Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #38: Hogwarts Saldırısı
|GİRİŞ İÇİN TIKLAYIN.
36. BÖLÜM [Kısım 2]
37. BÖLÜM [Kısım 1]
37. BÖLÜM [Kısım 2]
Lord Voldemort’un o karanlık gece, Harry Potter‘ı kaçırıp öldüremeyince kendi oğlu gibi büyütmeye karar verdiği alternatif bir hayran hikâyesine ne dersiniz?
“Karanlık Prens” serisini, Safina Mazhar‘ın kaleminden ve yazarın gözden geçirdiği yeni versiyon üzerinden taze bir çeviriyle sizlerle buluşturuyoruz. Karşınızda İçimdeki Karanlık cildinin otuz sekizinci bölümü!
bölüm 38
• Hogwarts Saldırısı •
Harry’nin sözleri Damien’ın kulaklarında çınlıyor, ona kocaman açılmış gözlerle öylece bakıyordu. ‘Kaçmış mı? Dört yaşındayken hem de? Bu nasıl olur?’
“Sen…? Sen neden bahsediyorsun?” diye sordu Damien. “Sen… sen kaçmadın ki. Annemle babam bana neler olduğunu anlatmıştı. Senin bir… bir Ölüm Yiyen tarafından alıkonduğunu söylemişlerdi, yani arkadaşları olan bir Ölüm Yiyen tarafından… ya da onun gibi bir şeydi işte…” Aklı doğru düzgün çalışmıyordu; Harry’yi ilk öğrendiği zaman, karargâhtaki o gün, annesi ile babasının ona anlattığı detayları bir anda unutmuştu. “Bana… bana senin on beş aylık bir bebek olduğunu söylemişlerdi.”
Harry öfkeyle gözlerini kaçırdı; nafile bir çabayla, bağlı duran yumruklarını sıktı.
“Ne heyecanlı bir hikâye,” diye alay etti. “Ölüm Yiyen’e dönen bir arkadaş. Bir bebeğin kaçırılması. Peki, o zaman bana şunu söyle.” Başını çevirip soğuk bakışlarını Damien’a dikti. “Bu hikâye sana mantıklı geliyor mu? Ölüm Yiyen’in teki neredeyse bir yaşındaki bir çocuğu neden kaçırır ki? Voldemort’un benimle ne derdi olabilir?”
Damien’ın ağzı kurumuştu, ama kendini zorlayarak konuştu; çünkü başka şansı yoktu.
“Çünkü… çünkü Kehanet yüzünden.”
Harry bıkkınlıkla başını iki yana salladı.
“Yapma, Damy! O saçmalığa sakın inanma!” Kısılmış gözlerini Damien’dan ayırmıyordu. “Kehanetin benimle hiçbir ilgisi yok. Baban ile o aşağılık Dumbledore da bana bunu söyleyip beni babama karşı kışkırtmaya çalıştılar!” Üzerindeki bağları zorluyor, öfkesi yüzünden artık sakin duramıyordu. “Düşün biraz, Damien, diyelim ki, söyledikleri doğru ve ben kaderinde Voldemort’u yok edecek kişiyim, o yüzden o da beni kaçırdı; o zaman beni hemen öldürmez miydi?” Damien’a anlamlı bir bakış attı. “O zaman, neden benim yaşamama izin verdi? Ben daha bebekken beni neden öldürmedi? Ben daha şeyken, neydi o, on beş aylık mı?”
Dürüst olmak gerekirse, Damien’ın buna verecek bir cevabı yoktu.
“Ben… bilmiyorum.”
“Kesinlikle, çünkü tüm bunlar tam bir saçmalık!” dedi, delicesine bir öfkeyle. “Gerçekte olan bitenlerin üzerini örtmek için uydurulmuş bir hikâye. Annen ile baban o çok saygın itibarlarını korumaya çalışıyorlar, o yüzden de yaptıklarını gizlemek için bir yalan uydurmuşlar!”
“Annem ile babam yalan söylemez…” diye başladı Damien.
“Ya, öyle mi?” diyerek onun sözünü kesti Harry. “Her zaman mı dürüstler? Senden bu zamana kadar hiç mi bir şey saklamadılar?” Gözlerinde acı ve öfke vardı. “O zaman, benim varlığımdan sana neden hiç bahsetmediler?”
Damien sessizliğe gömülmüştü. Harry’nin sorusu ona tokat gibi çarpmıştı ve verecek hiçbir cevap bulamıyordu.
“Bana… neden söylemediklerini bilmiyorum…”
“Ben biliyorum,” diye araya girdi Harry, “çünkü benim yaşadığımı düşünmüyorlardı. Dört yaşında bir çocuk sokakta tek başına nasıl hayatta kalabilirdi ki?” İfadesi karanlıklaşmıştı. “Benim ebediyen gittiğimi düşünmüşlerdi. Geri döneceğimi beklemiyorlardı. Tam da bu yüzden, sana hiçbir şey söylemediler. Eğer yakalanmamış ve hayatlarına dönmeye zorlanmamış olsaydım, benim varlığımı hiçbir zaman bilemeyecektin!”
