Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #28: Düello Kulübü & Quidditch [Kısım 1]
|GİRİŞ İÇİN TIKLAYIN.
26. BÖLÜM
27. BÖLÜM [Kısım 1]
27. BÖLÜM [Kısım 2]
Lord Voldemort’un o karanlık gece, Harry Potter‘ı kaçırıp öldüremeyince kendi oğlu gibi büyütmeye karar verdiği alternatif bir hayran hikâyesine ne dersiniz?
“Karanlık Prens” serisini, Safina Mazhar‘ın kaleminden ve yazarın gözden geçirdiği yeni versiyon üzerinden taze bir çeviriyle sizlerle buluşturuyoruz. Karşınızda İçimdeki Karanlık cildinin yirmi sekizinci bölümü!
bölüm 28
• Düello Kulübü & Quidditch •
[Kısım 1]
Gryffindor’lar hiç mutlu değildi. Dönem başladığından beri dört hafta geçmesine rağmen bina puanları sıfıra düşmüştü ve bunun için yapabilecekleri hiçbir şey yoktu; şimdi ise mutsuz mutsuz oturuyorlardı. Tüm bunlar, yalnızca aptal bir şaka yüzünden olmuştu. Büyük Salon’un tahribatından kimin sorumlu olduğuna dair söylentiler tüm okulda dolaşıyordu. Herkes, yıkıma yol açan icatların Fred ile George’a ait olduğunu biliyordu ve beklenildiği gibi, hepsi de baş belası ikizlerin tamamen masum olduğuna inanmıyordu. Fred ile George’a karşı büyük bir düşmanlık baş göstermiş, bazı Gryffindor’lar böyle saçma bir şaka yaptıkları için onları topa tutmuştu. İkizlerin okulu yok edecek kadar aptal olmadıklarını bilenler ise, ürünlerini Gryffindor binası dışında kimlere sattıklarını bilmek için onları darlıyordu. İkizlerin verdiği cevaplar diğerlerini sinirlendirmekten başka bir işe yaramadığı için, sonunda yalan söylemeye karar vererek ürünlerinin bazılarının çalındığını söylüyorlardı.
Şüpheli söylentiler, Slytherin binasına da düşmüştü, elbet; aralarından bazı öğrenciler, Gryffindor’lar ile açıkça alay ederek ve her seferinde bina puanlarının sıfırlandığını dile getirerek yangına körükle gidiyor, Draco Malfoy ise başlarını çekerek yoluna çıkan her Gryffindor’a sataşıp onlara eziyet ediyordu.
“Yemin ederim, şu Malfoy’un pis suratına bir yapıştırabilsem…!” Ron, Büyük Salon’dan geçen sarışın çocuğa gözlerini dikmiş, öldürecekmiş gibi bakıyordu.
“Bırak gitsin,” dedi Hermione; ama o bile Draco’ya yiyecekmiş gibi bakmaktan kendini alamıyordu.
“Bahse girerim, bunu yapanlardan biri de oydu!” diye öfkeyle tısladı Ron; önündeki yemeğine hiç dokunmamıştı.
“Ürünleri nasıl alabilirdi ki?” diye sordu Ginny. “Sonuçta çalınmış değiller,” diye fısıldadı.
Ron, gözünü kasten tabağından ayırmayan Damien’a baktı.
“Onları bir arada gördüğünü söylemiştin,” dedi Ron, Damien’a. “Harry Malfoy’u tanıyor, değil mi?”
Damien isteksizce başını kaldırıp ona baktı.
“Gerçekten bilmiyorum, Ron,” dedi, yorgun bir halde. “Sana daha önce de söylediğim gibi, onları aslında birbirleriyle konuşurken görmedim. Yalnızca, ikisi de sırasıyla aynı banyodan çıktı, hepsi bu.”
“Ama banyoda yalnızca ikisi vardı,” diyerek vurguladı Ron. “Orada konuşmuş olabilirler. Lee’den aldığı ürünleri ona orada vermeyi planlamış olabilir.”
Damien omuz silkti.
“Olabilir, bilmiyorum.”
“Öyle de olsa, Harry’nin Malfoy’u tanıdığına dair elimizde hiçbir kanıt yok, ya da Draco’ya şaka yapması için bir şey verdiğine dair,” diyerek araya girdi Hermione. “O yüzden şimdi sakin olalım, olanları unutalım ve bina puanlarımızı geri almaya odaklanalım.”
“Bunu nasıl yapacağız?” diye sordu Ginny.
“Sınıflarda her soruya doğru cevaplar vererek.” Masada öylece duran Biçim Değiştirme kitabına hafifçe vurdu. “Ders çalışma saatleri düzenledim, bir araya gelip çalışırsak her birimiz…”
Sözlerinin geri kalanı, Ron’un inlemelerinin arasında kaybolup gitti. Ron son bir kez başını döndürüp Draco’ya baktı; Draco’nun bakışlarının, masanın ortasında oturan Harry’nin üzerinden belli belirsiz geçtiğini gördü. Mavi gözlerini kıstı. Ders çalışmaktan nasıl nefret ediyorsa, bu ikisinden de o derece nefret ediyordu.
* * *
Bir hafta geçmişti ve Gryffindor’lar bir şekilde, yavaş yavaş, kaybettikleri tüm bina puanlarını geri kazanmıştı. Birinci sınıftan yedinci sınıfa kadar tüm Gryffindor’lar bir olmuş, kaybettikleri puanları geri alabilmek için her şeyi yapıyor, sınıflarda sorulan soruları cevaplayarak ve fazladan ödevler teslim ederek çok çalışıyorlardı.
Bina puanları umurunda olmayan tek Gryffindor, Harry idi. Asosyal tavırları yüzünden artık çok az insan onunla konuşuyordu. Arkadaş olarak yanından ayrılmayı bırakmayan tek kişi ise hâlâ Damien’dı.
Damien Büyük Salon’a girdiğinde Harry’nin tam karşıda olduğunu fark etti. Masanın en ucunda oturuyordu ve yemeğinin yarısını neredeyse bitirmişti. Damien arkadaşlarına döndü.
“Pekâlâ, arkadaşlar, biraz sonra görüşürüz! Ya da… bana katılmaya ne dersiniz?” diye sordu Damien, umutla.
“Sen iyi misin, Damy?” diye sordu Ron, kuşkuyla.
Damien iç çekti.
“Olanların ne kadar yanlış olduğunu biliyorum,” diye başladı, “ama bence artık bunu geride bırakmalıyız. Demek istediğim, Harry’ye bir şans daha verin.”
“Damien! O Ron’un bileğini kırdı!” diye öfkeyle fısıldadı Hermione.
“Biliyorum, ama…” Damien Ron’a baktı; ifadesinden rahatsız olduğunu görünce de, “Ah, yapma, Ron. Ona saldırmaman gerektiğini sen de biliyorsun. Asası yoktu ve ne yaptıysa yalnızca kendini korumak için yaptı. Kendini savundu.”
Ron homurdandı.
“Kendini mi savundu? Kolumu kırmak dışında bana binlercesini yapabilirdi!” diye köpürdü. “Peki, Hermione’ye söylediğine ne demeli?” diye sordu. “Bunun için ne bahanen var? Dikkat çekmek için yaptı mı diyeceksin? Tüm bina puanlarımızı kaybetmemizin sebebi de o!”
Damien sessizliğe büründü.
“Sorun değil, Damy,” dedi Hermione, bir elini Ron’un koluna koyup onu sustururken. “Harry, senin ailenden bir parça. Gidip onunla oturmalısın. Ama bizden sana katılmamızı bekleme.”
Damien anladığını gösterircesine başını salladı. Harry davranışlarından ötürü zerre pişmanlık göstermezken, onlardan onu affetmesini nasıl bekleyebilirdi ki? Ron ve Hermione’ye hafifçe gülümsedi ve ağabeyine yemek yerken eşlik etmek için masanın ucuna doğru ilerledi.
* * *
O gece, Gryffindor’lar ortak salonda toplanmıştı. Ron ile Hermione, en sevdikleri yere, çıtırdayan şöminenin yanına kurulmuşlardı. Gryffindor’ların büyük bir bölümü duyuru panosunun önünde toplanmış, oraya asılmış bir şeyle ilgili heyecanla konuşuyorlardı.
Harry ise şömineden ve duyuru panosundan uzakta, bir sandalyede oturuyordu. Kucağında açık bir kitap vardı, ama okuduğu söylenemezdi. Zaten kitabı baştan sona üç kez okumuştu.
Damien’ın kalabalığı yararak Ron ve Hermione’nin yanına koşturduğunu gördü.
“Başlıyor!” diye bağırdı, heyecanla. “Sonunda! Haftalardır bunun başlamasını bekliyordum!”
“Neyin başlamasını?” diye sordu Hermione.
“Düello Kulübü!” diye haykırdı Damien, heyecanla.
“Ne? Başlıyor mu?” diye sordu Ron. “Ama genellikle Kasım ayında başlar.”
“Vay be! Sabırsızlanıyorum!” dedi Damien. “Biriyle gerçek bir düello yapacağım! Çok havalı!” Yerinde hoplayıp zıplamaya başlamıştı.
“Sakin ol. Şimdi, ben sana neler yapacağımızla ilgili kuralları anlatacağım,” dedi Ron, oturduğu yerden doğrulurken.
Hermione onun kalkmasını eliyle durdurdu.
“Bir şey unutmuyor musun, Ron?” diye sertçe sordu.
Ron afallamış görünüyordu.
“Hı, sen de mi gelmek istiyorsun?” diye sordu, tereddütle.
Hermione gözlerini devirdi.
“Hayır, senden davet falan beklemiyorum,” diye tersledi onu. “Bitirmemiz gereken bir Biçim Değiştirme ödevi var. Yemekten sonra yapacağını söylemiştin,” diye hatırlattı.
Ron’un yüzü düştü ve sefil bir halde başını salladı.
“Ah evet, doğru.” Yüzünü Damien’a döndü, ama çocuk protesto edercesine başını iki yana sallamaya başlamıştı bile.
“Bana benimle Düello Kulübü’ne geleceğini söylemiştin!” diye hatırlattı ona, inleyerek.
Ron dönüp bu sefer Hermione’ye yalvarırcasına baktı. Hermione ise ona ters ters bakıyordu.
“Ron, bu ödevi bitirmemiz gerektiğini biliyorsun. Eğer bu kez de ödevini teslim etmezsen, Profesör McGonagall kafanı uçurur!”
“Damy’ye geçen yıl söz vermiştim; üçüncü yılına geldiğinde ve kulübe katılmasına izin verildiğinde, onunla gidecektim. Şimdi sözümden dönmek olmaz ama, değil mi?”
Hermione’nin gözleri kısıldı.
“İyi, Düello Kulübü’ne git o zaman, ama bu ödev için benden yardım almayı da unut!”
Ron ona gülümsemeden önce bir anlığına endişeli göründü.
“Ya, hadi, Hermione.”
Hermione, bir kitap çıkarıp arkasında kaybolarak onu duymazdan geldi.
“Gidelim mi?” diye sordu Damien, Ron’a.
“Evet, hadi.”
Damien de Ron da ayaklandılar. Damien, çantasını, dönene kadar kimsenin ayağına dolanmasın diye, sandalyenin altına ittirdi. Tam gidecekken odanın öbür tarafında oturan Harry’yi fark etti.
‘Lanet olsun, onu az daha unutuyordum,’ diye düşündü.
“Hey, Harry, bizimle Düello Kulübü’ne gelmek ister misin?” diye sordu Damien.
Harry başını kaldırıp baktı; bu ani gelen teklifle gafil avlanmıştı.
Ron da en az Harry kadar şaşırmış görünüyordu; Damien’ın dirseğine dokunarak ona dönmesini sağladı.
“Onun bizimle gelmesini mi istiyorsun?” diye sordu, öfkeli bir fısıltıyla; genç çocuğa aklını mı kaçırdın, der gibi bakıyordu.
“Evet,” diye cevap verdi Damien, “hadi, Ron, ne olur ki o da gelse?” diye sordu; ses tonu yalvarır gibiydi.
Ron Harry’ye pis bir bakış attı, ama bir şey söylemedi.
Damien gülümseyerek Harry’ye döndü.
“Gelmek ister misin?” diye tekrar sordu.
Harry dikkatle Damien’ı süzdü.
“Benim gerçekten gelmemi istiyor musun?” diye sordu Harry; gerçekten onun gelmesini mi istiyordu yoksa kibarlık olsun diye mi soruyordu, emin değildi.
“Tabii ki, istiyorum. Seni düello ederken izlemek harika olurdu,” diye cevapladı Damien.
Harry buna ne cevap vereceğini bilmiyordu, o yüzden omzunu silkerek kabul ettiğini gösterip ayağa kalktı.
“Pekâlâ, neden olmasın.”
Damien’ın ağzı kulaklarına varmıştı, ama Ron öfkeli görünüyordu. Harry onun görüntüsünü hayli komik bulmuştu. Sadece ona eşlik ederek bile Ron’u kızdırmaktan keyif almıştı. Üç çocuk da çıkışa doğru yöneldi; Ron ile Damien başı çekerken Harry arkadan onları takip ediyordu. Portre deliğine daha ulaşamamışlardı ki, kapı kayarak açıldı ve Ginny içeri tırmandı.
“Selam, Ginny!” diyerek onu selamladı Damien. “Biz Düello Kulübü’ne gidiyoruz. Sen de gelmek ister misin?”
Ginny’nin gözleri Harry’ye takıldı ve ona iğrenmiş gibi bir bakış attı.
“Hayır, sağ ol.” Yanlarından geçip giderek Hermione’ye doğru ilerledi. “Hey,” diyerek onu selamladı, “benimle kütüphaneye gelmeye ne dersin?” diye sordu.
Hermione, kitabının arkasından ona baktı.
“Biçim Değiştirme ödevimi gerçekten bitirmeliyim,” diye cevapladı. “Ayrıca, Eski Yazılar ödevim de var ve hâlâ araştırmam gereken…”
“Sorun değil, Hermione,” diyerek araya girdi Ginny. “Anladım. Neyse, ben kendim giderim.”
Tam dönüp gidiyordu ki, Hermione gürültülü bir şekilde iç çekip ona seslendi.
“Ginny, bekle!” Ayağa kalkıp kitabını çantasına koydu ve çantasını da sırtına yerleştirdi. “Seninle geliyorum.”
“Meşgulsen, önemli değil…” diye başladı Ginny.
“Hayır, önemli,” dedi Hermione. “Sana yardım edeceğime söz vermiştim.”
Ginny ona gülümsedi ve iki kız üç çocuğun da yanından geçerek odadan çıktılar. Hermione ile Ginny kütüphanenin bulunduğu diğer tarafa giderken Harry, Ron ve Damien ise alt kata giden merdivenlere doğru ilerliyordu.
“Ginny hâlâ onu mu arıyor?” diye sordu Damien, Ron’a.
“Tam bir aptal, işte!” diye cevapladı Ron. “Onu hiçbir zaman bulamayacağını kabul etmek istemiyor.” Merdivenler hareket ederken durup beklediler. “Yani, o çocuğun yüzünü görmüşlüğü bile yok; sonuçta, yüzünde sadece maske varmış. Merlin aşkına, nasıl oluyor da onu tanımayı bekliyor?”
Harry kulak misafiri olmamaya çalışıyordu; fakat Ginny’nin birisini -maskeli birisini- aradığını duyunca dikkat kesilmişti. Harry, Ginny’nin o gün Hogsemeade’de hayatını kurtaran kişiyi arayıp aramadığını daha önce merak etmişti. Aslında, o olaydan sonraki birkaç gün boyunca, Harry son derece endişeliydi. Bakanlık’ın ya da –özellikle- Yoldaşlık’ın insanları çatılardan kurtaran gümüş maskeli bir çocuğu aramasını istemiyordu. Ayrıca, kızı kurtardıktan sonra ona ‘Hafıza büyüsü’ uygulamadığına pişman olmuştu. Doğrusu, o ana kendini kaptırmış ve kızı Hogwarts’a getirerek güvenliğini sağlamıştı; hatasını anladığında ise artık çok geçti.
Aslında, o gün, Harry’nin planlarında Hogsmeade’e gitmek yoktu ve insanları Ölüm Yiyen saldırısından kurtarma fikri de aklının ucundan bile geçmemişti. Ama olan olmuştu, işte; Hogsmeade’den geçiyorken çok sayıda evin üzerinde Karanlık İşaret’in süzüldüğünü fark etmişti ve neler olduğuna bakmak için olayların daha da yakınına gitmişti. Gördükleri onu o kadar sinirlendirmişti ki, sonunda babası bu işe dâhil olan çok sayıda Ölüm Yiyen’i cezalandırmak zorunda kalmıştı.
O anları hâlâ hatırlıyordu; bir çığlık duymuş, dönüp baktığında ise bir kızın bir çatıya can havliyle tutunarak oradan sarktığını görmüştü. İçgüdülerinin devreye girmesiyle ona doğru jet hızıyla uçmuştu. Kızın tutunduğu tel kopmuş ve kız aşağı düşmüştü. Harry daha önce hiç olmadığı kadar hızla uçarak ona yetişmeye çalışmıştı. Sonunda onu yakalamayı başararak kolaylıkla kendine çekmiş, tek eliyle süpürgeyi kontrol ederken bir eliyle de kızı tutmuştu. Onu Hogsmeade’in dışına bırakması gerektiğini biliyordu, ama onun yerine, doğrudan şatoya uçarak onu Hogwarts’ın giriş kapılarına bırakmayı planlamıştı; nasılsa, oraya nasıl geldiğini anlamayacaktı bile.
Ancak, Harry onunla konuşup ona iyi olup olmadığını sorduğunda, her şeyi batırdığını biliyordu. Tam o esnada, içten içe kendini yaptığından dolayı suçlamıştı. Ama gel gelelim, kız çok korkmuş görünüyordu. Ağladığını ve titrediğini gören Harry ise, her şeye rağmen, onun için üzülüyordu.
“Onu önünde sonunda unutacak,” dedi Damien, Harry’yi dalgın halinden uyandırarak.
“Öyle umuyorum,” diye mırıldandı Ron. “İlk başta komikti, şimdi ise sadece üzücü.”
Harry, Ginny’yi düşünerek, arkalarından yürümeye devam etti. Hogsmeade olayının üzerinden yedi ay geçmişti ve o hâlâ onu arıyordu. Ona karşı kendini neredeyse tekrar üzgün hissediyordu. Başını sallayarak aklındaki düşünceleri kovdu. Onu hâlâ arıyorsa ona neydi? Onun hayatını kurtaran kişinin kendisi olduğunu hiçbir zaman bilmeyecekti. Harry o olayın bahsini ne Ginny’ye ne de bir başkasına açmayı düşünmüyordu. Gerçeği öğrenmek, Dumbledore’un kafasını saçma sapan umutlarla doldurmaktan başka bir işe yaramazdı.
* * *
Düello Kulübü’nün sergilendiği dev salona girdiğinde, Harry’nin aklından geçen ilk düşünce, bu salonun kendi evinin arka bahçesinde bulunan kişisel idman alanı kadar büyük olmadığıydı. Ama Hogwarts’ı ölçüt alacak olursa, burası bu iş için yeterliydi. Salonun ortasında bir platform vardı ve platformun önünde ise dört kupa sıralanmıştı. Bunlar ödül kupalarına benziyordu ve her biri gri renkte olan bu kupaların üzerinde farklı semboller vardı. Harry onları incelemek için yaklaştığında, üzerlerine oyulmuş sembollerin dört binaya, yani Gryffindor, Ravenclaw, Hufflepuff ve Slytherin’e ait armalardan başka bir şey olmadığını fark etti.
Harry etrafına bakınıp salonu inceledi. Hogwarts’ın diğer salonlarında olduğu gibi, burasının da yüksek bir tavanı ve büyük kemerli pencereleri vardı. Salon yalnızca taş duvarlara asılmış meşalelerle aydınlatılmış olsa da, oda yine de daha aydınlık görünüyordu; sanki başka yerlere gizlenmiş ışıklarla aydınlatılmış gibiydi. Salon öğrencilerle dolup taşıyordu. Çoğu, altıncı ya da yedinci sınıf öğrencileriydi.
“Nasıl buldun, Harry?” diye sordu Damien, kendisi de salonu incelerken. “Çok havalı, değil mi? Bir an önce başlasa keşke!”
“Biraz fazla heyecanlı görünüyorsun,” diye dikkat çekti Harry. “Bu yalnızca bir düello.”
Damien’ın gülümsemesi daha da genişledi.
“Bu yalnızca bir düello değil!” diye cevapladı.
Harry onu inceledi; dostane bir düello olacağını düşünen biri için fazla heyecanlıydı. Harry, kendisinin, hiçbir şey için bu kadar heyecanlandığını hatırlamıyordu.
“Bak, bak, bak, kimler buradaymış?” Ses Harry’nin arkasından gelmişti.
Harry sırıttı; ağır ağır konuşan bu sesi tanımıştı. Dönüp baktığında, Draco’nun, yanında Slytherin yardakçılarıyla önlerinde durduğunu gördü. Draco, Harry’yi gözleriyle şöyle bir süzdü ve Harry de karşılığında ona geniş geniş sırıttı.
“Ne istiyorsun, Malfoy?” diye sordu Ron, çocuğa yiyecekmiş gibi bakarken.
“Bakıyorum da, bugün yeni gelenler var,” dedi Draco; alaycı bir şekilde dudaklarını bükerek, Damien ile Harry’ye bakıyordu. “Siz Gryffindor’lu ahmaklar yenilmekten usanmadınız mı?”
“Kim kimi yenecek, göreceğiz, Malfoy!” diye çıkıştı Damien.
Draco güldü.
“Bak, size bir tavsiye vereyim. Daha fazla kaybetmeyi göze alıyor olamazsınız. O yüzden, itibarınızdan geri kalanları toplayın ve burayı terk edin.”
“Bizi çıkarmayı bir dene istersen!” diye tısladı Damien.
Draco’nun keyfi yerinde görünüyordu; bu sefer, gözlerini Harry’ye dikti.
“Sonra beni uyarmadın, deme,” dedi. “O kupaya adını koyarsan,” eliyle platformun yanında duran gümüş renkli Gryffindor kupasını gösterdi, “sen de içerdesin, demektir. O kupadan adın çıkacak olursa, savaşmak zorunda kalacaksın. Geri dönüşü yok.” Gözlerini Harry’den ayırmıyordu. “Yani, ben senin yerinde olsam, oraya adımı koymazdım.”
Harry gülümsedi; arkadaşının endişesini gösterme biçimini komik bulmuştu; anlaşılan, Karanlık Prens’in düelloya katılması konusunda kaygılıydı.
“Adının benimle birlikte çıkmaması için dua etsen iyi olur!” diye tehdit etti onu, Ron.
“Bir Weasel*’dan mı korkacağım?” diye karşılık verdi Draco. (*Gelincik)
“Gryffindor’lara bulaştığına pişman olacaksın!” diye tısladı Ron; yüzü ve kulakları kıpkırmızıydı.
Draco ona pis pis sırıttı.
“Sahi mi? Ne yapacaksın?” diye sordu.
Kapılar büyük bir çarpılmayla kapandığında, herkes dikkatini o tarafa verdi. Kapıların önünde, mor kısa saçları ve gök mavisi gözleriyle orta yaşlı bir cadı duruyordu. Öğrencilere gülümsedi ve platforma doğru yürüdü. O geçerken öğrenciler yolundan çekiliyor, aralarında heyecanla fısıldaşıyorlardı. Draco, Ron’a son bir alaycı bakış attı ve platforma doğru ilerledi. Damien, Ron ve Harry de platforma doğru daha da yaklaştılar.
Mor saçlı cadı basamakları tırmanıp platform boyunca yürüdü. Sıcacık gülümseyerek, durup yüzünü öğrencilere döndü.
“Herkese iyi akşamlar.”
“İyi akşamlar,” diye koro halinde karşılık verdi öğrenciler.
“Ben Profesör June,” diyerek kendini tanıttı cadı. “Aranızda Düello Kulübe’ne ilk kez katılanlara hoş geldiniz demek istiyorum. Daha önce katılmış ve yeniden katılanlar, sizler de hoş geldiniz. Başlamadan önce, Düello Kulübü’nün kurallarından bahsedeceğim.” Heyecanlı görünen öğrencileri şöyle bir süzüp konuşmasına devam etti: “Düello Kulübü, birine karşı olan kızgınlığınızı veya nefretinizi göstermenizde bir mazeret teşkil etmez,” diyerek uyardı. “Burası, sizin yeteneklerinizi pratik edeceğiniz, kendinizi eğiteceğiniz ve düello tekniklerinizi geliştireceğiniz bir yer. Düellolar yalnızca bire bir yapılacaktır. Düellolarda yer almak isteyen herkes, kendi bina kupasının içine, adını ve okuduğu yılı yazan bir not bırakacaktır. Düello edecek öğrencileri ve onların partnerlerini bina kupaları seçecektir. Aranızda kendi binasından birileriyle düello etmek isteyenleriniz varsa, benden izin almak zorundasınız. Hiçbir aptalca hareketi hoş görmem. Ayrıca, Kulüp’te kullanılması yasak uygunsuz büyülerden birini kullanan çıkarsa, o kişi, kurallar gereğince, kovulacaktır.”
Doğrudan Harry’ye baktı. Kuzgun karası saçlı çocuk ise, karşılığında ona bakıp sırıtıyordu. Harry istese bile, hiçbir karanlık büyüyü zaten yapamazdı; çünkü asası o tarz büyüleri yapabilecek kabiliyette değildi. Damien’a baktığında, onun Profesör’ü pek dinlemediğini fark etti. Cılız bir üçüncü sınıf Slytherin’e pis bakışlar atmakla fazla meşguldü. Harry, kafasında Damien’ın düello ettiğini canlandırdığında, kendi kendine gülümsedi. Hayal etmesi bile fazla acayipti.
Harry, Hogwarts öğrencilerinin birbirleriyle nasıl düello ettiklerini görmek için sabırsızlanıyordu. Her ne kadar bu, dostane bir düello olacak olsa da… Şimdiye kadarki izlenimlerine bakacak olursa, yapabildikleri tek şeyin yalnızca basit silahsızlandırma büyüleri olduğunu görmek, Harry’yi şaşırtmazdı.
Ve Harry çok geçmeden haklı olduğunu anladı.
Düello yapanların büyük çoğunluğu, birbirlerine ‘Expelliarmus’ diye bağıran ve yalnızca gelen büyüleri savuşturan öğrencilerden oluşuyordu. Gel gelelim, aralarından, yalnızca altıncı ve yedinci sınıfta olan birkaç öğrenci, gelen büyüleri engellemeyi başarabilmiş, ama harekete geçip büyü yollamaları birkaç saniye kadar sürmüştü. Harry, bu acınası düellolarına gülse mi, yoksa korkuyla eğilse mi bilemiyordu.
Yedinci sınıf bir Ravenclaw ile bir Hufflepuff’tan oluşan düellocular, nazikçe platformdan inerlerken zayıf bir alkış duyuldu.
Dört kupa da aynı anda yeniden alevlendi ve kupalardan kıvılcımlar yükseldi. Gryffindor ve Slytherin kupaları, bir sonraki düello edecek olanların isimlerini havaya püskürdü.
Gryffindor kupasından yükselen alevlerin arasından ‘Harry Potter’ isminin çıktığını gören Harry’nin gözleri büyüdü.
“Ben adımı koymadım ki,” dedi Harry.
“Ben koydum,” dedi Damien, yanı başında.
Harry dönüp ona baktı.
“Sen mi koydun?” diye sordu. “Neden?”
“Neden olmasın?” diye sordu Damien; afallamış görünüyordu. “Düelloya katılmayacaksan, Düello Kulübü’ne gelmenin ne anlamı var ki?”
Harry başını çevirip tekrar platforma baktı; gözleri, onun isminin yanında beliren isimdeydi ve ismi görünce gülümsedi. Dönüp Draco’nun taşlaşmış görünen ifadesine baktı. Slytherin kupasının üzerinde süzülen ‘Draco Malfoy’ isminin ışıldayan görüntüsüne bakmaktan kendini alamıyordu.
* * *
“Sana oraya ismini koymamanı söylediğimi sanıyordum!” diye öfkeyle fısıldadı Draco, ikisi birlikte platforma doğru ilerlerken.
“Ben koymadım,” diye karşılık verdi Harry. “Benim ismimi başka birisi koymuş.”
Draco salona gergin bakışlarla bakıyordu. Şimdi ne yapacaktı? Düellodan geri dönemez ve Harry’nin karşısında kazanamazdı. Bu mümkün değildi. Ama kaybedecek olursa da, Slytherin’lerin önünde küçük düşmüş olacaktı. Platforma çıkmadan önce, ona gaddarca gülümseyen Harry’e baktı. Bir taraftan fısıltıyla Harry’ye söverken, aceleyle onun arkasından ilerledi.
“Unutma, Harry, ben senin arkadaşınım, biricik arkadaşın. Tamam mı? Unutma bak.”
Harry yalnızca sırıtarak ona fısıldadı:
“Seni fena halde benzetmeyeli neredeyse altı hafta olmuş.” Parmaklarını kütletti. “Şu anda sen yalnızca bir hedefsin, benim biricik hedefim,” diyerek onunla alay etti.
Damien ile Ron, platformdaki iki çocuğu, gözlerini bir an olsun ayırmadan izliyorlardı. Damien Ron’a fısıldadı.
“İlginç bir düello olacak!”
“Kesinlikle.”
Ron, hangisinin iyi bir yenilgiyi hak ettiğine karar veremiyordu. Draco Malfoy’dan oldum olası nefret ediyordu, ama Harry’ye de haddinin bildirildiğini görmek istiyordu. Harry ile Draco birbirlerini eğilip selamlarken, diğer tüm öğrencilerle birlikte onlar da platformdan gözlerini ayırmıyordu.
Harry, ilk hamleyi yapması için Draco’ya izin verdi. Draco, ona Sersemletme Büyüsü göndermeden önce, Harry’nin söylediklerini düşündü. ‘O düello partnerinden başka bir şey değil; arkadaşın değil, Karanlık Prens de değil, o yalnızca bir hedef.”
Harry kolaylıkla büyünün yolundan çekildi ve Draco’ya bir Silahsızlandırma Büyüsü gönderdi: ‘Expelliarmus!’
Draco, ona basit bir Silahsızlandırma Büyüsü yaptığını görünce biraz rahatladı. Bunu Harry istemişti.
“Tarantallegra!” Harry, Draco’ya bir Uğursuzluk büyüsü göndermişti.
Draco büyüyü engellemeyi kıl payı başarmış, gri gözleri kısılmıştı. Harry’ye bir Sokma Büyüsü gönderdi; Harry gönderilen büyünün ona çarpmasına ramak kalana dek bekledi ve büyüyü rahatlıkla yolundan saptırarak Draco’ya geri gönderdi. Büyü Draco’yu göğsünün tam ortasından vurduğu gibi alaşağı etti; şimdi, acıdan inliyordu.
Öğrenciler, çoğunlukla da Gryffindor’lar, keyifle alkışlıyorlardı.
Draco doğruldu; gözleri kısılmaktan çizgi halini almıştı.
“Stupefy!”
Harry, büyünün ona yaklaşmasını bekledi ve son anda kolaylıkla büyünün yolundan çekildi. Bu, Harry’ye daha büyük bir tezahürat ve alkış tufanı kazandırmıştı. Hogwarts öğrencileri, böyle refleksleri olan birini daha önce hiç görmemişlerdi.
Draco öfkeden köpürmeye başlıyordu.
“Petrificus Totalus!” diye kükredi.
Harry kalkanını kaldırdı ve gelen ışık kalkandan sekerek yok oldu. Öğrenciler Harry’ye büyük bir şaşkınlıkla bakakaldılar. Daha önce bir öğrencinin böylesine güçlü bir kalkan yapabildiğine şahit olmamışlardı. Çoğu öğrencinin tek yapabildiği, cılız ve beyaz bir sisten başka bir şey değildi ki, bu da sadece çok basit ve güçsüz büyülerden korunmaya yarıyordu; mesela, ‘Expelliarmus’tan biraz daha güçlü bir büyünün karşısında anında yok olurlardı.
Profesör June da, öğrenciler gibi, kalkana bakakalmıştı. Harry hakkında her şeyi bildiği şüphesizdi ve onun böyle düello yetenekleri sergilemesini de zaten bekliyordu; ancak, bu denli kusursuz bir kalkanın görüntüsü onun da nefesini kesmişti.
Harry kalkanını indirdi ve Draco’ya pis pis sırıttı.
“Rictusempra!” Harry Draco’ya bir Gıdıklama Büyüsü gönderdi; oysaki arkadaşının gıdıklanmaktan ne kadar nefret ettiğini çok iyi biliyordu.
Büyü hedefini vurdu ve Draco yerinde zıplamaya başladı; deli gibi kıkırdamaları tüm salonda yankılanıyordu. Draco’nun düştüğü duruma, bütün öğrenciler gülmeye başladı. Draco Gıdıklama büyüsünün etkisinden kurtulmayı başarıp gözlerini Harry’ye dikti. Soluk benzi git gide daha da kızarıyordu. Damien ve Ron, tüm öğrencilerle birlikte, bu anların tadını çıkararak durmadan alkışlıyorlardı. Draco asasını kaldırdı; öfkesini kontrol edemiyordu.
“Stupefy! Confundo!” Draco art arda iki lanet birden gönderdi; biri Harry’nin kafasına, biri de bel kısmına doğru uçtu.
İki ışık seli birden Harry’ye doğru uçtu. Harry yalnızca bir tanesini yolundan saptırabilirdi. Asasının bir hareketiyle, bütün bedenini saran bir kalkan oluşturdu. İki büyü de ona ulaşıp mavi kalkanına çarptı ve duman olup uçtu. Salondaki öğrenciler gibi, Draco’nun da nefesi kesilmişti. Harry’nin bunu yapabildiğini bilmiyordu. Profesör June olanları ağzı açık izliyordu. Harry, tepeden tırnağa, yanardöner mavi bir kabarcığın içinde duruyordu. Kalkanını indirip Draco’ya sırıttı.
“Sıra bende,” diye tısladı Harry. “Confringo!”
Draco, büyünün ona vurmasıyla, platformdan uçarak duvara çarptı ve oldukça acılı bir şekilde sırt üstü yere çakıldı. Öğrenciler, birinin platformdan bu derece şiddetli bir şekilde atıldığını daha önce hiç görmemişlerdi. Onlar coşkulu tezahüratlarla alkışlamaya koyulurken, Profesör June Draco’ya doğru koşarken endişeli görünüyordu. Profesör, Draco’nun ayağa kalkmasına yardım edip yaralanmadığından iyice emin olduktan sonra platforma yürüdü ve Harry’yi düellonun kazananı ilan etti.
Kulağı sağır edici bir alkışla, Slytherin’ler hariç, tüm öğrenciler neşeyle tezahürat ediyordu. Gryffindor’lar Harry’ye bağırarak övgü dolu sözler söylüyor, ama Harry onları sadece duymazdan geliyordu. Tam çıkışa doğru ilerliyordu ki, Profesör June onu durdurdu.
“Harry Potter! Lütfen, platformun önüne gelin,” diye buyurdu.
Harry, acaba Draco yüzünden kulübe girmem yasaklanacak mı, diye düşünürken ona söyleneni yaptı. Hiçbir karanlık büyü kullanmamıştı ve düellonun sonunda olanlar sadece güldürmek içindi. Harry uzaklaştırılsa da umurunda olmayacağına karar verdi; zaten gerçek lanetler kullanılamadığı için yeterince eğlenceli değildi. Mor saçlı Profesör’ün önüne gelerek durdu.
“Mr Potter, sizi Kalkan Büyüsü’nü tekrar yaparken görmek istiyorum.”
Harry şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı. Azar işiteceğini düşünüyordu, bunu değil. Birkaç adım geriledi ve saldırıya hazır olmak için asasını çıkarıp karşı tarafa doğrulttu.
“Stupefy!” diye bağırdı Profesör June.
Harry yeniden kusursuz bir kalkan oluşturarak ona gelen Sersemletme Büyüsü’nü anında engellemiş oldu.
Profesör June’un yüzü keyifle parlıyordu. Onları izleyen öğrencilere yöneldi.
“Bu, sizin hepinizin yapmasını istediğim kusursuz bir engelleme kalkanı. Gördüğünüz üzere, Mr Potter bu kalkanı çok hızlı ve rahat bir şekilde kaldırıyor. Bu yılın sonunda, hepinizin Mr Potter’ın yetenekleriyle aynı düzeye gelmenizi umuyorum.”
Harry homurdandı. ‘Okuldaki bu salaklar benim düzeyime mi gelecek? Ya, ne demezsin!’ diye geçirdi aklından.
“Mr Potter, iki haftada bir düzenlediğimiz bu kulübe gelmeye devam etmenizi umuyorum. Düello yetenekleriniz çok gelişmiş ve diğerleri de sizden bir şeyler öğrenebilirler.”
Harry Profesör’e dik dik baktı; bunamış olabilir mi acaba diye merak ediyordu. Gerçekten, bu öğrencilerin eğitilmesine yardım edeceğini mi düşünüyordu? Babasına döner dönmez, karşı tarafta savaşacağı bu nesle yardım mı edecekti?
“Alınmayın ama, Profesör,” dedi Harry, son kelimeyi vurgulayarak, “vaktimi boşa harcamamayı tercih ederim. Buradaki öğrencilerin bir şey öğreneceğine dair hiç umut yok ve ben de onlara eğitim vermenin bana bir faydası olacağını sanmıyorum. Her şey bir yana, bu sizin işiniz değil mi?”
Profesör June’un yüzünün rengi attı ve sakin kalma mücadelesi veriyordu. Harry ona sırıttı. Hogwarts çalışanlarını çıldırtmaya bayılıyordu.
“Sanırım beni yanlış anladınız. Ben sizden onlara bir şey öğretmenizi istemedim. Ben yalnızca düellolarda yeteneğinizi sergilemenizi umduğumu söyledim. Bu da, tek başına, sınıf arkadaşlarınıza fayda sağlayabilir.”
Harry Profesör’e biraz daha yaklaştı.
“Onlara yardım etmek fazla abartılı, değil mi?”
Harry, Profesör’e arsızca gülümsedikten sonra yürüyüp gitti. Profesör’ü afallamış, öğrencileri ise kafası karışmış bir halde gerisinde bırakıp uzun adımlarla salonu geçti.
Salondan çıkar çıkmaz, çok öfkeli görünen bir James Potter’la burun buruna geldi.
* * *
Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #28: Düello Kulübü & Quidditch [Kısım 2] okumak için tıklayın!
Çeviren: Tuba Toraman
iyi geceler öncelikle çeviri için teşekkürler ve ellerinize sağlık. benim sormak istediğim soru ise şu neden sizin türkçe çeviri watpat te okuduğumdan biraz farklı. çeviri olarak demiyorum. genel olarak olay örgüsü ama gerçekleşme şekli biraz farklı bunun nedenini merak ettim. örnek vermem gerekirse şu son bölümden mesela sizin çevirinizde ron ve hermoni ortak salonda çalışıyorlar ve damien gelip düello kulübüne gitmek istiyor. okuduğum watpat çevirisinde ise harmoni ve ron bir ödev üstünde çalışıyorlar ve damien onlara ödevi harry’nin yaptığını söyleyip yemekhanede zor bela güçlükle onları harry nin yanına oturtuyor. orada damien düello odasına gitme teklif ediyor. başka bir örnek verirsem mesela siz ginny in hala onu kurtaranı aradığını söylediğiniz sahne ron ile damien arasında geçiyor ama okuduğum çeviride harmoni, ron ve damien direk ginny nin önünde yemek salonunda konuşuyorlar. bunun nedenini merak ettim. daha öncesinde de bir çok bu şekilde farklılıklar var. cevaplarsanız sevinirim iyi geceler kolay gelsin.