Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #62: Son Hortkuluk

Karanlık Prens - İçimdeki Karanlık #62: Son Hortkuluk

GİRİŞ İÇİN TIKLAYIN.

59. BÖLÜM

60. BÖLÜM

61. BÖLÜM

Lord Voldemort’un o karanlık gece, Harry Potter‘ı öldürmeyip kendi oğlu gibi büyütmeye karar verdiği alternatif bir hayran hikâyesine ne dersiniz?
ÖNEMLİ BİR NOT: Karanlık Prens serisinin ilk cildi İçimdeki Karanlık hikâyesinin yeniden yazılmış bölümleri 57. bölümle sınırlıydı. Yazar bu maceranın yeni versiyonunu uzun süredir yazmadığı için, kalan bölümlerin yeni versiyonunu eskisiyle bağlayarak yayınlama kararı aldık. Bundan böyle bölümler, Tuba Toraman‘ın düzeltisiyle karşınızda olacaktır. Karşınızda İçimdeki Karanlık cildinin altmış ikincibölümü!

bölüm 62

Son Hortkuluk


Beş çocuk sabahın erken saatlerinde bir araya gelip son görevleri için yola koyuldular. Gidecekleri yere ne kadar çabuk ulaşırlarsa, herkes için o kadar iyi olacaktı. Damien, Ron ve Ginny ailelerini Hermione’nin evine gitmek konusunda ikna etmekte sorun yaşamamışlardı. Yoldaşlık’ın bu ara işi başından aşkın olduğu için, çocukların ayakaltından çekilmesi aileleri mutlu etmişti. Granger’ların onlara iyi bakacağından hiç şüphe duymuyorlardı. Hermione’nin annesi ile babası ise onun bir büyücü evinde birkaç gün kalmak istemesinden pek hoşlanmamışlardı. Evlerine düzenli olarak gelen Gelecek Postası’ndan olan biten her şeyi takip ediyor, o dünyanın bir parçası olduğu için kızlarının güvenliğinden git gide daha çok endişeleniyorlardı.

Hermione, Potter’ların evinde kalacağı, Mr Potter’ın bir Seherbaz olduğu ve onun evinin en güvenli yer olduğu konusunda ısrar ederek sonunda onları ikna etmeyi başarmıştı. Ayrıca, yanına cep telefonunu da alıp onları her gün arayacağına söz vermişti.

Böylelikle, her şeyin hazır olmasıyla, beş çocuk bir araya gelerek tren istasyonuna doğru yola çıktılar. Voldemort’un büyüdüğü yetimhanenin bulunduğu küçük kasabaya gidebilmek için Muggle trenini yakalamaları gerekecekti. Bavullarını büyüyle küçülterek ceplerine yerleştirmişlerdi. Trende giderken hiçbiri konuşmamıştı. Aslında kasabaya doğrudan Cisimlenebilirlerdi, ama kasabanın tam yerini bilen tek kişi Harry idi. Ve yola çıkmadan önce, Harry dayanamayıp onunla gelmemeleri konusunda onları yeniden ikna etmeye çalışmıştı.

“Bu yolculuğu hep birlikte yapmamız işleri daha da zor hale getirmekten başka bir işe yaramayacak. Tek başıma gidersem her şey daha kolay ve hızlı olur,” demişti Harry, diğerleri yola çıkmak için hazırlanırken.

“Bunu konuşmuştuk, Harry. Seninle geliyoruz. Eğer sen bizi yanında kabul etmezsen, biz de kendi başımıza yol alırız. Ve en son Hortkuluk aramak için bölündüğümüzde neler olduğunu hatırlatırım,” dedi Ginny.

Harry bir şey diyememişti. Hayatında ilk defa, bu dörtlünün yanında olmasından rahatsızlık duymuyordu. Hatta onlarla trene bindiğinde, çok uzun bir süredir görüştüklerini ve onların yanında kendini neredeyse rahat hissettiğini fark etmişti. Kızıl saçlı kıza yeniden bakarak onu Hermione’nin yanına otururken izledi. Ve sonunda, Harry çok kısa bir anlığına da olsa gülümsemeden edememişti.

* * *

Yoldaşlık’a tam anlamıyla bir karmaşa hakimdi. Bugün Yoldaşlık’ın beş Hortkuluk’un da yok edildiğini öğrenmesinin üçüncü günüydü. Elbette, ilk Hortkuluk’un imha edildiği herkesçe biliniyordu; Snape, Harry’nin kolyeyi yok ettiği haberini Yoldaşlık’ın tamamına hemen bildirmişti. Ancak, bütün gözlerden uzak tutulan diğer Hortkuluk’lara ne olduğu gizemini koruyordu. Bakanlık o çalınan eşsiz, yeri doldurulamaz nesnelerin aslında Voldemort’un Hortkuluk’ları olduğunu ilk başta fark edememişti.

Bakan, her zamanki gibi, elindeki probleme yoğunlaşacağına itibarı için endişelenmişti. Büyücülük Dünyası Voldemort’un Hortkuluk’larının olduğunu ve bu Hortkuluk’ların ise sihirsel değeri yüksek nesnelerden oluştuğunu öğrenirse, bu sefer kesinlikle işi biterdi.

Bununla birlikte, Albus Dumbledore ise bunca zaman bu nesnelerin Hortkuluk olduklarını biliyordu ve onları kimin yok ettiğinin de bal gibi farkındaydı. Elinde olan bulguları Yoldaşlık ile paylaşmıştı. Dumbledore ve birkaç güvenilir Yoldaşlık üyesi, Bella’dan alınan Black aile yüzüğünü yok etmek için sonsuz bir çaba sergilemişti. Ancak, denedikleri hiçbir büyü ya da lanet yüzüğün üzerinde tek bir çizik dahi açamamıştı. Dumbledore, Bella’nın kaçmasına yardım eden kişinin Harry olduğunu biliyordu. Ayrıca, yüzüğü Harry’nin aldığını da biliyordu. Dumbledore, Voldemort’u yok edecek Seçilmiş Kişi’nin Harry olduğuna hep inanmıştı ve şimdi tüm bunlar da bunun doğru olduğunun kanıtıydı. Dumbledore ile Seherbaz’ların çoğu Hortkuluk’a en ufak bir zarar verememişken, Harry yalnızca yok etme arzusuyla Slytherin’in Hortkuluk’unu tuzla buz etmeyi başarmıştı.

harry potter dumbledore

Dumbledore, Snape’in içeriden aldığı detaylı bilgiler ışığında, Harry’nin zümrüt yeşili gözlerinin Hortkuluk’u yok ederken siyah renge büründüğünü öğrenmişti ve bunun nasıl mümkün olduğunu merak ediyordu. Bunun sebebinin, Harry’nin küçük yaştan itibaren sahip olduğu bir şey olduğunu düşünüyordu. Dumbledore’un aklına, Harry’nin anılarında gördüğü, daha yalnızca yedi yaşındayken kendi gibi küçük iki çocuğa nasıl yardım ettiği gelmişti. Onlara yardım etmeden hemen önce, Harry’nin gözlerinin çok kısa bir anlığına karardığına şahit olmuştu. Bunun arkasında yatan sebebe daha sonra yoğunlaşabilirdi. Şimdi halletmesi gereken bir sorun vardı; Bakan çalınan nesnelerin aslında Hortkuluk olduklarına ikna olmuştu, ama Harry’nin onları yok ettiğine inanmayı reddediyordu. Harry’nin Voldemort’u hiç terk etmediğinde ve Hortkuluk’ları, Bakanlık’ın eline geçer korkusuyla toplayarak korumaya çalıştığında ısrar ediyordu.

Hiç kimse Bakan’ı bu konuda yanlış düşündüğüne ikna edemiyordu. Slytherin’in kolyesi dışında, Harry’nin diğer Hortkuluk’ları yok ettiğini gören olmamıştı. Ellerinde, Harry’nin aslında Voldemort’tan kurtulmaları için onlara yardım ettiğine dair hiçbir kanıt yoktu.

Dumbledore’un düzenlediği son toplantı, Yoldaşlık üyelerini buna ikna etmek içindi. Aralarından çoğu Dumbledore’un sözlerine katılmıştı. Aslında, Harry’ye olan inançları da yüksekti, ama daha önce Harry’nin karşısında çapraz ateşte kaldıkları için tereddüt ediyorlardı. Çoğu, Dumbledore’a, Harry’yi Hogwarts’ta tutmak ve onu Aydınlık yola çevirmek konusunda güvenmişti. Ancak, Harry’nin kaçışından ve Hogwarts Ekspresi’ne yapılan saldırıdan sonra, çoğu, bu çocuğun dünyayı, bir zamanlar parçası olduğu şeytandan kurtarmaya çalıştığına inanmakta güçlük çekiyordu.

Dumbledore’la ulu orta tartışan tek Yoldaşlık üyeleri ise Moody ile birkaç kişiydi. James bu toplantılara katılmayı bırakmıştı. O, toplantı sonrası bilgilendirilecekti. Bu önlem esasen Moody’yi öldürmemek için kendisini tutamayacak olmasının korkusuyla alınmıştı. Moody ağzını ne zaman açsa, Harry’ye küfürler saçıyordu.

James Grimmauld Meydanı’nın başka bir odasında oturuyor, sonunda tüm bunlar son erdiğinde neler olacağını düşünüyordu. Harry’nin eve geleceğine söz verdiğini biliyordu, Sirius ona öyle söylemişti. James, Harry’nin bir an önce eve gelmesini diliyordu. Oğlunu görmeyeli o kadar uzun zaman olmuştu ki… En son, Voldemort’u terk ettikten sonra, onu telefonla aradığında sesini duyabilmişti. O anı ne zaman düşünse, hâlâ gözleri doluyordu. Harry ona ‘baba’ demişti. Daha önce, Harry’nin bir gün ona böyle sesleneceğini hayal dahi edememişti.

Kapının açılmasıyla, Lily içeri girdi. Öfkeden delirmiş gibi görünüyordu.

“Lily? Ne oldu?” diye sordu James, karısının fırtına gibi odaya girip yanına oturduğunu görünce.

“O… O… Seherbaz bozuntusu! Yemin ederim, bir gün onu öldüreceğim!” diye bağırdı Lily, oturduğu yerden.

“Kim? Moody mi? Yine ne söyledi o alçak herif?” diye sordu James, yüzünü git gide ateş basarken.

“O… dedi ki… ah, dillendiremiyorum bile! Sana yemin ediyorum, James, o herifi ellerimle geberteceğim!” diye tekrarladı Lily. James onun asasından çıkan gücün kalıntılarını görebiliyordu.

“Lils, ne yaptın sen?” diye sordu James, Lily’nin az önce asasını kullandığını fark ederek.

Lily kocasına bakarak başını iki yana salladı.

“Hak etti! Bakalım şimdi kollarında kemik olmayınca, daha fazla Harry’yi Bakanlık’a teslim etmekten bahsedebilecek mi?”

Ortam bu kadar gergin olmasa, James kahkahayı basardı.

“Sen, sen onun kollarındaki kemikleri mi yok ettin? Ah, Lily. Harikasın!” dedi James, karısına bakıp gülümseyerek. Gerçi, Lily yaşlarla dolu gözlerini ona doğru çevirince, gülümsemesi yüzünde donup kalmıştı.