Damien’ın Harry’nin söylediklerine inanmaması için bir hayli çabalaması gerekti. Ama özellikle söylediği bir konuda haksız sayılmazdı. Karanlık Prens yakalanmamış olsaydı, Damien bir ağabeyi olduğunu hiçbir zaman bilmeyecekti. Annesi ile babasının yaptığı bu hatayı düşündükçe kanın beynine çıktığını fark etti. Harry’yi bir sır olarak saklamamaları gerekirdi. En azından ondan.
“Haklısın,” dedi Damien, soluğunu tutarak, “annem ile babam yanlış yaptı. Bana sana ne olduğunu anlatmaları gerekirdi.”
Harry soğuk ve alaycı bir şekilde güldü.
“Bana ne olduğunu sana söyleyemezlerdi,” dedi. “Kaybetmek istemeyecekleri bir saygınlıkları vardı. Mükemmel James ile Lily Potter, Aydınlık Savaşçıları!” Harry iğrenerek başını iki yana salladı. “Kapılar ardında yaptıklarını kendi kanından canından birine söyleyemezlerdi.”
Damien sırtından bir ürpertinin geçtiğini ve oradan da tüm vücuduna yayıldığını hissetti. Harry’ye doğru yaklaştı ve elini onun dizine koydu.
“Ne demek istiyorsun?”
Harry başını iki yana salladı.
“İnan bana, bilmek istemezsin, Damien.”
“Hayır, istiyorum,” diye karşı çıktı. “Bana neler olduğunu anlat. Hepsini.”
Ama Harry gözlerini Damien’dan kaçırarak sessiz kalmayı seçti; elleri yumruk halini almıştı.
“Harry, lütfen,” diye fısıldadı Damien, “beni karanlıkta bırakma. Bana neler olduğunu söyle.”
Harry, hüzünlü gözlerle ona baktı.
“Evden kaçtığımda dört yaşındaydım,” diye tekrarladı Harry; sesi daha kısık ve boğuk çıkıyordu. “Anlaması zor değil.”
Damien’ın kafası karışmıştı, ama çok uzun sürmedi. Kafasında, Harry’nin ona az önce söylediklerini bir araya getirdi ve içler acısı bir sonuca ulaştı; öyle ki, nefesi göğsünde sıkışmış, gözleri dehşetle açılmıştı.
“Hayır,” diye fısıldadı, başını sallarken, “hayır, onların… senin… senin canını yakmış olduklarını… düşünemezsin…”
“Canımı yaktıklarını düşünmüyorum. Biliyorum!” diye araya girdi Harry. “Her şeyi, her şeyi hatırlıyorum, Damien! Her yumruğu, her tekmeyi, her tokadı, bana söyledikleri tüm o iğrenç sözleri, hepsini! Aklıma kazınan tüm o anıları, geceleri daha fazla rüyalarıma girmesin diye, çıkarıp attım ben! İşte, bana yaptıkları bu. Üstelik annen ile baban bana yalnızca çocukken işkence etmediler, onlardan kaçtıktan sonra da canımı yakmaya devam ettiler! İşte, Damien, söyledim! Bunu mu duymak istiyordun?”
Harry kesik kesik nefes alıyordu ve gözleri yaşlarla dolsa da gözünden yaş akmasına izin vermiyordu. Ancak, Damien’ın gözyaşları yavaş yavaş yanaklarından aşağı süzülmeye başlamıştı. Eli hâlâ Harry’nin dizindeydi, ama elini yumruk haline getirmişti. Tüm bu duyduklarından sonra, Damien’ın sesi titrek çıkıyordu.
“Harry…” Başını iki yana salladı. “Onlar seni… seni incitmiş olamazlar. Benim tanıdığım annem ile babam…”
“Senin sahip olduğun anne baba ile benimkiler aynı değil,” diyerek onun sözünü kesti Harry. “Seni seviyor gibi görünüyorlar, seni gerçekten önemsiyorlar.” Acı dolu bir ifadeyle sırıttı. “Benim için aynısını yaptıklarını söyleyemem.”
Damien karşı çıkmadı. Faydası olmayacağını biliyordu. Harry onu nasılsa dinlemeyecekti. Sonra, birden Damien’ın aklına bir şey geldi; aklını bulandıran karanlığın içinden bir ışık doğmuş gibiydi. Vücudunu dikleştirerek ellerini Harry’nin bağlı ellerinin üzerine koydu.
“Pekâlâ, Harry,” diye başladı, “seninle tartışmayacağım. Annem ile babamın sana…” dedi, bocalayarak, “neler yaptıklarını hatırladığını söylüyorsun, o yüzden… ben de sana inanıyorum.” Gözlerini, karşısında duran kan çanağına dönmüş gözlere dikti. “Ama benim de bir tane sorum olacak.” Dudaklarını yaladı ve kalp atışlarının yavaşlamasını diledi. “Başına gelen her şeyi hatırladığını söylüyorsun. Evden kaçtığında dört yaşındaydın, doğru mu?”
Harry, gözlerini Damien’dan ayırmadan, başıyla onayladı.
“Bu doğruysa eğer,” diye devam etti Damien, “o zaman, beni neden hatırlamıyorsun?”
Harry’nin kafası karışmış, kaşları çatılmıştı; soruyu anlamamış gibi bir hali vardı.
“Ben senden üç yaş küçüğüm, Harry,” diye açıkladı Damien. “O yüzden, dört yaşında evden kaçtıysan, ben de o zamanlar yaklaşık bir yaşında oluyorum. Başına gelen her şeyi hatırlıyorsan, o zaman beni de hatırlaman gerekmiyor mu? Oysa biz seninle karargâhta ilk kez karşılaştığımızda, bir kardeşin olduğuna şaşırmış görünüyordun.”
Sorunun şaşkınlığıyla, Harry’nin gözleri kocaman açılmıştı; bakışlarındaki şok ifadesi tüm yüzüne yayıldı.
“Beni neden hatırlamıyorsun?” diye devam etti Damien, “bunu bir düşün, Harry. Yerine oturmayan bir şeyler var.”
Harry konuşmak için ağzını açtı, ama sesi dışarıdan gelen bir patlamanın gürültüsü içinde kayboldu. Damien, zindanlara sihirle yerleştirilmiş pencereye doğru hızla başını çevirdi. Önce Harry ile göz göze geldi, sonra ayağa kalkarak pencereye koştu; ama tüm görebildiği, karanlık zemindi.
“Hiçbir şey göremiyor-“ Damien’ın lafı, havaya yükselen yeşil bir ışığı görünce kesildi. Tüm cadı ve büyücülerin ölesiye korktuğu şekil havada belirdi: Karanlık İşaret. Damien, ağzından korkunç bir yılan çıkan kafatası şeklini görebilmek için başını kaldırdı. “Aman Tanrım!” dedi, soluğunu tutarak.
Harry başını kaldırıp duvara baktı; orada ona yakın bir yerde asılı duran saat, ona çaresizliğiyle alay edermiş gibi görünüyordu. Saat sekizi gösteriyordu.
“Buradalar,” dedi Harry, onu saran iplerle mücadele ederek.
Damien ona dönüp öylece bakakaldı.
“Biliyor muydun?” diye sordu. “Geleceklerini biliyor muydun?”
Harry çaresiz gözlerle kapıya baktı.
“Damien, senden bir şey istiyorum,” dedi Harry, sorusunu duymazdan gelerek. “Gidip Draco’yu bul ve ona sinyali göndermesini söyle. Ölüm Yiyen’leri durdurması gerek. Ne yapacağını biliyor.”
Ancak, Damien şoktan kaskatı kesilmişti. Aklı yalnızca tek bir şeye odaklanmıştı.
“Ölüm Yiyen’ler buraya nasıl girebilir?” diye sordu. “Hogwarts çok korunaklı bir yer.”
“Hiçbir şey sonsuza dek korunaklı kalamaz,” diye cevapladı Harry. “Hadi, Damien, git lütfen.”
Damien, Harry’ye bakıyordu.
“Senin için mi geldiler?”
Harry sessiz kaldı.
“Bugün eve gitmeyi umuyordum,” diyerek onayladı.
“Babama o yüzden saldırdın,” dedi Damien, olayın farkına vararak. “Bu gece kaçmayı planlıyordun.”
Harry cevap vermedi, ama tekrar ellerini iplerden kurtarmaya çalışıyor, nafile bir çabayla çırpınıyordu. Ama tek yapabildiği, derisini keserek neredeyse kanayacak raddeye getirmek olmuştu.
Damien düşüncelerinde kaybolmuş görünüyordu. Bakışlarıyla pencereyi taradı; kulağına gelen sesler, ona, dışarıda korkunç bir savaşın başladığını söylüyordu. Ölüm Yiyen’ler ile Seherbaz’ların birbirlerine yolladıkları lanetlerin sesini ve havada uçan büyülerin vızıltısını neredeyse duyar gibiydi. Başını çevirip Harry’ye baktı; gözleri bir an için ona kitlendi ve ardından, bir karar vererek harekete geçti. Harry’ye doğru gelip tekrar dizlerinin üzerine çöktü. Ağabeyini sandalyeye bağlayan ipleri çözmeye başladı. Önce bir elini, ardından ise diğerini serbest bıraktı.
“Sen… ne yapıyorsun?” diye sordu Harry, şok içinde sandalyede oturmaya devam ederek; bacaklarındaki düğümleri çözmüyor, yalnızca şaşkınlıkla Damien’a bakıyordu.
“Gitmen gerek,” dedi Damien, ona bakmadan konuşarak. “Babamı duydun. Ona yaptıklarından sonra, tüm o olanlardan sonra,” başını kaldırıp pencereye baktı, “seni Azkaban’a gönderecekler.” Sesi, hapishanenin ismini söylerken titremişti. Son ipleri de çözdükten sonra ayağa kalktı.
Harry de göğsündeki ipleri çekerek ayağa kalktı. Çocuğun az önce yaptığını idrak edemiyormuşçasına gözünü dikmiş ona bakıyordu.
“Ne yaptığını bilmiyorsun,” diyerek onu uyardı. “Benim kaçmama yardım ettiğin anlaşılırsa, senin üzerine gelecekler. Azkaban’a gönderilebilirsin.”
Hapishanenin ismi üzerine, Damien’ın rengi attı; ama sonra, kararlılıkla başını iki yana salladı.
“Gönderilmem,” dedi. “Git hadi, biri gelmeden önce.”
Harry kapıya baktı, ama hareket etmedi. Başını çevirmiş, yine Damien’a bakıyordu.
“Ne yaptığının farkındasın, değil mi? Ben James Potter’ı öldürmeye çalıştım. Ve başarılı olana kadar da öldürmeye çalışacağım.”
Damien ‘öldürmek’ sözünü duyunca irkildi, ama cesur bir hareketle gözlerini Harry’ninkilere dikti.
“Sen benim ağabeyimsin,” dedi, son dört aydır durmadan söylediği sözlerini yeniden tekrarlayarak. “Azkaban’a gitmendense, buradan sapasağlam çıkmanı ve güvende olmanı tercih ederim.” Harry’nin yeşil gözlerine baktı. “Ama olur da, tekrar annemi ya da babamı incitmeye kalkışırsan, önce beni öldürmek zorunda kalırsın,” diye belirtti. “Hayatta olduğum sürece, onların başına bir şey gelmesine asla müsaade etmeyeceğim.”
Harry gülümsedi. Ama bu her zamanki sırıtırcasına gülüşlerinden biri değildi. Oldukça içtendi.
“Tipik bir Gryffindor,” dedi, Damien’ı şaka yollu iterek.
Damien da zayıf bir gülümsemeyle karşılık verdi.
“Ve kahrolası gururum.”
Dışarıda yankılanan çığlık sesleri, iki çocuğu da kendine getirdi. Harry kapıya doğru döndü, ama durarak başını çevirip Damien’a son bir bakış attı.
“Hogwarts’ta kal. Şatonun içine gelemezler.”
Damien, gözlerinde biriken yaşlarla, onaylarcasına başını salladı.
Harry döndü ve kapıyı sessiz ve asasız bir büyüyle açarak odadan çıktı; ardında, gönlü kırık bir Damien bırakmıştı.
* * *
Dışarıda savaşıldığını duyan öğrencilerin büyük bir çoğunluğu, kendilerini yatakhanelerinden dışarı atmıştı. Sınıf Başkanları, kendi binalarından öğrencileri güvenli yatakhanelerine geri götürmeye çalışıyorlardı; ancak, gerçek şu ki, artık güvenli bir yerin olup olmadığından kendileri bile emin olamıyorlardı. Öğrenciler, Giriş Salonu’nda toplanmış, pencerelerden dışarı bakıyorlardı; bir kısmı gördükleri karşısında titriyor, bir kısmı da dışarıdan gelen savaş sesleri yüzünden ağlıyordu. Havada uçuşan yeşil ışıkların yanı sıra, ‘Avada Kedavra’ diye bağırılan sesler de, çoğu öğrencinin arasında büyük bir paniğe yol açıyordu.
Ancak, hâlâ şatonun içerisinde bulunan Yoldaşlık üyeleri, peşlerinde çoğu Profesör ile birlikte geldiklerinde, öğrenciler zorla yatakhanelerine gönderildi ve hepsine katiyen dışarı çıkmamaları, içeride kalmaları tembih edildi. Gel gelelim, öğrencilerin hepsinin bu uyarıyı dikkate aldıkları söylenemezdi; Seherbaz’lar savaşmak için dışarı çıktığında ve Profesör’ler ayakaltından çekildiği anda, çoğu üst sınıflardan oluşan bazı öğrenciler yeniden Giriş Salonu’nda toplanmış, pencerelere üşüşmüş bir halde dehşet içinde olanları izliyorlardı.
Bu öğrencilerden biri de, Neville Longbottom’dı ve şuanda ne yapması gerektiğiyle ilgili kendi kendine bir mücadele veriyordu. O Seçilmiş Kişi idi; Albus Dumbledore’un himayesi altında eğitilen kişiydi. Dışarı çıkıp Seherbaz’ların yanında savaşmalı mıydı?
“Saçmalama, Neville!” Neville bu soruyu Hermione’ye sormuş, Hermione de onun koluna yapışmıştı. “Yeterince eğitilene kadar hiçbir yere gitmiyorsun!”
“Kendini öldürteceksin!” dedi Parvati, feryat figan.
“İçeride kalın,” dedi Dean; yüzü hasta gibi görünüyordu. “Dışarı çıkmayı aklınızın ucuna dahi getirmeyin!”
“Ama yardım edebilirim,” diye ısrar etti Neville. “Hogwarts’ın korunmasına yardım etmeliyiz.”
“Senin için gelmiş olabilirler!” dedi Lavender, panikten kendini kaybetmiş bir şekilde. “Doğrudan onların tuzağa düşmüş olursun!”
Hermione, korkulu bakan gözlerini Ginny ile Ron’a çevirdi. Onlar, Ölüm Yiyen’lerin kim için burada olduklarını biliyordu ve bu kişi Neville değildi.
* * *
Harry, Hogwarts zindanlarının ıssız koridorlarında koşuyordu. İşte, şimdi işi bitmişti. Saat tam sekizde, dışarıda, Hogwarts arazisinde bekliyor olması gerekiyordu; zindanlarda köşeye sıkıştırılmış bir halde Azkaban’a gönderilmeyi değil.
Kendisine kızmanın sırası olmadığını düşünerek koşmaya devam etti. Aklını kaybedemezdi; hem belki, belki de, buradan çıkmayı ve eve dönmeyi başarabilirdi. Onu ana koridora götürecek merdivenlere ulaştı ve süratle çıkmaya başladı.
Kapıyı iterek açtı ve zindanlardan dışarı çıktı. Şimdilik her şey yolundaydı. Etrafta hiçbir Profesör ya da Seherbaz görünmüyordu. Elinden geldiğince ses çıkarmadan ilerledi. Köşeyi döndüğünde, Giriş Salonu’na giden uzun koridorun sonunda konuşlanmış iki Yoldaşlık üyesini görünce aniden durdu.
Ancak, iki adam da Harry’nin çıkardığı sese doğru dönmüştü; ellerinde asaları hazır bekliyor, alınlarından terler boşalıyordu. Belli ki, dışarıda kopan kıyametin gerginliği onları çoktan sarmıştı. Bir de, şatonun içinde düello etmeyi beklemiyorlardı.
Harry’nin asası yoktu. Potter’ın ona verdiği asa hâlâ yastığının altında duruyordu. Ama o işe yaramaz çubuk elinde olsaydı bile, ona itaat etmeyecekti. Harry onlara doğru yaklaşırken parmaklarını esnetti. Asaya ihtiyacı yoktu. Bu Yoldaşlık üyelerinin icabına kendi bakacaktı.
“Dur!” diye bağırdı adamlardan biri, asasını Harry’nin göğsüne doğrultarak. “Kaldır ellerini, dizlerinin üzerine çök!”
“Hiç sanmıyorum,” diye hırladı Harry.
Diğer adamın da asası Harry’ye doğrultulmuştu, ama adam onu uyarmak yerine, saldırıya geçmeyi seçti.
Sersemletme Büyüsü, Harry’ye doğru kör edici bir hızla geldi, ama çocuk lanetin yolundan çekilerek üzerlerine yürümeye devam etti. Parmaklarını havada şıklattı ve iki avucunda da birer ateş topu belirdi. Harry ateş toplarını adamların ikisine de gönderdi ve her ikisinden de korku dolu bir nida yükseldi. Yoldaşlık üyeleri, hangi yöne gideceklerini bilemezken, çocuğun yolundan çekildiler. Harry’nin asasız büyüsü her ikisini de vurunca, havaya uçarak karşı duvara yapıştılar. Çarpma sesi, koridorda rahatsız edici bir şekilde yankılandı ve iki adam da çarptıkları duvardan yere yığılıp bayıldılar.
Harry hızla yanlarından geçerek koridor boyunca koşmaya başladı; ta ki, Giriş Salonu’na varana dek. Ani bir şekilde durarak salonun içerisinde toplanmış çok sayıda öğrencinin korku dolu hallerine baktı. Salonda bulunan her bir öğrenci de dönüp ona bakmıştı.
* * *
Bella’nın sinirleri git gide daha çok geriliyordu. Güvenlik duvarlarını indirmeyi ve saat tam sekizde araziye girmeyi başarmışlardı. Ancak, duvarlarda oluşturdukları açıklığı yalnızca on iki dakika tutabilirlerdi. En fazla on iki dakika. Ellerindeki tek fırsat buydu ve daha şimdiden yedi dakika geçmişti. Ama yine de, Harry’den hiçbir işaret yoktu. Draco’nun, ona, saat tam sekizde arazide olmasını söyleyen mesajı iletmiş olması gerekiyordu. Kendi kendine, Draco’nun her şeyi berbat etmiş olabileceğini söyledi. Mesajı iletmeyi başaramamıştı. Harry’nin hâlâ gelmiyor olmasının sebebi buydu. Öyle olması gerekiyordu. Aklına başka hiçbir açıklama gelmiyordu.
Bella’nın arkasından, “nerede kaldı?” diye bağırdı Nott, Seherbaz’lardan birine Öldüren Lanet gönderirken.
“Henüz gelmedi,” diye cevapladı Bella, onunla düello etmeye kalkışacak kadar aptal olan bir büyücüye lanet gönderirken.
“Onu kapana kıstırmış olmalılar!” diye bağırdı Nott, nefes nefes kalmış bir halde. “Onun bize gelmesi lazım, biz içeri giremeyiz. Yalnızca beş dakikamız kal-“
“Sakın!” diye tısladı ona, Bella, “sakın cüret edeyim deme!” Kara gözleri öfkeyle parlıyordu. “Onu alana kadar hiçbir yere gitmiyoruz. Ya buradan Karanlık Prens’le ayrılırız,” dudaklarında çarpık bir sırıtış belirdi, “ya da asla ayrılmayız.” Hızla arkasına dönüp bir Seherbaz’a Öldüren Lanet yolladı; adam yere devrilirken, o gülümsüyordu.
* * *
“Harry?” Parvati ile Lavender, yüzlerinde endişe ve ilgiyle, Harry’ye doğru koşturdular. “Ne? Sana ne oldu?”
Harry, hâlâ, üzerinden torba gibi sarkan Sirius’un kıyafetlerini giyiyordu. Alnında çirkin bir morluk oluşmuş olmalıydı; bunu ağrısından anlayabiliyordu. Dumbledore onu yere devirdiğinde, kafasını çarpmış olmalıydı. Tüm bunların yanında, nefes nefese kalmış ve yüzü de terden sırılsıklam kalmıştı.
Harry onları görmezden gelerek kapılara doğru yürüdü; adımlarını kararlılıkla atıyor, bir amacı olduğu mesajını veriyordu.
“Hey! Nereye gidiyorsun?” diye bağırdı, ona doğru koşmuş olan Dean ile Lee; ellerini onun önüne koyarak onu durdurdular. “Oraya gidemezsin!”
“Çekilin yolumdan,” dedi Harry, onları sertçe kenara iterek; ve etrafı meraklı öğrencilerle daha çok çevrilirken yürümeye devam etti.
“Harry, ne-?”
“Nereye gidiyorsun?”
“Deli misin? Oraya gidemezsin!”
“Potter!” Bu seferki farklı bir sesti. Harry dönüp baktığında, dört Yoldaşlık üyesinin karşısında dikildiğini gördü. Hepsinin ellerindeki asalar ona doğrultulmuştu.
Harry arkasına dönerek onlarla yüz yüze geldi.
“Yoldan çekilin, hemen!” diye bağırdı çocuklara, aralarından biri; dördü birden hızla Harry’ye doğru ilerlerken.
Öğrenciler, şaşkına dönmüş bir halde, onlara söyleneni yaptılar; kaşlarını çatmış, birbirlerine yüksek sesle neler olduğunu anlamadıklarını fısıldıyorlardı. Dört Yoldaşlık üyesi de ona doğru gelirken, Harry onları izleyerek olduğu yerde kaldı.
“Yere yat, ellerini kaldır, hemen!” dedi, aynı Yoldaşlık üyesi; Harry’ye doğru ilerlerken, asa tutan eli titriyordu.
“Ne-?” dedi Angelina, tükürür gibi konuşarak, “ne yapıyorsunuz?” diye sordu, ancak adam hiç oralı olmadı. Dördünün de gözü, Karanlık Prens’ten başka bir şey görmüyordu.
Harry olduğu yerde durmaya devam etti.
“Yere yat, hemen!” diye bağırdı adam.
Harry gülümsedi. Adam korkusunu dışa vuruyordu. Sonuçta, bunlar Yoldaşlık üyeleriydiler, Seherbaz değil. Böyle bir durumla nasıl baş edeceklerini bilmedikleri için korkuları hareketlerine yansıyordu.
Harry yavaşça ellerini havaya kaldırdı ve etraftaki öğrencilerin şaşkın bakışları altında, dizlerinin üzerine çöktü.
“Harry?”
“Neler oluyor?”
“Onu rahat bırakın!”
Harry’nin arkasında, donakalmış kızgın öğrencilerin oluşturduğu sesler git gide artınca, Yoldaşlık üyelerinin dikkati dağıldı. Ama dördü de gelerek, önlerinde diz çökmüş çocuğun etrafını sardılar; titreyen asaları direkt kafasına doğrultulmuştu. Emirler yağdıran adam Harry’nin tam önünde durarak asasını onun alnına dayadı. Harry sırıtarak başını kaldırıp adama baktı.
“Büyük hata,” diye tısladı.
Göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir sürede, eli asanın üzerine kapandı ve Harry asayı çekerek, bacaklarından birini kaldırıp adamın bacaklarına tüm gücüyle vurdu. Diğerleri Harry’ye çok yakın olduklarından, bir adım geriye sıçramak zorunda kaldılar. Adam şimdi ayağa kalkmıştı. Sırt üstü düşerken asanın tutuşunu kaybetmiş, onu Harry’nin eline bırakmıştı. Her şey o kadar hızlı oldu ki, Yoldaşlık üyelerinin harekete geçecek fırsatları dahi olmadı. Onlar ne olduğunu anlamadan, Harry, elinde asayla, şimdi ayakta duruyordu.
Harry eliyle bir süpürme hareketi yaptı ve diğer üç Yoldaşlık üyesinin de aynı anda ayakları yerden kesildi. Sert bir şekilde yere düştüklerinde, acıdan nefesleri kesilmiş bir halde inliyorlardı; ancak, yattıkları yerde çok oyalanmadılar.
Harry’nin gönderdiği bir Sersemletme Büyüsü, Yoldaşlık üyelerinden birini vurarak onu geriye uçurdu. Sağında duranlardan biri, art arda üç lanet birden yolladı. Harry büyülerin yolundan çekilirken, arkasındaki öğrenciler de çığlık çığlığa bağırarak kaçıştılar. Harry adama asasız bir büyü yolladı. Yoldaşlık üyesi Harry’nin elindeki asayı izlemekle o kadar meşguldü ki, başka hiçbir şeye dikkatini vermemişti. Harry’nin sessiz büyüsü onu vurarak havaya uçurdu. Adam önce tavana vurdu, ardından yüzükoyun sert bir şekilde zemine düştü. Artık kıpırdamıyordu.
Geriye kalan iki adam on altı yaşındaki çocuğun üzerine yürür, ona farklı farklı lanetler yollarken, öğrenciler olan biteni hayretler içinde izleyerek geriye çekiliyorlardı. Harry asasını çevirerek mavi kalkanını oluşturdu; kalkan, şimdi, baştan ayağı etrafını sarmıştı. Lanetler kalkana çarpıp yok olurken, bu sefer öğrencilerle birlikte Yoldaşlık üyeleri de afallamıştı. Harry’nin sıra dışı kalkanını her Yoldaşlık üyesi bilmiyordu.
Yoldaşlık üyelerinin her ikisi de bir süre saldırmadan öylece durdular ve Harry kalkanını indirdi. Onlara yaklaşmalarını işaret edince, adamlar şaşırdılar. Asasını indirerek birinin elleriyle boğazına yapışırken, diğerini tekmeleyerek geriye savurdu. Boğazından yakaladığı adamın kafasına tek bir yumruk indirerek adamı yere serdi. Diğeri ayağa kalkamadan, Harry kayarak onun önüne gidip yüzüne yumruğu indirdi.
Nefes nefese kalmış bir halde doğruldu ve gözleriyle yerde baygın yatan tüm Yoldaşlık üyelerini teker teker taradı; gerçekten bayıldıklarından emin olmaya çalışıyordu. İşte o anda, orada bulunan öğrencilerin korkulu bakışlarıyla karşılaştı. Ağızları bir karış açık, gözlerini dahi kırpmadan şok içinde ona bakıyorlardı. Harry’nin bakışları Hermione ile Ginny’de durdu; onlar da en az diğerleri kadar sarsılmış görünüyordu.
* * *
Son üç dakika. Bella artık panik halindeydi. Dışarıda Seherbaz’lar ile korumaların icabına bakmışlardı, ama Harry’den hâlâ bir iz yoktu. Üç dakika içinde buradan çıkmayı başaramazlarsa, Anahtar’ı çalıştıramayacaklardı; çünkü güvenlik duvarları tüm gücüyle tekrar örülmüş olacaktı.
Yanında getirdiği Ölüm Yiyen’ler huzursuzlanmaya başlamış, daha fazla riski göze almak istemiyor, bir an önce gitmek istiyorlardı. Onları hâlâ orada tutan tek bir şey vardı; o da, yanlarında karanlık vârisle dönmezlerse, Voldemort’un onlara yapacaklarından korkmalarıydı. Ancak, en az onun kadar korktukları bir başka şey ise, onları tek bir vuruşla yok etme gücüne sahip beyaz sakallı büyücünün her an belirmesi endişesiydi. Ve okuluna saldırdıklarını düşününce, Dumbledore’un belirmesi artık an meselesiydi.
Bella koyu renk gözlerini yüksek şatoya doğru kaldırdı. Harry’nin dışarı çıkmasına engel olabilecek tek şeyin, bir kişi, yalnızca bir kişi olduğunu biliyordu.
“Albus Dumbledore!” diye bağırdı, ciğerleri yırtılırcasına. “Savaşmak mı istiyorsun? O zaman çık ve savaş!” diyerek meydan okudu. “Ama onu bırak! Senin düşmanın o değil! Biziz!” diye bağırmaya devam etti. “Onu serbest bırak, Dumbledore!”
Başını geriye atarak uzun ve umutlu dolu bir çığlık attı.
“HARRY!”
* * *
Giriş Salonu’nda toplanmış kalabalık da dâhil olmak üzere, Bella’nın çığlıklarını herkes duymuştu. Harry onun sesini duyduğunda irkildi; sesi çok yakından, hemen şu kapıların ardından geliyordu. Kalbi hem heyecandan hem de korkudan deli gibi atmaya başladı; o burada olduğu için heyecanlı, ama kendini öldürteceği için de korkulu.
Bella’nın dudaklarından onun ismi çıktığında, Harry süratle koştu. Şimdi onu korkuyla ve dehşetle izlemekten başka bir şey yapamayan öğrenci kalabalığının arasından geçti.
Hogwarts öğrencileri artık gerçeği öğrenmişlerdi. Bella’nın çığlıklarına, kendi gözleriyle az önce tanık oldukları olaylara ve Harry’nin dışarı çıkma mücadelesine, bir de Harry Potter’ın gizemi eklenince, ellerine tek bir gerçek kalıyordu: Harry Potter, Karanlık Prens’in ta kendisiydi.
Aralarında ona arkadaşlık eli uzatmış olan çocuklar, Harry’den çekindiler. Ona göz kırpmış ve onu öpme hayalleri kurmuş kızlar, şimdi Harry yanlarından geçerken, korkuyla geri çekildiler. O kapılara doğru ilerlerken, her biri çekilerek onun yolunu açtılar.
Harry Ron, Hermione ve Ginny’nin yanından geçti, ama onlara tek bir bakış dahi atmadı. Harry’nin şuan tek düşündüğü, o kapıları geçerek Bella’ya ulaşmaktı; böylece, nihayet evine dönebilecekti.
Ancak, öğrencilerden biri kalabalıktan çıkarak kapıların önünde durdu ve kan çanağına dönmüş gözlerini Harry’ye dikti. Harry durdu; Neville’in gözlerine bakarken kalbi ağzında atıyordu.
“O sen misin?” Neville’in sorusu tüm salonda yankılanmış, sesi titrek ve acı dolu çıkmıştı.
Harry cevap vermedi.
Neville ona doğru bir adım attı.
“Sen misin?” diye sordu, kahverengi gözleri Harry’ye kitlenmiş bir halde. “Sen… Karanlık Prens misin?”
Harry başını kaldırarak dikleşti.
“Çekil yolumdan, Neville,” dedi, yavaş yavaş onun üzerine doğru giderek.
“Yoksa ne olur?” diye tısladı Neville. “Beni de mi öldürürsün? Tıpkı ailemi öldürdüğün gibi?”
Etraflarındaki öğrenciler nefeslerini tutmuştu ve gözleri bir Harry’ye bir Neville’e gidip geliyordu.
Harry gerildi. Yumruklarını sıkıp sıkıp bıraktı. Sonra, Neville’e gülümsedi.
“Hayır,” dedi, “onlar savaşırken öldü. Senin öyle bir şansın olmaz.”
Neville sakin kalma mücadelesini kaybetti. Hızla asasını çıkardı, ama Harry buna hazırdı. Elinin basit bir hareketiyle, Neville’i kenara savurarak salonun köşesinde duran zırha doğru fırlattı. Neville’in düşüşüyle, asası da elinden düşmüştü. Öğrencilerin solukları kesilmiş, bazıları ise şokla çığlık atmıştı; ancak, kimse yerinden kıpırdamadı.
Neville düştüğü yerden kalkamadan önce, Harry ona doğru fırladı. Neville’i cüppesinin önünden yakaladığı gibi birden kendisine çekti.
“Hayatına değer veriyorsan, ayağımın altında dolaşmazsın, Longbottom!” diye tısladı. “Bütün bir aileyi yok etmeye meraklı değilim, tabii beni buna zorlamazsan!”
Çocuğu iterek bırakınca, Neville sırt üstü düşerek kafasını mermer zemine vurdu.
Taşlaşmış halde duran öğrencilere son bir bakış atan Harry, hızla dönerek kapılara doğru yürüdü; kapıları parçalarcasına açıp sonunda dışarı adımını attı.
* * *
Dört yaşındaki Harry’nin Godric’s Hollow’dan ayrılmasıyla sonlanan anılar bitince, James, Lily ve Sirius Düşünseli’nden çekildiler. Ani çekilmeyle, üçü birden yere düşmüşlerdi. James daha tek bir kelime dahi edemeden, Müdür hızla onlara doğru geldi.
“Acele etmeliyiz, Harry’yi alıp gidin!” dedi Dumbledore, hızla James’i ayağa kaldırırken.
Müdür’ün sesindeki ürpertiyi sezmenin şaşkınlığıyla, “Dumbledore? Ne oldu?” diye sordu James.
“Ölüm Yiyen’ler! Hogwarts saldırı altında!” dedi Dumbledore, elinde asasıyla kapıya doğru ilerlerken.
“Ne?” diye bağırdı Sirius ile Lily, aynı anda.
“Hayır! Harry!” James dönüp kapıya doğru koştu.
Voldemort’un Ölüm Yiyen’leri başta olmak üzere, bir daha kimsenin oğlunu elinden almasına izin vermeyecekti. Ancak, daha kapıya ulaşamadan, dışarıdan korkunç bir çığlık duyuldu. Lily çoktan pencereye ulaşmış, dehşet içinde dışarıya bakıyordu.
“Hayır!” diye bağırdı aniden, “Harry! Hayır!” Eliyle pencerenin camına vurdu.
James ile Sirius da süratla pencereye koştular ve geceler boyu kâbuslarından çıkmayacak bir sahneye şahit oldular.
Hogwarts arazisi, sayısız beyaz maskeli Ölüm Yiyen’le kaynıyordu; yerde yatan bedenlerin arasında öylece dikiliyorlardı. Ama ondan da öte, James’in asıl soluğunu kesen şey, saçları dağınık bir çocuğun kadın Ölüm Yiyen’in kollarına doğru koştuğu sahne oldu.
Bellatrix Lastrange, sevgi dolu bir annenin karanlık ve çarpık bir versiyonu misali, kollarını kocaman açmış, uzun zamandır görmediği oğluna kavuşmayı bekliyordu. Harry onun kollarına atıldığında, Lily’den boğulurmuş gibi bir çığlık yükseldi; Düşünseli’nde gördüklerinden bu yana gözlerinde süzülen yaşlar bir an için bile kurumamıştı.
Harry, Bella’nın karşısında durur ve Bella’nın eli Harry’nin yüzünü şefkatle okşarken, James dehşet içinde izledi. Kadının dudakları muhtemelen ona iyi olup olmadığını sormak için aralandı. Harry başıyla onaylayınca Bella gülümsedi. Onun elinden tuttu ve James, onun diğer elinin bir Anahtar’a kapandığını biliyordu.
“Hayır!” diye bağırdı ve pencereyi yumruklayarak camı paramparça etti; asasını çıkararak doğrudan Bella’ya yöneltti.
Camın kırılma sesi üzerine, Harry başını kaldırıp baktı ve öfkeyle bakan gözleri James’inkilerle buluştu; James, Harry’ye kavuştuğundan beri, ilk kez, ona yöneltilen bu nefret ve öfke dolu bakışların sebebini anlıyordu.
James laneti savurdu; büyü asasının ucundan çıkarak fırtına gibi Bella’ya ilerledi. Ancak, büyü daha yolu bile yarılamadan, Bella Anahtar’ı çalıştırmıştı. James’e pis bir sırıtış göndererek ortadan kayboldu; giderken Harry’yi de yanında, Lord Voldemort’a götürmüştü.
* * *
Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #39: Evde [Kısım 1] okumak için tıklayın!
Çeviren: Tuba Toraman