Harry Potter ve Kızıl Pelerin #2: Arcanus Grines’in Adaleti

* * *

önceki bölümü okumadıysanız:

BÖLÜM 1: Karanlığın Şafağı

* * *

Harry uyuyordu.

Bu defa rüyasında ne Little Hangleton’u, ne esrar dairesini, ne de parlayan yeşil ışığı ve patlamaları görüyordu.

Yüz üstü yattığı yatakta yarı aralık ağzından sessiz bir hırıltı duyuluyordu. Arkasındaki duvarda Chudley Cannons’un turuncu renklerinin hâkim olduğu dev bir poster vardı. Bu poster tüm büyücü eşyaları gibi sıradan olmaktan epeyce uzaktı. Üzerindeki oyuncular belli ki kazandıkları bir quidditch maçının ardından birbirinin sırtını sıvazlarken arayıcının havaya kaldırdığı altın snitch elinden kurtulabilmek için cansiperane bir çaba harcıyordu. Arka planda ışıl ışıl tribünlerde cannons atkıları anafora kapılmış gibi rüzgârda savruluyordu.

Harry’nin yataktan sarkan eli neredeyse yerdeki büyücü satranç takımına değecekti. Ron ile gece geç saate kadar kapışmış, son partiden sonra yeniden kurma zahmetine katlanmadıklarından, vezirin kafasında koltuk kırdığı süvarinin parçaları hala zeminde dağınık halde kalmıştı. Bir sıra arkada duran iki piyon hala atın parçalarına bakarak hüzünle hıçkırıyordu.

Hemen yatağın yanındaki komodinin üzerinde ise geceden kalma yarım bardak balkabağı suyu, Kennilworthy Whisp’in Çağlar Boyu Quidditch isimli eserinin bayağı yıpranmış bir kopyası ve bej renkte eski bir abajur duruyordu. Abajurun dibinde bir büyücü-saat bağdaş kurmuş oturuyor, arada bir yeleğinin cebinden çıkardığı köstekli saate kasvetle bakıyor, sıkıntıyla pozisyon değiştirip ayağa kalkıyor, oflayıp pufladıktan sonra asasıyla komodinin yüzeyine saçılmış günebakan tohumlarını karıştırıyordu. O karıştırdıkça, günebakan tohumları komodinin kenarından yere düşüyor ve sayfaları açık bir şekilde yere savrulmuş olan haftalık dergi Büyücü Klası’na çarparak yatağın altına yuvarlanıyordu. Derginin açık olan sayfalarından birinde fit bir bedene sahip olmak için besin desteği olarak kullanılabilecek iksir bileşenlerinden, Cadı Gündemi’nin en iç gıdıklayıcı parfüm seçtiği Homme Magique’in ham maddesi olan yabani otlar üzerinde bir araştırmaya kadar on kadar farklı haber vardı. Diğer sayfada ise Madame Malkin’in büyücü spor giyimi üzerine tanıtımı bulunuyordu. Gilderoy Lockhart’ı kıskandıracak kadar parlak ve dalgalı saçlarıyla ukala görünüşlü, sarışın hoş bir büyücü, kendisine dokunmak için yarışan Veela’lar tarafından sarılmış olduğu halde umursamaz bir yüz ifadesiyle cübbesini savurarak havalı pozlar veriyordu.

Bu arada Harry odada yalnız değildi tabi.

Ron Weasley ellerini birine teslim olmuş gibi iki yana açmış vaziyette koltukta sızmış kalmıştı. Çıkardığı derin horultular, koltuğun yanındaki kafesin zeminine yayılmış gazete kâğıtlarını gagalamakta olan Pigwidgeon’un korkuyla zıplamasına sebep oluyordu. Gri baykuş her defasında başını kanatlarının arasına alıp kulaklarını tıkamak istercesine küçülüyor, sonra tek gözüyle Ron’u hiddetle süzüp yine paçavraların arasına gömülüyordu. O gazeteleri karıştırdıkça kafesin durduğu maun masa da ufak sarsıntılarla yerinden oynuyordu. Kafesin hemen yanında Ron’un ejderha yürekteli asası, üzerinde Sihir Bakanlığı’nın logosu bulunan bir parşömenin üzerinde hafifçe ileri geri yuvarlanıyordu. Mafalda Hopkirk’ün imzası bulunan parşömende Sihirli Yasal Yaptırım Dairesi Başkanlığı, Kovuk’ta ikamet etmekte olan Harry James Potter ile Ronald Bilius Weasley’i, Dolores Jane Umbridge’in 24 Ağustos tarihli ceza duruşmasına tanık olarak davet ediyordu. Görüntüye göre duruşma o gün tam öğle vakti Sihir Bakanlığında 13 numaralı salondaydı.

Ron’un uyumakta olduğu koltuğun tepesinde duvara asılmış bir güneş saati vardı ve neredeyse dokuzu gösteriyordu. Komodinin üzerindeki küçümen büyücü köstekli saatini çıkarıp yelkovanı gözleriyle takip etti ve tam zamanı geldiğinde kürdan büyüklüğündeki asasını boğazına doğru tutarak “Sonorus” dedi. Ron homurdanarak koltukta döndü, Harry’nin düzenli soluk alış verişleri bir an için durdu. Ardından Sirius Black’in annesinin gürültülü protestolarını en ufak şekilde aratmayan koca bir feryat odayı doldurdu: “AYAĞA KALKIN SİZİ TEMBEL TENEKELER! BECERİKSİZ MİSKİNLER! SAAT DOKUZ!”

Ron koltukta öyle bir savruldu ki, dengesini kaybedip sağa sola tutunmaya çalışırken beraberinde Pigwidgeon’un kafesini de devirdi. Zavallı baykuş kafes halının üzerinde yuvarlanırken bir bludger gibi oradan oraya çarpıp durdu. Parşömen ve asa yere düşerken, aynı anda komodinin üzerindeki balkabağı suyu da döküldü. Çünkü Harry de panikle ayağa fırlamış, kafasını tepedeki kitaplığa çarpmıştı; raflardan devrilen kitaplar yağmur gibi etrafa saçılmaktaydı. Büyücü-saat, uçan kitaplardan korunmak için abajurun içine zorlukla gizlendi.

Ron şaşkın gözlerini uyku mahmurluğu ile ovuştururken odada nelerin döndüğünü anlaması birkaç saniye sürdü. O sırada Harry de gözlerini kısmış, acıyan kafasını ovuyordu. Ron sinirli sinirli Büyücü-Saate bakarak “Bu çatlağı alacağımıza Galeona kıyıp Veela’lardan birini almalıydık. Bu rezil Sir Cadogan’dan da beter,” diye söylendi. Artık odanın güvenli olduğuna karar verip abajurun içinden tedbirli bir şekilde kafayı uzatan büyücü-saat bu sözlere alınmış göründü. O sırada Harry, “Veela saatler hemen kalkmazsan uykunda gözlerini oyuyorlardı. Uyanma garantililer de bu kadarına gerek yok, teşekkürler,” dedi gözlüğünü düzeltirken. Asasına uzandı, komodine doğru tutarak, “Aklapakla!” dedi ve dökülen Balkabağı suyu anında temizlendi. Nymphadora Tonks’un öğrettiği faydalı bir ev büyüsüydü bu.

Ron Pigwidgeon’un kafesini yerden aldı, kuşa bakıp hasar tespiti yaptıktan sonra masanın üzerine gerisin geri koydu. Dolabındaki çekmecelerden birinden ufak bir poşet aldı, poşetten çıkardığı baykuş ikramlarını yemliğe yerleştirdi. Pigwidgeon’un şaşı bakan gözleri parladı, ikramları görür görmez hiç tereddüt etmeden yemliğin içine daldı.

Ron bir an duraksayıp havayı kokladı, “Oo, sanırım kahvaltı kokusu alıyorum. Dur bakalım…” Gözleri ahşap tavana çevrili, bir an düşündü ve tahminlerini saymaya başladı: “Pastırma, peynirli yumurta, soğanlı poğaça ve reçelli kruvasan… Leziz!” Hemen Harry’yi iterek kapıya koştu, gülüşmeler eşliğinde itişe itişe koridoru geçtiler ve tuvalete ilk önce girebilmek için kıyasıya yarıştılar.

Mrs Weasley ocağın başında pastırmaları kızartırken aynı anda fırındaki kruvasanların pişip pişmediğini kontrol ediyordu. Harry ve Ron’un merdivenlerden indiğini duyunca kafasını onlara çevirip ellerini önlüğüne kuruladı.

“Ah çocuklar, günaydın, az daha uyanmasaydınız yukarı çıkacaktım, gelin oturun, sofra hazır,” dedi, anaç bir sesle.

Mr Weasley, Ginny ve Hermione de çoktan uyanmıştı. Ginny ve Hermione salondaki koltuğa yerleşmiş, ellerinde tuttukları Hogwarts logolu parşömeni ilgiyle inceliyor, Mr Weasley ise yüzünde ciddi bir ifadeyle Gelecek Postasını okuyordu. Gazeteyi katlarken gözlüklerini çıkarıp ayağa kalktı.

“Sonunda uyandınız demek, büyük güne hazır mısınız ha?” diye sordu mutfak masasındaki sandalyeye yerleşirken.

Harry ve Ron da masadaki yerlerini aldılar. Ardından hala fısıldaşmakta olan Hermione ve Ginny de. Mrs Weasley pastırmaların olduğu sıcak tavayı masanın ortasına yerleştirdi. Ron, kruvasanlardan oluşan dağa, bir buçuk yıl önce içine aşk iksiri katılmış bayat çikolataları yanlışlıkla yediğinde yüzünde oluşan ifadeye benzer bir sevgi ifadesiyle bakıp hiç zaman kaybetmeden tabağına yığmaya başladı.

Harry “Teşekkürler Mrs Weasley, gerçekten harika görünüyorlar,” dedi. Midesi açlıktan büzülmüş, bir Macar tek boynuzlunun kükremesini andıran sesle guruldamıştı. “Evet, hazırız Bay Weasley. Hatta sabırsızlanıyoruz.”

Arthur Weasley anlayışlı bir sesle, “Sizi suçlayamam tabi, o sevimsiz kadının yaptığı onca şeyden sonra…”

Ron ağzındaki kruvasanı zorlukla yuttu, kaşlarını çatıp “Eh, siz ne fısıldaşıp duruyordunuz orada?” diye sordu Ginny ve Hermione’ye dönerek.

Hermione avını yutmaya çalışan boa yılanı gibi kıvranan Ron’un aksine kruvasanını kibarca keserken yanıtladı, “Ginny’nin kitap listesine bakıyorduk. İkimizin de FYBS senesi için hazırlanması gerekiyor.”

Ron’un gözleri şaşkınlıkla fal taşı gibi açıldı; “Ne? Hogwarts’a mı döneceksin? Bütün yaz bundan hiç bahsetmedin bile?”

Hermione kayıtsızca başını salladı, “İşin aslı, hayır Hogwarts’a dönmeyeceğim. FYBS’leri almak istiyorum tabi. Ancak artık faydalı şeyler yapmaya başlamanın zamanı da geldi. Açıkçası tüm vaktimi okulda harcarsam büyük bir kayıp olur. Bu yüzden Profesör McGonagall’a bir baykuş yolladım ve okulu dışarıdan bitirmek istediğimi söyledim. Böylece yıl boyunca çalışıp okula sadece FYBS’ler için gitmem yeterli olacak.”

Bu defa şaşıran Harry idi; “Okula hiç gitmeden FYBS’lerini verebileceğinden emin misin? Peki, bu arada ne yapacaksın? E.R.İ.T’i geliştirmekle mi uğraşacaksın?”

Hermione başını salladı, “Bu yılki müfredatı inceledim. Zaten FYBS düzeyinde pek çok büyüyü biliyorum. Açıkçası bu yıl Bakanlık’ta çalışmayı düşünüyorum.”

Harry ile Ron birbirlerine bakıp aynı anda şiddetle itiraz etti, “Geçen yaz Rufus Scrimgeour‘a dünyada iyi şeyler yapmayı düşündüğünü, Bakanlık’ta kariyer düşünmediğini söylemiştin!” Ron da sanki biri çok özlü iksir içmiş de Hermione’nin yerini almış gibi bir ona, bir de okula gitmeyeceğini açıklamasına rağmen hala itiraz etmeyen annesine bakıyordu. Mrs Weasley yarı endişeli bir ifadeyle Hermione’ye bakıyor ancak müdahale etmekte pek istekli gibi de görünmüyordu.

Hermione sabırla kruvasanını çiğneyip yuttu ve istifini bozmadan yanıt verdi, “Eh, işler değişir öyle değil mi? Artık Bakanlık’ın başında Kingsley var, Fudge ile Scrimgeour’un yozlaşmış düzeni yok oluyor. – Umbridge’in yargılanması – Kurtadamların ve az kusurlu büyücülerin istihdam yasası – Lucius Malfoy’un Bakanlık’tan uzaklaştırılması – bunların hepsi olumlu adımlar.  Bu yüzden Mr Weasley’den Sihirli Yaratıkların Denetimi ve Düzenlenmesi Daire Başkanına özgeçmişimi ulaştırmasını rica etmiştim. Bugünkü mahkemeden hemen sonra da mülakatım var.”

Arthur Weasley kimsenin bir şey söylemesine fırsat vermeden araya girdi, “Açıkçası bu konuda fikrini değiştirmene çok sevindim Hermione. Mortimer da özgeçmişinden ve referanslarından çok etkilendi. Maalesef Hogwarts savaşında verdiğimiz kayıplardan sonra pek çok departmanda açığımız var…” Mr Weasley duraksadı.

Masada ciddi bir sessizlik oldu. Mrs Weasley erik şerbetlerini tazelemekle ilgili bir şeyler geveleyip masadan kalktı. Harry onun mutfak dolabına doğru giderken hıçkırdığını duyar gibi oldu. Gözü Fred Weasley’in oturma odasındaki fotoğrafına gitti. Fred annesini teselli edebilmek için yıllar önce Mısır’da çektirdikleri hatıra fotoğrafına geçmişti. Bu fotoğraf üç aydır mutfakta asılı duruyordu. Ron bir anda tüm iştahını kaybetmiş gibiydi. Rahatsız edici birkaç saniye kimse bir şey söylemedi.

Az sonra Arthur Weasley kendisini toparlamıştı, “Bu yüzden işlere yetişmekte çok zorlanıyoruz… Bu arada Harry, Ron, sizin için de Gawain Robards ile görüştüm.”

İkisi de aynı anda koro halinde bir şaşkınlık nidası koyverdi. Mr Weasley bunu durmamış gibi devam etti:

“İkinizin de Seherbaz olmak istediğini biliyorum, bu yüzden…”

“ARTHUR WEASLEY! SEN NE YAPTIĞINI SANIYORSUN?”

Sözlerini tamamlayamamıştı çünkü Mrs Weasley koşarak masaya geri gelmiş, elindeki mutfak bıçağını tehditkâr bir ifadeyle sallayarak bağırmaya başlamıştı.

“DAHA FRED’İ, LUPIN’İ, TONKS’U YENİ KAYBETTİK VE SEN HARRY İLE RON’U BAKANLIĞA PEŞKEŞ Mİ ÇEKTİN?”

Mr Weasley iki elini kendisini korumak ister gibi endişeyle havaya kaldırdı, “Hayır, Molly dinle…”

“NEYİ DİNLEYECEKMİŞİM? MANTİKOR İNİNDE KESTİREN BİR CEYLAN GİBİ KATLEDİLMELERİNE GÖZ YUMACAĞIMI SANIYORSAN…”

“Molly, biraz daha sağduyulu olsan…”

“SAĞDUYU MU?”

Hermione ve Ginny kavgaya şahit olmamak için hızla masadan kalktılar. Kaş göz yapıp çağırdıkları Harry ve Ron da onları takip etti. Ron ile Hermione hemen bir köşeye çekilip aniden ortaya çıkan Bakanlık meselesini konuşmaya koyulunca Harry ile Ginny de yalnız kalmıştı. Ginny bir an düşündü, sonra işaret parmağıyla evin kapısını gösterdi. Beraber merdivenlerden indiler. Ginny bir an mutfağa baktı, annesinin sırtı kendilerine dönüktü; babasınınsa onları görecek hali yoktu. Kovuk’un kapısından dışarı çıktılar. Güneş tepede bulutların arasında ışıl ışıl parlıyordu. Kovuk’u çevreleyen uçsuz bucaksız tarlalarda başaklar boy vermişti. Bahçedeki zambaklar da serpilmişti. El ele tutuşup bahçe kapısından çıktılar ve ormana giden patikada yürümeye başladılar. Çiçek kokuları eşliğinde huzurlu bir yolculuktu, Harry sol eliyle gözlerini siper edip uzaklarda akan derenin ışıltısını seyrederken yaz çiçeklerinin kokusunu doya doya içine çekti. Yürüyüş esnasında uzun süren sessizliği bozan da o oldu.

“Seherbaz olmayı istemem seni korkutuyor mu?

Ginny sert ve kararlı şekilde cevap verdi, “Seni Voldemort’u araman için uğurlarken söylediğim gibi bunu yapmazsan asla huzur bulamayacağını biliyorum.”

“Peki, sen ne yapmak istiyorsun? Yani Hogwarts’tan sonra…”

Ginny cevap vermedi. Beraber çam ağaçlarının arasında yürüdüler. Etraflarını saran dallar yüzünden patika iyice daralmıştı. Ellerini yüzlerine siper ettiler ama kollarının çizik içinde kalmasına engel olamadılar. Az sonra ağaçların seyrekleştiği bir açıklığa geldiler. Harry birkaç kabuluk’un çimler arasında koşturduğunu fark etti. Ginny asasını çıkardı ve birkaç büyülü kelime fısıldadı. Asasının ucunda yusufçuklar belirdi, onları ufak bilek hareketleriyle serbest bıraktı. Yusufçuklar dallar arasında süzülen güneşe doğru uçmaya başladılar.

“Henüz karar vermedim… Önümde koca bir yıl var. Ama yazmak ve uçmak hoşuma gidiyor diyebilirim.”

Ciddi bir ifadeyle Harry’ye döndü, “Tabi sen herkesten iyi biliyorsun, iyi bir hortkuluk gördüğümde içine yazmadan duramam.”

Bu sözler üzerine Harry’yi gülme tuttu.

“Tabi bir de eski kız arkadaşının burnunun ucundan altın snitch’i kapma işi var. İnsan hangisini daha çok sevdiğine karar veremiyor bazen,” Sanki bu ikisini kafasında tartıyormuş gibi düşünceli düşünceli bulutları izlemeye koyuldu. Altıncı sınıfta Ravenclaw-Griffindor Quidditch maçında Cho Chang ile Ginny’nin karşılıklı arayıcı oynadığını hatırlayan Harry kahkahasını tutamadı.

“Eh, bu durum en çok annemi sevindirecektir tabi,” Ginny ciddileşmişti. “Başımıza gelenlerden sonra serseri bir bludger onu pek korkutmayacaktır. Tabi yazmaya karar verirsem Adkins Sapperton gibi kendime hayalbozan büyüsü yapıp ifrit şöleninde çorba kazanına sinip haber kovalayacak değilim. Savaş muhabirliği bana göre değil.“

Harry’nin gözünün önüne Grimmauld Meydanında loş bir odada kucağında Fred Weasley’in cesedinin görünümüne bürünmüş olan bir böcürtü kovmaya uğraşan Mrs Weasley geldi. Hayatta en sevdiği insanlardan biri Ron’un annesiydi ve onun en büyük korkularından birini tecrübe ettiğini hatırladığı için içi yine cız etti. Ginny’nin kardeşi Hogwarts Savaşında öleli sadece birkaç ay olmuştu. Ron ile Harry’nin seherbazlık görevi için gerçekçi bir adım atmış olmalarına bu denli tepki vermesi boşuna değildi.

Geldikleri yoldan geri dönmek üzere hareketlendiler, geri dönerken havadan sudan bahsettiler. Ancak Harry’nin büründüğü kasvetli ruh halinden çıkması çok kolay olmadı. Kovuk’a yaklaştıklarında en azından Mrs Weasley’in hiddetli çığlıklarının artık onlara ulaşmıyor olması ufak da olsa bir teselli oldu. İçeri girdiklerinde Mr Weasley yoktu, yukarıdaki odadan gelen gürültülere bakılırsa işe gitmek için hazırlanıyordu. Hermione ile Ron yüzlerinde ciddi bir ifadeyle sessizce koltukta oturuyorlardı. Mrs Weasley ise bulaşıkları yıkıyordu. Onun bu işi sihirle gayet iyi yaptığını defalarca görmüş olan Harry kendisini meşgul ederek içinde bulunduğu ruh halinden sıyrılmaya çalıştığını fark ettiğinden yardım teklif etmedi. Ron ile Harry, Ginny ile Hermione hazırlanmak için odalarına çekildiler. Birkaç saniye sonra odanın kapısı tıklatıldı ve Arthur Weasley resmi bir ses tonuyla on dakika içinde Bakanlık’a gitmek üzere hazır olmalarını rica etti. Ron, Harry ve Hermione hem mahkemede tanıklık yapmak, hem de Seherbaz dairesi başkanı Gawain Robards ve Sihirli Yaratıkların Düzenlenmesi ve Denetimi Dairesi Başkanı Mortimer Thornburn ile olan görüşmelerine katılmak için Bakanlık’a gidecekti. Mrs Weasley ile Ginny’nin ise Ginny’nin Hogwarts’taki son yılında ihtiyaç duyacağı eşyaları almak için Diagon Yolu’na gitmesi gerekiyordu.

On dakika sonra herkes antrede yola çıkmaya hazır vaziyetteydi. Mr Weasley ve Mrs Weasley soğuk bir şekilde vedalaştılar. Mr Weasley eşinin kulağına bir şeyler fısıldadı ancak Mrs Weasley’in yüzündeki soğuk, sert ifade değişmedi. Harry de Ginny’ye hızla sarılıp iyi yolculuklar diledi. Veda merasimi sona erdiğinde hep birlikte bahçeye çıktılar. Ginny ve Mrs Weasley, Harry’yi hayli coşkulu bir şekilde selamlayan Dedalus Diggle eşliğinde yola çıktı. Ron, Harry, Hermione ve Mr Weasley de onlar gözden kaybolduktan birkaç saniye sonra cisimlendiler.

Harry cisimlenmenin sanki bir reçel kavanozuna sıkıştırılmış gibi hissettiren o rahatsız edici duygusundan sıyrılıp yeniden bedenine kavuştuğunda, bulundukları sokağı hemen tanıdı. Kuzeni Dudley ile birlikte Little Whinging’te ruh emici saldırısına uğradıklarında canlarını kurtarabilmek için reşit olmamasına rağmen cismani bir patronus büyüsü yapmak zorunda kalmış ve bu yüzden haksız yere Sihir Bakanlığı’nda mahkemeye çıkmak zorunda kalmıştı. Ne tesadüf ki bu defa, o ruh emicileri gönderdiğini Dumbledore’un Ordusunun ve Teftiş Mangasının önünde itiraf etmiş olan Dolores Umbridge’nin ceza duruşmasına gitmek için girecekti o kapıdan. Olanları düşününce aradan sanki bir ömür geçmiş gibi geliyordu Harry’ye.

Mr Weasley ve Hermione önde, belli ki Hermione’nin Mortimer Thornburn ile gerçekleştireceği görüşmenin detaylarını tartışıyordu. Ron ve Harry ise onları arkadan takip ediyor, duruşma üzerine fikir yürütüyordu. Hep birlikte duvarlarına gazlı boyalarla resimler çizilmiş eski püskü bir meyhaneyi geçtiler ve parçalı camlarından pek çoğu kırılmış kırmızı telefon kulübesine vardılar. Geçen sefer Mr Weasley ile anca sığdıkları kulübeye bu defa dört kişi nasıl gireceklerini tahmin etmeye çalışan Harry’nin merakı az sonra giderildi. Mr Weasley kapıyı açtığında içerisinin genişletme büyüsüyle çoklu kullanıma uygun hale getirildiği anlaşıldı. İçeri girip rahat görünümlü siyah deri bir koltuğun yanından geçerek telefona yöneldiler.

Beş dakika sonra göğüslerine iliştirilmiş ziyaretçi rozetleriyle Bakanlığın görkemli salonunda yürüyorlardı. Sağlarında ve sollarında sıralanmış siyah tuğlalı şöminelerde uç uç tozuyla seyahat eden Bakanlık çalışanları kah yok olup kah beliriyordu. Harry’nin dikkatini çeken başka bir şey oldu; salonun ortasındaki fıskiye ve heykeller ilk iki gelişinden çok farklıydı.

Disiplin soruşturması için Bakanlığa ilk geldiğinde Sihirbaz ve Cadı heykelleri diğer sihirli canlıların hayranlık dolu bakışları altında yükseliyordu. Ev cinleri için gayet gerçekçi ve anlaşılır olan bu durum cincüceler ve at adamlar söz konusu olduğunda hayalden öteye geçemezdi tabi.  Hermione ve Ron ile çok özlü iksirin koruması altında Umbridge’nin eline geçen hortkuluğun peşinden Bakanlığa girdiklerinde ise, ölüm yiyenlerin Bakanlık rejimi tüm sihirli canlıları büyücülerin ayaklarının altında göstermekteydi. Kingsley’in rejiminde büyücü, cadı, at adam, cin cüce, ev cini el ele tutuşuyor ve sular ayaklarının altından göğe yükseliyordu. Harry sabah kahvaltıda Hermione’nin Kingsley’in Sihir Bakanı olmasının etkileri üzerine fikirlerini hatırladı ve ona daha da hak verdi.

Eskiden fıskiyenin altındaki havuzun başına asılı duran, eski püskü, kararmış tabela da yenilenmişti:

SİHİRLİ KARDEŞLER FISKİYESİNİN TÜM GELİRİ ST MUNGO SİHİRSEL HASTALIKLAR VE SAKATLIKLAR HASTANESİ İLE KAYIP ELLİLER’İN AİLELERİ YARARINA BÖLÜŞTÜRÜLECEKTİR.

Yürürken Harry’nin zihninde Tonks ile Lupin’in Hogwarts’ın taş zeminindeki bedenleri canlandı. Soluk ve ifadesiz yüzleri uykudalarmışcasına huzurluydu ama ölümün soğukluğu bedenlerini kucaklamıştı. Öksüz ve yetim kalan, aynı kendisi gibi anne ve babasını tanımadan büyüyecek olan Ted Lupin’i düşündüğünde yüreği daha da daraldı. Birkaç saniye süren buhranın ardından Harry artık Seherbaz olmayı eskisinden çok ama çok daha fazla istediğini fark etti. Bunun Kingsley’in rejiminde olacak olması işi daha da cazip hale getiriyordu. Tam o anda aklına bir fikir geldi ve durdu. Mr Weasley bu durumu fark etmemişti çünkü iş arkadaşlarıyla selamlaşıyordu. Ron ile Hermione ise hızla yanına geldiler.

“Ne oldu Harry?”

Harry gözlerini havuza dikmişti. “Buraya disiplin soruşturması için geldiğimde eğer beraat edersem havuza on galleon atacağıma söz vermiştim,” dedi.

“Eh, sözünü tutmadıysan hala geç olmuş sayılmaz,” dedi Ron havuzun dibindeki para yığınına açgözlü bir hevesle bakarak. “Ya da ödemeyi ben alabilirim, ihtiyar Gilderoy Lockhart’a elden vermek üzere tabi.” Hermione ona bakarak kaşlarını çattı.

Harry güldü, “Hayır, beraat ettiğimde zaten cebimde ne varsa havuza atmıştım. Eğer bugün Umbridge hak ettiği cezayı bulursa aynı şeyi yapmayı düşünüyorum.”

“Ya da bu defa Umbridge hak ettiği cezayı bulursa kutlamak için paranı Ateş viskisine yatırmayı düşünebilirsin,” Ron, Hermione’nin dik dik baktığını görünce ciddileşti. “Neyse, şaka yaptım. Mademki böyle olması gerekiyor…”

“Çocuklar! Haydi, geç kalmayalım!” Mr Weasley’in sesiydi. Hızlı adımlarla ona yetiştiler. Güvenlikten geçerek asalarını kaydettirdiler. O karmaşanın ortasında, yoğun kalabalığa rağmen birçok kafa onlara doğru döndü. Harry onu görenlerin meraklı bakışlarına artık alışmıştı ancak Hogwarts savaşından sonra (böyle bir şey mümkünse) ona olan ilgi kat be kat artmış gibiydi. Yolundan çevirip tebrik edenler, imza isteyenler, evinde yemeğe davet edenler gırlaydı. Dahası ejderha çiçeği olan oğlu için muska yazmasını talep edenler, Sihir Bakanlığı’nda iş bulabilmek, evlenebilmek ya da büyücü lotosunu tutturabilmek için kendilerini büyülemesini isteyenler dahi vardı. Gerçi geçen hafta bir cadının Kovuk’a ulaştırdığı hayran mektubunun yanı sıra süpürgeye yarı çıplak bindiği bir fotoğrafını eklemiş olduğunu hatırlayan Harry tüm bu çatlakları her türlü tercih edeceğini kendi kendine itiraf etmişti. Ginny’nin yüzünde Mrs Weasley’i andıran hiddetli bir ifadeyle fotoğrafla mektubu çöp kutusunda yakışını görmemiş bile olsa bu keşmekeşin biteceği günü sabırsızlıkla beklerdi. Tüm bu hayallerden Mr Weasley’in konuşmasıyla sıyrıldı yine.

“Az önce selamlaştığım Williamson’du. Sihirli Yasal Yaptırım Dairesinde çalışır, bir Seherbaz aslını sorarsan,” diyerek söze girdi. “Duruşma yenilenen mahkeme salonlarından birinde olacak. Umbridge’i yeni Sihirli Yasal Yaptırım Dairesi Başkanı Arcanus Grines sorgulayacak.”

Ron’un babası Sihir Bakanlığı’nda çalıştığından genellikle Bakanlık personeli hakkında epey malumatı olurdu. Hatta geçmişte pek çoğuyla yüz yüze görüşme fırsatı da olmuştu. Öte yandan savaştan beri Kovuk’ta yaşayan Harry de artık Bakanlık’ta olan biten üzerine Ron kadar bilgi sahibi olmaya başlamıştı. Ancak ilginç bir şekilde Arcanus Grines her kimse, hakkında hiçbir şey bilmediğini fark etti. Ron ile Hermione’ye döndüğünde onun da aynı soru soran bakışlarla kendisine baktığını gördü. Mr Weasley durumun farkındaymış gibi sözlerine devam etti:

“Bildiğiniz gibi Thicknesse Sihir Bakanı olmadan önce Sihirli Yasal Yaptırım Dairesi Başkanıydı. O terfi edince yerini ölüm yiyen Corban Yaxley aldı. O dönemde Kingsley kıdemli Seherbazlar arasındaydı ve Arcanus Grines hem meslekaşı hem de Hogwarts’tan beri en iyi dostlarından biriydi.”

Harry kaşlarını çattı, “Mr Weasley, madem o ve Kingsley bu kadar yakındılar, neden hiçbir zaman Yoldaşlık’a katılmadı?”

Mr Weasley ifadesiz bir ses tonuyla yanıtladı, “Kim Olduğunu Bilirsin Sen’in ilk yükselişinde Yoldaşlık’ın durumu pek de parlak değildi. Dur bakayım asansörlerden hangisi uygun?” Parmaklarının ucunda yükseldi ve etrafı kolaçan etti. En baştaki asansöre doğru koşar adım ilerlemeye başladılar. “Sayıca çok azdık ve Karanlık Lord’un yandaşları neredeyse her yerdeydi. Hatta çoğunu saptamak dahi imkânsızdı.” Dördü asansöre doluştular, arkalarından uzun boylu, yüzünde çiçek bozuğu olan kalın kaşlı bir büyücü bindi ve az ötelerinde durdu. “10. seviyeye çıkacağız Hermione… Neyse, Grines evliydi ve bir kızı vardı. Ölüm yiyenler insanları kendi saflarına çekebilmek ya da korkunç emellerini zahmetsizce gerçekleştirebilmek için feci yöntemler kullanır. Bunlardan biri de onları aileleri ile tehdit etmektir. Hepimizin işten döndüğümüzde evin üzerinde karanlık işaretin süzüldüğünü görmekten ölesiye korktuğumuz günlerde Grines de Yoldaşlık’a katılmaya cesaret edemedi. Üstelik Karanlık Lord’un Grines’i özellikle istediğine dair söylentiler dolaşıyordu. Buna kimse şaşırmadı çünkü son derece yetenekli bir büyücüydü. Neredeyse geldik,” Asansör gıcırdayarak durdu ve korumalı kapılar ağır ağır açıldı. “Grines de ailesini ülkeden kaçırmaya karar verdi. Hatta bunu yaptı da.”

Yabancıyı asansörde yalnız bırakıp indiler. Uzun ve geniş koridoru boydan boya kat ederken sağlarındaki ve sollarındaki kapılarda asılı altın plakaları okuyorlardı. Birden on ikiye kadar sıralanmış mahkeme salonları tek sayılar solda, çiftler sağda olmak üzere düzenlenmişti. Tam karşılarında ise çift kanatlı dev bir kapıda diğer salonlara göre çok daha geniş görünen 13. Mahkeme Salonu bulunmaktaydı. Diğerlerinin aksine bu salonun kapısı açıktı ve içeriden büyük bir uğultu geliyordu.

Harry, yürürken Mr Weasley’in anlattıklarını düşündü. Arcanus Grines’in tercihine pek saygı duymadığını fark etti. Sonuçta Weasley ailesi de kanı bozuk olarak bilinen ve Ölüm Yiyenler, özellikle de Malfoy’lar tarafından hor görülen, sevilmeyen bir aileydi. Hatta Harry Umbridge’nin Bakanlıktaki odasında Slytherin’in madalyonunu ararken Weasley’lerin kendisiyle yakın temasta oldukları gerekçesiyle fişlendiklerine dair delilleri bizzat görmüştü. Weasley’lerin kalıp Voldemort’a karşı savaşmayı tercih etmesinden dolayı onlara bir kez daha saygı duydu.

Kapıdan içeri girdiklerinde Harry o koşuşturma içinde dahi mahkeme salonundaki değişiklikleri fark etti. Taş duvarların meşalelerle aydınlatıldığı o loş ve korkutucu geniş salon yoktu artık. Duvarlar ahşaptı ve içerisi tamamen sihirle aydınlanıyordu. Sanık sandalyesi tam salonun ortasındaydı, sorgu yargıcının ve yazıcının bulunduğu kürsü hemen karşısındaydı. Büyüceşura üyeleri yargıcın koltuğunun hemen arkasında U şeklinde dizilmişti. Tanık ve izleyiciler büyüceşuranın bir yanından başlayıp tanık sandalyesinin arkasına, oradan da Büyüceşura’nın diğer yanına bağlanan yarım ay şeklindeki sekiz katlı tribünde oturuyorlardı. Harry, Hermione, Ron ve Mr Weasley en ön sıraya yerleştiler. Bulundukları yerden sorgu yargıcını ve sanığı rahatlıkla görebileceklerdi.

Duruşmaya yetiştikleri için artık rahatlayan Harry etrafını incelemeye başladı. Tam karşılarındaki tribünde en ön sırada patlıcan moru şık bir cübbeyle oturan Rita Skeeter vardı. Albus Dumbledore’nin yakın dostlarından Elphias Doge ve melon şapkasıyla Cornelius Fudge büyüceşuranın hemen yanına yerleşmişti. Sağında oturan yaşı geçkin cadının kulağındaki parlak küpelere açgözlülükle bakan Mundungus Fletcher, Umbridge’nin Muggle Doğumluları Kayıt Komisyonu Başkanıyken eziyet ettiği Mary Cattermole (Harry’nin yanında oturan Ron’u gördüğünde gülümseyerek selam verdi ve Hermione’nin sessiz protestolarına sebep oldu)  kocası Mr Cattermole ile beraber Rita Skeeter’in iki üst sırasındaydı.

Duruşma salonuna yaklaşan ayak sesleri ve bağırışlar duyuldu. Kafalarını çevirdiklerinde birkaç saniye içinde iki mavi cübbeli güvenlik büyücüsünün eşlik ettiği Dolores Umbridge’in yarım ay şeklindeki tribünlerin altındaki karanlık koridordan isyan halinde çıktığını ve zorla sanık sandalyesine yerleştirildiğini fark ettiler. Kalabalık Umbridge’yi çekinmeden yuhalamaya başladı.

Umbridge değişmişti. Öncelikle özenle bakım yaptırıp daima adamotu sıvısı ile kabarttığı saçları darma dağınıktı ve beyaz teller tarafından istila edilmişti. Çilek pembesi elbisesi eski ve yıpranmıştı. Pek çok dikiş yerinden iplikler fırlamıştı ve birkaç düğmesi kopmuştu. Kurbağaya benzeyen suratı yorgundu; ufacık gözlerinin çevresi kırış kırış olmuştu. Muggle doğumluları kayıt komitesi başkanı olduğu dönemde yazılmasına yardım ettiği çarpık yasaları uygularken sahip olduğu özgüven kaybolmuş gibi görünse de yuhalayan kalabalığa yönelttiği küçümser bakışlardan anlaşılıyordu ki bariz sinik görünümün altındaki çirkin kibri hala sönmemişti. Kalabalığı tararken Harry’yi buldu ve dudakları nefretle büzüştü. Bu kısa temasın ardından kafasını çevirdi ve boş bakışlarını Sorgu Yargıcının masasına sabitledi. Hermione’nin incelerek çizgi halini almış dudaklarından belirli belirsiz bir cadaloz kelimesi çıktı. Ron Harry’ye dönerek “Bak sen şu pis ihtiyar kurbağaya,” dedi sessizce. “Arkasında Fudge olmayınca…” Harry Umbridge’nin arkasında Fudge olmayınca ne olduğunu öğrenemedi çünkü bu defa Büyüceşura’nın altındaki koridordan ayak sesleri ve boğuk konuşmalar geliyordu, bu durumu fark eden kalabalıktan uğultular yükselmeye başlamıştı.

Az sonra karanlık tünelin ucunda üç siluet belirdi. Sihir Bakanlığı’ndaki son maceralarında Hermione’nin çok özlü iksir kullanarak yerine geçtiği Mafalda Hopkirk yine çizgili ceketi ve elinde kalın bir dosya ile önde, heybetli görünen Kingsley ve ondan da heybetli görünen uzun boylu bir başka büyücü arkada olmak üzere üçü beraber mahkeme salonuna doğru yürüyordu. Kingsley davudi sesiyle yanındaki büyücüye kimsenin duyamadığı bir şeyler söyledi; büyücü onu başıyla onaylayıp Sorgu Yargıcına tahsis edilmiş kürsüye geçti.

Arcanus Grines uzun boylu ve açık kumraldı. Yakışıklı yüzü yorgundu ve belli ki pek çetin bir geçmişin izlerini taşıyordu. Bu kanıyı güçlendiren yegane şey bir anlığına yüzünü çevirdiğinde fark ettikleri üzere, sol yanağında Bill Weasley’inkileri andıran derin bir kesik olmasıydı. Şakakları kırlaşmıştı ancak Harry’nin onun kırkına yakın olduğu yönde tahminine rağmen belli ki genç bir adamın çevikliğine sahipti. Yeşil gözleri de yaşlı ve köhne bir büyücüye ait değildi, dikkatli, zeki, keskin ve parlak bakışları vardı. Mafalda Hopkirk katibin oturduğu kürsüye, Kingsley Büyüceşura’nın merkezinde protokolde Sihir Bakanına ait olan koltuğa yerleştiğinde Grines’in otoriter sesi uğuldayan salonda duyuldu: ”Mahkemede sessizlik lütfen…” Uğultu bıçak gibi kesilmişti. “Mrs Hopkirk hazır mısınız?” Katip başıyla onay verince duruşma başlamış oldu. Harry’nin kalbi sanki yargılanan kendisiymiş gibi heyecandan küt küt atıyordu.

“24 Ağustos tarihli ceza duruşması,” dedi Grines. Mafalda Hopkirk’in tüy kalemi önündeki boş parşömende dolaşmaya başladı. Ancak aynı anda Bir Tez Tekrar Tüyünden çıktığı bariz olan cümleler salonda yankılandı.

Patlıcan moru şık cübbesiyle düşmüş şöhretlere siğil plasteri gibi yapışmayı şiar edinmiş Rita Skeeter, yaşlı kurbağa Dolores Umbridge’in mahkeme salonunda elden düşme bir Silsüpür kadar yıpranmış göründüğünü…

“Miss Skeeter?” diye seslendi Grines kaşlarını çatarak.

Rita Skeeter asasını sallayarak Tez Tekrar Tüyünü bir anda yok etti, elini hafifçe kaldırdı, dudaklarını sessizce oynatarak pardon dedi.

Grines devam etti: “Büyücü toplumunda huzur ve barışı tahsis kanunu, Büyücü Anayasası ve Utandırıcı Kabahatler Kanununda tanımlanmış, Coulson sokağı 3 Numara, Sloane Meydanı, Londra adresinde ikamet eden Dolores Jane Umbridge tarafından işlendiği iddia edilen suçlardan ötürü. Sorgu Yargıçları Kingsley Shacklebolt, Sihir Bakanı, Arcanus Grines, Sihirli Yasal Yaptırım Dairesi Başkanı. Mahkeme Kâtibi, Mafalda Hopkirk.”

Elleri önündeki parşömenler arasında dolaştı, önce birini aldı, ardından kaşlarını çatarak bir ikincisini ve sonra bir üçüncüsünü… Ron sırıtarak eliyle Hermione ve Harry’ye kendisine doğru yaklaşmalarını işaret etti. “Akşamki Büyücü Telsiz Ağındaki Yetenek Kapışmasını kaçıracağımız çok açık.” Harry gerginliğine rağmen ağzından fırlayan kahkahayı zorlukla öksürüğe çevirdi, Hermione’nin ağzının kenarı kıvrıldıysa da bir şekilde ciddiyetini korumayı başardı.

“Suçlamalar,” dedi Grines “özetle…” derin bir nefes aldı. “Sihirsel Bakım Dairesi Başkanlığında saygın bir pozisyona gelebilmek için Ellery Coobs’a rüşvet vermek, Bakanlık Müsteşarı görevindeyken Bakanlık emrindeki Ruh Emicilerden ikisini Harry James Potter ve muggle Dudley Dursley’e saldırmaya azmettirmek. Hogwarts Karanlık Sanatlara Karşı Savunma öğretim üyesi, Hogwarts Başmüfettişi ve Hogwarts Müdiresi görevlerinde reşit olmayan büyücülere eziyet, işkence ve affedilmez lanet ile tehdit, birden çok büyücüyü hafif ve ikinci derece yaralama. Görevi kötüye kullanma, Mundungus Fletcher adlı büyücüden yasa dışı faaliyetlerine göz yumma karşılığında rüşvet alma, Sihirsel Yasal Yaptırım Dairesi Başkanı görevinde muggle doğumlu büyücüler aleyhine propaganda broşürleri hazırlatmak suretiyle büyücü-muggle barışına kastetme.  Mary Cattermole ve burada ismi bulunan onlarca büyücünün adil yargılanma hakkını gasp etme, Dirk Cresswell ve diğer muggle doğumluların dolaylı olarak ölümüne sebebiyet verme.” Hafifçe öksürüp kafasını kaldırdı ve ellerini kürsünün üzerinde kavuşturup ömrü boyunca merak ettiği bir sorunun cevabını alacakmış gibi derin bir ilgiyle sanığa baktı, “Dolores Jane Umbridge siz misiniz?”

Umbridge oturduğu sandalyede dikleşti, bir an için eski kibirli haline döndü ve umursamaz bir tavırla: “Ehem… Ehem… Öyle olduğunu çok iyi biliyorsun Arcanus. Ayrıca söyleyeyim, burada bu şekilde bulunuyor olmayı da hiç tasvip etmiyorum.”

Grines en az Umbridge kadar umursamaz bir edayla “Sihir Bakanlığı’nın kafeteryasında sohbet ediyor olmadığımız göz önüne alınırsa Miss Umbridge, bana Yargıç Grines olarak hitap etmeniz daha uygun olacaktır. Tasvip edip etmeme konusunda da, şu anda nerede ne şekilde bulunmayı tasvip edeceğinizi zerre merak ediyor değilim. Büyüceşura önünde hem bireylere hem de büyücü toplumuna karşı işlenmiş çok ciddi suçlarla yargılanıyorsunuz. Gücünüzü sağlam bir savunma konuşması hazırlamaya saklamanızı öneririm.”

Umbridge’nin yüzü Grines’in tiradını dinlerken bembeyaz oldu, elleri adeta buz kesti. Mahkeme salonundan takdir sesleri yükseldi. Harry, Elphias Doge’un yanında oturan en az kendisi kadar yaşlı bir büyücüye Grines’i işaret edip kafasını takdirle salladığını fark etti.

Grines Umbridge’ye bakmadan devam etti, “Ellery Cobbs bize verdiği mühürlü, yazılı ifadede Bakanlıktaki göreve aday gösterilmeniz karşılığında kardeşinin Sihirli Bakım departmanına teklif ettiği 250 adet Nimbus 1994 model süpürgeyi piyasa fiyatlarının çok üzerinde alımını onayladığınızı itiraf etti.”

Umbridge ayağa fırladı, “Nasıl cüret edersin, seni…” Kendini zor tutuyor ancak kelimeleri seçemiyor gibiydi. “Ben o göreve bileğimin hakkıyla geldim. Ayrıca o süpürgelere ihtiyaç vardı!”

Grines ilgisiz bir ifadeyle sanığa baktı ve bakışlarını önündeki parşömene indirdi, “Eh, Bakanlık Bakım ve Tedarik Büyücüsünün verdiği bilgiye göre 225 tanesi depoda çürümeye terk edilmiş durumda. Süpürgelere uçmak için değil yerleri süpürmek için ihtiyaç olduğunu ima ediyorsanız haklı olabilirsiniz. Tabi 25 Galleona alınmış süpürgelerle temizlik yapacak kadar deliyseniz…” Duraksayıp kürsüden renkli bir dergiyi aldı ve havaya kaldırdı. “Elimde, Sayın Büyüceşura üyeleri, o aya ait Hangi Süpürge dergisi mevcut. Dergiye göre 15 Galleon olan süpürgeler Bakanlığa 25 Galleona satılmış. Ödemenin makbuzu da burada.” Beyaz bir parşömeni de salonda görülecek şekilde havaya kaldırdı.

Umbridge ağzını bir açıp bir kapıyordu, yeterince etkili bir hakaret ya da en azından iğneleme bulmaya çalışıyor gibiydi. Grines ona baktı ve herhangi bir itiraz gelmeyeceğini anlayınca devam etti.

“Eh, ruh emici saldırısına geçelim öyleyse. Hogwarts’ta öğrencilerin önünde Harry Potter ve Dudley Dursley’e saldırmaları için Ruh Emici’leri azmettirdiğinizi itiraf etmişsiniz.”

Umbridge tükürür gibi, ”Sihir Bakanlığı’nın bir grup yeni yetmenin sözüyle hareket ettiğini bilmiyordum,” dedi.

“Miss Umbridge’nin aksine Bakanlık genç, yaşlı, melez ya da safkan her türlü büyücü, sihirli canlı ve ırkın söz ve yaşam hakkına saygı duyuyor. Bu öğrenciler aynı zamanda ilginç bir tesadüfle Cornelius Fudge’nin bilmediği şeyden ona zarar gelmeyeceğinizi söylediğinizi de gayet net hatırlıyor. Bunun için yeminli ifade bile imzaladılar.”

Cornelius Fudge’nin suratı şaşkın bir ifadeyle donup kalmıştı. Umbridge bu alışık olmadığı muamele ve ağır suçlamalar karşısında dehşete kapılmış gibiydi. Ufacık gözleri fal taşı gibi olmasa da açılabileceği kadar açıldı, ”Bakanlığın saygın bir üyesinin sözüne karşı bunların sözü mü?” Yüzüklerle dolu güdük, tombul titrek parmağı Harry, Ron ve Hermione’ye doğrulmuştu.

Grines sağ işaret parmağını hafifçe kaldırıp Dumbledore’un kinaye yaparken takındığı pozu çok andıran tatlı bir sesle araya girdi, “Bakanlığın suç işlediğine dair sunulan bariz kanıtlara dayanarak açığa aldığı eski bir üyesine karşı diyelim. O gösterdiğiniz öğrenciler de üç ay kadar önce çağımızın en büyük Karanlık Büyücüsünü alt ettiler.”

Harry, Ron ve Hermione şaşkınlıkla koltuklarında dikleştiler; mahkeme salonunda bir anlık sessizlik oldu, ardından alkışlar yükseldi. Elphias Doge ve Mary Cattermole ayağa kalkmış var güçleriyle el çırpıyorlardı. Ron gururlu göründü ancak alkışlar uzayınca hem Hermione hem de o yüzleri kızararak ellerini nereye koyacaklarını bilemeden oturdukları koltuklarda küçücük kaldılar. Harry sırıtarak onlara döndü ve sırıttı, “Nasıl oluyormuş?”

Alkışlar dinince Umbridge’nin titreyen dudaklarından bazı kelimeler döküldü. Harry sadece bazılarını duyup anlayabildi: Suçlama, insafsız, kumpas, iftira ve komplo. O sırada Rita Skeeter’in Dolores Umbridge’e bakan yüzünde büyük bir açlıkla tekrar ortaya çıkardığı ancak sesini kıstığı tez tekrar tüyünü ciddi anlamda zorlayan bir hızla haberini yazdırdığını fark etti. Elinde hala Umbridge’nin ustura gibi keskin kara tüyüyle kendi kanını kullanarak yazmaya zorladığı “Asla yalan söylememeliyim”  cümlesinin izleri durmasa kadına acımaya başlayabilirdi.

Harry, Hogwarts’ta alt döneminden hayal meyal hatırladığı birkaç öğrenciyle beraber Umbridge’nin aleyhine tanıklık yaptı. Rüşvet ve yolsuzluk konusunda Mundungus Fletcher tanık sandalyesine oturduğunda ceplerinden ticaretinin yapılması yasak olan doksi yumurtaları döküldü ve o yerlerde sürünüp yumurtaları toplarken salonda gülüşmeler oldu. Mary Cattermole, birkaç muggle doğumlu büyücü ve Dirk Cresswell’in akrabaları da Umbridge aleyhine tanıklık yaptılar. Sorgulama sonsuza dek sürecek gibiydi. Kanıt ve şahitlerden biri gidiyor, diğeri geliyordu. Umbridge artık bembeyaz bir suratla oturmuş kaderine boyun eğmiş bir şekilde Arcanus Grines’in başının üzerindeki Adalet en tesirli büyüdür yazısına boş boş bakıyordu.

Mahkeme salonundakiler artık cep saatlerini daha sık kontrol etmeye başlamışlardı ki Grines sonunda elindeki Muggle doğumlular ve büyücü toplumu için tehlikeleri isimli broşürle, Melun Muggle Michael ile Bilge Büyücü Bilius isimli çocuk kitabının düşmanca içeriğini Büyüceşura’ya tanıtmayı bitirdi. İkisinde de Dolores Umbridge’nin imzası vardı ve onun onayıyla basılmıştı.

Grines önündeki parşömen tomarını, broşür ve kitapları toparladı, kafasını kaldırıp salona doğru seslendi, “Böylece Miss Umbridge ve şahitler dinlenmiş, tüm deliller ortaya konmuş oldu.” Mahkeme salonundaki durgun hava kayboldu, kalabalıkta heyecanlı fısıldaşmalar başladı. Harry oturduğu yerden Umbridge’nin gerginliğini hissedebiliyordu. Kadın diken üstündeydi.

Grines ellerini kürsüde birleştirdi, bir anlık sessizliğin ardından devam etti, “Büyücü toplumunda huzur ve barışı tahsis kanununda, Büyücü Anayasası ve Utandırıcı Kabahatler Kanununda bu suçların karşılığı kurucu büyücüler tarafından önceden tanımlanmıştır. Bu bilgiler ışığında sanığın, rüşvet verme, görevini kötüye kullanma suçlarından 2 yıl, cinayete teşebbüse azmettirme suçundan 10 yıl, işkence, tehdit ve yaralama suçlarından 5 yıl ve son olarak adil yargılanma hakkını gasp etme ve büyücü toplumuna karşı işlediği diğer suçlar için 15 yıl olmak üzere toplamda 32 yıl mahkûmiyetini talep ediyorum.”

Umbridge ayağa fırladı, ağzı sessizce oynuyor ancak kelimeler bir türlü çıkmıyordu. Panik içinde gevelemeye başladı, “Hayır… Hayır… Büyük bir hata bu! Bir komplo!” Harry’ye döndü, “Söyle onlara! Haydi söylesene! Senin vicdanlı biri olduğunu biliyorum. Bir şey söyle! Beni Azkaban’a tıkacaklar!” Umbridge tamamen kontrolünü kaybetmişti artık.

Grines tek kaşını kaldırdı ve ardından Harry’ye baktı, bir anlık sessizliğin ardından “Eğer ruh emici saldırısı için Miss Umbridge’yi affederseniz bunun için eklediğim cezayı tekrar gözden geçireceğim. Kararınız nedir Bay Potter?”

Harry bir insanın önündeki on yılı nerede geçireceğinin az sonra söyleyeceklerine bağlı olduğunu fark etti. Elindeki yara hafifçe sızladı, Umbridge’nin kendisine neredeyse Cruciatus laneti yapacağını anımsadı. Muggle doğumluları sorgularken ruh emicilerin koruması altında nasıl ışıldadığını, Slytherin’in madalyonu konusunda nasıl yalan söylediği film şeridi gibi gözünün önünden geçti. Ama tüm bunların ötesinde kararını belirleyen Mary Cattermole’nin yargılandığı duruşmadaki acımasızlığı oldu. Umbridge Cattermole çiftine ve çocuklarına acımamıştı.

“Onu affettiğimi söyleyemem Mr Grines. Bu yalan söylemek olur ve bana yalan söylememeyi Profesör Umbridge öğretti…” Son cümlesini ağzından çıkarken elini kaldırdı, montunun kolunu sıyırıp yara izini salondakilere gösterdi. Heyecanlı fısıltılar yeniden yükselirken Dolores Jane Umbridge’nin omuzları düştü ve sanık sandalyesine yığıldı, olanlara inanamaz gözlerle Arcanus Grines’e bakıyordu.

Grines ise bir şey olmamış gibi devam etti, “Eh, bu durumda oylamaya geçebiliriz. Sanığın suçlamalardan beraati yönünde oy kullananlar?”

Büyüceşura’da kimsenin eli kalkmadı. Hemen yanlarında oturan Cornelius Fudge’nin yüzü taştan oyulmuş gibiydi, en ufak bir acıma yoktu.

Grines devam etti, “Mahkûmiyeti lehine oy kullananlar?”

Bütün eller kalktı. Grines oyları saymaya tenezzül bile etmedi: “Dolores Jane Umbridge oybirliğiyle Azkaban’da 32 yıl hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Mrs Hopkirk, karar yazısını yazabilirsiniz. Büyüceşura’ya hizmetinden dolayı teşekkür ederiz, dağılabilirsiniz.”

Umbridge, Dumbledore’nin onu At Adamların elinden kurtarıp Hogwarts’taki Hastane kanadına geri getirdiğinde girmiş olduğu katatonik hale dönmüştü. Artık cezası kesinleştiğinden koridordan bu defa güvenlik büyücüleri yerine kırmızı siyah pelerinli iki seherbaz çıktı. Umbridge’nin bacakları tutmadığından koluna girdiler ve onu neredeyse sürükleyerek götürdüler. Adalet yerini bulmuştu.

Herkes ayağa kalktı ve çıkış kapılarına doğru yöneldi. Harry, Ron ve Hermione ise ayağa kalkıp oldukları yerde kucaklaştılar. Bu, savaşın bitişinden -Karanlık Lordun düşüşünden beri yaşadıkları en güzel anlardan biriydi ve neredeyse sonsuzluk kadar sürdü.

* * *

Üçüncü bölüm için tıklayın:
Seherbaz Adayları”

⁠⁠⁠Evapsie!
41 Yorum

Bir Yorum Ekle

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir