Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #40: Ağır Bedeller [Kısım 2]

Karanlık Prens - İçimdeki Karanlık #40: Ağır Bedeller [Kısım 2]

GİRİŞ İÇİN TIKLAYIN.

39. BÖLÜM [Kısım 1]

39. BÖLÜM [Kısım 2]

40. BÖLÜM [Kısım 1]

Lord Voldemort’un o karanlık gece, Harry Potter‘ı öldürmeyip kendi oğlu gibi büyütmeye karar verdiği alternatif bir hayran hikâyesine ne dersiniz?
Karanlık Prens” serisini, Safina Mazhar‘ın kaleminden ve yazarın gözden geçirdiği yeni versiyon üzerinden taze bir çeviriyle sizlerle buluşturuyoruz. Karşınızda İçimdeki Karanlık cildinin kırkıncı bölümü!

bölüm 40

Ağır Bedeller

[Kısım 2]


Noel tatiline son üç gün kalmıştı ve bu üç gün Damien’ın hayatının en zor yetmiş iki saatiydi. Nereye dönse, insanlar Harry hakkında konuşuyorlardı. Yemek saatlerinde, sınıflarda, Quidditch antrenmanlarında, ortak salonlarda yalnızca tek bir konu vardı; o da, Harry’nin Karanlık Prens’in ta kendisi olması. Karanlık Prens’in tüm bu zaman boyunca Hogwarts’ta olmuş olmasına tüm öğrenciler ateş püskürüyordu.

Damien ise gittiği her yerde pis bakışlara maruz kalıyor, parmakla gösteriliyor, fısıldanmalara şahit oluyordu.

“İşte o! Damien Potter, Karanlık Prens’in kardeşi.”

Tüm bunlar, sürekli kulağında yankılanan bir çınlama gibi nereye gitse onu takip ediyordu.

Daha da fenası, her sabah, her biri birbirinden kötü haberler çıkaran Gelecek Postası’nın gelişleriydi.

Hogwarts’a yapılan saldırıdan sonra, Bakanlık ağız değiştirmiş, düpedüz yalanlar söylemeye başlamıştı. Hogwarts saldırısının ertesi sabahı gelen Gelecek Postası’nda, Harry Potter’ın Karanlık Prens olduğunu bilmediğini iddia eden Sihir Bakanı Cornelius Furge ile yapılan özel bir röportaj yer alıyordu.

‘Bu kadar büyük bir aldatmacanın vuku bulması, beni derinden sarstı,” diyor Bakan Fudge, Gelecek Postası’na verdiği özel röportajda. ‘Böyle bir şeyin nasıl gerçekleştirildiğine dair kapsamlı araştırmalar tüm hızıyla devam ediyor; ancak, bunda kasti bir şaşırtmaca olduğu kanısındayız. Hapiste bulunan tutuklunun Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen’in oğlu ve vârisi olan Karanlık Prens olduğunu sanıyorduk. Şimdi ise, bunun bir tuzak olduğunu tahmin ediyoruz. Gerçek Karanlık Prens, Bakanlık’ın bilgisi dışında, Hogwarts’ta gizleniyordu. Şunu vurgulamam gerekir ki, Bakanlık, Harry Potter’ın gerçek kimliği konusunda bilgilendirilmemiştir. Oraya, Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen tarafından casus olarak yerleştirilmiştir. Tüm bu olanlar son derece üzücüdür, ancak size söz veriyorum ki, önlemler alınacak ve Harry Potter tutuklanacaktır.’

Hogwarts’ın son günü gelen Gelecek Postası’ndaki son haber, Damien’ın kalan bir parça huzurunu da yerle bir etmişti.

‘Sihir Bakanlığı’nın bu sabah yaptığı açıklamaya göre, Adı-Anılmaması-Gereken-Kişi’nin oğlu Karanlık Prens’in kaderi en korkunç cezayla belirlendi. Harry James Potter olarak da bilinen Karanlık Prens, yakalandığında Ruh Emici Öpücüğü ile cezalandırılacak. Başka hiçbir…’

Damien gazeteyi masaya koyup annesi ile babasına baktı. Onlar da yüzleri kül rengine dönmüş ve akılları gitmiş bir halde gazetede yazılanları okuyordu. Damien, annesinin gözlerinde korku dolu bir ifade görünce, kalbi mide boşluğuna düşmüş gibi hissetti. Annesinin Harry’ye yardım etmek için hiçbir şey yapamayacağını görebiliyordu. Babasının da Harry’yi kurtarmak için yapabileceği hiçbir şey yoktu. Babası, Sirius ve Remus dışında, Bakanlık Seherbaz’larının tümü Harry’yi arıyordu ve onu yakaladıkları anda, Ruh Emici’lere teslim edeceklerdi. Ne bir duruşma, ne de bir yargılama olacaktı; artık hayatta kalması için hiçbir şans yoktu.

* * *

Noel tatilinden önceki son gece, ortak salon gürültülü ve kalabalıktı; herkes Karanlık Prens’i ve Müdür’ün Neville’e söylediklerini tartışıyordu.

Onun Seçilmiş Kişi olmasının imkânı yok!” dedi Lavender.

“Dumbledore neden yalan söylesin ki?” diye sordu Angelina.

“Belli ki, kendi postunu kurtarmaya çalışıyor,” dedi Lee. “Gerçeği söylemektense uyduracak daha iyi bir bahane buldu.”

“Ne gerçeği?” diye sordu Parvati.

“Besbelli,” diye cevapladı Lee, “Karanlık Prens’i buraya o getirdi, çünkü en güvenli yer, Hogwarts. Bizde hapishanelerde bile olmayan güvenlik duvarları var.”

“Ona rağmen Ölüm Yiyen’lerin saldırısına uğradık,” diye mırıldandı Lavender.

“Bu işi içeriden yapmış olmalılar,” dedi Colin. “Öbür türlü, duvarları nasıl indirsinler?”

“Duvarlar indirilmedi,” diyerek onu düzeltti Dean. “Kısa süreliğine zayıflatıldı.”

“Ne fark eder?” diye sordu Parvati. “Gerçek şu ki, Ölüm Yiyen’ler arazimize girdiler. Bunun olmasına meydan verilmiş olması bile tam bir rezalet!”

“Tüm bunlar, Dumbledore onu buraya getirdiği için oldu,” diye ekledi Lavender.

“Harry’nin Karanlık Prens olduğuna inanamıyorum,” dedi Angelina, başını sallayarak. “O çok… ne bileyim, normal görünüyordu.”

“Karanlık Prens hakkında kaç kez konuştuk,” dedi Lee, “ve her konuştuğumuzda, o yanı başımızda oturuyordu.”

“Ah Tanrım!” dedi Colin, viyaklar gibi bir sesle. “Karanlık Prens ile ilgili hiç söylememem gereken şeyler söyledim!”

“Hepimiz söyledik, Colin,” dedi Dean.

“Ya peşimden gelirse?” diye sordu Colin, korku içinde.

“Evet, kesin gelir,” dedi Angelina. “Sırf hakkında kötü konuştun diye, yakalanma riskini tekrar göze alarak senin sıska boynunu vurmaya buraya gelir.”

“Bilemezsin,” dedi Lavender, “her şeyi yapabilir.”

“Ben Neville için çok üzülüyorum,” dedi Seamus, alçak bir sesle. “Harry’ye hep çok iyi davrandı. Sonra ise, onun…” bir anda durdu ve sözlerini tamamlayamadı. İç çekerek elini yüzünden geçirdi ve “bu berbat bir durum,” dedi.

“Evet, zavallı Neville,” diye mırıldandı Lavender.

Hermione ile Ginny ağızlarını sımsıkı kapatmış oturuyor, söylenilenleri duymamak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Söylediklerinin çoğu doğru olsa da, her birinin Harry hakkında böyle konuşması fena halde sinirlerini bozuyordu. Harry Karanlık Prens idi. Güvenilmez biriydi ve neler yapabileceği gerçekten kestirilemezdi. Gel gelelim, Hermione de Ginny de Harry’nin diğer herkesin görmediği bir yanını görmüşlerdi. Onları Gündüz Gezen’lerden kurtarmıştı. Hogwarts’taki zamanını sessiz öfke nöbetleriyle geçirmiş, ama öfkesini kimseden çıkarmamıştı; tabii, Ron’a saldırdığı tek bir an dışında. Şimdi, burada oturmuş, diğerlerinin onun hakkında söylediği kötü sözleri dinlemek çok daha zor geliyordu. Yine de, Damien’ın yanlarında olmadığına şükrediyor, bütün bu konuşulanlara onun yerine kendilerinin maruz kalmasını yeğ tutuyorlardı. Ron elinden geldiğince Damien’ı ortak salondan uzak tutma görevini üstlenmişti. Ama yine de, Damien önünde sonunda ortak salona, yatakhanesine gelmek zorunda kalacaktı; özellikle de, yarın eve döneceği için eşyalarını toplaması gerekiyordu.

Portre kapısının açılmasıyla, Ron ve Damien ortak salona girdiler. Salondaki her bir göz, on üç yaşındaki çocuğa dikildi. Hermione ile Ginny onları görünce yerlerinde doğruldular, ama Ron onlara eliyle işaret edip doğrudan yatakhaneye geçeceklerini ima etti. Onlar kalabalık ortak salonun içinden geçerek merdivenlere doğru ilerlerken, Hermione ile Ginny de onların ardından gitmek için çantalarını toplamaya koyuldular.

“Hey, Damien!” diye bağırdı, üçüncü sınıflardan Jason McGinns. “Nerelerdeydin?”

Damien ona döndü.

“Profesör Dumbledore’u görmem gerekiyordu.”

“Cani kardeşini nasıl saklayacağına dair tüyolar mı veriyordu?” diye sordu Jason. “Çünkü bence senin hiçbir tüyoya ihtiyacın yok. Bu konuda fazla iyisin.”

Salona hâkim olan sessizliği birkaç kişinin kıkırdamaları bozdu.

Damien arkasını dönüp uzaklaşmaya koyuldu; kimseyle kavga edemeyecek kadar yorgundu. Ron ise bir süre Jason’a dik dik baktıktan sonra genç çocuğu takip etti.

“Neden yaptın?” diye sordu, bir ses. Damien ile Ron dönüp baktığında, konuşanın Seamus olduğunu gördüler. “Bu sırrı saklamanı senden Dumbledore mu istedi, yoksa annen ile baban mı?”

“Seni hiç alakadar etmez, Seamus,” diye cevapladı Ron.

“Hayır,” dedi Seamus, daha da yaklaşarak, “o katille aynı odayı paylaştığım için beni de alakadar eder!”

“Kes şunu!” dedi Damien. Ne zaman birileri Harry’ye katil diye hitap etse, kalbine bıçak saplanır gibi hissediyordu. “O katil değ-”

“Ne? Katil mi değil?” diye sordu Seamus. “Şimdi de, işlediği suçları mı inkâr edeceksin?”

“Hayır, ben…” diyerek konuşmaya çalıştı Damien, “yani… anlamıyorsunuz, Harry hiç…” derken sesi kısıldı.

“Ne?” diye sordu Seamus. “Kabul et, Damien. Senin ağabeyin bir Ölüm Yiyen!”

“Kes sesini, Seamus,” dedi Ron, “bu kadarı yeter.”

“Sen neden onun tarafını tutuyorsun?” diye sordu Seamus.

“Çünkü ben onun arkadaşıyım,” diye cevapladı Ron, “ve siz de öyleydiniz, ona sırt çevirmeden önce,” diye ekledi, salondakileri kast ederek.

“Evet, ama o bize yalan söylemeden önceydi,” dedi Seamus. “Ağabeyinin ne olduğunu biliyordu ve hiçbirimizi uyarmadı.”

“Uyarmak mı?” diye sordu Damien. “Ne için? Harry size ne yaptı ki?” Gözleriyle odadakileri taradı. “Hangi birinize ne yaptı?” diye sordu. “Sizin canınızı yakacak tek bir hamlesi olmadığı halde hepiniz ona sırt çevirdiniz…”

“Peki ya, Neville’e yaptığı?” diye sordu Seamus. “Bu bir şeyden sayılmaz mı?”

Neville’in bahsi üzerine, Damien’ın rengi soldu. Bakışlarını yere indirdi.

“Neville’e yaptıkları affedilemez,” diyerek devam etti Seamus. “Hayatın boyunca tanıdığın arkadaşın yerine bir katili koruyorsun. Ağabeyin olduğu saçmalığından da sakın bahsedeyim deme! Onu tanımıyorsun bile, onunla bir gün bile geçirmişliğin yok! Bağlılığın Neville’e olmalıydı, hayatın boyunca tanıyor olduğun Neville’e!”

“Bu kadarı yeter, Seamus!” diye bağırdı Ron.

“Hayır!” diye bağırdı Seamus da. Parmağıyla Damien’ı göstererek, “o gerçeği biliyordu…”

“Harry ile ilgili gerçeği ben de biliyordum,” dedi Ron. “Bana da söyleyecek bir şeyiniz var mı?”

Seamus Ron’a bakakaldı; ilk şoku atlattıktan sonra yüzüne bir iğrenme ifadesi yerleşti. Başını iki yana sallayarak geri geri gitti ve çantasını kapıp ortak salonu terk etti. Ron kızgın mavi gözleriyle salondakileri taradı.

“Damien’la başka problemi olan?” diye sordu. Kimse bir şey söylemese de, Ron’a dikilen bakışlar oldukça tersti. “İyi,” dedi Ron. Damien’ı kolundan tuttuğu gibi merdivenlere doğru çekti: “Hadi.”

Hermione ile Ginny de yerlerinden kalkıp onların arkasından koşturarak yeniden dedikodu yapmaya başlayan bina arkadaşlarını geride bıraktılar.

* * *

Maskeli adam çok sayıda eşyayı dikkatle masaya bıraktı ve dizlerinin üzerinde eğilerek geri adım attı.

“Size ait eşyalar, Karanlık Prens. Bakanlık’ın kasasında olanların hepsini getirdik.”

Harry ilerledi ve masanın üzerine konmuş eşyaları inceledi. Kirlenmiş görünen gümüş maskeyi aldı ve elinde tuttu. Kimliği artık ortaya çıkmıştı. Bu gümüş maskeye ihtiyacı kalmamıştı. En düşük seviye Ölüm Yiyen’lerden yakın çevre Ölüm Yiyen’lere kadar hepsi artık onu görebilirdi. Bu, Voldemort’un verdiği bir karardı; ne kadar bu karardan hoşlanmasa da, artık elinde değildi. Karanlık Prens’i şimdi tüm dünya tanıyordu, Ölüm Yiyen’ler neden tanımasındı ki?

Harry eşyalarına göz gezdirdi. Tüm bunlar, Nurmengard’da iken ondan alınmıştı. Bıçakları, silahları, küçük tahta kutusu.

Kutuyu eline alarak gülümsedi ve elini üzerinden geçirdi; bu, maun ağacından yapılma, ortasına muntazam bir işçilikle gravürler oyulmuş, dikdörtgen biçimli bir kutuydu. Kutuyu ilk kez aldığında, üzerindeki gravürlerin ne anlama geldiğini anlayamayacak kadar küçüktü; bu ona verilen ilk hediyeydi. Kapağın tam ortasında gururla parlayan o tanıdık Slytherin armasına baktı. İçine resimli bir kitap konmuş kutuyu bu zamana kadar hep odasındaki rafta saklamıştı. Ona verilen asıl hediye içindeki kitaptı, ama Harry ilk başta kutuyu açmayı başaramamıştı. Nasıl açacağını öğrenir öğrenmez ise, içine gerekli bir iksir stoğu yerleştirip kutuyu küçülterek görevleri esnasında hep yanında taşımıştı. Kutuyu açıp iksir stoğunun hâlâ içinde olduğunu görünce şaşırdı. Kapağını kapatarak kutuyu cüppesinin iç ceplerinden birine yerleştirdi.

Başını çevirip Ölüm Yiyen’lere baktığında ise, ona bakmamak için içgüdüleriyle savaştıklarını fark etti. Sırıttı ve yüksek arkalıklı sandalyesinde oturan babasına baktı. Efendileri odada olmasaydı, belki dayanamayıp çaktırmadan ona bakabilirlerdi. Ama onlara verilen emir ‘Prens’e sakın bakmayın’ şeklinde olduğu için önünde eğiliyor ve yere bakıyorlardı.

“Her şey burada değil,” diyerek adamlara doğru konuştu Harry, “asam eksik.”

İki adam da başını kaldırıp korku dolu gözlerle birbirlerine baktılar.

“Prens, isminizin yazılı olduğu kasada olan her şeyi getirdik…”

“O zaman, asam burada olmadığına göre, çok iyi bir iş çıkarmamışsınız.”

Adamlar, soğuk acımasız gözlerini onlara dikmiş Voldemort’a döndüler.

“Lord’um, Bakanlık’ın altını üstüne getirdik. Prens’in isminin yazılı olduğu her şeyi getirdik, geride hiçbir şey bırakmadık.”

“Oğluma yalancı mı diyorsun?” diye sordu Voldemort.

Adamlar başlarını hararetle iki yana salladılar.

“Hayır, Lord’um! Prens’e asla saygısızlık etmeyiz!”

Voldemort ayağa kalkarak sakince ve neredeyse hiç acele etmeden Ölüm Yiyen’lere doğru yürüdü.

“Ne büyük kabiliyetsizlik,” diyerek iç geçirdi.

“Lord’um, hayır, lütfen…”

“Bu kadar basit bir görevi bile beceremeyecekseniz, sizi Bakanlık’ta tutmanın ne anlamı var?”

“Efendim, lütfen…”

Voldemort asasını kaldırdı ve hıçkırarak ağlayıp yalvaran adamın başını hedef aldı; diğeri ise başını öne eğerek mermer zemine koymuş, hayatını bağışlaması için yalvarıyordu.

“Efendim! Lütfen! Lütfen!”

“Baba, dur,” dedi Harry, dudaklarından Öldüren Lanet’in çıkmasına yakın onu durdurarak. Voldemort dönüp Harry’ye baktı. “Şimdi düşünüyorum da, bu eşyalar benden Nurmengard’da alındı, ama asam aralarında yoktu. Keskin Nişancı Büyücüler onu daha önce ele geçirmişti.”

Voldemort’un elini geri çekmesiyle, Ölüm Yiyen’ler mutluluktan neredeyse ağlayacaklardı.

“Bakanlık’ta değil miydi?” diye sordu Voldemort.

“Öyleydi, ama bu eşyalarla birlikte değil,” dedi Harry. “Başka bir yerde tutuluyor olmalı.”

“Bunu bana söylemeseydin, onu neredeyse öldürecektim,” dedi Voldemort, ağlayan adamı göstererek.

Harry omuzlarını silkti.

“Büyük bir kayıp olmazdı.”

“Doğru,” dedi Voldemort, adama bakıp sırıtarak, “ama yine de bir kayıp olabilir.”

Harry adamlara döndü.

“Evrakları getirdiniz mi?”

Adam titreyen ellerle cüppesinin cebinden bir dosya çıkarıp Harry’ye sundu.

Harry dosyayı alıp açtı; tutuklanması ile ilgili her şeyin detaylıca kaydedildiği sayfalara göz attı. Voldemort adamlarına çıkmalarını işaret etti ve adamlar da cüppesinin eteklerini öperek hızla ayağa kalktılar ve başları öne eğik biçimde Harry’yi de selamlayıp dışarı çıktılar.

Harry elindeki dosyayı okumakla meşgul olduğu için hiç oralı olmadı. Asasına ne olduğunu listeleyen bir sayfaya ulaştı. Birkaç satırdan oluşan listeyi okurken kaşları çatılıp gözleri kısıldı. Dosyayı kapattı.

“Asam onun elinde,” dedi, sessiz bir hiddetle.

“Kimde?” diye sordu Voldemort.

Harry ona döndü; yeşil gözleri öfkeyle parlıyordu.

“James Potter.”

Voldemort sessiz kalarak yalnızca Harry’ye baktı.

“Oradaydı, Bakanlık’ın kasasında,” dedi Harry. “Ama 1 Eylül’den kısa bir süre önce Seherbaz Potter asayı aldı, çünkü o benim…” Harry durdu; devam etmek için gözle görülür bir şekilde mücadele ediyordu. “…yasal gardiyanımdı.” Elindeki dosyayı odanın karşısına fırlattı. “Pislik herif!” diye tısladı, anlaşılmayan bir sesle ve elini saçlarından geçirdi.

“Sakin ol,” dedi Voldemort.

“Asam onda!” dedi Harry, dönüp ona bakarak. “Belki de, çoktan onu paramparça etti!”

“Cesaret edemez,” diye karşılık verdi Voldemort.

Harry başını iki yana sallayıp, Voldemort’un canını sıkan bir alışkanlıkla, volta atmaya başladı.

“Bakanlık’ta değil, Potter asayı yanında Hogwarts’a da götürmez ve bildiğim kadarıyla, karargâha da dönmedi, o yüzden, asam orada da olamaz.” Bir anda durarak, “bu da demek oluyor ki,” dedi ve başını kaldırıp Voldemort’a bakarak, “orada…” diye ekledi, ama sözlerine devam edemedi.

Ancak, Voldemort Harry’nin nereyi kast ettiğini anlamıştı.

Harry’nin asası Godric’s Hollow’daydı.

* * *

Dumbledore’un başı ciddi anlamda beladaydı. Yalnızca, Ölüm Yiyen’lerin Hogwarts’a nasıl olup da girebildiğini öğrenmek isteyen endişeli ebeveynlerden gelen mektuplarla değil, Bakanlık’la da başı fena halde belaya girmişti.

Ayrıca, Bakan’ın kendisi de Dumbledore’a oldukça kızgındı. Dumbledore’u başarısız olmakla suçluyor, aralarında yaptıkları anlaşmanın sona erdiğini söylüyordu. Sonuç olarak, Bakan Harry Potter’a bundan sonra hiçbir merhamet göstermeyecekti. Dumbledore ne derse desin, Kehanet’i ne kadar vurgularsa vurgulasın ya da karşılığında ne teklif ederse etsin, Fudge Karanlık Prens’in tamamen yok edilmesinin tek çözüm olduğu konusunda ısrarcıydı.

Okulun tamamı Noel tatiline gitmeden kısa bir süre önce, Dumbledore James’i odasına çağırdı.

“Seni uyarmak istiyorum,” dedi, ciddiyetle. “Sen ile Sirius, Harry ile olan ilişkinizden dolayı, yakından izleneceksiniz. Harry’nin yakalanması konusunda Fudge size güvenmiyor.”

“En azından Fudge’ın beyninin bir kısmı çalışıyormuş,” diye cevapladı James. “Kendi oğlumu yok edecek değilim.”

“Talimatlar net,” dedi Dumbledore, “Harry’yi bulmak ve yakanlandığı anda Ruh Emici Öpücüğü ile cezalandırmak. Ne bir mahkeme olacak ne de bir kaçış şansı.”

James alçak sesle küfretti.

“Ne yaptığını zannediyor? Merlin aşkına, o daha on altı yaşında bir çocuk!”

“Bu onun umurunda değil,” diye cevapladı Dumbledore. “Onun tek derdi, halkın oyunu tekrar geri almayı nasıl başaracağı. Fudge, Karanlık Prens’i yakalayıp cezalandırarak, herkesin güvenini tekrar kazanabileceğini biliyor.”

James başını iki yana salladı.

“O zaman, Harry’nin Bakanlık’ın eline geçmemesinden emin olmamız gerekiyor.”

Dumbledore başıyla onayladı.

“Ayın 27’sine bir Yoldaşlık toplantısı ayarladım. Yoldaşlık’ın Harry’nin Düşünseli hakkında bilgilendirilmesi gerek.”

James şoka girmiş bir halde bakakaldı.

“Onlara Harry’nin anılarından mı bahsedeceksin?”

“Harry’nin neden böyle davrandığını anlamaları için bilmeleri gerek,” dedi Dumbledore, öne eğilip uzun parmaklarını siyah-gümüş renkli yüzükte gezdirerek. “Seninle konuşmak istediğim bir şey daha var,” diyerek sözlerine devam etti. “Düşünseli’nde –deyim yerindeyse– kurcalanmış bir kısmın olduğunu keşfettim.”

“Kurcalanmış mı?”

“Sanırım, Harry bazı anılarını gizli tutmak için kilitlemiş.”

James’in kaşları çatıldı.

“Bunu neden yapsın ki? Düşünseli onun özel haznesi.” Bir süre düşündükten sonra, “belki de, tedbir amaçlıdır.”

“Öyle olsa, tüm anılarına kilit vururdu,” diyerek bu noktaya dikkat çekti Dumbledore.

“Haklısın,” dedi James, başıyla onaylayarak. “O zaman, neden bir kısmını kilitlemiş?”

“Ben de bunu merak ediyorum işte,” dedi Dumbledore. “Harry’nin Düşünseli Biçim Değiştirilerek yüzüğe dönüştürülmüş. Harry bu yüzüğü Hogwarts’tayken oluşturmadı. Bu yüzüğe Hogwarts’a gelmeden önce sahipti. Burada muhafaza edilen anılar yalnızca sözde Potter’larla geçirdiği çocukluğundan ibaret değil. Harry’nin buraya gizlediği daha çok anı var. Peki ama, onları kimden gizliyordu?” Dumbledore James ile göz göze geldi. “Benim tahminim, Harry’nin o anıları Voldemort’tan gizlediği yönünde.”

James’in gözleri kocaman oldu.

“Ona olan sadakatini sen de gördün,” dedi. “Voldemort’tan bir şeyler gizlediğini hiç sanmıyorum.”

“Gerçek şu ki, aralarındaki ilişkinin nasıl olduğunu aslında bilmiyoruz,” dedi Dumbledore. “Harry’nin, başına geldiğine inandığı onca şeyden sonra, Voldemort’a olan sadakati oldukça mantıklı. Ancak, Voldemort’un Harry’yi nasıl büyüttüğünü, ona karşı ne kadar kuralcı olduğunu, nelere izin verip nelere izin vermediğini bilmiyoruz.” Gözlerini yüzüğe indirdi. “Büyüler üzerinde çalışıp anıların kilidini açmayı deneyebilirim, böylece Harry’nin neyi sır olarak sakladığını öğrenmiş oluruz. Ancak, o zamana kadar, burada kırktan fazla anı var. Onlar üzerinde çalışmalı, Harry’nin Voldemort’la olan yaşamını kapsayan tüm bu anıları izlemeli, parçaları ise bir araya getirmeliyiz.”

“Oğlumu o canavarla görmeye daha fazla dayanabileceğimi sanmıyorum,” dedi James.

“Harry’ye ulaşmanın tek yolu bu,” dedi Dumbledore. “Ona defalarca Voldemort’un bir yaşındayken onu evden kaçırdığını söyledik; oysaki anılarını daha önce görmüş olsaydık, onun hatırladığı olayların bambaşka olduğunu biliyor olurduk.” James’in bozguna uğramış görünen haline hüzünle baktı. “Harry konusunda başarısızlığa uğradık, çünkü Voldemort’un ona söylediği yalanları ve yaptığı düzenbazlıkları hafife aldık. Harry’ye bir kez daha ulaşabilirsek, muhtemelen ona gerçeği göstermek için tek bir şansımız olacak ve bunun için de, ilk başta, Harry’nin neler hatırladığını ve Voldemort’la nasıl bir hayat yaşadığını bilmemiz gerekir.”

James başıyla onayladı, ancak mutsuzluğu yüzünden okunuyordu. Yüzüğe sanki üzerine fırlayıp onu ısıracak bir yılanmış gibi bakıyordu.

“Düşünseli’ne ne zaman giriyoruz?” diye sordu.

Dumbledore yüzüğü kaldırıp parmağına taktı.

“Bugün değil,” dedi. “Bugün karın ve çocuğunla evine gidip iyice dinleniyorsun.”

James ‘hıh’ladı.

“Dinlenmek mi? Dumbledore, gözlerimi kapattığımda orada gördüklerimi hatırlamadığım tek bir an yok.” Yüzüğe nefret dolu bakışlar attıktan sonra, bakışlarını Dumbledore’a çevirdi. “Gece gündüz gözümün önünden gitmiyor ve Harry’ye yeniden kavuşup ona gerçekleri gösterene kadar da bu böyle devam edecek.”

Dumbledore kederli bir şekilde gülümsedi.

“Başaracaksın, James, başaracaksın,” dedi. “Harry’ye yeniden kavuşacak ve ona gerçekleri göstereceksin. Yalan, gerçeğin denizine bir kutu atmaya benzer. Deniz bir süreliğine onu saklayabilir, ama önünde sonunda yalan denizin yüzeyine çıkar ve gerçeği gün yüzüne çıkarır.”

* * *

Noel gelmiş ve gelişiyle Potter’lara daha derin yaralar getirmişti. Harry’nin Godric’s Hollow’a döneceğini düşünmüş, bu yüzden de, onun dönüşü şerefine hazırlıklar yapmışlardı. Gel gelelim, Potter’lar boş eve yalnızca üç kişi dönmüşlerdi. Hiçbiri de Noel kutlama havasında değildi.

Noel günü geldiğinde, kırağı kaplı bir gündü. Lily güne Molly’nin çağrısıyla uyanmıştı; ona, Kovuk’a gelip Noel’i birlikte kutlamaları konusunda ısrar ediyordu. Lily kibarca onun teklifini geri çevirse de, Molly pes etmiyordu.

“Ya kendiniz gelirsiniz, ya da, yemin ederim, Lily Potter, oraya gelip sizi şömineye kadar ben sürüklerim.”

“Pek kutlama havamızda değiliz, Molly. Gerçekten, teklifin için minnettarım, ama…”

“Ama yok!” diyerek onun sözünü kesti Molly; ama ona bakarken yüzü şefkat doluydu. “Nasıl bir süreçten geçtiğinizi belki anlayamam, ama gönlünüzün nasıl kırgın olduğunu tahmin edebiliyorum. Hem ben nasıl bir arkadaşım ki, sizi bu haldeyken yalnız bırakayım, üstelik Noel’de.”

“Molly…”

“Damien’ı düşün,” diyerek araya girdi Molly. “Arkadaşlarıyla birlikte olunca birkaç saatliğine de olsa biraz kafa dağıtır.”

Lily sonunda pes etmişti. Molly haklıydı; bu, Damien için hiç de adil değildi. Kendisi tüm gün oturup yasını tutmak isteyebilirdi, ama on üç yaşındaki oğlunun da onunla aynı şeyi yapmasına dayanamazdı.

“Tamam,” diyerek gülümsedi, “birazdan orada oluruz.”

Molly gülümsedi ve yeşil alevlerden çıkarak gerisinde kasvetli bir tıslama sesi çıkaran boş bir şömine bıraktı.

* * *

James ile Lily, Kovuk’ta geçirdikleri bir Noel gününün ardından, eve gecenin geç bir saatinde dönmüşlerdi. Lily ayakkabılarını çıkararak koltuğa yığıldı. Kovuk’a giderken üzerini bile değiştirmemiş, kendisinde bunu yapacak gücü bile bulamamıştı. James de aynıydı. Yüzünde üç günlük sakalıyla duruyordu.

“Damien’ı Kovuk’ta bırakmak iyi bir fikir miydi, sence?” diye sordu Lily, aldığı karardan şimdiden pişmanlık duyarak.

“Bence, Ron Damien’a iyi gelir,” diye cevapladı James. “Bizimle burada bunalımlı bir halde oturmasındansa, arkadaşlarıyla olması onun için daha iyi.”

Lily, kendini suçlu hissederek, başıyla onayladı.

“Damien’ın yanındayken daha çok çaba sarf etmeli, pozitif… kalmaya çalışmalıyız.”

James Lily’ye baktı.

“Evet,” dedi, yavaşça, “pozitif.”

Lily uzanarak onu omzundan tuttu.

“James.”

Ancak, James yalnızca başını iki yana salladı.

“Özür dilerim,” dedi, “ben sadece… başka hiçbir şey düşünemiyorum. Tek düşünebildiğim Harry ve Bakanlık’tan ile Voldemort’tan önce ona bir an önce ulaşma isteği.” Başını sallayarak, “Harry’yi geri getirene kadar ne uyuyabilir, ne yiyebilir, ne de tek bir anımı dahi huzurla geçirebilirim.”

“Biliyorum,” dedi Lily, usulca. “Ben de aynıyım.” James’in elini tuttu. “Ama bu halimiz Damien’ı da etkiliyor.”

James başıyla onayladı.

“Evet, biliyorum, ben…” Derin bir nefes aldı. “Ben elimden geleni yapacağım, söz veriyorum. Birkaç gün sonra eve döndüğünde, kafasını dağıtmak için onu maça götürürüm.”

“Güzel bir fikir,” diyerek gülümsedi Lily.

James iç geçirerek elini saçlarının arasından geçirdi.

“Çay içer misin?”

“Olur, ben getiririm,” diyerek ayağa kalkmaya yeltendi Lily; ancak, James onu elinden tuttu.

“Sen otur, suyu ben ısıtırım.”

James ayağa kalktı ve mutfağa doğru daha on adım kadar atmıştı ki, kapı çaldı. James durdu ve yüzünü dış kapıya döndü.

“Kim olabilir?” diye sordu Lily.

James’in hiçbir fikri yoktu. Aklına nahoş bir fikir gelmişti. Gelen Petunia olabilirdi; Noel günleri genellikle Lily onu görmeye giderdi. Ancak, bugün tüm günü Kovuk’ta geçirmişlerdi. Belki de, bu sefer, Petunia onu ziyarete gelmişti. Bunları aklından geçirmiş olsa bile, hemen ekarte etti. Petunia böyle ziyaretler yapacak biri değildi, en azından bu eve.

James odanın eşiğinden geçip hol boyunca ilerledi. Kapıyı açtı ve tam o anda dehşet içinde donakaldı.

Ziyaretçinin kırmızı gözleri ona dikilmiş bakarken, yakışıklı yüzünde soğuk, acımasız bir gülümseme vardı. Onun arkasında beyaz maskeler takmış, kara cüppeli bir kalabalık duruyor; sayıları en az otuz kadar olan bu adamlar asalarını ona doğrultmuş bir şekilde bekliyorlardı.

“İyi akşamlar, Potter,” dedi Voldemort. “İçeri girebilir miyim?”

* * *

Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #41: Babalar ve Oğulları [Kısım 1] okumak için tıklayın!

Çeviren: Tuba Toraman

2 Yorum

Bir Yorum Ekle

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir