Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #37: Üçlüye Duyulan Nefret [Kısım 2]
|GİRİŞ İÇİN TIKLAYIN.
36. BÖLÜM [Kısım 1]
36. BÖLÜM [Kısım 2]
37. BÖLÜM [Kısım 1]
Lord Voldemort’un o karanlık gece, Harry Potter‘ı kaçırıp öldüremeyince kendi oğlu gibi büyütmeye karar verdiği alternatif bir hayran hikâyesine ne dersiniz?
“Karanlık Prens” serisini, Safina Mazhar‘ın kaleminden ve yazarın gözden geçirdiği yeni versiyon üzerinden taze bir çeviriyle sizlerle buluşturuyoruz. Karşınızda İçimdeki Karanlık cildinin otuz yedinci bölümü!
bölüm 37
• Üçlüye Duyulan Nefret •
[Kısım 2]
Harry Görünmezlik Pelerini altında Hogwarts’a girdi. Çok Özlü İksir verdiği Sirius Black’i serbest bırakması gerekiyordu. Ama bir parçası, onu öylece bırakıp eve gitmesini söylüyordu. Hem böylece, babasının Ölüm Yiyen’leri de bu gece buraya gelmek zorunda kalmazdı. Tüm bunlara rağmen, Harry kendini şatoya dönmeye zorladı. Geri dönmesi gerekiyordu. James Potter cinayetini Sirius Black’in üzerine yıkmak zorundaydı. İntikam için kurduğu tezgâhın son kısmını da yerine getirmeden hiçbir yere gidemezdi.
Ana kapılardan süzülerek içeri girip Gryffindor ortak salonuna gitmek için merdivenlere doğru yöneldi. Neredeyse akşam yemeği saatiydi, o yüzden öğrenciler akın akın Büyük Salon’a doğru ilerliyordu. Harry onların arasından çaktırmadan yürüyerek yedinci kata ulaştı; ancak, portre kapısından geçebilmesi için birilerini beklemek zorundaydı.
Neyse ki, çok beklememişti. Kapı kayarak açılırken, Harry geriye kalan son Gryffindor’ların da çıkmakta olduğunu gördü. Portre kapanmadan önce hızla salonun içine sızdı. Ortak salona girince de, Görünmezlik Pelerini’ni üzerinden çıkardı. Pelerini düzgünce katlayarak merdivenleri çıkmaya koyuldu. Ama gittiği yer, kendi yatakhanesi değildi. Damien’ın yatakhanesinin önüne gelerek durdu.
İçeri girdiğinde odanın boş olduğunu gördü. Pelerini, Damien’ın yatağının üzerindeki yorganın altına kısmen gizleyerek yerleştirdi. Bu, ne de olsa onun peleriniydi. Harry yalnızca onu son bir kez daha ödünç almıştı.
* * *
Harry kendi yatakhanesine girdi. Yatağı, hâlâ, ardında Sirius Black’in taşlaşmış bedenini gizleyen perdelerle çevriliydi. Oraya doğru yürüyerek perdeleri çekti ve içi boş bir yatakla karşılaştı.
“Harry?”
Harry keskin bir hızla döndüğünde, kendisini Müdür’ün sakin mavi gözlerine bakarken buldu. Harry, elinde bir asa tuttuğunu görmemişti. Herhangi bir büyü mırıldandığını da duymamıştı. Hatta bir büyünün onu vurmak üzere olduğuna dair tek bir işaret dahi almamıştı. Dumbledore’un saldırısı, Harry’yi, göz açıp kapayıncaya kadar büyük bir hızla vurmuştu.
* * *
Harry bilincini yeniden kazandığında, artık odasında olmadığını fark etti. Daha önce hiç görmediği bir odadaydı. Harry’nin başı da kalbi gibi güm güm atıyordu. Dumbledore’un saldırısı sonucunda yere düşerken başını vurmuş olabileceğini düşündü. İçgüdüsel olarak, elini başına doğru götürmeye yeltendi, ama kollarını hareket ettiremediğini fark etmişti.
Sersemlemiş halinden kurtularak, dehşet içinde, kollarından, belinden ve bacaklarından bir sandalyeye bağlanmış olduğunu fark etti. O kadar sıkı bağlanmıştı ki, nefes almakta dahi güçlük çekiyordu.
Harry birden paniklemeye başladı. Serbest kalmak için tüm gücüyle çabalıyordu, ama nafile. Odanın kapısı açıldığında, Harry hızla başını kaldırıp baktı. Gördüğü şey yüzünden, gözlerine inanamıyordu.
James Potter içeri yürüdü; üstü başı hâlâ kirle ve kanla kaplıydı, ama sapasağlam görünüyordu. Arkasından, Lily ile Sirius da odaya girdi. Harry üçüne birden serseme dönmüş bir halde bakıyor, ama gözlerini tekrar James’e dikmekten kendini alamıyordu.
“Sen?” diye soludu, “sen… nasıl?”
“Nasıl mı hayattayım?” diyerek onun sorusunu tamamladı James. “Güzel soru.” Sol tarafında duran ve gözlerini dikmiş Harry’ye bakan Sirius’a döndü. “Sirius tam zamanında yetişti. Sen beni o uçurumdan attığında, Sirius tepenin diğer tarafında duruyordu. Damien’ın asasını kullanarak, beni kurtardı.”
Harry’nin karanlık bakışları Sirius’a kaydı.
James, Lily’nin masasının önünden kendine bir sandalye çekerek Harry’ye daha da yaklaştı. Harry’nin önüne gelip durarak tam karşısına oturdu; ela gözleri öfkeyle parlıyordu.
“Sanırım bana bir açıklama borçlusun,” dedi James, alçak sesle.
Harry bakışlarını bir an için bile olsa kaçırmayacak kadar inatçı ve kızgın görünüyordu.
“Bana neden saldırdın?” diye sordu James. “Tüm o suçlamalar da neyin nesiydi? Ben seni ne zaman incittim?” Hayal kırıklığı yüzünden sesi çatallaşmıştı. “Söyle, Harry! Ben seni ne zaman incittim? Cevap ver bana!”
Harry’nin öfkesi daha da artmış görünüyordu. Başını tiksintiyle iki yana sallayıp gözlerini kaçırdı. James onu çenesinden tutup yüzünü tekrar kendisine çevirdi; çelik gibi sert bakan gözler, kendi öfkeli gözleriyle buluştu.
“Sana bir şey soruyorum,” diye tısladı, “beni az evvel öldürmeye çalıştın! Bana sebebini açıklamak zorundasın.”
Harry kendini James’in tutuşundan kurtardı.
“Sebebini zaten biliyorsun,” diye tısladı. “Bunları tekrarlayarak sana o tatminliği yeniden yaşatmayacağım.”
James’in şaşkın bakışlarının karşısında, Harry’nin gözleri yaşarmıştı, ama gözünden tek bir damla dahi düşmedi. James bakışlarını kaçırdı; Harry’nin ağladığını görmek, kalbini ve zihnini paramparça ediyordu.
“Söyleyeceksin, o canavarın bizimle ilgili sana anlattığı her şeyi anlatacaksın!” dedi James, kendini Harry’nin gözlerine yeniden bakmaya zorlayarak. “Ne haltlar döndüğünü bana bir bir anlatacaksın!”
Harry konuşmadı.
“İyi!” diye tısladı James, yerinden öfkeyle kalkarak. “Sen söylemezsen, Dumbledore’a sana Zihinbend uygulamasını söylerim ve biz de bizzat kendimiz görmüş oluruz!”
Harry ona bakmak için başını kaldırdı; gözleri şimdi korkuyla açılmıştı.
“James?” dedi Lily, nefesi kesilmiş bir halde; ama James onu duymadı bile.
“Ya da, belki Bakanlık’ı çağırıp seni cinayete teşebbüsten yargılanmak üzere Azkaban’a göndermeliyiz,” diyerek tehditlerine devam etti.
Harry’nin ağzı ince bir çizgi halini almıştı; tekrar gözlerini James’e dikti.
“Hiç durma,” diye tısladı Harry, “elinden geleni ardına koyma.”
James bir süre öylece bakakaldı, sonra yerinde dönerek fırtına gibi odadan çıktı; Lily ile Sirius da onu takip ederek arkalarından kapıyı kilitlediler.
Damien’ın, odada, Görünmezlik Pelerini’nin altında gizlenmiş olduğunu hiçbiri fark etmemişti.
* * *
James Dumbledore’un ofisinde volta atıp duruyordu. Lily ile Sirius ise ellerini başlarına götürmüş bir halde oturuyor, her ikisi de Harry’yi bunca zaman nasıl bu kadar yanlış anladıklarını düşünüyordu. James’ten bu denli nefret ettiğini nasıl olup da anlamamışlardı? Onu öldürmeye teşebbüs edecek kadar…
James volta atmayı durdurup Lily’nin yanındaki sandalyeye çöktü. Başını ellerinin arasına koymuş, çaresiz bir halde Harry’yi konuşturmanın bir yolunu bulmaya çalışıyordu. Harry’nin ona bu şekilde saldırmasının nedenini bilmek zorundaydı. Oğlunun ondan ölesiye nefret etmesini sağlayacak hangi yalanlarla beslendiğini öğrenmeliydi. Harry’nin tepede ona söylediklerini anlaması gerekiyordu.
“Gerçekten… gerçekten de Bakanlık’ı çağıracak mısın?” diye sordu Lily, tereddütle.
James, başını ellerinin arasından kaldırdı.
“Tabii ki, hayır,” dedi. “Yalnızca onu korkutmaya çalışıyordum.”
“Pek işe yaramışa benzemiyor, dostum,” dedi Sirius, ona.
James başını çevirip ona dik dik baktı.
“Evet, hatırlattığın için sağ ol,” diye homurdandı.
“Harry’yi Zihinbend’le nasıl tehdit edersin?” diye sordu Lily, James’e yüzünü buruşturarak bakarken.
“Panikledim çünkü,” diye itiraf etti James; yeni onarılmış gözlüğünü kaldırıp eliyle yüzünü ovdu. “Onu konuşması için korkutmaya çalışıyordum.” Ayağa kalkıp yeniden volta atmaya başladı. “Bana söylediği hiçbir şeyi anlamadım! Her şeyi hatırladığını söyledi! Olan biten her şeyi tek tek hatırladığını söyledi. Neden bahsettiğine dair hiçbir fikrim yok!”
“Belki, cevabı bende olabilir.”
Üçü birden başını çevirip kapıda duran Dumbledore’a baktı; elinde bir şey tutuyordu. Bu, siyah Düşünseli idi. Harry’nin Düşünseli’si.
Dumbledore odanın içine doğru yürüdü ve elindeki kabı dikkatlice masaya koydu. Sonra, sandalyesine çöktü; yenilgiye uğramış ve bitap düşmüş gibi bir hali vardı.
“Dumbledore? İyi misin?” diye sordu Lily, hemen.
Müdür başını kaldırıp ona baktığında, yüzü çok daha buruşuk ve yaşlanmış görünüyordu. Sanki son birkaç saat içinde, aniden yaşlanmış gibiydi.
“Düşünseli’ne bakın,” dedi, siyah kabı göstererek, “içinde tüm cevapları bulacaksınız.”
James’in bakışları, önce Düşünseli’ni, sonra Dumbledore’un solgun yüzünü taradı.
“Sen çoktan baktın, değil mi?” diye sordu.
Dumbledore James’e baktı; mavi gözlerinde pırıltıdan eser yoktu.
“Evet, baktım. Üzgünüm, ama kuşkularımdan emin olmam gerekiyordu.” Başını bitkin bir halde iki yana salladı. “Bunun içinde Harry’nin anıları var, kimselerin görmesini istemediği anıları. Nedenini bilmek zorundaydım.”
Dumbledore şimdi ölü gibi bakıyordu; Harry’ye ait anılar onu her şeyden çok yaşlandırmışa benziyordu.
“Ne gördün?” diye sordu James; kalbini tekinsiz bir korku sarmış, nefesini sıkıştırıyordu.
“Bence bunu kendiniz görmeniz daha iyi olur. Lily, James’le sen de gitmelisin. Sirius, sen de öyle,” diyerek üçünü de işaret etti.
Dumbledore eğilerek asasıyla gümüşi cisme dokundu.
“Çocukluk anıları,” dedi, net bir sesle. “Godric’s Hollow.”
“Godric’s Hollow mu?” James başını kaldırıp kaşlarını çattı.
“Dumbledore, nasıl…?”
“Anlayacaksınız,” dedi Dumbledore, kederli bir şekilde.
James sessizce başını eğdi, yanında Lily ile Sirius da öyle. Baş aşağı Düşünseli’nin içine düştüler. Harry’nin, daha on beş aylıkken, Godric’s Hollow’da çocukluk anılarının olmasının nasıl mümkün olduğunu merak ediyorlardı.
* * *
Damien, kapının kilitlendiğini duyduktan sonra, kimsenin bir süre geri gelmeyeceğinden de emin olunca pelerini çıkardı. Onu gördüğüne pek de şaşırmış görünmeyen Harry’ye doğru yürüdü.
“Burada olduğunu tahmin etmeliydim,” dedi Harry, başını kaldırıp Damien’a bakmadan.
Ancak, Damien Harry’ye şok ve iğrenme ile karışık bir ifadeyle bakıyordu.
“Nasıl yaparsın, Harry? Babamın canını yakmaya nasıl kalkışırsın? O sana ne yaptı ki?” diye sordu.
Harry cevap vermedi. Yere bakmaya devam ediyordu.
Damien, Harry’nin önünde diz çökerek, onu kendisine bakmaya zorladı.
“Beni kandırdın,” dedi Damien. “Bu sabah, Siri Amca gibi davrandın. Hatta bana, yalnızca Siri Amcamın kullandığı takma isimle hitap ettin. Tüm bunları, tüm bunları babamı öldürmek istediğin için yaptın! Neden, Harry? Neden?”
Harry hâlâ cevap vermiyordu, ama başını kaldırıp Damien’ın gözlerinin içine baktı.
“Konuşurken ağzından kaçırdığın her detaya dikkat etmelisin, Damien. Bana, Sirius Black gibi davranıp herkesi kandırmam için ihtiyacım olan her şeyi sen verdin.”
Damien şok içinde sarsılarak, Harry’nin haklı olduğunu fark etti. Harry’nin peşinde koştuğu tüm o zamanlar boyunca, onunla laklak ederken, Harry’ye tüm bu bilgileri kendisinin verdiğinin farkında değildi.
“Babama neden saldırdın?” diye sordu Damien. “Onu öldürmek isteyecek kadar mı nefret ediyorsun ondan? Babam seni gerçekten çok seviyor. Onun için ne anlam ifade ettiğini tahmin bile edemezsin.”
Harry güldü. Bu, acı ve soğuk bir gülüştü.
“Haklısın, Damien. Beni seviyor. Ne kadar sevdiğini iyi bilirim!”
“Lanet olsun, Harry!” Damien bir elini yumruk haline getirdi; o kadar sinirliydi ki, her an Harry’ye vurabilirdi. “Bir kez olsun neden dinlemiyorsun? Kahrolası bir an için bile, annenle babanın, ailenin seni gerçekten önemsediğine neden inanmıyorsun?”
“Çünkü ben hayal dünyasında yaşamıyorum,” diye cevapladı Harry.
“Öyle mi?” dedi Damien. “Oysaki benim durduğum yerden, tam olarak öyleymişsin gibi görünüyor. Babamın senden nefret ettiğine o kadar eminsin ki, kimseyi bir dakikalığına bile olsa dinlememekte kararlısın!”
Harry bir şey söylemedi, ama çenesi kitlenmiş bir halde, Damien’dan gözlerini kaçırdı.
“Annem, bana,” Damien’ın sesi titriyor, duygusallığı her an gün yüzüne çıkacakmış gibi görünüyordu, “annem, bana, senin onlardan alındığın zaman daha bir bebek olduğunu ve babamın kederden neredeyse aklını yitirdiğini söyledi. Konuşma yetisini yeniden kazanması bile aylarını almış. Sen ise…! Sen ise, seni bu kadar çok seven bir adamın canını yakmaya cüret ettin!”
“Ben onlardan alınmadım!” diyerek aniden araya girdi Harry. Harry’nin öfkeden oturduğu sandalye titriyordu. “Alındığım falan yok, anladın mı? Yalan söylüyorlar! Ben evden kaçtığımda dört yaşındaydım!”
* * *
Oturması odası, yaklaşık on beş yıl önce nasılsa öyleydi. Her şey aynıydı; perdeler, mobilyalar, halı, her şey… O zamana kıyasla, James ile Lily’nin sahip olmadığı tek bir şey vardı; o da, dizlerini karnına çekmiş oturan üç yaşında bir Harry.
James, Lily ve Sirius anıya girer girmez çocuğu fark etmişlerdi. Harry’nin görüntüsü karşısında, üçü birden nefeslerini tutup bakakaldılar. Ama bunun gerçek olmadığını da biliyorlardı. Harry üç yaşındayken hiç Godric’s Hollow’da bulunmamıştı; ancak, yine de küçük çocuğu gördüklerinde, olan biten her şeyi gerçekmiş gibi hissediyorlardı.
James, küçük oğluna bakarken hızla atan kalbini yatıştırmaya çalıştı. Bu kesinlikle Harry idi. Siyah dağınık saçlarının yanı sıra, büyük siyah çerçeveli gözlüklerinin ardında gizlenen zümrüt yeşili gözleri de tıpkısının aynısıydı.
Lily, ‘çocuk’ Harry’yi yakından izliyor, sanki gördüğü her detayı aklına kazıyordu. Sonuçta, James ile Lily Harry’nin çocukluğunu hiç görememişlerdi. Oğullarının büyürken nasıl göründüğüne dair hiçbir fikirleri yoktu.
Harry, sırtını duvara vermiş bir şekilde, sessizce oturuyordu; küçük elleri iki yanında yumruk halini almıştı. Bir şeyi bekliyor gibi bir hali vardı.
Sonra, kapının ardından bir bağırtı duyuldu.
“Harry! Harry! Çabuk buraya gel!” diye bağırdı, kulağa çok tanıdık gelen bir erkek sesi.
Harry hızla ayağa kalkarak odanın diğer ucundaki kapıya doğru koşturdu; üçü de gittiği yönün mutfak olduğunu biliyordu. Harry kapıyı açıp içeri girerken, James ile Lily’yi mutfak masasında otururken buldular.
Harry’nin anılarında bulunan kendi benzerlerine şok içinde bakan James ile Lily’nin tüyleri diken diken olmuştu. Bire bir kopyalarıydılar, ancak yüzlerinde sert ve acımasız ifadeler vardı. ‘Sahte’ James Harry’ye dik dik bakarken, James baştan ayağa titredi.
Tıpkı onlar gibi görünüyorlardı. Ama sahteydiler. James ile Lily, Harry’yi daha on beş aylıkken kaybetmişlerdi. Bu ‘James ile Lily’ ise sahtekârdan başka bir şey değildiler.
James yavaş yavaş neler olduğunu anlamıştı ve anladıkları yüzünden midesi kasılmış, kalbi acı verici bir şekilde teklemişti.
“Hayır,” diye mırıldandı, “hayır, hayır, hayır, Tanrım, lütfen, hayır!”
James’in korktuğu tam da o anda gerçekleşmiş, sahte James elini kaldırarak karşısında duran Harry’nin yüzüne tokadı indirmişti. Harry sertçe zemine yapıştı.
“Sana daha kaç kere söylemem gerekiyor, seni küçük pislik? Misafirlerimiz varken, zavallı suratını görmek istemiyorum.”
“Özür… özür dilerim.”
“Kes sesini!” diye bağırdı sahte James, “defol git, gözümün önünden!”
“Ne oluyor lan?” dedi Sirius, soluğunu tutmuş bir halde; gördükleri karşısında dehşete düşmüştü.
“Bu… bu gerçek olamaz.” Lily, kendi sahte benzerine bakakalmış bir halde, başını iki yana sallıyordu. “Bu… bu… hayır…”
James’in sesi çıkmıyordu. Duyduğu dehşet, resmen dilini bağlamıştı. Üç yaşlarındaki oğlunu düştüğü yerden kalkıp mutfaktan koşarak çıkarken öylece izliyordu.
Oda dönerek değişmeye başladı ve penceresi olmayan ufak bir odaya büründü. Köşede küçük bir yatak vardı ve yatağın üstünde de küçük bir çocuk oturuyordu. Harry bir şeyi yerine yerleştirmeye çalışıyordu. James yakından bakınca, küçük çocuğun kırılan gözlüğünü Muggle’ların yaptığı gibi yerine takmaya çalıştığını gördü. Ama eli olduğu gibi bandajlıydı ve küçük parmaklarını güç bela hareket ettirebiliyordu. James ağlayan çocuğa doğru yürüyüp karşısında diz çöktü; gözlerindeki yaşları silebilmeyi diliyordu.
Gürültülü bir vurma sesi duyuldu ve Harry korkuyla yerinden fırlayıp kaskatı kesildi. James neler olduğunu anlamamıştı, ama Harry anlamıştı. Ayak sesleri gürültüyle yaklaşırken çocuk geri geri gitti; ardından, kapı gümbürtüyle açıldı ve James arkasını dönerek, tehditkâr ifadeli bir James’in kapıda dikildiğini gördü.
“Yine yaptın, değil mi?” diye sordu sahte James, hızla odaya girerken. Gerçek James, Harry’nin konuşurken korkudan titrediğini görebiliyordu.
“H-Hayır, babacığım, yemin ederim, hiç-hiçbir şey yapmadım.”
James gönlünün paramparça olduğunu hissetti. Harry ona babacığım diyordu. Anılarında ona sahiden baba dediği zamanlar da olmuştu meğer.
Sahte James, küçük çocuğu saçından tuttuğu gibi, yataktan kaldırıp sürükledi. Çocuğu koridora fırlatıp onu kaburgalarından acımasızca tekmelerken, gerçek James haykırdı. Harry’nin ağlamaları tavan arasında yankılanıyor, kendini korumak için top halini almış bir halde yerde kıvrılıyordu.
“Sanki hayatımızı mahvetmiş olman yetmiyormuş gibi,” diye bağırdı sahte James, çocuğun göğsüne sert bir tekme indirirken, “diğer insanların da hayatını mahvetmeye başladın! Komşunun çocuklarıyla kavga etmeye nasıl cüret edersin? Onlar Muggle! Canlarını yakmak için büyü kullandın, değil mi?” diye sordu sahte James, üç yaşındaki çocuğa her soruyla birlikte tekmeler savururken.
Harry, her darbeyle birlikte haykırıyordu; sahte James nefes nefese kalmış bir halde durduğunda, anca konuşabildi.
“Ben-ben yapmadım. Onlar… onlar bana vurdu. Beni ittiler ve g-gözlüğüm kırıldı,” dedi Harry, hıçkırıkları arasından.
Sahte James ise Harry’ye küçümseyici bir bakış attı ve çenesinin tam ortasına vurdu. Çocuğun ağzından kanlar geliyor, geri geri sürünerek babası ile kendisinin arasına mesafe koymaya çalışıyordu. Sahte James kötücül bir ifadeyle pis pis sırıttıktan sonra belindeki kemeri çözmeye başladı.
“Yo, yo, yo, yo, lütfen, Tanrım, lütfen!” diye haykırdı James.
“Baba, lütfen, ben… ben bir şey yapmadım!” diye yalvardı Harry, gözleri etrafını deli gibi tararken; ama kaçacak hiç ama hiçbir yeri yoktu.
James, Lily ve Sirius, sahte James’in Harry’yi tutup ayağının altına koyduğunu gördüklerinde, hep bir ağızdan çığlığı bastılar.
“Sen yaramazlık yaptın, Harry. Şimdi, cezanı ödeme zamanı. Özür dileyeceksin!”
Çocuğu küçük kolundan tuttuğu gibi, kolunu arkasına alıp çevirdi; üç yaşındaki çocuğun kan donduran çığlıklarını duymuyordu bile.
“Baba! Yapma!”
Sert bir çekişin ardından, akıllara zarar bir kırılma sesi tavan arası boyunca yankılandı. Harry, kolunun acısıyla çığlığı bastı. Sahte James, Harry’yi saçından tuttu ve başını geriye çekerek kulağına eğilip fısıldadı.
“Dersini alman için kırılan kemikten daha iyisi yoktur.”
Harry’nin saçını bırakarak kemerini çıkardı.
Sahte James kemerini Harry’ye doğru indirdiğinde, gerçek James’in dünyası başına yıkılmıştı. Çocuğun sırtına ve bacaklarına kemer darbeleri indikçe, o, onu yere sabitleyen ayak yüzünden, hiçbir yere kıpırdayamıyor, yalnızca ağlıyordu. Istırap içinde haykırırken affedilmek için yalvarıyor, ama hiçbir şey ona inen acımasız darbeleri durdurmuyordu.
Lily, üç yaşındaki oğlunun her çığlığıyla birlikte haykırıyor, yanaklarından yaşlar boşalıyordu. Sirius izlemeyi reddediyordu. Görüntüye arkasını dönmüş olsa da, kemerin havayı yaran ve ete çarpan sesi kulaklarında yankılanıyordu. Harry’nin çığlıkları da buna dâhildi. Vaftiz oğlunun yalvaran sesini duydukça aklını kaybedecek gibi oluyordu. Tüm bunların yanında, James kendini tamamen kaybetmişti. Oğlu, küçücük oğlu onunla aynı yüze sahip bir canavar tarafından acımasızca dövülürken, yere yığılmış, gözünü olanlardan alamıyordu. Harry’nin babasına durması için yalvaran çığlıklarını dinlerken, hıçkırarak ağlıyordu. Yine de, hiçbir şey onu durdurmuyordu. Ne Harry’nin ağlamaları, ne yalvarışları, ne de kanlar içinde kalışı…
İnen darbeler durmuş olmasa da, anı durmuştu. Oda yeniden dönerek başka bir anıyı göstermeye başladı. James, anının aniden durmasından, Harry’nin bayılmış olduğu sonucunu çıkardı.
Oda dönmeyi durdurduğunda, James kendini mutfak zemininde buldu. Başını kaldırıp baktığında, Lily ile Sirius’un gözlerinin de yaşlarla kaplı olduğunu gördü. James tüm bunlara inanamıyordu. Voldemort Harry’ye yalan söylememişti. Onun yerine, Harry’nin zihnine bu sahte anıları yerleştirerek, ailesinden tüm benliğiyle nefret etmesini sağlamıştı.
Sahte Lily telaş içinde mutfağa girerken, üç gözü yaşlı yetişkin de onu izledi. Dışarı çıkmaya hazırlanıyor gibi giyinmişti ve süslü bir pelerini omuzlarına atmıştı. O evden çıkmak için hazırlanırken, James, Lily ve Sirius Harry’nin kapıda durduğunu fark ettiler. Son anıya kıyasla, biraz daha büyümüş görünüyordu. Ama hâlâ üstü başı yırtık şeyler giyiniyordu ve bedeni de oldukça zayıftı. Parlak zümrüt yeşili gözleri, camı hâlâ kırık olan gözlüklerinin ardından donuk ve boş bakıyordu.
“Şimdi, beni iyi dinle, yemek fırının içinde, sakın yakayım deme!” diye bağırdı çocuğa, sahte Lily. “Yoksa babanın sana neler yapacağını biliyorsun.”
Küçük çocuk fırına bakarak başıyla onayladı. Lily etrafta yürüyerek kulağına küpe takarken, Harry annesini izledi. Lily onun yanından geçerken, küçük çocuk bir anda annesinin eteğine yapıştı.
“Anne, ben de seninle gelemez miyim, lütfen? Burada onlarla yalnız kalmak istemiyorum,” diye fısıldadı, korku dolu bir sesle.
Sahte Lily, çocuğun eline vurdu ve eteğinin onun tuttuğu yerini düzeltti; sanki Harry’den ona kir bulaşmış gibi davranıyordu.
“Hayır! Gelemezsin!” diye azarladı onu. “Aptal çocuk! Bana bunu daha kaç kere soracaksın? Harry, sen gerçekten tam bir baş belasısın!”
Harry annesinden geriye doğru çekildi ve ondan başka bir yere baktı. Çocuk yüzünde hayal kırıklığı okunabiliyordu.
Gerçek Lily, görüntü karşısında, ağlamasını bastırmak için elini ağzına koymak zorunda kalmıştı.
Kapının çalındığı duyuldu ve üç yetişkin de Harry’de gözle görülür bir gerginliğin olduğunu fark etti. Sahte Lily kapıyı açmak için hızla davranırken, Harry kapıdan uzaklaşarak fark edilmeyeceğini umar gibi kendini duvara dayadı.
Sahte Potter’lar mutfağa girdiler ve bu sefer yanlarında sahte Sirius da vardı. Gerçek Sirius kendi sahte kopyasına bakarken kanı donmuş gibi görünüyordu. Dumbledore’un Harry’nin anılarına neden onu da gönderdiğini merak etmeye başlamıştı. Ama şimdi, öğrenmemeyi diliyordu. Harry’nin anılarında kendisinin de ne tür bir canavar olduğunu bilmek istemiyordu.
Sahte Sirius mutfağa girerken hemen Harry’yi fark etti.
“Aa, Harry, nasılsın?” diye sordu sahte Sirius, Harry’nin saçlarını karıştırarak.
Harry gerilse de, Sirius elini çekene kadar hareket etmeye cesaret edemedi. Kıpırdama şansını yakaladığı anda da, fırına doğru koştu ve tavuğu kontrol etmeye koyuldu. Sahte Lily evden ayrıldı ve iki arkadaş James ile Sirius Harry’yi mutfakta yalnız bırakarak oturma odasına geçtiler. Ama gürültülü sohbetleri mutfaktan da duyuluyordu.
“Bilmiyorum, Patiayak. Hiç böyle bir oğlum olacağını sanmazdım,” diyordu sahte James. “Tam bir fiyasko! Daha en basit büyüleri bile yapamıyor.”
“Biliyorum, berbat bir durum,” dedi Sirius. “Yani, böyle içler acısı bir vaftiz oğlun olduğunu bir hayal etsene. Daha fazlasını yapacak yaşa geldi; yaşı üç müydü, dört mü?”
“Dört,” diye cevapladı James. “Yani, ben dört yaşındayken, sürekli büyü yapıyordum. Tamam, bunun biraz Tanrı vergisi bir yetenek olduğunun farkındayım, ama şunun zayıflığına bir baksana. Gözleri benimkilerden de kötü! Ergenliğe girdiğinde, tamamen kör olacağına bahse girerim!”
“O zaman, belki de kafasına sürekli vurmaktan vazgeçmelisin.” Sahte Sirius’un sesinde alaycı bir gülüş vardı. “Ne derler, bilirsin. Ne kadar çok kafa darbesi, o kadar çok deformasyon.”
İki adam da kahkahalara boğuldular.
Harry, onun hakkında konuşulanları dinlerken engel olamadığı gözyaşlarını sildi ve masaya çatal bıçak takımlarını dizmeye devam etti. Evde yalnızca iki adam vardı ve masadaki takımlar da yalnızca iki kişilikti. Bu gece yemek yiyecek olan yalnızca iki kişi vardı.
Gerçek James, Lily ve Sirius kusacakmış gibi görünüyorlardı. Harry’nin zihninin bunca korkunç yalanla doldurulduğuna inanamıyorlardı. Onlardan bu kadar çok nefret etmesi, boşuna değildi.
Küçük çocuk tam fırındaki tavuğu kontrol ediyordu ki, kapıda bir hareketlilik olduğunu duyup arkasına döndü ve sahte Sirius’u sırıtarak kendisine bakarken gördü.
“Hey, Harry, n’apıyorsun?” diye sordu Sirius, korkmuş çocuğa doğru ilerlerken.
Gerçek Sirius yumruklarını sıkmış, sahte benzerini parçalarına ayırmak istercesine hırlıyordu.
“Hiçbir şey, Amca,” diye cevapladı Harry.
Sahte Sirius ileri doğru atılarak çocuğa elinin tersiyle vurdu. Harry yerinde sallansa da, düşmemeyi başarmıştı.
“Ben senin amcan değilim, seni değersiz pislik! Bana Efendi Black diyeceksin, anladın mı?”
“E-evet, Efendi Black,” diye cevapladı Harry, dudağındaki kanı kolunun yeniyle silerken.
“Ne pişiriyorsun, Harry?” diye sordu sahte Sirius, fırına doğru yürüyerek.
“Fırında kızarmış tavuk, Efendi Black,” dedi Harry, yanağının darbe alan kızarmış kısmına hafifçe dokunarak.
Harry’nin sahte Sirius’un karşısında sinmiş halini izleyen Gerçek Potter’lar ile Sirius şimdi sinirden ağlıyorlardı.
“Hmm, benim için bu az pişmiş. Ben eti iyi pişmiş severim,” dedi sahte Sirius ve ardından, asasını tavuğa doğrulttu.
Tavuk siyaha döner ve fırının kapağından dumanlar çıkmaya başlarken, kalpsizce gülüyordu.
Harry fırına doğru koştu. Küçük elleriyle sıcak fırının kapağını açmak için eliyle yokladı, yemeği kurtarmak istese de başaramadı. Sahte Sirius gülmeye kesintisiz devam ediyordu. Harry ağlamaya başladı ve asasını yemekten çekmesi umuduyla Sirius’un elini çekiştirdi.
“Lütfen, yapma! Babam beni öldürür! Lütfen, Efendi Black, lütfen yapma!” Harry bir taraftan asayı yanan tavuktan uzaklaştırmaya çalışıyor, bir taraftan da yalvarıyordu.
Sonunda, sahte Sirius asasını geri çekti ve Harry de tamamen yanmış ve kül olmuş tavuğu çıkarmak için fırına doğru koştu.
“Hey James! Çatalak! Gelip Harry’nin ne yaptığına bir bakmalısın!” diye bağırdı sahte Sirius. Harry başını kaldırıp vaftiz babasına baktı. Yeşil gözleri korkuyla açılmıştı.
“Hayır, lütfen!” diye yalvardı Harry, ama adam ona sadece güldü.
“Ne oldu?” diye sordu sahte James ve hemen ardından, fırında kül olmuş tavuğu ve onun hemen yanında yüzü yaşlarla dolu duran Harry’yi gördü.
“Seni küçük pislik! Bunu bilerek yaptın!” Sahte James titreyen çocuğu tuttuğu gibi, suratına bir tokat attı.
Darbenin etkisiyle Harry yere savruldu. Sahte James onu acımasızca tekmelemeye başladı. Harry’nin ise sesi bile çıkmıyordu. Gözlerini sımsıkı yummuş, çığlığını bastırıyordu.
Üç yetişkin dehşete düşmüş bir halde anının ortasında durmuş, ağlıyorlardı.
Sahte James aniden dönerek fırına baktı. Harry’ye pis pis sırıtıp onu saçından yakalayarak ayağa kaldırdı.
“Sen benim yemeğimi yaktın, ben de seni yakacağım,” diye tısladı.
Gerçek James haykırarak oğluna doğru koştu. Ancak, çoktan olmuş bitmiş bir anıyı değiştirecek hiçbir şey yapamazdı. Sahte James çığlık çığlığa bağıran çocuğu deli gibi kaçmaya çalışırken yakalarken, gerçek James kurgulanmış bu korku filmini izlemeye kendini zorladı.
“Baba, hayır! Baba, lütfen! Lütfen, baba, özür dilerim. Her şey için özür dilerim! Lütfen yapma, hayır, lütfen, yapma!”
Harry yalvarıp yakarıyor, ağlıyor ve deli gibi çırpınıyordu, ama sahte James dört yaşındaki çocuğu yanan fırına doğru sürükleyerek kapağı açtı.
“Hayır! Seni orospu çocuğu! Bırak çocuğumu!” Küçük çocuğun elinin fırına çekilmeye zorlandığını gören gerçek James kendini kaybetmiş, avazı çıktığı kadar bağırıyordu.
“Baba! Hayır! Lütfen, lütfen, hayır!” diye bağırıyordu Harry, ama onu kimse duymuyordu.
Sahte Sirius ise hâlâ gülüyor, arkadaşına bağırarak onu daha çok gaza getiriyordu.
“Yürü be, Çatalak!”
Sahte James, çocuğun küçük elini fırının içine soktu ve Harry, babasının elinde deli gibi çırpınırken, ıstırap içinde çığlığı bastı. Mutfağı iğrenç bir yanmış et kokusu sarıncaya kadar, James çocuğu bırakmadı. James onu bırakınca, küçük çocuk yerde kıvrılıp yattı ve yanmış elini göğsüne yakın tutarak kesik kesik nefes almaya başladı; tüm o çığlıklar onu nefessiz bırakmaya yetmişti.
Sahte James ile Sirius, Harry’ye ortalığı temizlemesini emrederek bir şey yemeden yatmaya gittiler. İki canavar, kan içinde kalan ve eli fena halde yanan gözü yaşlı çocuğu mutfakta yalnız bırakmışlardı.
Saatler gibi gelen bir sürenin ardından, çocuk yavaşça ayağa kalktı. Acıdan fena halde titriyor, tüm vücudu sarsılıyor, hıçkırıkları yüzünden kesik kesik nefes alıyordu. Harry uysal bir şekilde doğrulup kül olmuş tavuğa doğru ilerledi. Sağlam eliyle beceriksizce ortalığı temizlemeye koyulduğunda, onu izleyen üç yetişkin de şaşkınlıktan donakalmıştı. Harry tüm bu süre boyunca, ağlamaya da devam ediyordu.
Yanmış tavuğu bir kese kâğıdına koymayı başarıp yavaşça ve oldukça beceriksizce arka kapıya doğru gitti ve dışarı çıktı. Kese kâğıdını orada duran çöp kutularından birine attıktan sonra, daha fazla dayanamadı. Dönüp öğürerek midesinde olan küçücük şeyleri de kustu. Kusması bittiğinde, doğrularak bahçe duvarına doğru yürüdü ve orada acı içinde kıvrılarak öylece durdu.
Hafif bir rüzgâr esiyor, küçük yüzünde biriken terleri kurutuyordu. Dört yaşındaki çocuk önünde uzanan karanlığa baktı. Sonra, başını çevirip eve baktı; yanaklarındaki yaşlar artık kurumuştu. Harry’nin kafasından neler geçtiğini anlamak hiç de zor değildi.
Ona böyle davranılan bir evde durmanın anlamı neydi? Burayı terk edip yaşanacak başka bir ev bulmak daha iyi değil miydi? Başka her yer, burada yaşamaktan daha iyiydi.
Üç yetişkinin gözü önünde, dört yaşındaki Harry yavaş yavaş önündeki karanlığa doğru yürüdü ve arkasını dönüp Godric Hollow’a tek bir bakış dahi atmadı.
* * *
Saatler tam olarak sekizi gösteriyordu. Akşamın bu saatinde, Hogwarts’ın onu neyin vurduğundan haberi yoktu. Saatin gümbürdeyen sesi tüm şatoyu dolduruyordu. Öğrencilerin çoğu, yatakhanelerindeydi. Ama yine de her biri havadaki değişimi sezmiş, dışarıdan belli belirsiz gelen bağırış çağırışları duymuştu.
Ancak, bu duydukları, yalnızca bir kadına ait olduğunu bildikleri histerik gülüşü duyana kadar bir hiç sayılırdı; pencerelerinin önünde yeşil bir sembolün hızla uçtuğunu ve karanlık gökyüzünde parladığını gördüklerinde, neler olduğunu işte o zaman anlamışlardı.
Ölüm Yiyen’ler Hogwarts’taydı.
* * *
Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #38: Hogwarts Saldırısı için tıklayın!
Çeviren: Tuba Toraman
bu hikaye başladığından beridir okuyorum ve normal harry potter kitaplarından daha çok ağladım bu bölümde! cidden, M-Ü-K-E-M-M-E-L
Ağlamıyacağım ağlamayacağım Olmadı bu arada hikaye müq 🙁
Dayanamıyorum. Bu hikaye olmadı diyemiyorum. Sesim bile titriyor. Voldemortdan bir daha kesin bir şekilde nefret ettiğimi anladım.
Normalde ben hislerimi kontrol ederim, hislerim beni değil. Nasıl olur, anlayamıyorum.
Ölüm Yiyenler Hogwarts ta Dumbledore un öleceğini seziyorum .Bu bölümü kesik kesik okudum öyle korkunçtuki.
NEEEEE ÖZ ÇOCUĞUNUN ELİNİ YAKMAK MI HADİ VOLDEMORT ÇOK ACIMASIZ AMA BU KADAR DA OLMAZ
Hihh Harryden bu hikayede nefret diyordum. Voldemort gerçekten daha acımasız