“Yalnızca o değil, biliyorsun. Oradaki herkes Harry’nin yok edilmesini istiyor. Hangi birini durduracağız, James? Hayır, bu iş artık bizimle ilgili olmaktan çıktı. Moody bizim için iyi bir arkadaştı; şimdi ise ikiniz bir arada aynı odada dahi oturamıyorsunuz ve aslında, onu o şekilde lanetlemiş olduğuma da inanamıyorum. Tüm bunlar nasıl düzelecek, hiç bilmiyorum, James. Biz ne yapacağız? Neden kimse oğlumu rahat bırakmıyor? Başına gelenler yüzünden zaten cehennem gibi bir hayat yaşıyor. Neden sadece onu bulup korumamıza yardım etmiyorlar? Neden Dumbledore’a inanmıyorlar? Eskiden olsa, ağzından çıkan her söze inanırlardı! Moody’nin az önce yaptığı gibi bir saygısızlığı asla yapmazlardı!”

James karısını kolları arasına alarak sakinleştirmeye çalıştı. Gerçi, onu rahatlatacak hiçbir şey söyleyemiyordu. Sorduğu soruların hiçbirine verebilecek bir cevabı yoktu. Onun yerine, ona sımsıkı sarılarak omzunda ağlamasını sağladı.

“Ben… sadece… onun e-eve dönmesini istiyorum! Ben be-bebeğimi geri istiyorum!” diye fısıldadı Lily, James’in göğsüne kapanıp hıçkıra hıçkıra ağlayarak.

James ona güvence veren sözler fısıldadı. Ona Harry’nin er ya da geç eve geleceğini söyledi. James bundan emindi. Ama derinlerde bir yerde, Harry’nin eve dönmesinin tüm bu sorunları çözmeyeceğini de biliyordu. Hayatının geri kalanında onu nasıl koruyacaklardı? James yine de Harry’nin eve dönmesi için dua ediyordu. Harry’yi korumak için her şeyinden vazgeçmeye hazırdı. Gözlerini kapattı ve göz kenarlarında biriken yaşların yanaklarına akmasına izin verdi.

* * *

Damien dik yamaçtan yavaş yavaş çıkıyor, gerisingeri düşmemeye çalışıyordu. Etrafları dik tepelerle çevriliydi ve baktıkları her yerde dev gibi ağaçlar dışında bir şey göremiyorlardı. Damien birkaç adım koşarak Ginny’ye yetişti. Harry en önlerinde ilerliyor, kalın ağaçların arasında yürürken diğerlerinden çok daha az zorlanıyor gibi görünüyordu. Neredeyse iki saattir durmadan yürüyorlardı ve Damien şimdiden tükenmeye başlamıştı bile.

Harry önlerinden devam ediyor, onlardan bir hayli ileride yürüyordu. Hermione ile Ron ise birlikte yürüyor, ama birbirleriyle konuşmuyorlardı. Bir şeylere takılıp düşmemekle ve Harry’yi kaybetmemekle fazla meşgul görünüyorlardı. Ginny ile Damien ise arkalarından tırmanıyorlardı.

Sık ağaçların olduğu ormanın içinde daha da derinlere doğru ilerlemeye devam ettiler; ta ki, arkalarında kalan küçük kasabanın görüntüsü tamamen yok olana dek. Harry daha önce hiç gitmediği için mağaraya açılan yolu bilmiyor, içgüdülerinin onu yönlendirmesiyle hareket ediyordu. Mağaranın gözlerden oldukça uzak bir yerde ve sihirle korunuyor olduğuna emindi. Harry’nin tek yapması gereken, mağaranın etrafına konan sihri hissedebilecek kadar yakınına gitmekti. Harry, arkasındaki dörtlünün ona yetişmek için çetin bir mücadele verdiğinin farkındaydı, ama onlar için yavaşlayacak da değildi.

Scabbers ron weasley

Birkaç saat daha geçtikten sonra, Harry durup diğerlerinin biraz dinlenmesine izin verdi. Dördünün de kıpkırmızı olmuş yüzlerine bakıp kıs kıs gülmemek için kendini zor tutuyordu. Aralarında en beteri Ron’muş gibi görünüyordu. Hepsi birden yere çöktüler ve Damien yanında taşıdığı beş şişe suyu onlara dağıttı. Şimdi, ağaçların gölgesinde oturuyor, soğuk sularını yudumluyorlardı. Haziran ayının ortasında oldukları için havalar git gide daha da ısınıyordu. Harry suyundan yalnızca küçük bir yudum alıp etrafı incelemeye koyuldu. Daha ne kadar gitmeleri gerektiğini bilmiyordu. Anlaşılan, mağara ormanın oldukça derinlerinde gizliydi.

“Harry, sana bir şey sormak istiyorum.”

Harry dönüp Ron’a baktı.

“Ee, şey, Düello Kulübü’ne geldiğin günü hatırlıyorsun, değil mi? Hani, o gün o mükemmel kalkanını yapmıştın! Merak ediyordum da… acaba… onu yapmak gerçekten çok mu zor?” diye sordu Ron, biraz tereddüt içinde.

Harry cevap vermeden önce bir süre öylece Ron’a baktı. Ron uzun zamandır Harry’ye düello yeteneklerini sormak istiyor, ama bunca zaman hiç fırsatını bulamamış gibi görünüyordu. Harry bir süre düşündükten sonra gelişigüzel cevap verdi:

“Hayır, zor değil. Sihrini o seviyeye getirebilen herkes bunu yapabilir.”

Ron’un gözleri parlamıştı ve Harry birazdan gelecek soruyu zaten biliyordu.

“Harry, bize onu nasıl yaptığını gösterebilir misin?”

Harry bir süre düşündü.

“Şu an doğru zaman değil. Mağarayı bulmamız gerekiyor.”

“Biliyorum, değil, ama ya saldırıya uğrarsak? En azından kendimizi biraz da olsa koruyabilmeliyiz, değil mi?” dedi Ron, heyecanlı bir sesle.

Harry bir süre daha düşünüp taşındı. Aslında, kalkan oluşturmak hiç de o kadar zor bir şey değildi ve Ron kendilerini korumaları gerektiği konusunda doğru bir noktaya parmak basmıştı.

Harry onlara gecenin ilerleyen saatlerinde nasıl kalkan oluşturacaklarını göstermeye karar verdi. Sonuçta, bugün mağaraya ulaşamayacakları ortadaydı. Mağarayı bulmaları bir iki gün daha sürecek gibi görünüyordu; o yüzden, geceleri dinlenmek için durduklarında, Harry onlara ne yapmaları gerektiğini öğretebilirdi.

Harry onlara söz verdikten sonra, dördünün de neşesi yerine gelmişti ve Harry’nin arkasından hiçbir itirazda bulunmadan ilerlemeye devam ettiler.

ron weasley

* * *

Ron babasının büyülü çadırını da beraberinde getirmişti. Çadır uzun süredir kullanılmadığı için kimse yokluğunu fark etmeyecekti. Hermione ile Ginny ise çok sayıda yiyecek paketleyip getirmişti, ama Harry pek fazla yememekten yanaydı, çünkü mağarayı bulmak için bu ormanda daha ne kadar vakit geçirmeleri gerektiğini bilmiyorlardı.

Ufak bir akşam yemeğinden sonra çadırı kurdular. Hermione de, Ginny ile kendisi için evden sıradan bir çadır getirmişti. Çadırı yalnızca ikisi paylaşacağı için hiç de fena değildi. Erkeklerin çadırı onlarınkinden çok daha büyüktü ve içinde banyo da dâhil her şey vardı. Çocuklar, ılık gecenin sessizliği içinde, tüm günün yorgunluğunu ve acısını hissederek oturuyorlardı. Harry dışında, hiçbiri bu yolculuğun bu kadar yorucu olacağını düşünmemişti.

Harry asasız bir şekilde etraflarına başka bir büyü daha yaptı; böylece gece yollarına tehlikeli bir şey çıkarsa uyarılacaklardı. Harry, Damien’ın yanına oturunca, hepsinin ona yüzlerinde bir beklentiyle baktığını fark etti.

“Ne?” diye sordu Harry, heyecanlı yüzlerine tek tek bakarak.

“Bize bu gece kalkan oluşturmayı öğreteceğini söylemiştin,” dedi Damien, hemen.

‘Ah kahretsin, onu tamamen unutmuşum,’ diye geçirdi içinden Harry.

“Evet, tamam,” dedi Harry ve ayağa kalktı. Diğerleri de Harry’den bir şeyler öğrenecek olmanın hevesiyle ayağa kalktılar.

Harry yüzünü Ron’a döndü; sonuçta, büyüyü öğretmesini isteyen kişi oydu.

“Pekâlâ, öncelikle yapman gereken ilk şey, çekirdeğindeki enerjinin çoğunu tek bir yerde toplamak.”

Harry, Ron’un yüzündeki afallamış ifadeyi görünce, durdu.

“Ne?” diye sordu, uyuz bir şekilde.

“Ee, çekirdeğim mi?” diye sordu Ron, sanki bu kelimeyi daha önce hiç duymamış gibi bakarak.

Harry bıkkınlıkla dişlerini sıktı. Pek sabırlı biri olduğu söylenemezdi, özellikle de yorgun olduğu zamanlarda.

“Evet, bilirsin işte, sihir çekirdeğin. Sihrinin özünü taşıyan çekirdek.”

Ron dönüp Hermione’ye baktı ve sonra yeniden konuştu:

“Sihir çekirdeğinin ne olduğunu biliyorum. Sadece ondaki enerjiyi bir araya getirmekle neyi kastettiğini anlamadım.”

Harry elini saçlarından geçirip iç çekti. Damien, Harry’nin babalarına ne kadar çok benzediğini söylememek için kendini zor tuttu.

“Pekâlâ! En baştan başlayalım, o zaman. Sihir çekirdeğinin nerede olduğunu biliyorsun, değil mi?” diye sordu Harry, on altı yaşında bir büyücünün çekirdeğinin nerede olduğunu bilmiyor olmasının imkânsız olduğunu düşünerek.

Gel gelelim, Ron biraz sersemlemiş görünüyordu. Gözleri tereddütle Hermione’ye kaydı, ama kahverengi saçlı kız hiçbir şey söylemeden ona bakıyordu. Onun çekirdeğin yerini bildiği açıktı, ama Ron’un bilmiyor olması, onu biraz hayal kırıklığına uğratmış gibi görünüyordu. Ron beceriksizce bir elini kaldırıp kalbine tuttu.

“Burası mı?” diye sordu, emin olamayarak.

Harry’nin yüzündeki ifade görülmeye değerdi. Anlaşılan, kızıl saçlı çocuğa bir şey söylememek için kapalı ağzının içinde dilini ısırıyordu. Onun yerine, Ron’a doğru yürüdü ve çocuğun canını yakmamak için üstün bir çaba sarf ederek, göğsüne tuttuğu elini alıp alnına yapıştırdı.

Damien ile Ginny sessiz kahkahalarla kırılarak iki büklüm oldular. Hermione de Ron’un yüzündeki ifadeye gülmemek için çırpınıyordu. Ron’un yüzü saçlarıyla aynı rengi almıştı. Yavaşça elini indirip alık alık Harry’ye baktı.

Harry ondan birkaç adım uzaklaşarak yeniden ona döndü.

“Çekirdeğinizdeki enerjiyi bir araya getirmeyi öğrenmek zorundasınız. Bunu en başında öğrenmiş olmanız gerekirdi. Herkesin çekirdeği, aynı kullandığınız asalar gibi, birbirinden farklıdır. Bazı asaların diğerlerinden daha iyi çalışmasının sebebi de budur. Ben nasıl ki senin asanı kullanamazsam, sen de benimkini kullanamazsın; çünkü asalarımız bizlere çekirdeklerimizle bağlıdır ve sihri uygularken de oradaki gücü kullanırlar. Bir asa bir Muggle’ın elinde hiçbir işe yaramaz, çünkü asanın kullanabileceği bir sihir çekirdeği yoktur. Muggle’lar ise sihrin farklı türlerini kullanırlar. Onlar buna ‘sihir maddeden üstündür’ der. Zihinlerini tek bir düşünce biçimine odaklarlar.” Harry sözlerinin iyice anlaşılması için bir süre durdu. Dördünün de tüm dikkatini ona vermiş olması, Harry’yi biraz germişti, doğrusu. Daha önce birilerine bir şey öğrettiği hiç olmamıştı.

“O yüzden, tüm vücut kalkanı oluşturmak için, çekirdeğinizi harekete geçirmeyi öğrenmeniz gerekir. Sihrinizin bir sezgiden daha fazlasına dönüşmesi için uğraşmalısınız. Çekirdeğiniz ne kadar güçlüyse, kalkanınız da o kadar güçlü olur. Ancak, çekirdeğinizi daha güçlü bir hale getiremezsiniz. Çekirdeğiniz doğduğunuzda nasılsa odur.”

Ron bu bilgiyle biraz hayal kırıklığına uğramış görünüyordu.

“Yani, kalkanım güçlü değilse, beni lanetlerden koruyamaz mı?” diye sordu, bunu öğrenmeye çalışmakla vakit kaybettiği hissine kapılarak. Ron kendini hiçbir zaman güçlü bir büyücü olarak görmemişti.

“Kendini her lanetten koruyamazsın, ama tüm vücut kalkanı oluşturmayı başarırsan, çoğu kötü lanetten kendini korursun. Eğer her biriniz aynı anda kendi kalkanlarınızı oluşturup bir araya gelirseniz ise, kalkanlarınız güçlerini birleştirerek size akıl almaz bir koruma sağlayacaktır,” diye açıkladı Harry.

Bunu duydukları anda, hepsinin yüzleri ışıldamıştı.

“Pekâlâ, enerjimizi nasıl bir araya toplayacağız, peki?” diye sordu Damien, asasını çıkararak.

“Kaldır onu. Şimdilik asalarınızı kullanamazsınız. Bunu size önce asalarınızı kullanmadan yapmayı öğretmeyi deneyeceğim. Yöntemini öğrenirseniz uygulamada da yapabilirsiniz, evlerinizde ya da gerekirse burada,” dedi Harry, usulca.

Harry, büyünün ona nasıl öğretildiğini hatırlamaya çalışarak, elinden geldiğince onlara açıklamaya çalıştı. Tüm vücut kalkanı yapmayı ona kimin öğrettiğini hatırlayınca, kalbi tekler gibi oldu. Lord Voldemort ona bu büyüyü öğretmek için saatlerini harcamıştı. Harry anıyı aklından uzaklaştırmaya çalışarak dikkatini önündeki dörtlüye vermeye devam etti.

İki saat boyunca çalışmayı sürdürmüşlerdi, ama hiçbiri Harry’nin onlara söylediklerini yapmayı başarmış gibi hissetmiyordu. Biraz yorgun, biraz da canları sıkılmış bir halde dördü de artık yatmaya razı oldular. Harry, onlara, ne kadar çok pratik yaparlarsa o kadar ilerleyeceklerinin sözünü vermişti. Ormandayken bunun gibi bir savunma yapmalarını gerektirecek bir şeyle karşılaşmamayı diliyordu. Öyle bir tehlikeyle karşılaşırlarsa, işlerin ne kadar kötüye gidebileceğini düşünmek bile istemiyordu.

* * *

Çocukların mağaraya ulaşmayı başarması üç günü bulmuştu. Ron her fırsatta tüm vücut kalkanı yapmayı deniyordu ve bir önceki gece etrafında belli belirsiz sarı bir ışık yaratmayı başarmıştı. Tüm bu denemelerini asasız yapmaya çalıştığı için yarattığı bu küçücük şey bile onun için büyük bir başarıydı. Ron’un heyecandan yüzü parlarken, Harry ona aynı büyüyü asayla yapmayı denediğinde kalkanının büyük ihtimalle sarı renkli bir baloncuk şeklinde olacağını söylemişti.

Ron’un bu başarısı, geri kalanını da kendi kalkanlarını oluşturmak için daha çok çalışmaya teşvik etmişti. Ancak, yalnızca Ron ile Hermione büyüden bir geri dönüş alabilmişti. Hermione de etrafında pembe renkli yanardöner bir enerji kümesi oluşturmayı başarmış, ama büyü hemen kaybolmuştu. Bunun sonucunda, büyüyü yapmayı başaramayan yalnızca Ginny ile Damien kalmıştı.

“Benim aslında buna hiç de ihtiyacım yok, ihtiyacım olan tüm korumaya zaten sahibim,” diye övünerek boynunda taşıdığı Lahyoo Jisteen’ı gösterdi Damien.

Harry bir şey söylemese de kardeşine doğru bir bakış fırlattı. Günün ortalarına doğru, nihayet, kalın ağaç kütüklerinin arasından geçerek ilerlemeyi başardıklarında, kendilerini oldukça ürkütücü görünen mağaranın önünde dururken bulmuşlardı. Enteresan bir şekilde güneş ışığı buraya ulaşamıyor gibiydi. Burası olduğu gibi karanlığa gömülmüştü ve mağaranın havası bile tek başına kemiklerini titretiyordu.

“Ah, Merlin! Burası mı?” diye sordu Ron, mağaraya bakakalmış bir halde. Girmek istediği türden bir yer değildi.

Harry onlara döndü ve her birinin yüzlerinde beliren korku ve isteksizliği gördü. Kendisi bile onu aniden saran korkuyu iliklerinde hissediyordu. Hepsi birden birbirlerine daha da sokularak mağaraya doğru yürüdüler. Mağaranın ağzına geldiklerinde, girişin tamamen çökmüş olduğunu fark ederek şoka girdiler. İçeri girmenin hiçbir yolu gözükmüyordu. Harry asasını çıkarınca diğerleri de onu taklit ettiler. Harry mağara ve çevresinin büyü yoluyla sıkı sıkıya korunduğunu varsayıyordu; ama büyü yapmadan içeri girmelerinin de hiçbir yolu yoktu.

Beşi birden asalarını mağaranın ağzına doğrultarak bağırdılar: “Wingardium Leviosa!” Gel gelelim, girişi kapatan kayalar yerinden kıpırdamamıştı. Hep birlikte ‘Reducto’ dâhil, başka çok sayıda büyüyü de denediler.

Hepsi durmuş, hâlâ kapalı olan girişe bakıyorlardı. Bu kadar yaklaştıkları halde, içeri girmek için hiçbir şey yapamıyorlardı. Üç günleri resmen çöpe gitmişti.

“Hadi, gitmeliyiz. Çabalamak faydasız.” Ron, Hermione ile Ginny’yi tutup mağaradan uzaklaştırırken, Damien da birkaç adım arkalarından onları takip etmeye koyuldu; her birinin üzerine kasvet çökmüştü.

Ancak, Harry yerinden kımıldamıyor, girişe bakmayı sürdürüyordu. Henüz vazgeçmeyecekti. Bu, sonuncu Hortkuluk’tu. Öylece vazgeçip dönemezdi. İçeri girmenin bir yolu vardı. Kesinlikle olmalıydı. Ansızın Harry’nin aklına bir fikir geldi ve girişe doğru birkaç adım daha yaklaştı.

Harry mağaranın ağzına doğru yavaşça elini kaldırdı ve tıslayarak ona emretti:

“Sana açılmanı emrediyorum,” diye tısladı, Çataldili’nde.

Dördü de aynı anda adımlarının ortasında donakaldılar; arkalarına dönüp yılanların kadim dilini konuşan kişinin Harry olduğunu gördüler. Hiçbiri Harry’nin Çatalağız olduğunu bilmiyordu. Ron ile Hermione’nin yüzlerinde sıkıntılı ifadeler vardı. Birinin bu şekilde tısladığına şahit olmak çok korkutucuydu. Damien da, her zamanki gibi, ağabeyinin sahip olduğu sihir yeteneklerinden birine daha hayranlıkla ağzı açık bakıyordu. Harry’nin Çatalağız olması onu hiç rahatsız etmemişti. Ginny ise Harry’ye tamamen büyülenmiş gibi bakıyordu. Etraflarını tuhaf bir tıslama sesi doldurduğunda, resmen donakalmıştı.

“Kahretsin, bu tıslama bile kulağıma seksi geliyor,” diye fısıldadı Ginny.

Hermione ona keskin bir bakış atarak kaburgalarına bir dirsek indirdi. Ginny de ona dönüp kaburgalarını tuttu. Harry’nin yaptığı her şeyden etkilenmekten kendini alıkoyamıyordu.

Harry Çataldili’nde emrini üç kez tekrarlayınca, mağaranın ağzını kapatan kayalar kımıldamaya başladı. Ağır kayaların hareket ederken çıkardıkları ses tüm ormanda yankılanıyor, yeri titretiyordu. Diğer dördü kayaların hareket edip yolu açmasını izleyerek oldukları yerden kımıldamıyorlardı.

Harry girişe doğru birkaç adım ilerledi ve sonra dönüp arkasına baktı. Onlara hızla onu takip etmelerini işaret etti. Dördü de içinde bulundukları şoktan hemen çıkarak onun yanına koşturdu. Mağaraya girdikleri anda, kayaların yeniden harekete geçerek arkalarından girişi kapattığını duydular. Ron panik olmamaya çalışarak Hermione ile birlikte ilerliyordu; her birinin asası şimdi önlerinde duruyordu. Mağaranın derinlerine doğru inerlerken hiçbiri konuşmuyordu. İşin ilginç tarafı, mağara parlak bir ışıkla aydınlanırmışçasına göründüğü için bir ‘lumos’ büyüsü yapmalarına gerek bile kalmamıştı.

Harry, mağaranın daha da derinlerine inen bir dizi merdivenin yakınına gelince durdu. Diğer dördü de onun arkasında durmuştu.

“Ron,” dedi Harry, usulca.

“Evet?” diye cevapladı Ron, tam da bu noktada Harry’nin ona ne söylemek istediğini merak ederek.

“Ne olursa olsun, sakın bir şeye dokunma!” dedi Harry, dönüp ona bakmadan.

Ron aldığı talimat karşısında afallamıştı.

“Tamam, ama neden…” Harry yoldan çekilince, Ron’un sözleri de boğazında takılıp kaldı. Mağaranın parlama sebebi ortaya çıkmış, Ron’un da çenesi hayretten bir karış açık kalmıştı.

Merdivenlerin dibinde, tepeleme bir yığın mücevher duruyordu. Mağaranın içini aydınlatan parlak ışığın kaynağı buradan geliyordu. Hermione, Ginny ve Damien’ın da ifadeleri Ron’unkine benziyordu.

Hepsi birden önlerindeki hazineye alık alık bakarak orada öylece dikildiler. Altın ve gümüş yığınlarıyla birlikte her renkten parlak mücevher mağaranın zeminine dağılmış bir halde duruyordu. Bu kıymetli taşlardan bir tanesi bile, Ron ve ailesinin hayatlarının geri kalanını rahat yaşamasına yeterdi.

Harry merdivenleri yavaş yavaş inmeye koyulurken, onlar da gözlerini ışıldayan mücevherlere dikmiş bir halde onu takip ettiler.

“Hmm… Ron neden hiçbir şeye dokunamıyormuş?” diye sordu Damien, gözlerini ondan yalnızca birkaç santim uzaklıkta duran altın yığınından almaya çalışarak.

“Çünkü burada gördüğünüz her şey lanetli. Bunlar buraya yalnızca içeri girenleri tuzağa düşürmek için yerleştirilmiş,” diye açıkladı Harry, önlerinde ilerlemeye devam ederek.

Ron deli gibi atan kalp atışlarının anında yavaşladığını hissetti. Eğer lanetlilerse bu şeyleri almanın hiçbir manası yoktu. Sessizce Harry’yi takip edip davetkâr hazineyi görmezden geldiler.

Mücevherlerden uzaklaşarak ufak bir geçide indiler. Harry birkaç adımda bir durup nereye gittiklerini anlamaya çalışıyordu. İçinden geçtikleri geçit öylesine dardı ki, beşinin de oradan tek sıra halinde geçmesi gerekiyordu.

“Harry, nereye gittiğimizi nereden biliyorsun?” diye fısıldadı Ginny, ona ayak uydurmaya çalışırken.

“Bilmiyorum,” diye fısıldadı Harry, cevap olarak.

Ginny, ona bir gülümseme çaktığına yemin edebilirdi. Başını iki yana salladı ve engebeli yolun üzerinde dikkatlice ilerlemeye devam etti.

ginny weasley

En nihayet, geçit tekrar birlikte yürüyebilecekleri kadar genişlemişti.

“Sonunda! Burası biraz fazla sıkış tıkış olmuştu!” dedi Ron, köşeyi dönüp diğerlerine katılırken.

Kimse ona cevap vermeyince Ron ne olduğunu görmek için ileri baktı. Gel gelelim, bakmamış olmayı yeğliyordu.

Karşı karşıya oldukları şey, erimiş bir lav denizine benziyordu. Kırmızı, kızgın sıvı dev bir dalgaya dönüşmek üzere gibi görünüyor ve süratle mağaranın tavanına ulaşıyordu.

“Harry!” diye bağırdı Hermione, onun elini yapışarak.

“Kimse kıpırdamasın! Olduğunuz yerde kalın!” diye bağırdı Harry, kükreyen alev seslerinin arasından.

Ron çoktan geriye doğru kaçmaya çalışmış ve arkalarındaki alanı da tamamen kapanmış bir halde bulmuştu. Geri dönmelerinin hiçbir yolu yoktu.

“Kapana kısıldık!” diye bağırdı, onları bekleyen korkunç ölümü düşünüp panikleyerek.

“Ron! Kıpırdama, herkes olduğu yerde kalsın, bu yalnızca işleri daha da kötüleştirir!” diyerek açıklamaya çalıştı Harry.

“Nasıl kötüleştirebilir ki?” diye bağırdı Damien, o da duvara doğru gerilerken.

“Korkunuz onu gerçek kılacak. Eğer hiçbir korku göstermez ve yerinizden kıpırdamazsanız, size zarar vermez!” diye bağırdı Harry.

Ron bundan fena halde şüphe duyuyordu. Lavlardan yayılan sıcaklığı çoktan hissetmeye başlamıştı. Lav dalgası onlara doğru yol almaya başlarken, dehşetle izliyordu. Birkaç saniye sonra lavdan oluşan dalga her birini yutacaktı.

“Güvenin bana! Yerinizden kımıldamayın! Sakın hareket etmeyin. Ondan korkmayın, o gerçekten burada değil!” diye bağırdı Harry, yeniden.

Gel gelelim, hiçbiri ona inanmıyordu; alevlerden oluşan bir dalga üzerlerine doğru gelirken onun aslında orada olmadığına inanmak cidden zordu. Ama dördü de Harry’nin sözünü dinlediler. Ona güvenmeyi seçtiler; nitekim ona yardım etmek için burada hayatlarını riske atıyorlardı.

Hermione, bacakları ağırlığının altında tir tir titrerken, destek için Ron’a tutundu. Ron da onu tuttu ve ikisi de birbirlerine sarıldılar. Damien duvara yapışmış bir halde duruyor, hareket edemeyecek kadar korkuyordu. Ginny içgüdüsel olarak uzanıp Harry’nin elini tuttu. Harry de onun elini sıkı sıkı tutunca, Ginny’nin tüm vücudunu güvende olduğuna dair bir his kapladı.

“Bana güven,” diye fısıldadı Harry, ona.

Ginny yalnızca başıyla onaylayabilmiş ve gözlerini kapatmıştı. Sıcaklık başlarını döndürmeye başlamıştı. Yüzlerinden terler boşalıyordu. Ama yine de hiçbiri yerinden kıpırdamıyordu. Birbirlerini tutarak orada öylece durdular. Harry Ginny’nin elini tutarken yüzünü göğsüne gömdüğünü hissetti.

Dalga onlara doğru alevler püskürterek hızla üzerlerine geldi. Sıcaklık sahiden katlanılamaz bir hale gelmişti. Dalga üzerlerine düşmeden önce aniden değişerek kırmızı bir duman bulutuna dönüştü. Hiçbirine değmeden yok olup uçmuştu. Sıcaklık gitmişti ve şimdi hepsi soğuk havanın üzerlerinden geçişini hissediyordu. Ron ile Hermione gülmeleri mi yoksa ağlamaları gerektiğini bilmez bir halde görünüyorlardı. Damien ise az önce korkunç bir rahatlamayla yere yığılmıştı.

Gel gelelim, Ginny hâlâ Harry’nin göğsüne gömülmüş bir halde duruyordu ve Harry onu kendisi çekmek zorunda kalmıştı. Ginny büyük, kahverengi gözlerini kocaman açarak önce Harry’ye, sonra da etrafına bakındı. Ne alevlerin ne lavların ne de tehdit oluşturacak başka herhangi bir şeyin olmadığını gördü. Yeniden Harry’nin parlak gözlerine baktı ve sanki cesaretini toplayabilse onu oracıkta şak diye öpebilecekmiş gibi hissetti. Harry onu kendinden geriye çekti ama ona bakıp gülümsemeye devam etti.

“Size söylemiştim, çocuklar, gerçek değildi!” diyerek güldü, Damien’a yerden kalkması için yardım ederken.

“Ama sıcaklığı hissedebiliyorduk ve bize doğru gelen sesini,” dedi Ron hemen, bacaklarını kullanmaya çabalarken.

“Onların hepsi zihninin içindeydi. Onu gerçek kılan şey korkundu. Ondan kaçmaya çalışsaydın, bu onun yalnızca sana daha hızlı ulaşmasını sağlardı. Yerinden kıpırdamazsan, ondan korkup kaçmadığın için sana zarar veremez. Bu, Voldemort’un en sevdiği büyülerden biri; korkuyu açığa çıkarıp onu insanlara karşı kullanmak,” diye açıkladı Harry, ilerlemeye başlarlarken.

“Kimse korkmadığımızı söyleyemez. Biz sadece sana güvendiğimiz için dediğini yaptık,” dedi Ron, hâlâ korkudan titrerken.

Harry cevap vermedi, ama yüzü biraz kızarmıştı. İlerlemeye devam etti. Daire biçiminde bir odaya doğru küçük bir açılma vardı. Devasa bir odaydı, ama yerin ortasında yalnızca tek bir nesne vardı.

Damien zeminin ortasında terk edilmiş gibi duran siyah renkli bir kitabın olduğunu görünce nefesini tuttu. Harry onlara odanın girişinde kalmalarını işaret etti.

Harry günceye doğru ilerledi ve güncenin yanına diz çöktü. Güncenin kaldırılması halinde onu durduracak hangi büyülerin yerleştirildiğini anlamak için elini güncenin üzerinde gezdirdi. Üzerine hiçbir büyünün yerleştirilmediğini anladığında ise çok şaşırdı. Günceye elini indirip onu yerden kaldırdı. Günce kolaylıkla eline gelmiş ve Harry yara izinde bir batma hissetmişti. Kitabı aldı ve bir süre hareketsiz kaldı. Hortkuluk’u aldığı için onu engelleyecek hiçbir büyünün olmaması Harry’yi tedirgin hissettirmişti. Bu yere yerleştirilmiş çok sayıda büyü vardı ve tabii ki, bu noktada da bir tane olması gerekirdi.

 

Ancak, hiçbir şey olmayınca Harry yavaş yavaş dörtlünün yanına dönmeye koyuldu. Her biri yüzlerinde afallamış birer ifadeyle siyah günceye bakıyorlardı. Yapmışlardı, son Hortkuluk’u da almışlardı. Artık Harry Hortkuluk’u yok edecek ve bu da Voldemort’un ölümsüzlüğünün sonu anlamına gelecekti.

Harry kitabı cüppesinin içine yerleştirdi ve hep birlikte mağaranın girişine doğru dönmeye koyuldular. Dönüş yolu çok daha kolaydı. Onları durduracak hiçbir şey yoktu artık. Ginny Harry’nin yanında yürüyor, girişe yaklaşırlarken ifadesinin nasıl karardığını izliyordu. Kayalar çoktan yoldan çekilerek çıkış yolunu açmıştı.

“Sorun ne?” diye sordu Ginny.

“Hiçbir şey. Sadece, defteri almamı engelleyecek bir şey bekliyordum. Bu yere yerleştirilmiş diğer büyüleri düşününce bu biraz… tuhaf geldi,” dedi Harry, bir süre düşündükten sonra.

“Muhtemelen kimsenin diğer büyüleri geçemeyeceğini düşünmüştür,” dedi Ginny.

‘Belki de,’ diye düşündü Harry, kendi kendine. Altın Tüy Kalemi alırken düşürüldüğü tuzağı düşünüyor, yine de ikna olmuyordu.

Gel gelelim, mağaradan dışarı adım attıkları anda, Harry’nin kuşkularının fena halde doğru olduğu anlaşılmıştı: Etrafları küçük bir Ölüm Yiyen ordusuyla sarılıydı.

* * *

#63: Daha Kötü Ne Olabilir? için tıklayın!

Çeviren: Tuba Toraman

11 Yorum

Bir Yorum Ekle

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir