Pottermore Muhabirinin Film Yapma Kılavuzu: Gece Yarısı Çekimleri

fantastik-canavarlar-gece-cekimleri

Pottermore muhabirlerinin izlerini sürmeye devam ediyoruz! Yine Fantastik Canavarlar setindeyiz, fakat bu defa saatler gece yarısını çoktan geçmiş. Karanlık bastığında sinema dünyasının büyüsü nasıl bir hal alıyor, merak etmiyor musunuz? Sizleri muhabirin ufak macerasıyla başbaşa bırakıyoruz.

Fantastik Canavarlar film setinde saat gece yarısını geçmiş. Kış mevsimi. En iyisi biraz ısınmak için bir ünlünün karavanına girmeli.

Tabii ki her filmde gece sahneleri var. Ama bu gece çekimlerinin nasıl yapıldığını hiç düşündünüz mü?

Ben de düşünmemiştim. Ta ki gece saat 2’de sette olmam istenene kadar.

Bir filmin çekimlerinin sürdüğü aylarda “gece çekimi” denen meşum zamanlar vardır. Adından da anlayabileceğiniz gibi, gece vakti çekim yapılması yani. Fantastik Canavarlar setinde bu; çekim “günü”nün öğleden sonra saat 4 gibi başlayıp, gece saat 2 gibi sona ermesi anlamına geliyor.

Oyuncular geceleri ayakta, makyözler oyuncuları alacakaranlıkta da güzel gösterebilmek için ne varsa çıkarıyorlar ve yönetmen David Yates şapkasının yerine bir bere takıyor. Akşamları oldukça soğuk.

İşte böyle zamanlar o yüce karavan daha da önemli hale geliyor. Bir oyuncunun karavanı, sahne çekimleri arasında onun için bir sığınak. Bu karavan; nohutlu ve karnabaharlı köri ile pilav ve ıspanak yemek, yatakta kestirmek, aileyi aramak, Twitter’da dış dünyayla ilgili haberlere bakmak, oyuncuların kendi ritüellerini gerçekleştirmek veya gecelik ve Ugg botlarıyla yalnızca kafa dinlemek için kullanılabilen bir yer.

Kısa bir süre sonra sizi bu karavanlardan birinin içine götüreceğim. Fakat önce, sıra sıra dizilmiş karavanların etrafını dolaşıyorum. Gerçekten görülmesi gereken bir manzara: değişik boyutlarda beyaz karavan evler, iki uzun sıra boyunca çamur zemine park edilmiş; Fantastik Canavarlar’ın New York sokaklarına yaklaşık 90 metre uzakta.

Bazı karavanların önüne kağıda basılı numaralar asılmış. 1 numaralı karavanda Eddie Redmayne yemeğini yiyor, üstüne rahat bir şeyler geçirip uyukluyor. Katherine Waterston, 2 numaralı karavanda, vesaire.

Üstünüzde parkanız ve su geçirmez ayakkabılarınızla, kemiklerinize dek işleyen bu soğukta gezerken Ezra Miller’ı karavanının kapısının önünde, dumanı tüten bir kupa çay tutarken görebilirsiniz. Bir diğer karavanın penceresinden biraz duman dans ederek çıkmakta, bir başka karavandan ise sıcak çikolata kokusu yayılıyor. Sabahın erken saatlerinde burası sessiz ve bir yandan da tüyler ürpertici bir mekan, neredeyse terk edilmiş bir lunapark havasında.

Her karavanın içinde, bir ünlü kendi halinde vakit geçiriyor. Bazıları kostümlerini çıkarmaz, hatta karakterden de çıkmazken; bazıları biraz dinlenmek için karakterlerinin kabuklarını döküyor. Bu karavanlardan birinin içine girebilmek için 3 dar basamak tırmanıp; ince, metal bir kapı eşiğinden geçiyorsunuz. Nihayet girdiğinizde, solunuzda küçük bir mutfak, sağınızda küçük bir masa, ortada bir koltuk ve arka pencerenin hemen dibine yerleştirilmiş bir kanepe görüyorsunuz.

Yeri genelde senaryo ve diyalogların yazılı olduğu kağıtlarla, kıyafetlerle ve türlü kişisel eşyalarla kaplı bir şekilde bulabilirsiniz. Sağ tarafa doğru bir bakış attığınızda beyaza boyanmış küçük bir tuvalet ile oldukça mütevazı bir yatak odası ile karşılaşıyorsunuz.

Tavandaki neon ışık parlak ve gösterişli, yine de bu küçük yerlerin sizi evdeymiş gibi hissettiren bir havası var; bu cazibesiz mekana bir güzellik hakim. İçlerinde barınan yetenekli oyunculara rağmen bu kadar normal durmaları baş döndürücü.

Tam rahatla yerleşmeye karar verdiğinizde kapı çalınıyor ve yeniden çalışmak zorunda olduğunuzu bildiriyor size. Kameralar beklemede; sonuçta film, kendi kendini çekemez.

Bir Yorum Ekle

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir