Harry Potter Serisindeki Unutulmaz Baba Oğul İkişkileri
|Pottermore’da yayınlanan bu yazıyla seriye yön veren ve karakterlerin kişiliklerini etkileyen baba-oğul ilişkilerini inceleyeceğiz. Nefesler tutulduysa başlıyoruz!
Dudley ve Vernon
“Vernon Enişte’ye çok benziyordu Dudley. Kocaman, pembe bir yüzü vardı; boynu yok gibiydi; gözleri ufacıktı, suluydu, maviydi; sarı saçları tostoparlak kafasına yapışıyordu.”
– Harry Potter ve Felsefe Taşı
Harry Potter kitaplarını yalayıp yutmuş bütün Potterheadler olarak bildiğimiz üzere kitapta babasından çok fazla etkilenen karakterler olduğunu biliyoruz ama bir de etkilenmeyi geçip birebir aynı hamurdan yapıldığından şüphelendiğimiz baba-oğullar da yok değil. Haydi o zaman Felsefe Taşı kitabımızın bile ilk sayfalarının onlara adandığı Vernon ve Dudley çiftimizle ilgili birkaç kelam edelim.
Şayet şu fantastik dünyada (mugglelar da dahil) birbirlerine görünüş bakımından olsun kişilik olsun hatta ve hatta dağınıklıklar da bile bu kadar benzeyen iki kişi varsa bunlar kesinlikle Vernon ve Dudley’dir diyebiliriz. Albus Dumbledore (*/) ‘un bu konudaki fikrinin ise Dudley’yi gördüğün an Vernon ve Petunia’nın anne-babalık tarzlarının “fevkalade korkunç bir zarar” olduğu yönünde belirttiğini biliyoruz. Gel zaman git zaman evde ona “harika bir örnek” olan babasının izinde Dudley de Harry Potter’la uğraşmaktan ve onu canından bezdirmekten hiçbir zaman vazgeçmedi ne yazık ki. Her ne kadar bu olumsuz davranışları devam etse de serinin son kitabı “Ölüm Yadigarları”nda Dudley sonunda bizi şaşırtıp kendi fikrini dile getirmeye başladığını hatırlıyoruz.
Serinin son kitabında ayrılık vakti geldiğinde ise Dudley birdenbire aslında Harry’nin “vakit kaybı” olmadığını belirtip birkaç sene öncesinden Ruh Emiciler’den kurtardığı için teşekkür etmek amacıyla Harry’nin elini bile sıkmıştı. İşin enteresan tarafı ise bu konuşmanın Dudley’nin babası Vernon ortalıkta yokken olmasıydı.
Vee geçiyoruz diğer baba oğlumuza…
Draco ve Lucius
Ah zavallı Draco! Zavallı dediğimize bakmayın serinin ilk kitabındaki genç Draco zavallı olmaktan uzak adeta bir kabadayı gibi yanlış yollara sapmış ve o çok gururlu ailesi tarafından hep belli başlı kalıplara göre büyütülmüş bir karakter olarak karşımıza çıkmıştı. Doğduğu günden beri özellikle babası Lucius Malfoy’un başının çektiği aileden gördüğü hırs ve öfke dolu büyütme biçimiyle Draco adeta babasının küçük bir minyatürü haline geldi ve bundan son derece gurur duydu üstelik. Herkes bir düşünsün bakalım acaba Draco kaç kere “babam” diye başlamadan cümle kurmuştur ki?
Draco’nun kendine has fikirleri yok dersek de haksızlık etmiş oluruz tabii ki. Annesinin şefkat dolu sevgisi ve babasının acımasızlığı arasında ne yazık ki Draco bir türlü kendi fikir ve görüşünü oluşturamayıp adeta babasının bir kuklası haline dönüşmüştü. İlerleyen vakitlerde ise babasının Lord Voldemort’un verdiği Ölüm Yiyen görevlerine git gide daha çok dahil oldukça öğrendik ki meğerse Draco’da Lucius’da olan o aynı katı itaatkârlıktan eser yokmuş. Draco bu konuda babasının aynısı gibi görünüp davransa da bir farklılıkları olduğu açıktı – bu farklılık ise Dumbledore’u öldürememesiydi. Ve en önemlisi de son kitapta Harry ve arkadaşları ormanda yakalanıp Malfoylara getirildiklerinde Draco’nun Harry’yi ele vermemesiydi – onun yüzünü tanımış olmasına rağmen emin olamayıp tereddüt ederek. Yani bu konuda sonuç olarak Draco babasına ne kadar imrenip benzemek istese de tam tersi kendi stilini yaratmış oldu.
“Harry, Draco’nun yüzünün babasının yanında yaklaştığını gördü. Olağanüstü bir şekilde benziyorlardı, yalnız babası heyecanla bakarken Draco’nun yüz ifadesinin tamamen isteksiz,hatta korku dolu olması hariç.”
– Harry Potter ve Ölüm Yadigarları
Kitabın en önemli ve belki de zaman açısından en kısa baba-oğul ilişkilerinden biriyle devam ediyoruz…
Harry ve James
Harry’nin babası Harry’nin Hogwarts yılları boyunca fiziksel olarak onun yanında olamasa da manevi varlığıyla her zaman Harry’nin yanında olduğunu Harry’nin fiziksel görünüşünden, Voldemort ile ilk düellosundan Diriltme Taşı aracılığıyla ettikleri son vedalara kadar hep hissettirmeyi ihmal etmedi. Tabii diğer yandan Harry’ye sürekli “annesinin gözlerine sahip olduğu” hatırlatılsa da aslında Harry babasına o kadar çok benziyordu ki Sirius bile Harry’yi gördükçe eski dostu James’in geri dönüp yanında olmadığını hatırlamakta çok fazla güçlük çekiyordu.
Harry’nin babasından kaptığı huylarına gelecek olursak Quidditch yeteneği, birebir aynı tarak tutmaz saçı ve aynı kurallara itaat etmeyişinden bahsetmesek olmaz. Bir diğer yandan ise Harry’nin içinde hissettiği anne Lily sayesinde James’in oğlu olan Harry biraz daha anlayışlı bir insana dönüşüyor. Örneğin babası James öğrencilik zamanında o çapulcu genç Snape’i rahatsız edip hakaret etmekten hoşlanıp, Snivellus lakabını takarken, Harry İksir hocasının önceki hayatı hakkındaki gerçekleri öğrendiği an Snape’in bütün acımasızlıklarını affedebildiğini görüyoruz. Bu asil davranış Harry’nin babasının hatalarından ders çıkardığını gösteriyor bize.
Bir taraftan da o aynı maceraperest, doğuştan gelen cesaret ve kararlılık da Harry’de mevcut. James hatalar yapmış olabilir ama gerektiğinde de içten içe eşini ve oğlu için hayatını feda edebilecek o cesarete de sahipti. Aynı cesaretin bir benzerini Harry’nin sevdiklerini kurtarmak ve savaşının sona erdirmek için hayatını feda etmekten çekinmeyişinde görebiliyoruz. Bunları düşündüğümüzde Harry babasının birebir aynısı değilse de aynı ortak yönlere sahip olan bir baba oğul olduğunu bize kanıtlıyor. Patronuslarını aklınıza getirin mesela.
“Sanıyor musun ki sevdiklerimiz ölünce bizi gerçekten de terk ederler? Zora düştüğümüzde onları her zamankinden de berrak bir şekilde hatırlamadığımızı mı sanıyorsun? Baban senin içinde yaşıyor Harry ve ona ihtiyacın olduğu zamanlarda kendini açıkça gösteriyor. Başkanasıl gidip de özellikle o Patronus’u yaratabilirdin ki? Çatalak dün gece yine koşuyordu.”
– Harry Potter ve Azkaban Tutsağı
Biraz da turunçgillere geçelim(!)
Ron ve Arthur
Biraz da birbirlerine benzemek dışında başka birçok işi olan bir baba oğuldan bahsedelim. Harry, Draco ve Dudley tek çocukken, Ron’un babası Arthur için Ron uğraşılacak ve bakılacak tek evlat değildi. Bu yüzden de Ron ailenin bütün fertlerinden birer özellik kapmıştı mesela bu özellikler Fred ve George’tan espri yeteneği ve Ginny’den kararlılık olarak gözümüze çarpsa da özellikle ise babasından kibarlığı ve asilliği alarak ortaya bir karışım çıkarmıştı. Ron’un babasıyla arasındaki ortak özelliklerden bahsedecek olursak ikisi de okul dersleri konusunda üst düzey değillerdi örneğin. Bu konuda Ron’un sahip olduğu ortalama Hogwarts ders notları bize Arthur’un aynı seviyedeki hiçbir geleceği olmayan Bakanlık işini anımsatmıyor değil.
Yine de maddi kazanç ve hırslı olma konusunda eksiklikleri olsa da, bu açıklarını iyi kalpli, asil ve içten davranışlarıyla kapatmayı başarıyorlar. Ve ayrıca ailedeki bazı benzerlikleri mesela Ron’un annesi Molly’nin babası Arthur’u azarlama tarzıyla Hermione’nin Ron’u azarlama biçimlerinde görebiliyoruz.
“Mr. Weasley gözlüğünü çıkarmış, gözlerini de yummuş, mutfak iskemlesine yığılmıştı. Zayıf bir adamdı, tepesi açılıyordu, ama kalmış olan saçı tıpkı çocuklarınınki gibi kıpkızıldı.”
– Harry Potter ve Sırlar Odası
Biraz daha eskilere gidip devam edelim…
Severus ve Tobias
Tabii bir yandan da hiç babası ortalıkta olmayan karakterler de var. Snape’in Muggle babası Tobias hakkında pek bilgimiz olmasa da, bildiğimiz kadarıyla baba oğul pek de yakın ilişkiye sahip değildiler.
Snape’in geldiği o hurda, dağınık evi düşünecek olursak bu yaşam onun sonraki yıllardaki acımasız ve sinsi kişiliğini açıklıyor aslında. Ve ayrıca gençlik yıllarında annesinin kızlık soyadını takma isim olarak kullanmaktan gurur duyarak aslında kendisinin ne kadar yalnız bir hayat geçirdiğinin ve kendi kendini yetiştiren bir insan olduğunu bize kanıtlıyor.
“Sizin evde işler nasıl?” diye sordu Lily. Snape‘in gözlerinde hafif bir kırışıklık belirdi.
“İyi,” dedi.
“Artık tartışmıyorlar mı?”
“Ah, evet, tartışıyorlar,” dedi Snape. Bir avuç dolusu yaprak kopartıp ne yaptığının farkında olmadan onları tek tek ayırmaya başladı. “Ancak uzun sürmeyecek, ben gitmiş olacağım.”
“Baban sihirden hoşlanmıyor mu?”
“O hiçbir şeyden fazla hoşlanmaz,” dedi Snape.”
– Harry Potter ve Ölüm Yadigarları
Ve işte hayli ilginç bulduğumuz bir baba oğul ilişkisine göz atarak yavaş yavaş sonlara yaklaşıyoruz.
Voldemort ve Tom Riddle
Ve son olarak da Voldemort var karşımızda. Ailesinin ona çektirdiği sıkıntılar sebebiyle hayal edebileceğimiz en zehir zemberek hale gelen adam. Babası Tom Riddle ise aslında o kadar da acımasız bir insan değildi sonuçta adamı pek de tanımıyoruz da. Tek bildiğimiz bütün ilişkileri boyunca Voldemort’un annesi Merope tarafından bir aşk iksiri altında esir olduğu.
Ve Merope onu kelimenin tam anlamıyla azad ettiğinde ise Tom hemen kaçmış ve Merope de oğlunu doğurduktan sonra ölmüştü. Bu bilgileri göz önüne aldığımızda Voldemort’un o zamanlarda birkaç tek başına kalma ve terk edilme sorunu yaşamasını normal karşılamak mümkün tabii. Voldemort bu zamanlarda kendini o kadar kıskançlık, öfke ve bencil bir açgözlülükle doldurmuş ki çocukken ki yaşadığı acılara hep saplanıp kalmış ve o terk edilmiş çocuktan hiçbir farkı olmamış. Başkalarının kendi hakkındaki düşüncelerine ve kendi hırsları ötesindeki herhangi bir şeyle alakalı bir an olsun kafa yormayı düşünmemiş bile. Onun için daha önemli bir şey yokmuş çünkü. Ve hayatı boyunca babasıyla aynı ismi taşımaktan nefret ederek büyüyen bir insan olmuş.
“Sen, Harry Potter, ölmüş babamın kalıntıları üzerinde duruyorsun,” diye tısladı yavaşça.
“Bir Muggle ve bir budala… tıpkı sevgili annen gibi. Ama ikisinin de faydası dokundu, değil mi? Annen sen çocukken seni savunmak için öldü… ve ben de babamı öldürdüm. Bak şimdi,ölüyken nasıl da faydası dokundu bana…”
– Harry Potter ve Ateş Kadehi
Bütün bu baba-oğul ilişkilerini düşündüğümüzde babaların evlatlarının hayatlarını, doğrularını ve yanlışlarını nasıl da etkilediğini görebiliyoruz. Peki sizce bu ilişkiler arasında en etkileyici olan hangisi? Ve bu ilişkilerde değiştirmek istediğiniz bir şey olsa ilk önce neyi değiştirirdiniz?
Yorumlarınızı ve düşüncelerinizi aşağıya yorum olarak bekliyoruz ve tekrardan J.K. Rowling’e bu büyülü dünyayla alakalı verdiği olağanüstü detaylar için teşekkür ediyoruz.
draconun böyle olmasının sebebi tamamen ailesi onlar iyi olsaydı draco hufflepuff olabilirdi (belki) sonuçta biraz korkak iyi insanlar tarafından eğitilseydi kalbi temiz olurdu kafası yıkanmamış olurdu hufflepuff ve ya gryffindor a gidebilirdi
Ben Draco’nun sadece ailesi yüzünden kötü olduğuna katılmıyorum.Evet,aile büyük bir etkendir,ama hayatının tamamını kaplayacak kadar değil.Draco korkağın tekiydi.Sirius mesela,onun ailesi Malfoy’lardan da beter,ama o kendi yolunu seçti,tıpkı Draco’nun Ölüm Yiyen olmayı istemesi gibi.Sonradan tırsmış olabilir,ama her şey bittikten sonra bile korkaktı o.Malikanede Altın Üçlü’ye yardım etmedi,hatta Hermione ve Ron’u ele verdi sayılır.Tüm seri boyunca kendisinden maddi olarak ta,başka şekillerde kendisinden alçak olduğunu düşündüklerine iğrenç davrandı.Şahgaga’nın öldürülmesi ve Hagrid’in görevden alınması için elinden geleni yaptı.Ayrıca içki planı başarıya ulaşsaydı Dumbledore ölecekti.Harry’ye işkence laneti yapmaya çalıştı ve sonra Umbridge ona yapacakken hevesli bir şekilde izledi.Draco,asla affetmeyeceğim karakterlerden biri. Yüzde yüz kötü olduğunu dusunmesem de o korkağın teki.
ben sana katılmıyorum bayan weasley aile baskısı şahgagayı öldürmek istemezdi
gelçi ölmedi ölmesine neden oldu bir de
Sadece drago degil filmde bütün siliterin topluluğu kötü tanıtılmış. Bu drago ve ailesi ile alakalı bir durum degil bence.