Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #25: Beklenmedik Saldırı [Kısım 1]
|GİRİŞ İÇİN TIKLAYIN.
22. BÖLÜM
23. BÖLÜM
24. BÖLÜM
Lord Voldemort’un o karanlık gece, Harry Potter‘ı kaçırıp öldüremeyince kendi oğlu gibi büyütmeye karar verdiği alternatif bir hayran hikâyesine ne dersiniz?
“Karanlık Prens” serisini, Safina Mazhar‘ın kaleminden ve yazarın gözden geçirdiği yeni versiyon üzerinden taze bir çeviriyle sizlerle buluşturuyoruz. Karşınızda İçimdeki Karanlık cildinin yirmi beşinci bölümü!
bölüm 25
• Beklenmedik Saldırı •
[Kısım 1]
İksir’den sonraki ders, Harry’nin özellikle merak ettiği bir dersti. Karanlık Sanatlar eğitimine yedi yaşında başlamıştı ve bu yüzden madalyonun bir de bu yüzünü görmeyi dört gözle bekliyordu. Ayrıca, Karanlık Sanatlara Karşı Savunma Profesörü, babasının Ölüm Yiyen’i olan Severus Snape’ten başkası değildi. Harry, bunun düşüncesiyle kendi kendine gülümsedi. Snape ona nasıl davranacağını bilemeyecekti. Diğer Profesörler gibi, onu görmezden gelmeye cüret dâhi edemezdi. Ölüm Yiyen’in gözünün önünde nasıl kıvrandığını görecek olmanın hevesiyle, Harry sınıfa girdi; James Potter’ı geride, koridorda bıraktığına memnundu.
Harry, ortadaki sıralardan birine oturdu; Gryffindor’ların, bu dersi Slytherin’lerle birlikte aldığını fark etmişti. Draco ise geldiğinde ön sıralardan birine oturmuştu. Kısa bir süre içinde, yağlı saçlı Profesör de cüppesi arkasında dalgalanarak sınıfa girdi.
Snape keskin bakışlarıyla altıncı sınıf öğrencilerini süzerek masasının arkasına geçti. Bakışları Harry’nin üzerinde durduğunda, Snape sessiz bir öfkeyle içten içe gerildiğini hissetti. Casus olmak yeterince zor değilmiş gibi, şimdi de Karanlık Prens, burnunun dibinde, onun sınırlarını zorlayacaktı. Karanlık Prens’e göz kulak olması için Karanlık Lord’un onu nasıl cesaretlendirdiğinin anısını hâlâ tüm uzuvlarında hissedebiliyordu. Başta Dumbledore olmak üzere, onu bu casusluk işine sokan herkese içinden küfretti.
Snape, asasının bir hareketiyle, Kafa Karıştırma Büyüsü yapılırken takip edilmesi gereken doğru asa hareketlerinin talimatlarını tahtaya yazdı. Her zaman yaptığı gibi, selam vermeden ya da o gün neler işleneceğini açıklamadan, derse başlamıştı.
Harry, Snape’in Kafa Karıştırma Büyüsü’nü öğretmesini şok içinde izledi. Hogwarts’ta altıncı sınıf öğrencileri, bu büyüyü F.Y.B.S. düzeyinde bir büyü olarak öğreniyorlardı. Harry sessizce homurdandı. Hâlbuki o, bu büyüyü on iki yaşında öğrenmişti. Harry, öğrencilerin tahtada yazılanları aceleyle defterlerine geçirmelerini ve Snape’in ağzından çıkan kelimeleri panikle pür dikkat dinlemelerini seyretti.
Harry, yazmaya zahmet bile etmeden arkasına yaslandı ve kollarını göğsünde birleştirdi; gözlerini Snape’e dikerek öylece beklemeye başladı. Babasının Ölüm Yiyen’lerini sinir etmeye bayılırdı; bu onun en sevdiği boş zaman aktivitesiydi.
Snape, Harry’nin not almayı inatla reddetmesini görmezden gelerek ders anlatmaya devam etti. Harry’den tarafa bakmamaya gayret ederek, büyünün doğru telaffuzunu ve asa hareketini açıklayarak dersi sürdürdü.
“Sorusu olan var mı?” diye sorarken, kelimeler ağzından kimsenin bir şey sormaya cüret etmemesi için apaçık bir uyarı vurgusuyla çıkmıştı.
Snape’in derslerinde kimse hiçbir zaman soru sormazdı. Çünkü Düello Kulübü bu yüzden vardı. Profesör June, öğrencilerin üçüncü yıllarından yedinci yıllarına kadar aldıkları Düello Kulübü’nü yöneten oldukça sevimli bir profesördü. Snape’in dersinde teorik olarak öğrendiklerini, Profesör June’un kulübünde pratiğe döküyorlardı. Bu yüzden, öğrenciler, akıllarına takılan soruları Profesör June’a sormayı tercih ediyordu. Fakat bugün, Snape’in sınıfında ilk defa birisi konuşmuştu.
“Benim bir sorum var,” dedi Harry, elini havaya kaldırmadan. “Neden öğrenmeye değer bir sürü büyü varken işe yaramaz bir büyü öğretiyorsunuz?”
Harry’nin soru sormasının ardından oluşan sessizlik, Hogwarts tarihinde bir ilk olabilirdi. Slytherin’lerin ve Gryffindor’ların ağızları bir karış açık kalmıştı. Yeni gelen çocuk soru sormakla kalmamış, Snape’in öğretmenliğiyle de dalga geçmişti. Draco arkasını döndü ve sırıtarak Harry’ye baktı. Diğer Slytherin’ler ise Gryffindor’lara dudak hareketiyle ‘İşi bitti!’ diyordu.
Snape’in soluk renkli yanaklarına bir pembelik geldi ve boynuna kadar yayıldı. Öfkesini kontrol etme çabası hızla zayıflıyordu. Yavaşça Harry’ye doğru yaklaşmaya başladı; çocuğun bu hayatta en çok iğrendiği kişiyle, James Potter’la olan esrarengiz benzerliğine gözünü dikmiş bakıyordu. Bu da, sinirlerini daha fazla yatıştırmaya yaramıyordu, tabii.
“Mr Potter,” diye tısladı Snape, diğer öğrencileri titreten ölümcül bir ses tonuyla. “Siz Hogwarts’ta yenisiniz, bu yüzden size buradaki diğer öğrencilere vermediğim bir şey vereceğim, yani ikinci bir şans. Büyünün yapılışıyla ilgili bir sorunuz varsa buyurun sorun, ama müfredatımla ilgili fikrinizi belirtecekseniz fikirlerinizi kendinize saklayın.”
“Ama Profesör!” Ölüm Yiyen’de oluşturduğu etkiden zevk alan Harry, son kelimeyi uzata uzata söylemişti. “Ben sadece bu kadar insanın vaktini neden boşa harcadığınızı merak ediyordum,” dedi, masum bir ses tonuyla. “Hiçbir amacı olmayan ve hatta çatışmalarda kullanıldığı takdirde hiçbir işe yaramayacak büyüleri öğretmek yerine, gerçek Karanlık Sanatlara Karşı Savunma’yı öğretebilirsiniz. Her şey bir yana, bir savaşın ortasında değil miyiz? Kafa Karıştırma Büyüsü, Affedilmezler karşısında ne işe yarar ki?”
Harry, öğrencilerin soluklarını tuttuğunu hissedebiliyordu. Dürüst olmak gerekirse, Hogwarts’ta öğrencilerin işe yarar şeyler öğrenip öğrenmemesi umurunda bile değildi. Sonuçta, kendisi savaşın karşı cephesindeydi. Yeni nesil cadı ve büyücülerin kendilerini nasıl savunacaklarını bilmemesi Harry’nin işine gelirdi. Tüm bunları Snape’i kızdırmak için söylüyordu, çünkü bunu yapmaktan büyük bir haz alıyordu.
Snape de bunu biliyordu ve bu durum, yalnızca, öfkesini kontrol etmesini daha da zorlaştırıyordu.
“Belki de, bugün geride kalıp bana öğrenmeye değer büyülerin listesini çıkarmak istersiniz,” dedi, buz gibi bir sesle.
“Bana ceza mı veriyorsunuz?” diye sordu Harry, sakince.
“Eğer öyle adlandırmak isterseniz, evet, ceza veriyorum,” diye yanıtladı Snape.
Harry başını eğdi ve düşünür gibi yaptı. Daha sonra kafasını kaldırıp Snape’e bakarak başını iki yana salladı.
“Hayır,” dedi, katı bir ses tonuyla.
Öğrenciler şaşkınlıkla kalakaldı ve hatta aralarında asalarını düşürenler bile oldu. Draco kahkahalarla gülmemek için kendini zor tutuyordu. Bütün gözler Harry’deydi ve herkes çocuğun canına mı susamış olduğunu merak ediyordu.
Snape, Harry’nin bu davranışı karşısında öfkeden deliye dönmüştü. Ellerini masaya koydu ve Harry’ye doğru eğildi.
“Açıklama zahmetine katlanır mısınız?” diye tısladı.
“Gayet açık, aslında,” diye cevapladı Harry. “Cezanızı kabul etmiyorum, çünkü hak edecek bir şey yapmadım. Öğrettiğiniz büyüler hakkında sadece fikrimi söyledim ve bunun için beni cezalandıramazsınız.” Harry öne eğildi ve yalnızca Snape duyabilsin diye fısıltıyla konuştu: “Ve böyle bir şeyi denediğini görmek isterim.”
Snape tek kelime edemez hale gelmişti. Böyle davranan başka bir öğrenci olsa, yıl boyunca en acımasız ve en küçük düşürücü cezaya tabi tutulurdu, ama konu Harry olunca Snape’in yapabileceği hiçbir şey yoktu ve ne yazık ki, Harry de bunu biliyordu.
Harry geriye yaslandı ve Profesör’ü izlemeye koyuldu. Snape’in yüzü kıpkırmızı kesilmişti ve kara gözleri öfkeyle parıldarken her an alev alacakmış gibi görünüyordu. Öğrenciler, soluklarını tutmuş bir halde, Profesör’ün, çocuğu, bu şekilde konuştuğu için yerin dibine sokmasını bekliyordu. Fakat Snape’in yaptığı tek şey, arkasını dönüp Harry’den uzaklaşmak ve sınıfın önüne doğru ilerlemek oldu. Öğrenciler şaşkınlıkla Snape’e bakıyordu; belli ki, bağırıp çağırmamasının ve hatta onu aşağılamaya cüret eden öğrenciyi öldürmemiş olmasının şokunu yaşıyorlardı.
Sonuç olarak, Snape’in korkunç öfkesinin gazabına uğrayan sınıfın geri kalanı olmuştu. Snape, büyüyü yapmaya başlamaları için onları azarlamış ve doğru yapamayanları ise sert bir dille aşağılamıştı. Dersin sonuna doğru, Draco ve Harry dışında, nerdeyse herkes gözyaşları içindeydi. Harry ise sınıftan gülümseyerek çıktı. Snape’i istediği kadar sinir edebileceğini ve bunun sonucunda cezalandırılmayacağını biliyordu. Aslında, Harry, babasının Ölüm Yiyen’lerinden biri olan Severus Snape’e hiçbir zaman güvenemiyordu. Lord Voldemort, Snape’in güvenilir ve değerli bir casus olduğuna inanıyor ve Harry’ye de her seferinde bunu söylüyordu; ancak, Harry, her zaman, Snape’in sadakatinde ters giden bir şeylerin olduğunu seziyordu.
‘En azından, Hogwarts’ta olmam bir işe yarayacak,’ diye kendi kendine düşündü Harry. ‘Snape’in gerçekte hangi tarafa sadık olduğunu öğrenmiş olacağım.’
* * *
Hogwarts’ta en keyifli yemek saati, her zaman akşam vakti olmuştu. Kahvaltı saati, yemek yiyemeyecek kadar yorgun ve uykulu öğrenciler için fazla erkendi. Öğle vakti, ödevlerini bitirmek için kütüphaneye koşuşturanlar ya da bir sonraki İksir ya da Bitkibilim dersi için malzeme toplamak amacıyla arazinin yolunu tutanlar yüzünden telaş içinde geçiyordu. Akşam yemeği ise, öğrencilerin oturup yemeğin keyfini çıkarabildikleri, derslerde yaşananlar ile Büyücülük Dünyası’nda olan son dedikodular ilgili sohbet edebildikleri tek vakitti. Bugünün sohbet konusu ise, dönemin başından beri değişmeyen tek konuydu; yani, Karanlık Prens’ti.
“Hapsedildiği hapishanenin gardiyanlarının Bozulmaz Yemin etmek zorunda kaldıklarını duydum,” dedi Seamus. “Karanlık Prens’in tutulduğu hapishanede çalıştıklarını ailelerine bile söyleyemiyorlarmış.”
Parvati kafasını iki yana salladı.
“Çok zor olsa gerek,” dedi. “Büyücülük Dünyası’nda neredeyse herkesin bilmek isteyeceği türden büyük bir sırrı bilip kimseye söyleyememek, yani.”
Dean ağzında yemek varken homurdandı ve Parvati’ye bir bakış attı.
“Evet, sen olsan dedikodu yapamadığın için ölürdün!” diye alay etti.
“Bu dedikodu değil ki!” diye kendini savundu Parvati. “Haber bunlar!”
“En azından, keşke bir fotoğrafını gösterselerdi,” diye mırıldandı Angelina. “Bu kişinin kim olduğunu bilmemek sinirimi çok bozuyor.”
“Neden ki?” diye sordu Lee. “Bir yerlerde onu görebileceğini mi düşünüyorsun?” diyerek kıkırdadı.
“Böyle bir şey mümkün,” diye karşı çıktı Angelina. “Sonuçta, o da bir büyücü, hepimiz onu görmüş olabiliriz,” diyerek Gryffindor masasını işaret etti. “Diagon Yolu’nda, bir Quidditch maçında, hatta belki Hogsmeade’de bile görmüş olabiliriz.” Etrafına bakındı. “Kimliğini bilmemek, onu çok daha ilginç bir konu haline getiriyor. Bakanlık fotoğrafının yayınlanmasına izin vermiş olsaydı, Karanlık Prens şimdiden sıkıcı bir konu haline gelmiş olurdu.”
Üç kişi ötede oturan Ginny, Damien, Hermione ve Ron birbirlerine bakışlar attılar. Angelina haklıydı, hepsi Karanlık Prens’i görmüşlerdi; ancak, ne Diagon Yolu’nda ne Hogsmeade’de ne de bir maçta değil; o burunlarının dibinde Hogwarts’taydı.
“Geçen gün ne okudum, biliyor musunuz?” diyerek sessizce konuşmaya başladı Colin. “Gazetede okuduğuma göre, resminin yayınlanmamasının çok iyi bir sebebi varmış.” Geriye kalanlar, Damien, Ginny ve Ron da dâhil, ona doğru eğilmişlerdi. Colin ise gergince yutkundu. “Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen’in oğlunun normal olmadığı yazıyordu. Şey gibi görünmüyormuş… insan gibi.” Parvati ve Lavender oturdukları yerde irkilip dehşet içinde soluklarını tuttular. Kendisi de çok korkmuş gibi görünen Colin sözlerine devam etti: “İsimsiz bir kaynağa göre, Karanlık Prens tamamen insan değilmiş, şey gibiymiş… şeytan gibi… melez gibi… bir şey!”
Damien somurtarak Colin’e bakıyordu. Konuştukları kişinin Harry olduğunu bilmeseler de, ondan böyle bahsetmeleri hoşuna gitmemişti.
“Ben inanırım buna,” dedi Lavender, başıyla onaylayarak. “Yani, hadi ama, Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen’in oğlu o!” derken yüzünü ekşitmişti. “Şeytan olarak doğmuş, muhtemelen iğrenç görünüyordur! Gerçek bir canavar! Eğri büğrü şekli ve pullu bir derisi vardır!”
“Evet, babasının kırmızı gözlerini de almıştır,” diye ekledi Parvati; bahsederken bile titriyordu.
“Lanet olsun,” diye mırıldandı Angelina. “Şimdi onu daha çok görmek istiyorum!”
Ginny gözlerini devirdi, ama aynı zamanda Angelina’nın yorumu onu güldürmüştü. Salonun kapıları açıldığında, kafasını o tarafa çevirdi ve yeni bir insan selinin içeri doğru akın ettiğini gördü. Ginny’nin gözleri kalabalığın arasında dağınık saçlı çocuğu fark etti; bir diğer dağınık saçlı adam ise onu takip ediyordu. James Potter’ın kapıdan girer girmez, Harry’yi bırakıp yan tarafa, Seherbaz’lar için kurulan masaya yönelmesini izledi. Harry Gryffindor masasına doğru ilerlerken Ginny kafasını çevirdi ve dikkatini Harry yerine tabağına verdi. Fakat şimdi ona bakmayan tek kız Ginny’ydi. Biraz yanında, Parvati ve Lavender onu görünce heyecan dolu sesler çıkarmaya başlamışlardı.
“Ah işte, Harry geldi!” Parvati, gereksiz olduğu halde, Lavender’a Harry’yi işaret etti; o da çoktan ellerini saçına götürmüş, saçını düzeltiyordu.
İki kız da, Harry önlerinden geçerken, dudaklarını büzüp kirpiklerini kırıştırdılar.
“Merhaba, Harry!” dediler, koro halinde.
Harry onlara baktı, fakat cevap vermedi. Yanlarından geçip masanın en sakin tarafına ilerlerken gözleri kızgınlıkla parlıyordu. Gel gelelim, kızlar, sanki Harry ikisine de ayrı ayrı öpücük göndermiş gibi davranıyordu. Birbirlerine dönüp kıkırdayarak ve heyecanla fısıldayarak konuştular:
“Çok tatlı ya!” dedi Lavender.
“Bence de, onda bir şey var!” dedi Parvati, Harry oturup yemeğini yemeye başladığında ona dalgın dalgın bakarken.
Damien kıkırdadı; fazlasıyla eğleniyordu. Dönüp Parvati’yle Lavender’a baktı; daha iki saniye önce, Karanlık Prens’in ne kadar çirkin ve canavar gibi bir şey olduğundan bahsediyorlardı, ama şimdi Harry kapıdan girince neredeyse dibine düşeceklerdi.
“Damy?”
Damien kafasını kaldırdı ve babasını masanın karşısında dikilirken buldu; ona özür dilercesine bakıyordu. “Biraz konuşabilir miyiz, lütfen?”
Damien ona somurttu, çünkü bugün olanlardan dolayı ona hâlâ çok kızgındı. Fakat bir tarafta babasının yalvaran bakışları, diğer tarafta ise tüm arkadaşlarının ona bakması sebebiyle pes edip ayağa kalktı. Babasına ne kadar kızgın olursa olsun, herkesin önünde onunla konuşmayı reddederek onu utandıramazdı. Özel konuşabilmek için babası salondan dışarı çıkarken, o da onu takip etti.
Ron, Hermione ve Ginny, Damien’ın gidişini izliyorlardı; ama dikkatleri, çok geçmeden, dedikodu yapan kızlara yeniden kaymıştı; şimdi ise elleriyle ağızlarını kapatmış kıkırdıyor ve Harry’ye özlem dolu bakışlar atıyorlardı.
“Biliyor musunuz, onun bende bıraktığı ilk izlenim, biraz çekilmez biri olduğu yönündeydi,” dedi Katie, Harry’yle ilgili olan muhabbete katılarak. “Ama sonra fark ettim ki, yalnızca utangaç biriymiş.”
Hermione gözlerini devirdi ve gülmemek için kendini zor tutan Ginny’ye bakarak kafasını iki yana salladı.
“Evet, ben de öyle düşündüm,” dedi Angelina. “Ama onun için de zor olsa gerek. Altıncı sınıfa yeni bir öğrenci olarak başlaması, yani. Kimseyi tanımıyor, kardeşi dışında, tabii.”
“Çok sessiz biri,” dedi Katie, üzgün bir halde; sanki yaralı bir köpek yavrusundan bahsediyordu. “Ne kadar utangaç olduğunu gördükçe benim kalbim kırılıyor resmen.”
Ron, Ginny’ye yaklaştı ve fısıltıyla konuştu:
“Eğer onu duyarsa, kıracağı tek şey kalbi olmaz.”
Ginny sessizce Ron’un sözlerini onayladı.
“Tam idealimdeki erkek!” dedi Parvati coşkuyla, diğer kızlara. “Çok yakışıklı, gizemli ve cesurluğunu da es geçmemek gerek!”
“Evet, bugün Profesör Snape’in dersindeki halini gördünüz mü?” dedi Lavender; gözleri apaçık bir hayranlıkla doluydu. “Sırf bu yüzden, Savunma dersine yetiştirmem gereken tonla ödevim var, ama buna değmedi diyemem!” diyerek sırıttı. “Birinin Profesör Snape’e ağzının payını vermesi gerekiyordu.”
“Harry, onun sadece ağzının payını vermedi, onu resmen yerin dibine soktu!” dedi Dean gülerek. “Birinin Snape’le böyle konuşup hayatta kalabileceğini hiç düşünmezdim!”
“Ne kadar güzel olduğunu düşünmeden duramıyorum!” dedi Parvati, Harry’ye dalgın dalgın bakarak. “Gözleri aynı… ah, kimsede böyle gözler görmedim ben!”
Hermione kendisini tutamadı ve Parvati’ye yaklaştı.
“Annesinin gözlerine çekmiş!” diye patladı.
Parvati ona baktı, ama onu duymazdan geldi.
“Yemin ederim, o kadar güzel ki, ağlayacağım!” dedi Lavender.
Ginny homurdandı.
“Seni bir güzel ağlatır, evet,” diye belli belirsiz mırıldandı.
“Ne dedin?” dedi Lavender.
“Hiçbir şey,” diye cevapladı Ginny, gülümseyerek. “Dediklerini onaylıyordum sadece.”
Lavender, Ginny’nin alaycı ses tonu üzerine kaşlarını kaldırdı.
“Hadi ama Ginny, ne kadar büyüleyici olduğunu inkâr edemezsin ya!”
Ginny Harry’ye baktı; taburenin ucuna oturmuş, yemeğini yiyordu. O izlerken, Harry elini saçından geçirip siyah saçlarını olduğundan daha da dağınık hale getirdi. Ginny Lavender’a dönüp ağzını açtı ve onun hiç de özel bir yanı olmadığını söylemek istedi; ancak, ne kadar denerse denesin, kelimeler ağzından bir türlü çıkmıyordu.
* * *
Büyük Salon’un dışında, ana merdivenlerin sağındaki sessiz koridorda, James ve Damien, neredeyse saklanır gibi duvar oyuğunun gölgesinde dikiliyorlardı.
“Bugün için özür dilerim,” dedi James.
Damien’ın somurtması geçmemişti.
“Özür dilemen gereken kişi ben değilim,” diye yanıtladı Damien, sert bir şekilde. “Seherbaz’lar tarafından saldırıya uğrayan ben değildim ve şeyle suçlanan da…” Damien, kalbi göğsünde takla atarken, babasına dik dik baktı. “Harry’nin bana zarar verebileceğini nasıl düşünürsün ki?” diye sordu.
“O kadar da olasılık dışı değil, Damy,” diye cevapladı James. “Hayır, öyle demek istemedim. Sadece…” Derin bir nefes alıp kelimeleri nasıl ifade edeceğini bulmaya çalıştı. “Harry’nin sana zarar vermeyeceğini biliyorum,” dedi, sinirli çocuğu yatıştırmaya çalışarak. “Harry’nin geçmişini ve neler yapabildiğini bilen biri olarak, benim endişemi anlayabilirsin.”
Damien yerinde hafifçe dikleşti.
“Baba, Harry’ye patlamak üzere olan bir bombaymış gibi davranamazsın!” dedi. “Harry’ye güvendiğini göstermezsen, onun sana güvenmesini nasıl bekleyebilirsin ki?”
James konuşmak için ağzını açtı ama buna verecek bir cevabı olmadığını fark etti. On iki yaşındaki oğlunun ne kadar sıcakkanlı ve sevgi dolu olduğunu düşünerek ona hayranlıkla baktı. Damien, kendi kanından olması dışında başka bir sebebi olmaksızın, Harry’ye körü körüne güveniyordu. Fakat James, dünyanın işleyişinin öyle olmadığını biliyordu. Harry kolaylıkla Damien’ın güveninden faydalanabilirdi; James her ne kadar istese de, Harry’ye Damien’ın güvendiği gibi güvenemezdi.
James iki elini de Damien’ın omzuna yerleştirip gülümsedi.
“Seninle ne kadar gurur duyduğumu anlatamam,” dedi. “Kardeşine güveniyor olman hoşuma gidiyor, ama Harry’nin diğer çocuklar gibi olmadığını her zaman aklının bir köşesinde tut. Şimdiki durumda, Harry, burada kendi isteğiyle bulunmuyor. O çok kızgın bir halde ve bu durum beklenmedik bir saldırıya sebep olabilir. Bu tarz bir şeyin ortasında kalmanı istemiyorum.”
Damien babasına dik dik bakmaya devam etti.
“Eğer kızgınsa bunu düzeltmen gerekir, kabul etmen değil,” diye onu suçladı.
“Deniyorum Damy, gerçekten deniyorum,” diye cevap verdi James.
Damien gülümsedi ve babasının hâlâ omzunu tutan eline uzandı.
“O zaman daha fazla denemen gerekecek.”
* * *
Akşam yemeği bitmek üzereydi ve Harry bu durumdan memnundu. Draco, notunda, onunla akşam yemeğinden sonra erkekler tuvaletinde buluşacağını bildirmişti. Harry, elinden geldiğince ilgisiz bir ifadeyle Slytherin masasına bakıyor, Draco’nun kalkıp gitmesini bekliyordu; böylece Harry de onu takip edecekti.
Bir çocuk geldi ve Harry’nin önünde durarak Draco’yu görüşünü engelledi. Harry içgüdüsel olarak başını kaldırıp baktı; bir anlığına, Damien’ın yeniden onu darlamaya geldiğini düşünmüştü. Fakat Harry’nin gözleri, ela yerine bir çift kahverengi gözle buluştu ve yüz ifadesi, şaşkınlığını belli edecek ölçüde değişti.
“Selam, Harry!”
Harry, cevap vermeden önce bir süre duraksadı.
“Merhaba… Neville.”
Neville Harry’ye gülümsedi.
“Hakkını vermem gerek,” dedi başını iki yana sallayıp kıkırdayarak. “Bugün Snape’i iyi hakladın. Hiç bugünün Savunma dersi kadar eğlenceli bir ders geçirmemiştim,” dedi. “Herkes ona söylediklerini konuşuyor; okulun her yerine yayıldı.”
Harry, Gryffindor masasının büyük kısmının ona baktığını fark etti. Bir kısmı ona el sallıyor, bir kısmı da kocaman gülümseyerek başparmaklarını havaya kaldırıyordu. Harry tekrar Neville’e döndü.
“Anlaşılan, Snape pek de popüler bir öğretmen değil,” dedi, alaylı bir şekilde.
“Snape pislikten başka bir şey değildir!” dedi Neville, yüzünü ekşiterek. “Görüp görebileceğin en kaba insan kendisi ve kimsenin bilmediği bir sebepten ötürü de, bana katlanamıyor.” Neville sırıttı. “Hislerimiz karşılıklı, tabii, ama yine de, beni buna zorlayan o.”
Harry, Neville’in neden bunları kendisine anlattığını bilmiyordu. Yerdeki çantasını diğer tarafa alıyormuş gibi yaparak yan tarafa eğildi ve Slytherin masasına bir bakış attı; Draco hâlâ oradaydı. Harry yerinde doğruldu.
“Doğru, tabii, bugün eğlenmiş olmana sevindim,” diyerek ani başlayan muhabbeti sonlandırmaya çalıştı; ama Neville’in söyleyecekleri henüz bitmemişti.
“Ondan korkmuyor olmana şaşırdım,” dedi Neville. “Özellikle de, başını çevirip onun sana verdiği cezaya ‘hayır’ deyişin…” diyerek neşeli bir şekilde güldü. “O kısım çok iyiydi! Artık herkes öyle yapacak!”
“Harika,” diye cevapladı Harry, sadece.
Neville gülmeyi kesti; ifadesi her zamanki gibi sıcakkanlı olsa da, bakışları sertleşmişti.
“Neyse, ben kütüphaneye gideyim. Yağlı yarasanın verdiği on iki santim uzunluğundaki ödevi yazmaya başlasam iyi olur,” dedikten sonra ayağa kalkarak Harry’ye göz kıptı. Harry’den cevap gelmeyince de, yerinde huzursuzca kıpırdandı. “Baksana, Harry, yarın cumartesi olduğu için çocuklarla göle Uçan Balık oynamaya gideceğiz. Bu, hafta sonları oynanan bir çeşit Gryffindor geleneği. Gelmek ister misin?”
Harry gözlerini kaçırdı.
“Hayır,” diye yanıtladı. “Teşekkürler,” diye ekledi sonuna, istemsizce de olsa.
Neville omuzlarını silkti.
“Pekâlâ, belki haftaya gelirsin,” dedi ve giderken ona el salladı; Harry ise rahat bir nefes aldı. Neville’in yanında bu kadar huzursuz olmaktan nefret ediyordu, ama elinde de değildi. Draco’nun hâlâ oturuyor olup olmadığına bakmak için onun tarafına bir göz attı.
Birkaç dakika sonra, Draco, Harry ile bir saniye gibi kısa bir bakışmanın ardından ayağa kalktı. Peşinden gelen yardakçıları Crabbe ve Goyle ile birlikte hızla büyük salondan çıktı. Harry, içinden elliye kadar sayarak bekledi. Kalabalık bir öğrenci grubu yavaş yavaş kapılara doğru ilerlerken Harry de kalktı ve onlarla birlikte dışarı çıktı.
* * *
Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #25: Beklenmedik Saldırı [Kısım 2] için tıklayın!
Çeviren: Dilara Uysal
Forum üzerinden yorum yapıp sohbete katılmak için tıkla!