı; ancak, Bella ayağını adamın sırtına yapıştırarak onu yere çiviledi.
“Öldür, Harry.” Voldemort’un sesine artık öfke bulaşmıştı. “Lanetli sözleri biliyorsun. Ne yapman gerektiğini de biliyorsun,” dedi. “Onu öldürmeni istiyorum.”
Harry’nin alnından terler boşalıyordu. Gözlerini kırpıştırarak, elindeki asayı daha da kavradı. Derin bir nefes aldı ve lanetli sözleri söylemeye kendini yeniden zorladı.
“Avada Kedavra!”
Öldüren Lanet adamı vurdu, ama yine hayatını almayı başaramamıştı. Ölüm Yiyen hıçkırarak ağlayıp hayatının bağışlanması için yalvarmaya başladı. Ama kimse onu dinlemiyordu.
“Harry!” Voldemort küçük çocuğu kollarından tutup onu kendine döndürdü. “Kastetmek zorundasın!” diye bağırdı. “Onun yaşamasını mı istiyorsun?” diye sordu. “Bu adam, bana hizmet eden bu adam benim işimi bitirmeyi planlıyordu!” Harry’yi sertçe döndürerek Ölüm Yiyen’e bakmaya zorladı; sonra, onu, Bella’nın yerde hâlâ çivileyip tuttuğu kanlar içindeki adama doğru sürükledi. “Bu değersiz pislik benim canımı almaya çalıştı!” dedi Voldemort. “Babanı öldürmeye çalıştığı için onu senin öldürmeni istiyorum!”
Harry başını kaldırıp ona baktı; gözleri korku doluydu, ama tereddütü biraz daha azalmaya başlamıştı.
“Bu Ölüm Yiyen beni öldürmeyi planlıyordu,” diye devam etti Voldemort, çocukta yavaş yavaş öfkenin baş gösterdiğini fark ederek, “beni öldürecekti. Başarılı olsaydı, beni bir daha hiç göremeyecektin.” Zalim gözleri Harry’nin yüzünden ayrılmıyor, ondaki öfkeyi ortaya çıkarmaya çalışıyordu. “Bu sana nasıl hissettirirdi?” diye sordu. “Bu adamın beni senden uzaklaştırmaya yaklaşmış olması sana nasıl hissettiriyor? Beni öldürmek istediğini bile bile onun hayatını bağışlamak mı istiyorsun?”
Harry başını iki yana salladı.
“Hayır,” diye fısıldadı.
Voldemort başını aşağı yukarı salladı.
“O zaman, arkana dön ve onun bir daha böyle bir şeye kalkışmaması için gerekeni yap.”
Harry dönüp adama baktı; adam hâlâ merhamet dileniyordu.
“Hedef al, oğlum,” diyerek onu yönlendirmeye devam etti Voldemort. “Baban adına intikamını al ve onun o sefil hayatına bir son ver.”
Harry asasını adama doğrulttu; bu sefer, asası neredeyse adamın alnına değecek kadar yakındı.
“Lü’fen,” diye yalvardı adam. “Hayır! Hayır!”
“Harry, hayır,” dedi Lily, ağlayarak, “yapma!”
Harry nefesini tuttu.
“Avada Kedavra!” diye tısladı, öfkeyle. Yeşil ışık asasından fırlayıp Ölüm Yiyen’i vurdu. Adamın kafası gümbürtüyle yere çarptı.
Adamın vücudu çarpılırcasına bükülür ve düzensiz nefes alış verişleri aniden kesilirken, oda büyük bir sessizliğe büründü. Bella ayağını kaldırıp kıpırtısız bir halde yatan adama baktı.
Voldemort gülümseyerek elini Harry’nin omzuna yerleştirdi; Harry ise ölü Ölüm Yiyen’e yeşil gözleri kocaman açılmış bir halde bakakalmıştı.
“Aferin, oğlum.”
* * *
Damien, onunla ilgili fısıldanan sözleri ve ona doğrultulan parmakları görmezden gelmeye çalışarak, koridor boyunca ilerledi. Bu geceki akşam yemeğini yemek, hayatında yaptığı en zor şeydi. İnsanlar hâlâ bu sabahın gazetesinin birer kopyalarını ellerinde tutuyor ve yemek boyunca, yalnızca bu konuyu konuşuyorlardı. Damien ise tam anlamıyla dişlerini sıkıyor, Harry’nin başına konan bu ödül sayesinde ölüden farksız olduğunu dile getiren fısıltıları duymazdan gelmeye çalışıyordu.
Ron şifreyi fısıldadı ve yedinci koridordaki portre kayarak açıldı. Damien içeri girer girmez, içeride gevezelik eden sesler bıçak gibi bir anda kesildi. Tüm gözler Damien’a çevrilmiş, onu dikkatle süzüyordu. Ron Damien’ı kibarca iterek içeri soktu ve onu merdivenlere yönlendirdi.
Damien ona bakan kalabalığın arasından geçerken, şöminenin çıtırdayan alevlerine şöyle bir baktı. Gözüne, alevlerin içinde kıvrılarak yanan bir gazete ilişti. Alevler Harry’nin görüntüsünü yalayıp yutarken, Damien ağabeyinin git gide yok olan fotoğrafını fark etti. Bir anda durarak alevlerin gazete küpürünü yakışını geriye hiçbir şey kalmayana kadar izledi.
“Damien?” diye seslendi ona, Ron.
Damien geriye dönerek kapıya yöneldi.
“Damy?” Ron arkasından koşarken, Ginny ile Hermione de onları takip ettiler. “Damy, bekle!”
“Beni rahat bırak,” dedi Damien. “Lütfen, Ron. Beni biraz… yalnız bırak.” Kapıdan dışarı adımını atarak Ron’un gözlerinin önünde gözden kayboldu.
* * *
Koridora çıkma yasağının olduğu saatler yaklaşıyordu, ama Damien hâlâ avare gibi koridorlarda dolaşıyor, ortak salona dönmeyi istemiyordu. En azından henüz değil. Ya da hiç değil. İki elini de ceplerinin derinlerine gömüp sırtını kamburlaştırarak ve başını öne eğerek yürümeye devam etti. Alevlerin içinde yanıp küle dönen Harry’nin fotoğrafı, içini sızlatmıştı. Onu kahreden bir kesinlikle, Harry’nin yakalanacağını biliyordu. Elli bin galleon. Bu çok büyük bir paraydı. Hatta Ölüm Yiyen’lerden birini bile Harry’yi satmaya itebilecek kadar büyük bir para. Ölüm Yiyen’lerin Voldemort’a olan sadakatinin Harry için de olduğundan şüpheliydi.
Damien yas tutmakla o kadar meşguldü ki, koridorun sonunda iki iri yarı figürün onu beklediğini görmemişti. Hatta neredeyse onlara çarpıyordu. Başını kaldırdığında, Crabbe ile Goyle’un ona tehditkâr bir şekilde sırıtarak önünde dikildiklerini gördü. Damien kaşlarını çatarak etraflarından dolanmaya çalıştı, ama başaramadı.
“Ne var?” diye hırladı, cebindeki asasına uzanarak.
Crabbe ile Goyle hiçbir şey söylemeden ona dik dik baktılar ve ikisi birden kocaman elleriyle çocuğu yakaladılar.
“Hey!” diye bağırdı Damien, “ne yapıyorsunuz? Bırakın beni!”
Altıncı sınıf öğrencisi iki Slyhterin, Damien’ı birer kolundan tutup merdivenlere doğru sürüklediler. Damien’ın asası ise cebinde kalmıştı.
“Bırakın!” diye bağırdı Damien. “N’apıyorsunuz?”
Crabble Damien’ın kolunu bükerek arkaya çevirdi ve diğer eliyle de ağzını kapadı.
“Kes sesini!” diye tısladı, Damien’ın arkaya aldığı kolunu acı verici bir şekilde büküp mesajını vererek.
Damien canla başla mücadele ediyor, Crabbe’in ağzını kapatan koca elinin altından bağırıp küfrediyordu. Slytherin’ler çocuğu merdivenlerden indirip zindanlara götürdüler. Damien deli gibi çırpınıp kurtulmak için elinden geleni yapsa da, diğer çocuklar hem ondan daha büyük, hem de çok daha güçlüydüler.
On üç yaşındaki çocuğun hissettiği panik git gide artmaya başlamıştı. Okulun geri kalanı gibi, Damien da Slytherin ortak salonunun zindanlarda olduğunu tahmin ediyordu ve duruma bakılırsa, bu iki hödük onu tam da oraya doğru sürüklüyordu. Damien, Slytherin’lerin yılan yuvası yatakhanelerine girmektense, her yere girmeye razı olurdu.
Beklenildiği gibi, siyah bir çift kapının olduğu bir yere vardılar. Damien’ın gözleri, portrenin önünde kollarını birleştirmiş ve gri gözlerini ona dikmiş bekleyen kişiyi görünce kocaman açılmıştı. İki sersem onu yanına getirdiğinde, Draco’nun yüzüne yavaş yavaş bir sırıtış yayıldı. Bu ifadesi, Damien’da yeni bir öfkenin kabarmasına yol açtı. Saydığı küfürler ve hakaretler artık daha edepsiz bir hal almıştı, ama ağzını kapatan el yüzünden ne söylediği anlaşılmıyordu.
“Sessizlik Büyüsü kullanamaz mıydınız?” diye sordu Draco, Crabbe’e.
Çocuk yalnızca omuz silkti.
Draco iç çekerek, Crabbe’e elini çekmesini işaret etti ve Damien’ın zindanların boğuk ve nemli kokusunu içine çekmesine izin verdi.
“Bu ne böyle, Malfoy!” dedi Damien, mücadele ederek; ancak, kolları hâlâ arkasında tutuluyordu. “Sen ne yaptığını zannediyorsun?”
Draco yalnızca sırıtarak açık duran kapılara doğru döndü. İçeriye yürüdü ve Damien da arkasından içeriye sürüklendi.
Kapılar kapanınca, Damien’ın soluğu kesildi. Görünen o ki, birinci sınıftan yedinci sınıfa kadar tüm Slytherin’ler, masaların üzerinde duran yeşil lambalarla aydınlatılmış ve tavanlardan sarkan kurukafalarla süslenmiş loş ve korkutucu odada toplanmıştı. Tüm gözler Damien’a döndü ve herkesin yüzünde hoşnutsuz bir ifade belirdi. Hatta aralarından büyük birkaç çocuk ona karşı hırlamıştı bile.
Damien’ın kalbi korkudan deli gibi çarpıyordu. Hepsi ortak salonda toplanmışlardı. Ona ne yapmayı planlıyorlardı? Yeniden mücadele etmeyi denese de, bu kollarına kramp verici ağrılar vermekten başka bir işe yaramıyordu. Malfoy önlerinden ilerleyerek kalabalığı yardı, şöminenin yanından geçti ve aşağı doğru kıvrılarak inen bir merdivene doğru yöneldi. Damien zorla merdivenlere sürüklenerek şatonun daha da derinlerine götürüldü.
“Her ne planlıyorsan, Malfoy, bundan kurtulamayacaksın!” dedi Damien, neler döndüğü konusunda git gide daha da afallayarak, “bırak beni gideyim.”
Draco onu duymazdan gelerek inmeye devam etti.
“Lanet olsun, Malfoy!” diye bağırdı Damien. “Şu sersemlerini çek üzerimden!” diye söylenerek çırpındı, ama sonuç alamadı.
Nihayet, Draco çift kapılı bir kapının yanına gelince durdu ve kapıları iterek açtı. Damien sonunda serbest bırakılarak sertçe içeri itildi, öyle ki az daha yüz üstü yere kapaklanıyordu.
“Yavaş,” dedi tanıdık bir ses sertçe ve anında Damien’ın dikkatini çekti. Damien dönüp baktığında, şifonyerlerden birine yaslanmış duran Harry’yi gördü; yeşil keskin gözleri Crabble ile Goyle’a sabitlenmiş, onları parçalayacakmış gibi bakıyordu. “Ona bir daha böyle dokunursanız, ikinizin de ellerini kırarım, anladınız mı?”
Crabble ile Goyle anladıklarını belirten bir şeyler mırıldanıp tuhaf bir biçimde Harry’nin önünde eğilerek geri çekildiler. Harry, ciddi bakan gri gözlerini Damien’a dikmiş, dudakları ise ince çizgi halini almış bir halde duran Draco’ya bakıp işaret etti. O da başıyla onaylayıp arkasından kapıyı kapatarak iki kardeşi yalnız bıraktı.
Harry Damien’a döndüğünde, bakışları yumuşamış, dudakları hafif bir gülümsemeyle kıvrılmıştı. Ağırlığını verdiği şifonyerden kalkarak gözlerini Damien’a dikti.
“Üzgünüm, bunun için,” dedi, eliyle kapıyı işaret edip. “Seni buraya sürükleyerek getirecek kadar aptal olduklarını bilmiyordum.”
Damien gözlerini Harry’nin görüntüsünden alamıyor, Hogwarts’ta bir daha göremeyeceğini düşündüğü o yüze bakakalmış bir halde öylece duruyordu. Damien, boşalan yaşlar gözlerini kör ederken, hızla Harry’ye doğru koştu. Kollarını açarak ağabeyini, tıpkı onu Gündüz Gezen’lerden kurtardığı günkü gibi, sımsıkı sarılıp kucakladı.
Harry gözü yaşlı çocuğu geri çekerek ona endişeli gözlerle baktı.
“Bu sarılma ne içindi?” diye sordu.
“Sen…” Damien sesini toparlamak için çabalıyordu. “Sen buradan ne yapıyorsun?” Başını iki yana sallayarak, “çok tehlikeli, özellikle de bu aralar…” Durdu, Harry’ye bakan gözlerinde onun gerçekten de burada olduğuna inanmaya çalışan bir ifade vardı. “İçeri nasıl girdin?”
“Benim de kendi yollarım var,” diyerek sırıttı Harry, kendisiyle gurur duyduğunu belirten bir ifadeyle.
“Burası Hogwarts,” dedi Damien, başını iki yana sallayarak, “kimse seni görmeden içeri girmeyi nasıl başardın?”
“Ön kapıdan,” diye cevapladı Harry.
“Ne?” diye sordu Damien.
“Yani, yürüyerek,” diye gülümsedi Harry, “bu arada, söylemem gerekir ki, tam anlamıyla Snape’e benziyordum.” Üzerinde bulunan kara cüppeyi gösterdi. “Hoş değildi, ama gelmek zorundaydım.” Bakışları yumuşayarak devam etti: “İyi olduğundan emin olmalıydım.”
Önceden olsa, Damien bunun onu şoka uğratacağını düşünürdü. Sonuçta, Harry’nin onu önemsediğini onun ağzından ilk kez duyuyordu. Ancak, gel gelelim, Damien’ın hissettiği tek şey, sıcacık bir rahatlama hissiydi. Harry’nin onu önemsediğini Gündüz Gezen saldırısının olduğu günden beri zaten biliyordu. Harry yalnızca bunu açık bir dille hiçbir zaman belirtmemişti.
“Ben iyiyim, ama senin başın ciddi belada,” dedi Damien.
“Başıma konan ödülü mü kastediyorsun?” diye sordu Harry. Ancak, Damien, sırıttığını ve gözlerinin gururla parıldadığını görünce sinirlenmişti. “İtiraf etmeliyim ki, hayal kırıklığına uğradım. Elli bin galleon mu? Değerimin daha yüksek olacağını düşünmüştüm,” dedi Harry.
“Bu konuda nasıl şaka yaparsın?” diye sordu Damien.
“Şaka yapan kim?” diye cevapladı Harry.
“Harry, durumun ne kadar kötü olduğunu görmüyor musun?” diye sordu Damien. “Tüm cadı ve büyücüler artık seni arayacak.” Başını çevirip kapılara bir göz attı. “Buraya böyle geldiğine inanamıyorum. Ya Slytherin’lerden biri seni gammazlarsa?”
Harry şaşırmış görünüyordu.
“Ne? O yılanlardan biri mi?” diye sordu, kıkırdayarak. “Bana karşı gelemezler. Ben onların Prens’iyim, unuttun mu?”
Damien hatırlattığı şeye karşılık kaşlarını çattı.
“Hayatımda duyduğum en itici isim.”
“Buna aslında ben de katılıyorum,” dedi Harry. Damien’ı kolundan tutup oturması için yatağa çekti. “Dinle, Hogwarts Ekspresi’ne yapılan saldırının öğrenciler için yapılmadığını bilmeni istiyorum. Biz yalnızca Seherbaz’lar için oradaydık. Bunu bilmen gerek.”
Damien cevap olarak başını salladı. Bunu zaten biliyordu. Malfoy ona gelip Harry’nin trene gelmeyeceğini söylediğinde, anlamıştı.
“Biliyorum,” dedi.
“Ve şunu da bilmeni istiyorum ki…” Durdu ve bakışları sertleşerek devam etti: “senin o kafanda kuş kadar bile beyin yok.”
Damien kaşlarını çattı.
“Ne?”
“Ne diye trenden atladın ki?” diye sordu Harry, “Draco sana trende kalmanı söylemedi mi?”
“Söyledi,” dedi Damien.
“Ama yine de trenden indin ve az daha ölüyordun,” dedi Harry, öfkeyle.
“Geride durup Sirius’u öldürmeni izleyemezdim.”
Harry durdu; tüm bedeni gerilmişti. Damien’a bakan gözleri puslu, ifadesi ise dikkatliydi.
“Damy…”
“O hiçbir şey yapmadı, Harry,” dedi Damien. “Lütfen, bana inanmak zorundasın-”
“Ben buraya bunu konuşmaya gelmedim,” dedi Harry, konuyu kapatarak. “Fikirlerini kendine sakla.” Bir süre duraksadıktan sonra ise, “benimkiler de bana kalsın,” dedi, usulca. “Buraya kimin haklı olduğunu tartışmaya gelmedim.”
“O zaman neden buradasın?” diye sordu Damien; Harry’nin Hogwarts’a geri dönerek yakalanma riskini göze almasının sebebini merak ediyordu.
Harry gülümsedi.
“Sana bir şey vermek için.” İç cebine uzanarak oradan küçük bir kutu çıkardı.
Damien meraklı gözlerle ona bakarken, kaşlarını kaldırdı. Harry kutuyu ona uzattı.
“Bu ne?” diye sordu Damien, kutuyu ağabeyinden alırken. Harry Damien’a tuhaf bir bakış attı.
“Manasız sorular sormayı bırakır mısın? Ne olacağını sana söyleyecek olsaydım, onu bir kutuya koymazdım.”
Damien, Harry’nin azarlaması üzerine gülümsedi. Kutuyu açtı ve içinde gümüş renkli bir kolye görünce bakakaldı. Oval kolyenin tam ortasında büyüleyici, güzel, parlak ve siyah bir taş vardı ve çevresi ise küçük beyaz taşlarla süslenmişti. Damien, parmağını kolyenin üzerinde gezdirdiğinde, siyah taşın içinde saf bir gücün olduğunu hissedebiliyordu. Taşa dokundukça, vücuduna derin bir sakinlik çökmüş, nefes alıp verişleri derinleşmiş, kalp atışları da yavaşlamıştı.
“Bu bir Lahyoo Jisteen,” dedi Harry, siyah taşı açıklayarak, “çok nadir bulunan bir taş. Merlin’in son mücadelesini verirken, bu taşın değerli taşlarla kaplı asasından düştüğü söylenir,” dedi Harry. “Efsaneye göre, taş düştüğünde bir kayaya çarpmış ve üç parçaya ayrılmış.” Taşı göstererek, “bu da, o üç taştan biri.”
Damien hayran kalmıştı.
“Ne yapar?” diye sordu Damien, güzelliğinden büyülenmiş bir halde parmağını yeniden taşın üzerinde gezdirerek.
“Çok fazla şey yapabilir,” diye cevapladı Harry. “Ama asıl önemli olan, seni korunman gereken her şeyden koruyacak olması.”
“İyi ama, bunu neden bana veriyorsun?” diye sordu Damien. “Bu iyi bir şans tılsımına benziyor. Buna ihtiyacı olan biri varsa, o da sensin.”
Harry güldü.
“Ben kendi şansımı kendim yaratırım, Damy,” dedi. “O senin. Bunu geçmiş bir Noel hediyesi olarak düşün.” Harry gümüş renkli kolyeyi alıp zinciri Damien’ın boynuna astı.
Kolye Damien’ın göğsüne değdiğinde, siyah taş bir an için kan kırmızısına dönüştü ve sonrasında tekrar parıltılı siyah rengini aldı.
“Vay,” dedi Damien, nefesi kesilmiş bir halde, “teşekkürler, Harry.”
“Rica ederim,” diye yanıtladı Harry. “Ama bunu boynundan asla çıkarmayacağın konusunda bana söz ver.” Alçak ses tonunda bir sabırsızlık seziliyordu. “Kolyenin üzerine çeşitli tılsımlar yerleştirdim, o yüzden ne kırılabilir ne de senden zorla alınabilir. Bu kolyeyi çıkarabilecek tek kişi, sensin. O yüzden, bunu asla çıkarmayacağın konusunda bana yemin etmeni istiyorum.”
“Tamam,” dedi Damien, başıyla onaylayarak.
“Hayır,” diyerek başını iki yana salladı Harry. “Söylemeni istiyorum. Çıkarmayacağına yemin et.”
“Bunu asla çıkarmayacağıma yemin ediyorum,” dedi Damien.
Harry gülümsedi; yüzünün her çizgisinden rahatlamış olduğu görülebiliyordu.
“Güzel.”
Damien etkilenmiş bir halde kolyeye baktı. Bu, ağabeyinden aldığı ilk hediyeydi. Aniden aklına bir şey geldi ve yüzü utançtan kızarmış bir halde başını kaldırıp Harry’ye baktı.
“Ben sana Noel için hiçbir şey almadım,” dedi, kısık bir sesle. “Sana aslında süpürge bakım seti alacaktım. Hogsmeade’e gittiğimde planım buydu. Ama oraya gittiğimiz zaman seninle konuşmuyordum, o yüzden de unuttum gibi bir şey.” Yanakları pembeleşti. “Sonra da sana bir şey alma fırsatım hiç olmadı, biliyorsun, senin gidişin… ve diğer her şey…”
Harry’nin dudakları alaycı bir gülümsemeyle kıvrıldı.
“Benim süpürge bakım setine ihtiyacım yok,” dedi. “Bana bir şey almana da gerek yok.”
“Hayır, almak istiyorum,” dedi Damien, ısrarla.
“Ciddiyim, Damien, hiçbir şeye ihtiyacım yok,” dedi Harry, gülerek; sonra, çocuğun yüzündeki acınası ifadeyi görünce de pes etti. “Tamam, pekâlâ, benim için yapabileceğin bir şey var.”
Damien’ın yüzü bir gülümsemeyle aydınlandı.
“Nedir?”
“Yüzüğümü istiyorum,” dedi Harry. “Onu yatakhanede bırakmıştım. Muhtemelen hâlâ orada bir yerdedir. Onu benim için bulmanı istiyorum. Bulduktan sonra onu Malfoy’a getir, o da bana geri verir.”
“Sen Sirius gibi davranırken, sana yerine koymanı söylediğim o siyah-gümüş renkli yüzükten mi bahsediyorsun?” diye sordu Damien.
Harry’nin yüzü utançtan hafifçe kızardı.
“Evet, o yüzük.”
Damien başını iki yana salladı.
“Yüzük yatakhanende değil,” dedi. “Ayrıca, yüzüğün ne olduğunu da biliyorum,” diyerek sırıttı. “O senin anılarının olduğu bir Düşünseli.”
Harry’nin yanaklarını kızartan renk bir anda kayboldu. Yeşil gözleri kısıldı ve bakışlarına gölge düştü.
“Sen bunu nereden biliyorsun?” diye sordu.
“Sirius’un elindeyken Biçim Değiştirdi.”
Harry ayağa sıçradı.
“Ne? Başka kim biliyor?”
“Annem, babam, Siri Amca ve…” Damien bocaladı. “Profesör Dumbledore.”
Harry’nin gözleri büyüdü; küçük düşmüşlük hissi her şeyin önüne geçmişti.
“Kahretsin!” diye küfretti. “Dumbledore Düşünseli’ni biliyor demek!” Ellerini saçlarından geçirdi. “Düşünseli’ne… girip girmediklerini biliyor musun?”
“Evet,” diye cevapladı Damien, tedbirli bir halde, “girdiler.”
“Lanet olsun!” Harry volta atmaya başladı. “Bu… bu hiç iyi olmadı,” diyerek kendi kendine mırıldanmaya başladı. “Belki hâlâ güvendedir,” diyerek Damien’ın kafasını karıştırdı. “Nasıl açacağını bilmiyor.”
“Neyi açacağını, Düşünseli’ni mi?” diye sordu Damien.
Harry durdu ve ona baktı; çocuğun hâlâ orada olduğunu yeni fark etmiş gibiydi.
“Düşünseli’m nerede?” diye sordu. “Dumbledore onu odasında mı tutuyor?”
Damien başını iki yana salladı.
“Hayır, orada tutmuyor,” dedi. “Annemde. Onu kimsenin almasına izin vermedi.”
Harry rahatlamış görünüyordu.
“Güzel, güzel,” diye mırıldandı. “Onu geri almam gerek, Damien. Dumbledore içindekileri görmeden önce, onu geri almamın ne kadar önemli olduğunu bilemezsin.”
“İçindekileri gördü ki,” dedi Damien, ayağa kalkarak. “O, annem ve babam neredeyse her gün onun içine giriyorlar.”
Harry’nin yüzündeki ifade korkutucuydu.
“Orada çok fazla anı var,” dedi Harry; sözleri tıslar gibi çıkmıştı. “Ama içlerinden bazılarını kimsenin, özellikle de Dumbledore’un görmemesi gerek.” Ona doğru bir adım atarak, “yüzüğümü bana getirmelisin,” dedi.
Damien Harry’nin gözlerinde okunan korku dolu bakışlara karşılık afallamıştı. Harry’yi ilk defa korkmuş görüyordu; ne Seherbaz’lar ile ne de Gündüz Gezen’ler ile savaşırken bile böyle korktuğunu görmemişti.
“Onlar nasıl anılar ki,” diye sordu, “seni bu kadar korkutuyor?”
Harry yeniden volta atmaya başladı.
“Anlamıyorsun, o anıları hiç kimse bilmiyor. Ne yaptığımı bilen hiç kimse yok.” Elini saçlarından geçirdi. “Babam bir öğrenirse…” durdu ve dönüp Damien’ın gözlerine baktı. “Ağabeyin olduğum konusunda hâlâ ısrarcı mısın?” diye sordu.
Damien başıyla onayladı.
“O zaman, yardımına ihtiyacı var,” dedi Harry. “O Düşünseli’ni geri almam gerek.” Ela gözlerin içine bakarken devam etti: “Ona hemen şimdi ihtiyacım var.”
* * *
Damien kapıyı çaldı ve bekledi; omzunun yanındaki kişiyi hissedebiliyordu. Ama ona bakmadı. Baksa da Harry’yi göremezdi zaten. Görünmezlik Pelerini onu mükemmel bir şekilde saklıyordu. Kapıya tekrar vurdu ve bekledi; odanın içinde yaklaşan ayak seslerini duyabiliyordu.
Kapı açıldı ve Lily’nin ağlamaktan kızarmış yüzüyle karşılaştı. Damien’ı gördüğü için şaşırmış görünüyordu.
“Damy?” dedi, burnunu çekerek. Yüzündeki yaşları mendille silip sordu: “Bir şey mi oldu?”
“Anne?” diye sordu Damien; annesinin perişan halini görünce yüzü düşmüştü. “Asıl benim sana sormam lazım; bir şey mi oldu?” İçeri girerek, “neden üzgünsün?” diye sordu.
Lily başını iki yana salladı, ama kızarmış ve şişmiş gözleri yeniden ağlamanın eşiğinde olduğunu gösteriyordu. Gözlerini kaçırarak elini dudaklarına götürüp nasıl titrediğini saklamaya çalıştı. Omuzları, başka bir ağlama krizini bastırmak için sarsılıyordu.
“Anne?” diyerek atıldı Damien, kollarıyla onu sararak.
Damien havadaki hafif değişimden Harry’nin yanlarından geçip Lily’nin odasına girdiğini hissetti. Damien annesini yavaşça kapıdan koltuğa doğru götürdü ve onunla birlikte oturdu. Babasının köşedeki masanın orada olduğunu gördü. Gümüş-siyah renkli yüzük bir çekmecede kaybolmadan önce, Damien yüzüğü çok kısa bir anlığına görmüştü; babası yüzüğü çekmeceye bırakmış ve çekmeceyi kapatmıştı. Başını kaldırıp baktığında, babasının da fazlasıyla ağladığını görebiliyordu. Yüzündeki her bir çizgiden acı, hassasiyet ve ıstırap okunuyordu. James Damien’la göz göze geldi, ama başını hızla öne eğip gözlüklerinin altından gözyaşlarını sildi.
James sessizce izin isteyip yürüdü ve kendini tuvalete attı. Damien annesinin sırtını sıvazlıyor, onu sakinleştirmeye çalışıyordu.
“Ne oldu?” diye sordu.
Lily oturduğu yerde dikleşti; yüzü kıpkırmızı ve nemliydi. Gözlerini mendille kuruladı, ama uzun bir süre hiçbir şey söyleyemedi.
“Anne? Ne oldu?” diye sormaya devam etti Damien. “Babam ile neden bu kadar üzgünsünüz?” Gözünü çaktırmadan masaya çevirdiğinde, çekmecenin kayarak açıldığını gördü. Sanki kendi kendine açılmış gibiydi.
Lily burnunu çekerek başını iki yana salladı.
“Senin endişelenmeni gerektirecek bir şey değil,” dedi, Damien’ın elini okşayarak. “Buraya neden geldin?” diye sordu. “Koridora çıkma yasağı var, her şey yolunda mı?”
Damien başını aşağı yukarı salladı.
“Evet, ben sadece… sizi görmek istedim.”
Lily’nin yüzü sevgiyle parladı; ama bu gülüş, Damien’ı kandıramayacak kadar buruk ve hüzünlüydü.
“Neden ağlıyordunuz?” diye sordu Damien. “Harry yüzünden mi? Başına ödül konması yüzünden mi?”
Harry, pelerinin altında donakaldı; eli hâlâ açık duran çekmecenin içindeydi. Sessiz olmak zorundaydı ve bu çekmecede o kadar çok şey vardı ki, çekmeceyi azıcık daha hızlı açsa, içindekiler tıkırdayarak onu ele verecekti. Başını kaldırıp baktı; Potter’ların ödül konusundaki tepkilerini görmek istiyordu; ama tek görebildiği, Lily’nin başının arkasıydı.
Lily başını iki yana sallayarak burnunu sildi.
“Duymanı istemediğim bir şey, Damy,” dedi, sonunda.
Harry’nin gözleri kısıldı.
“Acaba…” diyerek duraksadı Damien, “Düşünseli’nde bir şey mi gördünüz?”
Lily sessizce oturuyor, masanın tek bir noktasına dalan gözleri körmüşçesine bakıyordu.
“Biliyorsun, Damien, sen doğmadan önce, baban delice şeyler yapmıştı,” dedi. “Hayatını riske atıp Harry’nin kaçırılmasında parmağı olanların peşine düştü.” Gözlerini kapatarak başını iki yana salladı. “Ona durması için yalvarmıştım,” diye çok kısık bir sesle fısıldadı, ama Damien yine de onu duymuştu. Odanın diğer köşesinde Görünmezlik Pelerini’nin içinde duran Harry de duymuştu. “Babanı kaybetmekten çok korkuyordum. Ancak, sen doğduğun zaman, baban istemeden de olsa daha temkinli olmaya başladı. Seni görmek için eve bir daha dönemeyecek olmaktan korkuyordu.” Parmaklarıyla Damien’ın tutan elini sıktı. Yeşil gözleri bir anda öfkeyle dolarak, “ama şimdi?” dedi, “şimdi onu bulacak kişi ben olmak istiyorum. Peter’ı bulmak istiyorum. Onu bulup gözlerinin içine bakmak ve bunu bize neden yaptığını sormak istiyorum. Harry’yi neden bizden aldığını ve neden…” hıçkırığını bastırmaya çalıştı, “…neden Harry’nin çocukluğunu çaldığını? Peter’dan, arkadaşımız olduğunu zannettiğimiz o adamdan bir cevap almak istiyorum,” dedi, hıçkırarak. “Bunu bize nasıl yapabildiğini bilmek istiyorum.” Gözyaşları yavaş yavaş yeniden akmaya başlamıştı. “Bunu Harry’ye nasıl yaptı?”
Damien yaşlarla dolu gözlerini annesinden kaçırarak Harry’nin olması gereken noktaya dikti. Annesine soru sorarken, gözlerini o noktadan hiç ayırmadı.
“Harry’yi hâlâ seviyor musun, anne?”
Lily şaşkınlıkla başını kaldırıp ona baktı.
“Ne?” diye sordu, boğuk bir sesle, “tabii ki, seviyorum.”
“Babama yaptığından sonra bile mi?” diye sordu Damien.
“Evet,” diye cevapladı Lily, “tıpkı babanın onu hâlâ sevdiği gibi, ben de seviyorum.”
Damien annesinin tuttuğu elini sıktı.
“Eğer bir şansın olsaydı, Harry’ye ne söylerdin?”
Lily durdu; cevabı düşünüyordu.
Damien, onun arkasında, çekmecenin yavaşça tamamen açıldığını gördü.
“Ben,” dedi Lily, yumuşak bir sesle, “özür… dilemek isterdim.”
Harry durdu; yüzük önünde durduğu halde onu unutmuştu. Gözleri Lily’ye kitlendi.
“Özür mü?” diye sordu Damien, “ne için?”
“Onu koruyamadığım için özür dilemek isterdim,” diye yanıtladı Lily. “Peter Pettigrew’ın onu evimizden kaçırmasına engel olamadığım için ondan özür dilemek isterdim.” Peter’ın adını o kadar nefret dolu bir sesle söylemişti ki, Damien’ın tüyleri diken diken olmuştu. “Oğluma, küçük oğluma başından geçen her şey yüzünden özür dilemek isterdim.” Lily yeniden ağlamaya başladı. “Ve onun yanında olmadığımdan beni affetmesi için ona, Harry’ye yalvarmak isterdim. Onu bunca dertten uzak tutmayı başaramadığım için,” dedi, ellerini birleştirip yerinde sallanarak; acısı katlanamayacağı kadar ağır gelmişti. “Ve ondan… bir şey için daha af dilemek isterdim,” dedi, ağlamaktan nefesi kesilirken, “o canavarın Harry’ye yaptırdıkları yüzünden…” Hıçkırıklarla sarsılıp yüzünü ellerinin içine gömdü. “Tanrım, Harry,” diyerek ağladı. “Çok özür dilerim, seni korumayı başaramadım. Masumiyetini koruyamadım. Özür dilerim, çok özür dilerim!”
Çekmece kayarak kapandı ve Damien, kendisi de sessiz hıçkırıklarla ağlayarak annesine sarılırken, gözlerini bir an olsun masadan ayırmamıştı.
* * *
Hogwarts’ın gölgeli oyuklarından birisinde, Damien etrafta kimse olmadığından emin olana kadar bekledi ve sonra, başıyla işaret verdi.
“Şimdi.”
Harry Görünmezlik Pelerini’ni çıkararak aniden önünde belirdi.
“Bu da neydi?” diye hırladı Harry; ifadesi oldukça öfkeliydi, ama Damien gözlerindeki şaşkınlığı da seçebiliyordu.
“Ne neydi?” diye sordu.
“Sen ne halt ettiğini biliyorsun!” diye hırladı Harry, pelerini Damien’a fırlatarak.
Damien pelerini yakaladı.
“Ben bir şey yapmadım,” dedi, “sen gittiğinden beri, annemin hali böyle.”
Harry yüzünde bir öfkeyle elini kaldırıp onu susturdu.
“Yeter,” dedi, “duymak istemiyorum.”
“Neden?” diye sordu Damien. “Neden duymak istemiyorsun? Bunca zaman inandığın şeylere ters düşecek bir şey bulmaktan mı korkuyorsun?”
Harry, gümüş-siyah yüzüğü parmağına takarak, gözleriyle koridoru bir uçtan bir uca taradı.
“Burada kimse yok,” dedi, sertçe, “gitmeliyim.”
Damien onu durdurdu.
“Nasıl çıkacaksın?” diye sordu.
“Nasıl girdiysem öyle,” dedi Harry, kapıları işaret ederek, “ön kapıdan.”
“Çok Özlü İksir’den kaldı mı?” diye sordu Damien.
Harry cebinden küçük iksir şişesini çıkarıp içinde arta kalan iksiri gösterdi.
“Yeteri kadar,” dedi.
Damien bir süre iksire baktıktan sonra, başını kaldırıp Harry’ye baktı.
“Ben sana bir söz verdim,” dedi, Harry’nin ona verdiği kolyeyi kaldırarak. “Yemin ederim ki, bunu ne olursa olsun asla boynumdan çıkarmayacağım,” dedi. “Şimdi de, senin bana bir söz vermeni istiyorum.”
Harry bir süre bocaladıktan sonra, emin olmayan bir ifadeyle ona baktı ve başıyla onayladı.
“Neyin sözünü?”
Damien derin bir nefes alıp kendini hazırladı.
“Peter Pettigrew’ı bul,” dedi, “ondan gerçeği öğren.”
“Damy, ben gerçeği biliyorum,” dedi Harry. “Bir şey bulmama falan gerek yok.”
“Annemi sen de gördün,” dedi Damien, “dediklerini sen de duydun.”
“O sözleri söylemek zorunda olduğu için söyledi!” diyerek öfkeyle karşı çıktı Harry. “Sana yalnızca duyman gerekenleri söyledi.”
Damien dik dik ona baktı.
“Buna gerçekten inanıyor musun?” diye sordu. “Yüzde yüz, hiç şüphe duymadan, sorgulamadan?”
Harry donakaldı.
“Evet,” dedi, güç bela, “inanıyorum.”
Damien, gözlerinde beliren kuşkunun gölgesinin hâlâ orada olduğunu görebiliyordu. Bu onu sakinleştirmeye yetmişti.
“Peki,” dedi, “eğer öyle hissediyorsan, öyle olsun.” Ona bir adım daha yaklaşarak devam etti: “ama bana sorarsan, Harry, Peter’ı bulup onunla konuş, lütfen.”
“Peter diye biri yok!” diye tısladı Harry. “Bu onların seni aptal yerine koyup sana yalan söylemek için uydurdukları bir isim sadece,” dedi. “Babamın himayesi altındaki bütün Ölüm Yiyen’leri tanıyorum ve aralarında Peter Pettigrew isminde biri yok!”
“Harry-”
Yumuşak patilerin yerde çıkardığı bir patırtı duyuldu ve bir o yöne bir bu yöne bakan Mrs Norris görüş alanlarına girdi. Harry de Damien da tamamen sustular. Kedi miyavlayarak başka bir yöne doğru ilerledi. Filch de arkasından onu takip ediyordu.
“Lütfen, Harry,” diye fısıldadı Damien, “Peter’ı ara. Hem onu bulamazsan, onun var olmadığı konusunda haklı olduğunu da görmüş olursun.”
Harry onun yalvaran bakışlarına baktı ve başını aksi aksi salladı.
“İyi,” dedi, “söz veriyorum.”
Damien büyük bir rahatlama hissiyle gözlerini kapattı. Gözlerini yeniden açtığında, Harry Çok Özlü İksir’i kafasına dikmeye başlamıştı bile. Damien’a son bir bakış attı ve yeşil gözleri Snape’in siyah gözlerine dönüştü.
Harry, tam anlamıyla Profesör Snape’in görünümünde, oyuktan çıktı. Damien ise Görünmezlik Pelerini’ni üzerine atıp, hayatında ikinci defa, ağabeyinin gidişini izledi.
* * *
Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #44: Alex [Kısım 1] okumak için tıklayın!
Çeviren: Tuba Toraman
hikaye bittikten sonra e-kitap olarak yayınlamayı düşünüyor musunuz?