Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #9: Yapılmış En İyi Plan
|GİRİŞ İÇİN TIKLAYIN.
6. BÖLÜM
7. BÖLÜM
8. BÖLÜM
Lord Voldemort’un o karanlık gece, Harry Potter‘ı kaçırıp öldüremeyince kendi oğlu gibi büyütmeye karar verdiği alternatif bir hayran hikâyesine ne dersiniz?
“Karanlık Prens” serisini, Safina Mazhar‘ın kaleminden ve yazarın gözden geçirdiği yeni versiyon üzerinden taze bir çeviriyle sizlerle buluşturuyoruz. Karşınızda İçimdeki Karanlık cildinin dokuzuncu bölümü!
bölüm 9
• Yapılmış En İyi Plan •
Ağustosun ortalarına yaklaşıldığından havalar git gide soğumaya başlamıştı. Harry, arazinin ortalarına doğru yol alırken ellerini örtmek için cüppesinin kollarını çekiştirdi. İyi bir gün geçirdiği söylenemezdi. O sabah, babasına talihsiz bir haber getiren Ölüm Yiyen’ler sağ olsun, şiddetli bir baş ağrısıyla uyanmıştı. Üstelik tüm sabahını Bella’yı arayarak geçirmiş, sonunda da onun bir baskına gönderildiğini öğrenmişti.
“Tipik!” diye homurdandı, alçak sesle.
Gümüş maskesi, cüppesinin cebinde gizliydi. Takmasına gerek yoktu; Harry’yi uykusundan uyandıracak kadar kötü olan bu haber her neyse, babası öğrenir öğrenmez, Ölüm Yiyen’leri emriyle baskına göndermişti.
İdman alanına doğru hiç durmadan yürüdü. Yapacak hiçbir şey olmadığından zamanını idman yaparak geçirmenin en iyisi olacağını düşünmüştü. Daha alana ulaşamamıştı ki, kulağına bir ses geldi. Sürünme sesiydi; arazinin üzerine dökülmüş yapraklar, üzerinden biri ya da –muhtemelen– bir şey geçiyormuş gibi hışırdıyordu. Harry ne olduğunu anlamıştı. Ona doğru sürünerek gelen devasa yılanı selamlamak için yavaşça yerinde döndü.
“Nagini,” diye tısladı Çataldili’nde.
“Genç Efendi,” diye tıslayarak cevap verdi yılan.
Birkaç adım önünde duran devasa yılana doğru yürüdü Harry. Nagini devasa başını kaldırmış, oturduğu yerden genç efendisine bakıyordu. Harry, elini uzatıp yılanın başını nazikçe okşadı. Onu, neredeyse Lord Voldemort’u sevdiği kadar seviyordu. Babası, Harry’ye, reşit olduğunda onun gibi bir yılan alacağına söz vermişti. İki hafta önce ise, Harry on altı yaşına basmıştı, ama diğer geçmiş doğum günleri gibi, bu da kutlanmamıştı elbet. Kutlanacak tek doğum günü, reşit olacağı on yedinci yaş günü olacaktı.
“Burada ne arıyorsun? Sen genelde karanlık çökmeden bir yere çıkmazsın,” diye sordu Harry, Çataldili’nde.
“Acıktım, o yüzden ufak… bir şeyler atıştırayım dedim,” diye tısladı yılan.
Harry, belli belirsiz yüzünü buruşturdu; Nagini’nin ufak atıştırmalıkları genelde normal standartların üzerindeydi. Yakınlarındaki çok sayıda at, inek, koyun gibi çiftlik hayvanlarının kaybolmasından Nagini sorumluydu. Birkaç sefer insan atıştırdığı da olmuştu, ama Harry bu kısmı düşünmemeyi yeğledi.
Daha bir şey söyleyemeden, Harry yara izinde keskin bir acı hissetti. Elini alnına götürmüş, parmaklarıyla ovarak acının şiddetini azaltmaya çalışıyordu. Yara izinde aniden patlak veren yakıcı acı, bir anlığına gözlerini kör etti. Gözlerinde beliren beyaz lekeler yüzünden gözlerini kırpıştırdı ve malikâneye giden yola döndü.
“Neler oluyor acaba?” diye söylendi, kendi kendine.
Nagini’yle vedalaşıp malikânenin yolunu tuttu. Acı, geldiği hızla gitmişti. Genelde, Voldemort’un sakinleşmesi biraz zaman aldığı için, Harry acıdan geriye kalan hafif zonklamalara alışkındı.
Babasının şahsi alanına açılan kapılara varana kadar Harry durmadı. Kapıyı bir kez tıklattı ve sessizce içeri girdi. Babasını, yüksek arkalıklı sandalyesinde düşüncelere dalmış halde buldu. Harry’ye, başını kaldırıp bakmadan, gelmesini işaret etti.
“Bir sorun var,” diye konuştu Voldemort, usulca. “Az önce bir imdat çağrısı aldım.”
“Kimden?” diye sordu Harry.
Voldemort başını kaldırıp gözlerini Harry’ye dikti.
“Bella.”
Harry’nin gözleri şokla açıldı. Kalbi sıkıştı, karın boşluğunda bir panik dalgası hissetti.
“Çağrı nereden geldi?” diye sordu, vakit kaybetmeden.
Ancak, Voldemort yerinden kalkarak başını iki yana salladı.
“Fark etmez. Artık orada olmayacaktır.” Voldemort, müritlerini kaybetmiş olmanın hiddeti ve can sıkıntısıyla yanıp tutuşan kırmızı gözlerini Harry’ye dikti. “Onu ve diğerlerini nereye götüreceklerini öğrenmeyi bekleyeceğiz. Aralarında tutuklanmamayı başaran Ölüm Yiyen’ler olup olmadığını bilmiyorum,” diyerek gürültülü bir şekilde iç çekip burnundan soludu. Adamlarının nereye götürüldüğünden habersizdi. Bakanlık, Ölüm Yiyen’leri, Britanya’daki herhangi bir büyücü hapishanesine götürebilirdi. Hatta Bakanlık’ın kendisinde bile tutabilirdi. “Nerede tutsak edildiklerini öğrenir öğrenmez, onları nasıl kurtaracağımızı planlayabiliriz,” dedi.
“Ya onu tutuklamazlarsa?” diye sordu Harry. Bakanlık’ın, Bella’ya da Voldemort’a verdikleri hükmün aynısını verdiklerini biliyordu; yakalanması halinde Ruh Emici’ler tarafından öpülecekti.
Voldemort, derin derin düşünerek uzaklara daldı.
“Hiçbir şey yapmıyoruz,” dedi sonunda. Harry’nin yüzünden geçen şok ifadesini gördü. “Bella, aldığı risklerin farkındaydı,” diye sözlerine devam etti, usulca. “Karanlık İşaret’i aldığı an, bütün bunları kabul etti. Bana katılmasının bedelini bir gün ödeme ihtimali olduğunu biliyordu. Kaderini kabullenecektir.”
Harry’nin yeşil gözleri öfkeyle parladı.
“Ben bunu kabul etmiyorum!” dedi.
“Harry…”
“Onu kaybetmeyeceğim,” diye belirtti Harry. “Bu baskına onunla birlikte hatırı sayılır sayıda Ölüm Yiyen’in gitti. Eğer oturur bir şey yapmazsan, hepsini kaybedersin.” Diğer Ölüm Yiyen’ler umurunda bile değildi; tek önemsediği, Bella’ydı.
“Başka Ölüm Yiyen’ler bulabilirim,” dedi Voldemort, umursamayarak.
“Ya Bella?” diye sordu Harry.
Voldemort sessizleşti. Bellatrix, yetenekli bir cadıydı; cesur ve asildi. Onun yerini dolduracak birini bulamayacağını biliyordu.
“Bu, hiç istemediğim bir kayıp…” diye başladı Voldemort.
“O zaman,” diye araya girdi Harry, “bana çağrının nereden geldiğini söyle. Hâlâ orada olabilir. Onu alıp geri getirebilirim.”
Voldemort, bir an için Harry’ye bakakaldı.
“Seni riske edemem,” dedi. “Orada çok sayıda Seherbaz vardır. Onlarla tek başına başa çıkamazsın.” Voldemort, Harry’nin iyi bir savaşçı olduğunu biliyordu, ama düşmanın sayısı fazla olursa Harry başaramazdı.
“O zaman onlarla savaşmam,” diye temin etti Harry. “Basitçe onu alır çıkarım.”
Voldemort, Harry’nin çocukça stratejisini komik bulup gülümsedi.
“Bu işin basit hiçbir tarafı yok.”
Harry omuzlarını silkti.
“Nerede, baba?” diye zorladı.
Voldemort, ikna edilmiş görünüyordu. Ama Bella’yı kaybetmek de, oğlunu riske atmak da istemiyordu. Gerçi, Harry’nin vazgeçmeyeceğinin de farkındaydı. Bunu gözlerinde görebiliyordu. Ona doğru yürüyerek, iki elini de oğlunun omuzlarına koyup derin derin gözlerine baktı. Harry, Bella’yı kurtarmasında gerekli tüm bilgiyi alabilmek için Zihinbend’i memnuniyetle kabul etti. Harry gözlerini kapatınca bağlantı koptu. Yüzünde küçük bir gülümsemeyle babasına döndü.
“Teşekkür ederim, baba,” dedi usulca ve aceleyle çıkmak için yerinde döndü.
“Harry,” diye seslendi Voldemort, ona.
Harry, kapıya gelince dönüp baktı.
“Bella’yı al ve hemen geri dön. Sakın kimseyle vakit kaybetme.”
“Tamam, baba,” diyerek gülümsedi Harry, kapıların arkasında kaybolmadan önce.
* * *
Harry, eski bir binanın önüne Cisimlendi. Burası, daha önce bir çelik fabrikasının bulunduğu terk edilmiş bir sanayi bölgesine benziyordu. Harry hızla çevreyi kolaçan etti. Her yerde mücadele edildiğinin kanıtları vardı. Girişte, kanlar içinde yatan bir cesedi görebiliyordu.
Harry, gümüş maskesini düzgünce yüzüne yerleştirip binanın içine doğru ilerledi. Her ne kadar etraf boş görünse de, içeriye sürünerek girdi. Uzakta bir yerlerden bağırışlar duyuluyordu; yıkık binanın üst katlarından geliyor olmalıydı. Az sayıda bulunan gölgelere sığınarak sessizce merdivenlere yöneldi. Birinci kata ulaştığında çatışmanın hâlâ devam ettiğini gördü. Her yerde cesetler vardı. Cesetlerin çoğu da, maskeli Ölüm Yiyen’lere aitti. Harry alçak sesle küfretti. Hızlıca odayı geçti ve yıkılmış bir duvarın yanına gizlendi. Zümrüt yeşili gözleri etrafta Bella’yı arıyordu.
Köşede yatmakta olan Bella’yı fark etti. Cüppesi yırtılmıştı ve yüzü kanla kaplıydı. Harry ona bakarken içinde patlamak üzere olan korkunç bir öfke hissetti. İçinde bastırdığı öfke yüzünden tüm vücudu titriyordu. Ses çıkarmadan kalkıp elinden geldiğince çaktırmadan yatan bedene doğru ilerledi.
Ona hızla ulaşıp dizlerinin üzerine çökerek parmağını nazikçe boynuna bastırdı.
“Lütfen ölmüş olma!” diye fısıldadı, kendi kendine. Nabzını hissetti ve rahatlayarak derin bir oh çekti. “Bella!” diye fısıldadı.
Bella gözlerini açtı ve tuhaf bir biçimde Harry’ye kocaman sırıttı.
“Selam, güzellik!”
Harry, bedenden geriye doğru zıpladı. Yüzü Bella’nındı ama sesi, erkek sesiydi; tanıdığı bir ses. Bella yerinde doğrulup oturdu ve Harry’nin şoka girmiş yüzüne bakıp gülümsedi. Harry, sahte Bella’ya asasını doğrultup hızla ayağa fırladı. Birdenbire, onca itiş kakış sesinin bir anda kesildiğini ve az önce yatan cesetlerle etrafının tamamen çevrilmiş olduğunu fark etti.
* * *
Voldemort, ayağının dibinde Nagini ile odasında oturuyordu. Aklı Harry’deydi ve bir şeylerin fena halde ters gittiği hissini içinden atamıyordu. Stresten ağrıyan başının acısını dindirme gayretiyle gözlerini yumdu. Bakanlık’ın, Ölüm Yiyen’lerini nasıl olup da yakalamayı başardığını bir türlü anlamıyordu. Öncelikle, aldığı çağrı, baskının olması gerektiği noktadan başka bir yerdeydi. Ama Voldemort bunun bin bir tane açıklaması olabileceğini biliyordu. Belki, Bella başka bir yere Buharlaşmaya çalışmış, ardından takip edilmiş ve pusuya düşürülmüş olabilirdi.
Kapı vurulma sesinin tüm odada yankılanmasıyla, başını kaldırdı. Elinin bir hareketiyle kapıları açtı ve arkasında küçük bir Ölüm Yiyen ordusuyla Bella’nın geldiğini gördü. Hepsinin yüzleri zafer kazanmış bir edayla gülümsüyordu. Hiçbiri, uzaktan bakınca bile yara almışa benzemiyordu. Onlar efendilerinin önünde diz çökerken, Voldemort’un bakışları yalnızca tek kadın Ölüm Yiyen’e dikilmişti.
“Efendim, baskın başarıyla gerçekleştirildi,” diye gülümseyerek bildirdi Bella.
Voldemort’un parçaları birleştirmesi kısa bir anını aldı.
“Hayır!” diye kükredi; kırmızı gözleri kısılmaktan çizgi halini almıştı. “Hayır! Hayır! Hayır!”
Voldemort şimşek hızıyla ayağa kalktı ve siyah saçlı kadının önünde belirdi.
“Efendim?” Efendisi aniden önünde belirince korkudan nefesini tutmuştu.
Voldemort Bella’yı kollarından tuttu; parmakları etini deliyordu, ama Bella ses çıkaramayacak kadar korkmuştu.
“Onu geri getir! Onu derhâl geri getir!” diye hırladı ona.
Bella yalnızca başını sallayabildi. Efendisinin neden bahsettiği konusunda en ufak bir fikri yoktu. Kimi kastediyordu? Yine de, taşlaşmış haline rağmen, sesindeki telaşı fark etmişti ve bu, onu her şeyden çok korkutuyordu. Yüreği, ona, Harry’den bahsettiğini söylüyordu. Onun başının belada olduğu düşüncesiyle midesi ters takla attı.
Voldemort’un hiddetle parlayan kırmızı gözleri Bella’nınkilerle buluştu ve ona en hızlı biçimde bilmesi gereken her şeyi gösterdi. Ona, Harry ile aralarında geçen konuşmayı ve imdat çağrısını alınca onun yardıma ihtiyacı olduğuna inandıkları anı gösterdi. Çağrının geldiği ve farkında olmadan Harry’yi tuzağın içine gönderdiği adresi verdi.
Voldemort zihninden çıktığında, Bella serseme dönmüş görünüyordu. Tek bir kelime etmeden Ölüm Yiyen’lere döndü ve onu takip etmelerini işaret edip hızla odayı terk etti.
Voldemort odanın ortasında durmuş, tüm gücüyle hiddetini uzaklara ulaştırmaya çalışıyordu. Harry’nin en iyi şekilde odaklanmaya ihtiyacı olduğu an, bu andı.
* * *
Harry etrafına bakındı ve etrafının en az on Seherbaz tarafından sarılmış olduğunu ve hepsinin de asalarının ona doğrultulmuş olduğunu gördü. Adamların, Ölüm Yiyen maskelerini ve siyah cüppelerini çıkartmış olduklarını ve içlerinde olan Seherbazlık cüppelerinin ortaya çıktığını fark etti. Harry, yerde yatan cesetlerle aptal yerine konduğunu anladı. Ölüm Yiyen değil, Ölüm Yiyen taklidi yapan Seherbaz’lardı. Sahte Bella, gürültülü bir kahkaha atarak dikkatini çekti.
Harry içinin hiddetle yanıp tutuştuğunu hissetti. Gözlerinin önünde Bella’nın yüzü ve bedeni yavaş yavaş uzun ve siyah saçlı Sirius Black’e dönüşüyordu. Meşhur Seherbaz, dalgalı saçlar gözlerinin önünden çekilirken Harry’ye bir kez daha kocaman gülümsedi ve Harry öylece bakakaldı.
“Ah, Prens, ne iyi ettin de geldin. Tüm gün sevgili kuzenim gibi giyinmek zorunda kalacağımdan endişelenmeye başlamıştım.” Asasını çıkardı ve doğrudan Harry’nin göğsüne doğrulttu. “Şimdi, uslu bir çocuk ol, asanı bırak ve ellerini görebileceğimiz şekilde kaldır.”
Harry onu duymazdan geldi ve onun yerine, çevresini sarmış Seherbaz’lara göz atmak için yerinde döndü.
James, maskeli çocuğun gözlerinin, etrafındaki Seherbaz’ları tarayışını izledi. Yeşil gözler, onunkilerle buluştu ve tüyleri yine diken diken oldu. Maske yüzünden çocuğun gözlerini doğru düzgün göremiyordu, ama çocukta ve gözlerinde James’in aklını başından alan bir aşinalık vardı.
Harry, son Seherbaz’a da bakıp yüzünü tekrar Sirius’a döndü.
“On bire bir,” dedi, derin düşüncelere dalmış bir halde. “Bu kadar yetenekli olduğunu düşünmemiştim,” diye alay etti Sirius’la.
Birkaç yüzün kızardığını ve asalarının ellerinde belli belirsiz titrediğini zevkle izledi Harry. Kendi kendine gülümsedi. Eliyle, çok yavaşça, cüppesinin yeninde gizlenmiş ikinci asasına uzanıyordu. Ona ihtiyacı olacaktı.
“Asanı indir,” diye talimat verdi, başka bir Seherbaz; ama Harry onu da duymazdan geldi. Gözleri, Sirius’a kitlenmişti.
“Bunu nasıl yaptığını söyler misin?” diye sordu Harry, kolundaki asayı yavaşça indirirken ve ona yol göstermesi için sihrini kullanırken dikkat dağıtmaya çalışıyordu.
“Neyi nasıl yaptığımı?” diye sordu Sirius.
“Bella’dan sahte bir çağrı göndermeyi nasıl başardın?” diye tısladı Harry, hiddetle; sözler, sıkılmış dişlerinin arasından çıkmıştı.
“Ha, o mu?” diyerek güldü Sirius. “Çok kolay oldu gerçekten, tabii elimde bu olduğu için.” Küçük bir yüzük tutuyordu.
Harry, yüzüğe dikkatlice baktı ve Bella’nın yüzüğü olduğunu fark etti. Yanılıyor olamazdı. Yüzüğün üzerinde Black ailesinin arması vardı. Bu yüzük, Bella’ya ailesinden yadigârdı.
Harry neler olduğunu anlamaya çalıştı. İmdat çağrısının genelde pek detay vermediğini biliyordu. Çünkü çağrıyı yapan kişinin detay vermeye pek vakti olmazdı. Verilen genellikle yer ve durum bildirisiydi. Çağrıyı yapan kişinin kimliği ise, isminin kayıtlı olduğu asa ile ya da aile arması gibi kişisel bir işaret taşıyan özel bir eşya ile tespit edilirdi. Diğer bütün Ölüm Yiyen’ler gibi, Bella’nın asası da, Bakanlık tarafından izlenmemesi için değiştirilmişti; o zamandan beri, yüzük onun kimliği haline gelmişti. Babası, yüzüğün Sirius’ta olduğunu ve Sirius’un onu böyle bir plan için kullanacağını tahmin edemezdi, elbet; o yüzden de, imdat çağrısının Bella’dan geldiği konusunda şüpheye düşmemişti.
“Yüzüğü çaldın, yani,” dedi Harry, onu küçümseyerek. “Daha ne kadar alçalabilirsin, Black?” diye sordu.
“Aslında ben hiçbir şey çalmadım! Bu yüzük bana ait. Bella’nın kuzeni olmam ve yüzüğe sahip olmam bir yana, yalnızca, yüzüğü şimdiye kadar kullanma ihtiyacı hissetmemiştim,” diyerek sözlerini bitirdi Sirius, gözlerini çocuktan ayırmayarak.
“Ya Çok Özlü İksir?” diye sordu Harry.
“Bella’nın geride kalan eşyalarından aldım. İyi ki, eşyalarını saklamışım, bu sayede onun kılığına girebildim. Bu zamana kadar bir işe yaramamışlardı, gerçi.” Sirius, artık, Harry’ye birkaç adım daha yaklaşmıştı. “Artık soruların bittiyse, seni tutuklayabiliriz, değil mi?”
Harry cevap vermedi. Kingsley, çocuğun cevap vermemesi üzerine, adım adım ona doğru ilerledi.
“Sakın aptalca bir şey yapma. Her birimizle baş edemeyeceğinin farkındasın,” dedi Kingsley.
Harry, bir eli gizlice ikinci asasını tutarken, yüzünü ona döndü. Maskesinin altındaki yüzü gülümsüyordu.
“Öyle mi?” dedi, alaycı bir şekilde.
Harry, çevik bir hareketle, Kingsley’yi yakasından tuttuğu gibi geriye savurdu. Çevresindeki Seherbaz’lardan bir dizi lanet üzerine yağarken Harry’nin mavi kalkanı etrafını sardı. Seherbaz’lar saldırılarına bir anlık ara verip ona doğru koşmaya başladığında ise, ikinci asasını çıkardı.
Risk alıp kalkanını indirdi ve iki asayı da yere doğrulttu.
“Momentum Expur!”
Zemin bir anda depremle sallanıyormuşçasına sarsıldı. Seherbaz’lar bunu beklemiyordu ve çoğu, sarsıntının gücüyle yere devrildi. James, Kingsley ve Sirius ayakta kalmayı başaran tek Seherbaz’lardı; ama her ne kadar ayakta kalmayı başarmış da olsalar, sarsıntı yüzünden çocuğu hedef alamıyorlardı. Karanlık Prens, bir asasını yere doğrultmaya ve sarsıntı devam etsin diye enerji dalgaları göndermeye devam ederken, diğer asasını etrafına bir çember çizmek için kullandı. Seherbaz’lar afallamış bir halde izlerken, ikinci asadan çıkan büyü, çocuğun da içinde bulunduğu zemini mükemmel bir daire şeklinde kesmişti. Gözlerinin önünde, Karanlık Prens aşağı kata düşerek gözden kayboldu. Zeminde bir delik açmış ve üç saniyeden az bir sürede giriş katına inmeyi başarmıştı.
Karanlık Prens’in aşağı kata doğru kaybolmasıyla yerdeki sarsıntı da durdu. On bir Seherbaz da, ayaklarının üzerinde doğrulmadan önce şaşkınlıkla birbirlerine baktılar. Aşağı kata açılan delikten ilk atlayan, James oldu.
‘İki farklı büyüyü aynı anda nasıl oldu da yapabildi? Bu imkânsız!’ diye düşündü James, alt kata düşerken.
Yere iner inmez, kapılara doğru koşmakta olan çocuğu fark etti.
“Sersemlet!” James’in laneti çocuğa doğru uçtu; ama çocuk lanetin yolundan çekildiği için onu vurmayı başaramadı.
Ekibin geri kalanı da kısa sürede James’e katıldı ve her biri çocuğa ardı ardına lanetler yollamaya başladı.
Harry, siper almak için, kendini yıkılmış bir duvarın kalıntıları arkasına attı. Ninja yıldızlarını çıkarırken oraya dayandı. Asalarını, biri kolunun yeninde, diğeri de belinde olan gizli bölmelere yerleştirdi. Elinde iki yıldızla dikkatlice köşeye yakın bir yere doğru ilerledi. Yalnızca bir anlığına başını kaldırdı; şimdi, Seherbaz’ları net görebildiği bir yerdeydi. Kırmızı ve sarı ışık seli ona doğru gelirken korunmak için başını eğmek zorunda kaldı. Çok kısa bir anlığına başını kaldırıp bakabilmiş olsa da, ona en yakın iki Seherbaz’ın yerini kaydedebilmişti. Derin bir nefes aldı ve kendini saklandığı yerden atarak yıldızları iki Seherbaz’ın bulunduğu yöne doğru fırlattı. Bıçaklar, gafil avlanan hedeflerini vurdu ve her iki adam da yere yığıldı; bıçaklar, göğüslerine derinden saplanmıştı. Daha çok lanet üzerine yağarken, Harry hızla yıkılmış duvarın arkasına yeniden sığındı. Bir sersemletme ile bir silahsızlandırma büyüsünün arasında gönderilen iki yeşil ışıktan son anda kaçmayı başardığını fark etti. Üzerine Öldüren Lanet yolluyorlardı.
Zayıf kalıntıların arkasında saklanırken, Seherbaz’lardan birinin haykırışını duydu.
“Yapmayın! Ona canlı ihtiyacımız var! Yalnızca sersemletin! Öldürmeyin!”
Harry, sesin James Potter’a ait olduğunu fark etti.
Ona doğru yaklaşmakta olan ayak seslerini duydu ve burada daha fazla saklanamayacağını anladı. Duvar, iyiden iyiye çökmek üzereydi. Harry’nin gözleri deli gibi etrafını taradı; ona yardım edecek bir şey bulmaya çalışıyordu. Solunda, binanın başka bir bölümüne açılan bir kapı olduğunu fark etti. Kapı, menteşelerinden sallanıyordu ve kapının olduğu yerde kırık cam parçaları vardı. Kendi kendine sırıttı.
Harry, kendini topladığı gibi iki asasını da kınından çıkardı. Seherbaz’ların yaklaştığının farkındaydı.
“Sayıca üstünüz!” diye seslendi Kingsley. “Oyunlarına bir son ver ve sessizce teslim ol. Sana bir zarar gelmeyeceğine söz veriyoruz.” Kingsley, çocuğu ikna etmeye çalışıyordu.
Harry, kahkaha atarak yüksek sesle cevapladı.
“Oyun oynayan sizlersiniz. Ben size nasıl kazanıldığını gösteriyorum.”
Harry, sözlerinin üzerine, ona en yakın üç Seherbaz’a lanetler göndererek hızla odayı geçti. Sirius ve James, çocuğun, gönderilen lanetleri nasıl iki asayla savuşturduğunu izledi. Hedeflerini tutturmuş, üç Seherbaz’ı da bilinçsiz bir halde yere yığmayı başarmıştı. Harry koşmaya devam etti. Arkasından gelen ayak seslerini duyabiliyor ve onu az farkla ıskalayan büyülerin etrafında uçuştuğunu hissedebiliyordu. Harry, bir sersemletme büyüsü hızla ona doğru gelirken tam zamanında sağa döndü. Ardından, başka bir beden kilitleme büyüsünden kaçınmak için hızla sola döndü. Kırık cam parçalarının olduğu kapıya git gide yaklaşıyordu.
“Accio cam kırıkları!” diye bağırdı, kapıya doğru koşmayı sürdürürken.
Cam kırıkları havada süzülüp doğrudan Harry’ye doğru uçmaya başladı. Camlar ona ulaşamadan önce, Harry kendini yere atıp çıkışa doğru yuvarlandı. Şimdi, cam kırıkları, Harry’nin arkasından gelen Seherbaz’lara doğru uçuyordu.
Üç Seherbaz da yere düşerken, Harry onların acıyla ulumalarını duydu. Kendini yerden kaldırdı ve diğer odaya doğru koştu. Daha önce bulunduğu odayı zar zor tanıdı. Metal merdivenleri gördü ve hızla oraya yöneldi. Geride üç Seherbaz kalmıştı ve yaralı olanlar da hâlâ tehdit oluşturuyordu. Buradan bir an önce çıkması gerektiğini biliyordu.
Birinci kata, Bella’nın kılığına girmiş Sirius’u bulduğu yere geri döndü. Öncesinde tırmandığı merdivenleri tanıdı ve hızla oraya doğru koştu. Merdivenleri tırmanmaya başladı ve aniden bir el onu ayağından yakalayıp aşağı doğru çekmeye başladığında, metal merdivenin neredeyse başına gelmişti. Elindeki asalardan biri elinden fırladı ve tahta çubuk boşluğa düşüp gözden kayboldu. Harry, onu ayağından yakalayıp aşağı çekenin Kingsley olduğunu gördü. Aşağı doğru çekilirken basamaklara sımsıkı tutunuyordu. Ayağını kurtarabilmek için yapabildiği kadar hızla silkelendi. Ayağıyla Kingsley’nin yüzüne sertçe vurmaya çalışıyordu. Kingsley’nin ayak bileğini tutan elleri gevşeyene kadar vurmaya devam etti. Harry, Seherbaz’ın kavrayışından kurtuldu ve merdivenin tepesine ulaşmayı başardı. Kingsley, sersemlemiş bir halde sırt üstü yere düştü; düştüğü yerde, kırılan burnundan şarıl şarıl kan geliyordu.
Harry başka bir kapıya doğru koştu ve kendini, binanın arka kısmı olduğunu düşündüğü bir yerde buldu. Fabrikanın zamanında yeniden inşa edilmesine uğraşıldığı ortadaydı. Harry, terk edilmiş yapı iskelesini ve döşeme tahtalarının olmadığı koridordaki açıklığı seçebiliyordu. Az önce tırmandığı merdivenlerden ayak sesleri geldiğini duydu ve arkasına baktı. Kaçmak için en iyi şansının zemin kattan geçtiğini biliyordu, ama Seherbaz’lar buradan sağ çıkmasına izin vermezlerdi. Harry, çatıya çıkıp en yakın binanın çatısına zıplayarak oradan kaçmaya karar verdi.
Başka bir merdivene doğru koşuyordu ki, dışarıda bir yerlerden gelen bağırışlar ve çığlıklar duydu. Binanın penceresiz bir bölümünden durup baktığında, Harry, on kadar maskeli Ölüm Yiyen’in binaya yaklaşmakta olduğunu gördü. Babasının adamlarını asaları çekilmiş, düelloya hazır halde gelirken gördüğünde derin bir oh çekip gülümsedi. Ölüm Yiyen’ler buradaydı, yardıma gelmişlerdi. Kararını değiştirdi; merdivenlere dönmenin güvenli bir yolunu bulmak zorundaydı.
Kırmızı bir ışık süratle ona doğru gelirken son anda yoldan çekildi. İrkilen Harry döndü ve Sirius’un asasını ona doğrulttuğunu gördü.
“Artık gidecek bir yerin yok, çocuk,” dedi Sirius, pis pis sırıtarak. “Hemen asanı indir,” diye emretti.
Harry, cevap olarak, asasını daha da sıkı tuttu ve ona doğrultulan asanın menzilinden çekildi. Sirius daha ağzını açamadan, Harry hızla atılıp ona saldırdı. Ayağıyla Sirius’un midesine vurdu ve onu binanın diğer kısmına uçurdu. Sirius yere kapaklanırken acı içinde inledi. Döşeme tahtanın ağırlığının, altında titrediğini hissetti.
Harry yaklaşırken Sirius ayağa fırladı. Çocuğu tutmak için hamle etti, ama Harry’nin yüzüne yumruk atmasıyla tekrar gafil avlanmıştı. Harry, sağ ayağını Sirius’un göğsünü hedef alarak kaldırdı, ama Sirius bu sefer Harry’nin ayağını iki eliyle birden yakalayıp çevirdi ve Harry’nin dengesini kaybedip yere düşmesine sebep oldu. Sirius, bir anlık sinirle, yerde yatan çocuğu tekmelemeye başladı; ayağıyla Harry’nin kaburgalarına vuruyor, Harry ise aldığı darbeler yüzünden haykırıyordu. Sirius, göğsünün içinde kalbinin dehşetle attığını hissetti. Ona zarar verdiği için kendini tuhaf bir şekilde suçlu hissediyordu. Bir anda, on altı yaşında bir çocukla düello ettiğinin ve onu yaraladığının bilincine vardı. Niyeti ve amacı ne olursa olsun, Karanlık Prens sadece bir çocuktu. Sirius’un tereddüde düştüğü bu andan faydalanan Harry, ayağa fırladı.
“Bunu ödeyeceksin, Black!” diye bağırdı ona.
İnanılmaz bir hızla harekete geçip Sirius’u tekrar yere yapıştırdı. Şimdi, Sirius’un başında, asasını onun iki gözünün ortasına doğrultmuş dikiliyordu. Harry, ağzından daha tek bir kelime dahi çıkartamadan, kaburgalarında bıçak gibi keskin bir acı hissetti. Bir eliyle kaburgalarını tutarak Sirius’tan geriye doğru sendeledi. Elini çektiğinde kanlar içinde olduğunu fark etti. Ayırma büyüsüyle vurulmuştu. Acıyı elinden geldiğince duymazdan gelerek onu kimin vurduğuna bakmak için döndü.
James, asasını ona doğrultmuş halde, merdivenlerin yanında duruyordu. Harry yeniden iç çekti.
“Hiç öğrenmeyeceksin, değil mi, Potter? Gücünü aşan şeylerden uzak dur!”
“Can çıkar huy çıkmaz,” diye cevapladı James, gözlerini çocuktan ayırmayı göze alamayarak.
“Belli oluyor,” dedi Harry ve neredeyse ışık hızında ona başka bir Ninja yıldızı gönderdi.
Harry’nin elinden bir şey uçarak gelirken, James yana kaymayı başardı. Yine de, yıldızın kolunu sıyırıp geçmesine engel olamamıştı. Harry, kırmızı sıvının James’in kolundan akışını ve mavi cüppesine yayılışını gördü. Görüntü, bir an için, Harry’nin soluğunu kesti. Harry, düşüncelerini bir kenara bırakıp asasını James’e doğru yöneltti, ancak daha saldırıya geçemeden, üç ışık bir anda gelip jet hızıyla onu vurmuştu.
Harry kendini hızla havaya uçarken buldu ve birkaç metre ötede yere çakıldı. Çürümüş kaburgaları düşmenin de etkisiyle onu şoka uğratırken acıdan soluğu kesildi ve başı döndü. Nefes almaya çalışırken başını kaldırıp üç Seherbaz’ın da asalarını ona doğrulttuğunu gördü. Harry alçak sesle küfretti.
Sirius, Moody ve Kingsley asalarını Harry’ye doğrultmuş bekliyorlardı. James de yürüyerek onlara katıldı; gerekirse, onu lanetlemeye hazırlardı. Harry temkinli bir şekilde ayağa kalktı ve yüzünü düşmanlarına doğru çevirdi.
“Elinizden geleni ardınıza koymayın!” dedi alçak ve tehlikeli bir sesle; kalkanını kaldırmaya hazırlanıyordu.
Kalkanı canlanarak ona doğru gönderilen dört büyüyü kolaylıkla yolundan saptırdı. Seherbaz’ların yüzündeki şok ve inanmazlık ifadelerine hafifçe güldü. Harry’nin oluşturduğu sihirli kalkan, onu bütünüyle sarmıştı. Yanardöner mavi bir kabarcığın içinde duruyordu. Hiçbir büyünün ona dokunma şansı yoktu. İyiden iyiye afallamış görünen Seherbaz’lara iki ayrı Incendio büyüsü yollamak için kısa bir anlığına kalkanını indirdi. İşte, bundan sonra olacakları hiç kimse beklemiyordu.
Harry’nin büyüsü Sirius ve Moody’ye doğru uçarken, kendi kalkanlarıyla büyüyü saptırdılar. Dört Seherbaz da önlerinde duran tek bir çocuğa kilitlenmişti. Harry’nin kalkanını indirdiğini gören dört Seherbaz aynı anda, birbirlerinden habersiz, atağa geçtiler. Harry hazırlıksız yakalandı ve dört büyünün gücü onu tekrar havaya uçurdu. Uzaktaki bir duvara çarparak zemine yığıldı. Harry’nin sağlam olmayan zemine değmesi ile zemin titreyip parçalandı. Dört Seherbaz da, korkudan dona kalmış bir halde, çocuğun altındaki zeminin çöküşünü izledi; Harry tutunmamış, beton zeminin üstünde aşağı düşmüştü.,
Dört Seherbaz, yaptıklarından tiksinerek öylece kalakalmıştı. Kendine ilk gelen, James oldu. Hileyle kandırarak getirdikleri on altı yaşında bir çocuğu öldürmemiş olmak için dua ederek merdivenlerden aşağı koştu.
Son merdivenleri de inmişti ki, yeni gelenleri fark etti. Ölüm Yiyen’lerle çarpışan bordo cüppelilerin görüntüsü, şok içinde nefesini kesti.
“Bu da ne?” diye çıkıştı, bakışları adamlara kitlenmiş bir halde. “Keskin Nişancıların burada ne işi var?”
“Ben çağırdım.”
James dönüp, arkasında Sirius ve Kingsley ile duran Moody’ye baktı.
“Sen mi?” diye sordu Moody’ye. “Neden?”
“Desteğe ihtiyacımız vardı!” dedi Moody sertçe. “Ölüm Yiyen’ler gelmişti ve bizden geriye sadece dört kişi kalmıştı,” diye gürledi. “İmdat çağrısı yolladım; çağrıyı, Bakanlık Seherbaz’ları yerine bunlar almış.”
James, Moody’ye bir şey söyleyecek sabrı bulamadı kendinde. Sinirden köpürmüş bir halde ondan uzaklaştı ve mücadelenin ortasına doğru yöneldi. Yerde dizlerinin üzerine çökmüş üç bordo cüppeli adam, maskeli çocuğu ağır bir moloz yığının altından çıkarmaya çalışıyordu.
“Yo, hayır!” James onlara doğru koşarken, bir yandan da çocuğu öldürmemiş olmayı umuyordu.
Tiz bir çığlık dikkatini dağıttı ve siyah saçlı bir Ölüm Yiyen’in, çocuğu enkazdan çıkarmaya çalışan üç büyücüye doğru hızla koştuğunu gördü.
“Ne yaptınız?” diye öfkeyle haykırdı Ölüm Yiyen, üzerlerine doğru atlarken.
James, Kingsley, Sirius ve Moody onun Keskin Nişancı Büyücülere ulaşmasını engellemek için koştular. Hepsi onun kim olduğunu biliyordu: Voldemort’un tek kadın Ölüm Yiyen’i.
“Bella!” diye seslendi Sirius, ona; ama kadın onu duyamıyordu. Üzerine gelen Seherbaz’larla fazlasıyla meşguldü; Keskin Nişancılara ulaşabilir, Karanlık Prens’i kurtarabilirdi.
Dört Seherbaz’ı öldürmeye çalışan ve Keskin Nişancılara ulaşmaya çalışan Bella’ya iki maskeli Ölüm Yiyen daha katıldı. James, Sirius, Moody ve Kingsley onlarla düello ederek, onları çocuktan uzak tutmaya çalıştılar.
James’in, düello esnasında dikkati dağıldı. Keskin Nişancılar, enkazdan bilinçsizce yatan çocuğu çıkarmış, beton zemine yatırmıştı. James, çocuğun yüzünün hâlâ maskeli olduğunu fark etti, ama cüppesi kanla kaplıydı. Kalbinin huzursuzca teklediğini hissetti.
Keskin Nişancılardan birinin, iki parmağını çocuğun boynuna koyarak nabzını kontrol ettiğini gördü. Adam elini çekti ve ardından diğer iki adama onaylarcasına başını salladı.
“Yaşıyor.”
James kelimeyi duydu ve tüm vücudunun baştan ayağa rahatladığını hissetti.
Aynı Keskin Nişancı, bir eliyle çocuğun kolunu tutarken, diğer eliyle cüppesinin cebinden siyah bir küre çıkardı. Küreyi harekete geçirdikten bir iki saniye sonra, baygın çocukla birlikte ortadan kayboldu.
James, içinde büyüyen korkunç bir öfke dalgası hissetti. Keskin Nişancı Büyücüler, Karanlık Prens’i almıştı. Onca planı ve tuzağı kuran Yoldaşlık’tı, ama sonunda çocuğu alan onlar olmuştu. Çocuğu tam olarak nereye götürdüklerini biliyordu; Keskin Nişancıların, suçluları, yargılanıp hüküm giyene kadar tuttuğu tek bir yer vardı: Nurmengard.
* * *
Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #10: Nurmengard Planı okumak için tıklayın!
Çeviren: Tuba Toraman
Forum üzerinden yorum yapıp sohbete katılmak için tıkla!