Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #15: Duruşma Günü [Kısım 1]

Karanlık Prens - İçimdeki Karanlık #15: Duruşma Günü [Kısım 1]

GİRİŞ İÇİN TIKLAYIN.

12. BÖLÜM

13. BÖLÜM

14. BÖLÜM


Lord Voldemort’un o karanlık gece, Harry Potter‘ı kaçırıp öldüremeyince kendi oğlu gibi büyütmeye karar verdiği alternatif bir hayran hikâyesine ne dersiniz?
Karanlık Prens” serisini, Safina Mazhar‘ın kaleminden ve yazarın gözden geçirdiği yeni versiyon üzerinden taze bir çeviriyle sizlerle buluşturuyoruz. Karşınızda İçimdeki Karanlık cildinin on beşinci bölümü!

bölüm 15

Duruşma Günü

[Kısım 1]

Haber, büyü dünyasına büyük bir hızla yayılmıştı: Karanlık Prens duruşmaya çıkıyordu. Duruşma, şaşırtıcı bir hızla, yalnızca bir gün öncesinden duyurulmuştu ve büyü dünyasının gazeteleri, dergileri, radyoları gibi tüm haberleşme araçları sadece tek bir konudan bahsediyordu: Karanlık Prens’in kaderinden.

Gelecek Postası, Sihir Bakanı’nın, Voldemort’un oğluna  ‘objektif ve adil’ bir duruşma sağlayacağı konusunda teminat veren özel röportajlarıyla övünüyordu. Ayrıca, Bakan’ın bizzat tüm görüşmeleri ertelediği ve Karanlık Prens’in duruşma tarihini öne çektiği söyleniyordu. Böylece, Karanlık Prens, yakalanışının dördüncü gününde, vakit kaybetmeden cezalandırılabilecekti. Gel gelelim, büyü dünyasının büyük bir kesimi, duruşmanın adil olup olmayacağıyla pek ilgilenmiyordu. Hatta bir duruşmaya gerek olup olmadığını bile tartışıyorlardı. Tek istedikleri, çocuğun Ruh Emici’lerin önüne atılması ve buna bir son verilmesiydi.

Duruşma günü, Sihir Bakanlığı’na büyük bir heyecan hâkimdi. Şaşırtıcı oranda bir katılım söz konusuydu ve hepsi de çocuğu görmek için yanıp tutuşuyordu. Ayrıca, bu zamana kadar Karanlık Lord’un oğlunun varlığı bile bilinmezken, çocuk bugün yargılanmak üzere Büyüceşûra’nın önüne çıkartılacaktı. Gazeteciler halkın arasına sızmış, Karanlık Prens getirildiğinde fotoğrafını çekebilmek amacıyla mahkeme kapısına mümkün olan en yakın mesafede durmaya çalışıyorlardı.

Gel gelelim, Bakanlık’ta bulunan herkes aynı heyecanı paylaşmıyordu. Özellikle, aralarında iki tanesi, duruşmayı büsbütün durdurmak için ellerinden geleni yapıyordu. James ile Lily Potter, sabahın erken saatlerinden beri Bakanlık’taydılar; bir gün öncesinde de Bakan’la görüşme şansları olmamıştı. İki gün önce, Dumbledore, Karanlık Prens’in aslında kim olduğu konusunda Bakan’ı bilgilendirmişti; ancak buna rağmen Bakan, James ile ya da Lily ile görüşmeyi reddetmişti. Hiç kuşkusuz, duruşma sonuçlanana ve ceza verilene kadar da reddetmeye devam edecekti. Potter’lara, Bakan’a ulaşmalarının ne yazık ki mümkün olmadığı söylenmişti; kendisi çok meşgul bir adamdı ve onunla görüşmek o kadar da kolay bir iş değildi.

Ancak, duruşma günü, James ile Lily artık görmezden gelinmeyi reddediyordu. Her ikisi de, seslerini duyurabilmek için Büyüceşûra üyelerinden birine ulaşmaya çabalıyordu. Nihayetinde, James, Bakanlık Baş Müsteşarı Julian Reid’i görebilmişti.

“Reid, seninle konuşmam gerek,” dedi James, hızla ona yetişirken.

“Seninle şuan konuşamam, Potter,” diye aceleyle cevap verdi Julian, ondan uzaklaşmaya çalışarak.

“Seninle ya da Bakan’la yalnızca bir dakika konuşsam yeter,” diye ricada bulundu James, büyücünün yanı sıra koştururken.

Julian, asansörlere doğru hızla ilerlerken James’e yan yan baktı.

“Bakan Fudge şu anda kimseyle konuşamayacak kadar meşgul,” dedi.

 

“Bakan Fudge’la neredeyse iki gündür konuşmaya çalışıyorum!” diye açıkladı James. “Bakan benden kaçıyor, sen de öyle!”

Julian durdu ve dönüp James’e baktı; sarışın adamdan derin bir iç çekiş yükseldi.

“Senden kaçmıyorum,” dedi Julian. “Ama benimle ne konuşmak istediğini de biliyorum. Bakan Fudge, Dumbledore’la yaptığı konuşmayı bana bildirdi.” Kahverengi gözleri, James’e hüzünle baktı. “Üzgünüm, Potter. Gerçekten üzgünüm,” dedi. “Oğlunu korumaya çalıştığını biliyorum, ama yapacak bir şey yok. Suçlarının bedelini ödemek zorunda.”

“Ama benim sana söylemeye çalıştığım, işte tam da bu!” dedi James, umutsuzca adamın onu anlamasına uğraşarak. “Harry’nin beyni yıkanmış! Merlin bilir, o canavar, bebekliğinden beri onun kafasını nelerle doldurdu!” dedi James, nefret dolu bir halde. “Tüm bunlar, Harry’nin rızasıyla yapılmış şeyler değil. Tüm o suçlar, Voldemort’un emriyle gerçekleştirildi!”

Julian, Karanlık Lord’un adını duymasıyla birlikte, tepeden tırnağa irkildi ve James’e sert bir bakış attı.

“Lanet olsun, Potter!” diye tısladı. “Sana şu ismi söylememen gerektiğini daha kaç kez söylemek zorundayım?”

James normal şartlarda onunla tartışırdı, ancak şimdi başını öne eğerek azarlanmayı kabul etti.

“Pekâlâ, tekrar söylemeyeceğim,” diyerek ona söz verdi James. “Ama lütfen, lütfen beni bir dinle,” dedi. “Duruşmayı halka açık başlatma. Bakan’la konuş ve onu duruşmayı kapalı yapmaya ikna et. Duruşma tarihi çok hızlı belirlendi; savunma hazırlamak için hiç zamanımız olmadı. Lütfen, Reid, bize yalnızca, kapalı bir duruşmada özel durumumuzu açıklamak için bir şans ver.”

Ancak, James daha konuşurken, Baş Müsteşar kafasını onaylamaz bir şekilde sağa sola sallıyordu.

“Üzgünüm, ama Bakan bunu asla kabul etmez,” dedi ve henüz boşalan asansörün içine girdi.

“Reid, lütfen, beni dinle!” dedi James; elini kapanmasın diye asansörün kapısına koymuş, büyücünün gitmesine engel oluyordu. “Lütfen, sana yalvarıyorum,” dedi aceleyle. “Duruşmayı halka açık başlatırsan, Harry için hiç adil olmayacak! Onun durumunun, açık bir oturumda doğru düzgün açıklanması mümkün değil.” Adama yalvarırcasına bakıyordu. “Reid, lütfen, bana bir şans ver. O yalnızca on altı yaşında!”

Julian ona doğru bir adım ilerledi ve kahverengi gözleriyle James’e sert sert baktı.

“Evet, on altı yaşında ve çok sayıda cinayetle suçlanıyor!” diye tısladı.

James bocaladı; adamın gözlerine bakamıyordu.

“Ama…”

“Potter, bak,” diye sözünü kesti Julian. “Yapabilecek olsam Bakan’la konuşurdum. Elimde olsa, böyle halka açık, sansasyonel bir duruşmaya dahil olmak bile istemezdim. Ama duruşmaya katılmak için ne kadar çok insanın geldiğini sen de gördün ve üstelik başlamasına daha bir saat var!” Gözleri, Seherbaz’ın dertli gözleriyle buluştu. “Fudge gösterişi seviyor,” diyerek alçak sesle itiraf etti. “Kapalı bir duruşmayı asla kabul etmez. İnsanlara sert bir duruşma olacağının sözünü verdi ve bu sözü kesinlikle yerine getirecek.”

James bunu biliyordu. Bakan’ın ondan sürekli kaçıyor olmasının sebebi buydu. Biliyordu ki, Harry’nin mahkemeye girişi olacak ama çıkışı olmayacaktı.

“Onunla ben konuşursam…”

“Seni dinlemeyecek,” dedi Julian. “Hiç kimseyi dinlemeye niyeti yok.” James’e kederli bakışlarla bakarak asansöre adımını attı. “Üzgünüm, Potter, yapabileceğim hiçbir şey yok.”

James, kapıların kapanmasına izin verdi ve asansör hareket ederken Julian gözden kayboldu.

* * *

Dumbledore, James ve Lily ile Bakanlık’ın uzun boş bir koridorunda buluştu. Bakan, Potter’ları görmezden geledursun, Dumbledore’u kendinden uzak tutmayı başaramamıştı ve Dumbledore az önce kendisiyle görüşmüştü.

Gümüş sakallı büyücü yanlarına gelir gelmez, “Ne dedi?” diye sordu Lily alelacele.

“Duruşmayı kapalı yapmayı kabul etmiyor,” diye bilgilendirdi onları Dumbledore, üzüntüyle.

Lily, umutları suya düşmüş bir halde, gözlerini kapatıp başını iki yana salladı.

“Ah, hayır!” diyerek panikle soluyordu. Dumbledore onun son umuduydu.

“Bakan, kapalı duruşmanın adil olacağı konusunda ısrarlı,” diye devam etti Dumbledore. “Durumun hassasiyetini ona açıkladım, ama Fudge ilgilenmedi bile. Halka açık bir duruşmada kanıt sunamayacağımızı söylediğim halde, kabul etmedi.”

“Olay da bu zaten!” diye patladı James. “Elimizde kanıt falan yok ki! Duruşmanın tarihini daha dün duyurdu! Onu savunmaya yarar bir şey toplayacak vaktimiz bile olmadı. Tam da, bu yüzden kapalı duruşma yapılmalı ki, bire bir konuşacak zamanımız olsun!” Elini tedirginlikle saçlarından geçirdi. “Şimdi biz ne yapacağız?” diye sordu, daha çok kendi kendine.

“Şimdi, ne yapmamız gerekiyorsa onu yapacağız; Harry’nin o duruşmadan sağ salim çıkmasını sağlayacağız,” dedi Dumbledore usulca. “Fudge, diğerlerine inanmadığı gibi, bu kehanete de inanmıyor. Aslında, Harry’yi yok ederek Voldemort’u bitirme şansımızı da tamamen yok etmiş olacağının farkında değil.”

Dumbledore, iki gece önce, Harry Potter’ın Karanlık Prens olduğunun söylendiği toplantıda, Yoldaşlık üyelerinden bazılarının verdiği tepkileri anımsadı. Bilhassa Moody acımasız davranmış, önce kimlik tespit büyüsünün gerçekliğini sorgulamış, ardından ise Harry’nin seçilmiş kişi olamayacağı konusunda ısrarcı olmuştu; çünkü ona göre, Harry bunca yıl Voldemort’la kalarak yozlaşmıştı.

“Peki, o zaman ne yapıyoruz?” diye sordu Lily; her şeyi yapmaya hazırdı.

Dumbledore cevap vermeden önce biraz bekledi.

“Fudge’ın Harry için neye karar verdiğini biliyoruz,” dedi usulca. “Öpücüğü almasını istiyor. Bunu hepimiz biliyoruz. Ancak, Harry Bakanlık’a yardım edeceğini kanıtlarsa Fudge onu Öpücük’le cezalandıramaz.”

“Yardım mı?” diye sordu James. “Yardımla kastın, Voldemort’a dair sırları, bilgileri vermek mi?”

Dumbledore başıyla onayladı.

“Evet.”

“Bunu yapacağını sanmıyorum,” diyerek başını iki yana salladı James. “Nurmengard’da gardiyanların sorgusuna boyun eğmedi. Burada yapacağını hiç zannetmiyorum.”

“Bir şey yapmak zorunda değil,” dedi Dumbledore. “Tek yapmamız gereken, Harry’nin önünde sonunda bilgi vereceğini ispatlamak. Bugün hiçbir şey söylemek zorunda değil.” Her ikisine de hüzünlü bir gülümsemeyle baktı. “Şu an Harry’nin Voldemort’a ne kadar sadık olduğunu tahmin edebiliyorum, ama bu değişebilir. Harry, Voldemort’un sağ kolu; Voldemort ve onun Ölüm Yiyen’leri ile ilgili bildikleri ise, çok değerli. Harry’nin, yaşamasına izin verilirse, önünde sonunda önemli bilgiler vereceği konusunda Büyüceşûra’yı ikna etmemiz gerek.”

“Ama Harry, Affedilmezler’i kullandığı için yine de Azkaban’a gönderilecek,” dedi Lily, buruk bir sesle. “Sırf Voldemort’la ilgili bilgi versin diye, onu, Ruh… Ruh Emici’lerle birlikte Azkaban’daki parmaklıkların ardına tıktıklarında ne olacak, peki?” diye sordu Lily, gözyaşları içinde.

“Harry’yi duruşmada savunmaya karar verdiğimden beri bunu da düşünüyorum,” dedi Dumbledore; sesi artık git gide fısıltıya dönüşmüştü. “Benim kanaatimce, Harry’yi ömür boyu hapis cezasından kurtarabilmemizin tek yolu, Harry’nin işlediği cinayetlerin IC davasında görülmesini talep etmek.”

“Imperius Cinayetleri mi?” diye sordu Lily.

“Kesinlikle,” diyerek başıyla onayladı Dumbledore. “Büyüceşûra’yı, tüm cinayetlerin Imperius laneti etkisi altında işlendiğine inandırırsak, Harry beraat edebilir. Voldemort bu Affedilmez’i çok sık kullandığı için bu durumda bize inanabilirler.”

“Ya da inanmazlar. Her şey bir yana, birinin suç işlerken Imperius laneti altında olduğunu kanıtlamanın hiçbir yolu yok,” dedi Lily, hüzünlü bir şekilde.

“Kesinlikle,” diyerek gülümsedi Dumbledore. “Biz Harry’nin lanetin etkisinde olduğunu kanıtlayamazsak, onlar da olmadığını kanıtlayamaz. Duruşmada IC iddiasında bulunursak, Büyüceşûra bunu dikkate almak zorunda kalacaktır. Hiçbir şey olmasa bile, onlar bu iddiayı araştırırken biz de biraz zaman kazanmış oluruz; sonunda IC iddiasını kabul etseler de reddetseler de, duruşma bir hayli uzayabilir.”

James, Dumbledore’un savunma planını dinlerken kendini birazcık da olsa rahatlamış hissetti. Harry’yi kurtarmak için düpedüz yalan söyleyecek olmaları umurunda bile değildi. Harry’yi bu karmaşanın içinden çıkarıp aldıkları sürece her şeyi söylemeye de yapmaya da razıydı.

Gürültülü bir sesin dikkatlerini dağıtmasıyla üçü birden aynı anda döndü; koridorun en sonundaki kapı açılmış, bir grup büyücü koridora giriş yapmıştı. Aniden beliren beş adam da onları gördü, ama pek de rahatsız olmuş görünmüyorlardı. Neler olduğunu görmeden önce, tıngırdayan zincirlerin sesi, James’e neyin gelmekte olduğunu söylemişti.

Yanında iki adamla birlikte Harry koridorda belirmişti; etrafında bulunan diğer beş adamın ise, onu korumak için orada olduğu anlaşılıyordu. James, oğlunun, soğuk suratlı büyücülerin himayesinde, elleri kelepçeli bir halde geldiğini görünce nefesinin göğsünde sıkışıp kaldığını hissetti. Gözleri, Harry’nin ayak bileklerinden kol bileklerine kadar uzun bir zincirle bağlanmış ağır görünen prangalarına takıldı. Yanında Lily’nin nefesini tuttuğunu duydu. Başını çevirdi ve karısının, koridorun karşısından gelen çocuğa kitlenmiş zümrüt yeşili gözlerine baktı. Kuzgun karası saçlı oğlunu sessiz bir şokla izlerken, ellerinin titremesi bir yana, tüm vücudu da zangır zangır titriyordu.

Harry, ona dikilen gözleri hissederek başını çok hafifçe kaldırdı. Lily’yi fark edince bir anlığına donakaldı. İfadesinde bir değişiklik olmamıştı; duygusuz ve mesafeliydi, ama gözlerinde bir şey parlamıştı. Kendinden emin bakışları Lily’nin üzerindeydi; dikkatle onu inceliyordu.

Lily, yıllardır öldü sandığı oğlunun bakışları altında ezildikçe ezildiğini hissetti; kalbi paramparça olmuş gibiydi. Oğluna doğru bir adım attı; adını söylerken sesi fısıltıya dönüşmüştü.

“Harry.”

Adının söylenmesiyle birlikte, Harry’nin gözlerini kaçırıp onu ve diğer iki büyücüyü görmezden gelmesi bir oldu. Yedi tane adam on altı yaşındaki çocuğu koridorun öte tarafındaki odaya götürürken, Lily kıpırdayamadan öylece izledi. Yedi büyücü Harry’yi odaya sokup içeri girdikten sonra, kapı arkalarından ufak bir gümbürtüyle kapandı.

Lily, Dumbledore ile James’e döndü. Ne söyleyeceğini bilmiyordu; sesi ağrıyan göğsünün içinde sıkışıp kalmış, boğazı düğümlenmişti. Az önce oğlunu görmüştü, yıllar önce öldü zannettiği oğlunu; şimdi ise, ona gitmesine, ona dokunmasına, onu kucaklamasına, hatta onunla konuşmasına izin verilmiyordu. Lily, gözlerinde biriken yaşlara rağmen ağlamamaya, daha fazla gözyaşı dökmemeye kararlıydı; onun yerine, gönlü kırılmış bir halde başını öne eğmekle yetindi.

Güçlü kollar onu sarmış, kendine çekmişti; başını o tanıdık göğse yasladı. Lily, kaderin neden bu kadar acımasız olduğunu düşünürken, sessizce ağlayarak kendini James’in kollarına bıraktı.

* * *

Sirius, yığınla telaşlı insanın bulunduğu Atriyum’u izliyordu; kimileri farklı kısımlara gitmek için Bakanlık’ta zar zor ilerlemeye çalışıyor, kimileri ise şöminelerden geliyor veya çıkıyordu. Sihir Bakanlığı, yılın hangi zamanı olursa olsun, cadılar ve büyücülerle daima tıka basa dolu olurdu. Ancak, bugün, Bakanlık’taki insan sayısında çok ciddi bir artış vardı. Neden olduğunu anlamak zor değildi. Harry’nin yakalanmasının üzerinden yalnızca dört gün geçmiş olsa dahi, duruşma halkın tümüne duyurulmuş ve anlaşılan bu tarihi ana tanıklık etmek için büyü dünyasının yarısı gelmişti.

Sirius, alnını ovarak gözlerini kapatıp iç çekti. Daha duruşma başlamadan başı ağrımaya başlamıştı bile. Vaftiz oğlunun başına geleceklerden dolayı gergin ve endişeliydi. Gerçi, Harry’den ziyade, James için daha da çok endişeleniyordu. Kabul etmesi ne kadar acı verici olsa da, Harry’yi tanımıyordu. James’i ise, on bir yaşından beri tanıyordu. James’le Hogwarts’ta birlikte büyümüş, onu kardeş yerine koymuştu. Onun acı çektiğini görmek istemiyordu; ama bugün yapılacak duruşma neticesinde bu, kaçınılmazdı.

“İçler acısı, değil mi?” dedi, Sirius’un arkasından gelen boğuk bir ses.

Sirius, Moody’ye bakmak için kafasını çevirdi.

“İçler acısı olan ne?” diye sordu.

“Sırf bir katili görecekler diye, saatlerdir burada dikilip beklemekten başka hiçbir işe yaramayan bunca insan!” diyerek sinirle başını iki yana salladı Moody; korkunç görünen saçları sağa sola sallandı. “Onu resmen ünlü birine dönüştürdüler!”

Sirius iç çekti; meslektaşıyla tartışamayacak kadar yorgundu. ‘Karanlık Prens’ ortaya çıktı çıkalı, Moody fikirlerini kendine saklamayı reddediyordu.

Sirius, cadı ve büyücü kalabalığını yararak onlara doğru gelen Remus’u fark etti. Oldukça üzgün görünüyordu.

Remus yanlarına varır varmaz, “Ne oldu?” diye sordu Sirius.

“Az önce James’le konuştum,” diye fısıldadı Remus. “O burada.”

“Bu kadar erken mi?” diye sordu Sirius, şaşkınlıkla. “İyi de, duruşmanın başlamasına daha bir saat var.”

“Gardiyanlar, güvenlik nedeniyle, onu Nurmengard’dan planlanandan daha erken getirmiş,” diye açıkladı Remus, sakin bir tonla. “Onun burada olduğunu aslında kimsenin bilmemesi gerekiyormuş. Gardiyanlar, Nurmengard’dan onu getirirken her zamanki güzergâhı kullanmışlar,” diye devam etti, “ancak, onu bekleme odasına götürürlerken koridorda James, Lily ve Dumbledore’la karşılaşmışlar.”

Sirius’un kalp atışları hızlandı. Harry duruşmaya çıkmak için buradaydı. Bunun olacağını bildiği halde kendini buna yeterince hazırlamamıştı. Affedilmezler’i kullanmakla suçlanan ve Büyüceşûra’nın önüne çıkarılacak olan kendisiymiş gibi panik halindeydi.

“James nasıl?” diye sordu.

Remus başını iki yana sallayarak iç çekti.

“İdare eder, ama Lily… perişan halde.” diye mırıldandı. “Onu ağlarken görmeye dayanamıyorum,” diye başladı, üzgün bakışlarla. “Harry’yi görmek, onunla konuşmak istiyor, ama izin vermiyorlar. Sanığı, duruşmadan önce, yalnızca Bakanlık çalışanlarının görmesine izin verdiklerini ona açıkladım.” Başını iki yana salladı. “Ama anlayamayacak kadar üzgün.”

Sirius Lily’ye çok üzülüyordu. Remus ile onun için Lily bir kardeş gibiydi. Bu yüzden, Sirius onun söylediği hiçbir şeye alınmıyor, azarlarını ciddiye almıyordu. Bu, tam da, kız çocuklarının ağabeylerine yaptığı bir davranıştı.

“Lily nerede?” diye sordu Sirius.

“Dumbledore onu sakinleştirmeye çalışıyor. Onu James’in ofisine götürdü,” diye cevapladı Remus. “Ben yanlarından ayrılırken James, duruşmadan önce Harry’le konuşmaya gidiyordu.”

“Anlaşılan onunla konuşmak isteyen tek kişi, yalnızca Potter değil,” diyerek birden araya girdi Moody.

Bunun üzerine, Remus ve Sirius soru sorarcasına dönüp Moody’ye baktılar; Moody ise, başıyla Atriyum’un girişini işaret etti. Remus ve Sirius, Moody’nin birbirine uymayan bakışlarını izleyerek kalabalık insan grubunun içinde tanıdık bir yüz gördüler.

Uzun, sarı saçlı adam başka bir büyücüyle konuşmakla meşguldü; büyücü, o konuşurken başıyla onaylıyor ve gülümsüyordu. Ancak, gerginliği de her halinden okunuyordu; bir taraftan yılan başlı bastonuyla oynuyor ve parmaklarını gümüş yılanın üzerinde gergince gezdiriyordu.

“Bu da ne?” diye hırladı Sirius, görür görmez. “Bu pisliğin burada ne işi var?”

“Gidip öğrenmeliyiz,” diye mırıldandı Remus, alçak bir sesle.

Remus da Sirius da, Moody’yi geride bırakarak Lucius’a doğru ilerlediler. Lucius, iki adamın ona doğru gelmekte olduğunu görünce konuşan adamdan kibarca izin istedi.

Sirius, Remus’tan daha çevik davranarak Lucius’a önce ulaştı.

“Burada ne halt ediyorsun?” diye sordu Sirius, tehditkâr bir ses tonuyla; söz konusu Lucius Malfoy olunca, Sirius kendinde sabredecek gücü genelde bulamazdı.

Sarışın adam, alaycı bir şaşkınlıkla tek kaşını kaldırdı ve anlamlı anlamlı gülümsedi.

“Karıştırmış olmalıyım. Buranın Sihir Bakanlığı olduğunu zannediyordum,” dedi, her zamanki gibi ağır ağır konuşarak. “Burada bulunmak için senin iznine ya da onayına ihtiyacım yok.”

Sirius ona nefret dolu bakıyordu. Remus onun önüne geçerek onu her zamanki gibi sakinleştirip kendine getirdi, ama bugün onun sesi bile sinirli çıkıyordu.

“Neden buradasın, Malfoy?” diye sordu. “Bakanlık’a hangi iş için geldin, özellikle de bugün?”

Lucius, kurt adama belli belirsiz sırıttı.

“Şahsi bir mesele,” diyerek vücudunu iyice dikleştirdi.

“Evet, şahsi olduğu belli!” dedi Sirius. “Ama unutsan iyi edersin! Onu görmen mümkün değil ve eğer mahkeme salonuna tek bir adım dahi atacak olursan, seni…”

“Saçmalıklarını kendine sakla, Black,” dedi Lucius miskin miskin; onun sözünü kesmişti. “Buraya Karanlık Prens’in duruşması için gelmedim. Hiç ilgilenmiyorum,” diye ekledi, omuz silkerek.

“Ah, tabii, canım,” diye başladı Sirius öfkeyle ve “neden ilgilenesin ki? Her şey bir yana, sen bir Ölüm Yiyen bile değilsin!” diyerek alay etti. Yakın çevreden bir Ölüm Yiyen olduğu halde, Lucius’un bundan yırtabiliyor olmasından nefret ediyordu.

“Bak, Black. Bunları atlattığımızı düşünüyordum. Beni Ölüm Yiyen olmakla suçluyorsan, yaka rozetine el koydurabilirim,” diye bildirdi Lucius. “Geçen sefer rütbeni indirtmekle yetindim, bu sefer rütbeni iyi bir hatıra olsun diye söker alırım.”

Sirius, Lucius’a yiyecekmiş gibi bakıyordu.

“Ben senin bir Ölüm Yiyen olduğunu söylemedim. Ölüm Yiyen bile değilsin, dedim!” Sirius, bu kısma vurgu yapmıştı. Oyunu nasıl oynaması gerektiğini uzun zaman önce çözmüştü. “Ama seni çağırmak istediğim başka isimler de yok değil hani…”

Remus, adama küfür etmesin diye, Sirius’un koluna dokunarak onu durdurdu. Ardından ise, soylu büyücünün soğuk gri gözlerine baktı.

“Bakanlık çalışanları olarak, Sihir Bakanlığı’nda görünmenin sebebini sorgulama hakkına sahibiz,” diye sakince konuştu Remus.

Lucius, iyice dikleşerek burnunun üzerinden iki adama baktı.

“Madam Edgecombe ile ayarlanmış bir görüşmem var. Malikânemi genişletiyorum ve yeni şöminelerimin de bağlanması için Uçuç sistemimin yenilenmesi lazım,” diye cevapladı, soğuk bir ifadeyle.

“Ve o kadar gün dururken görüşme için bugünü seçtin, öyle mi?” diye sordu Sirius, alaycı bir şekilde.

“Aslında, bu görüşme geçen haftadan ayarlandı,” diye cevapladı Lucius. “Kayıtları kontrol edebilirsiniz ki, edeceğinizden şüphem yok,” diye de ekledi, yüzünde pis bir sırıtışla. “Pekâlâ, görüşme için geç kalmadığımdan emin olmalıyım,” diyerek iki Seherbaz’dan uzaklaşmaya hazırlandı. “Madam Edgecombe’u bekletmek istemem.” Giderken yüzünü dönüp Sirius’a pis pis sırıtmaktan da geri kalmadı. “Bu arada, arkadaşınız Potter’a keyifli duruşmalar dilediğimi söyleyin.”

Sirius ani bir hamle yaptı; ama Remus, asasına ulaşamadan ya da Malfoy’un arkasından gitmeden önce, sertçe koluna yapışarak onu durdurdu. Lucius kıkırdayarak döndü ve asansörlere doğru yürümeye başladı.

“Lanet olasıca!” diye küfretti Sirius, öfkeyle. “Yemin ederim, onu çıplak ellerimle öldürürüm!”

Remus, yüzünde düşünceli bir ifadeyle, Lucius’un arkasından bakıyordu.

“Tavırları dikkatini çekti mi?” diye sordu, usulca.

“Evet, her zamanki tavırları işte!” diyerek sataştı Sirius. “Kendini bir şey sanan iğrenç tavırlar!”

Remus, hayır dercesine başını salladı.

“Hayır, bugün farklıydı,” dedi. Sirius şaşkınlıkla dönüp Remus’a baktı. Remus’un gözleri, arkadaşının şaşkın bakışlarıyla buluştu. “Fark etmedin mi?” diye sordu. Sirius başını iki yana salladı. Remus tekrar asansörlerin bulunduğu yöne bakarak asansörü bekleyen sarışın büyücüyü izledi. “Bir konuda çok gergin,” diye sessizce açıkladı Remus.

“Gergin mi?” diye sordu Sirius, kuşkulu bir ifadeyle. “Neden öyle düşündün ki?”

“Yaptığı her şey yüzünden,” diye cevapladı Remus. “Her an asasını çıkarmak ister gibi, durmadan bastonuyla oynadı. Bu, gergin olduğunun en net işaretiydi,” diye açıkladı Remus. “Sonra, kaşını kaldırması, bakışlarının ifadesizliği ve rahat görünmek için sergilediği onca çaba; tüm bunlar, rol yaptığının bir göstergesi.” Remus bir anlığına sessizliğe büründü; aralarında geçen konuşmayı düşünürken gözleri kısılmıştı. “Neden burada olduğunu açıklamak için o kadar zaman ayırması sana da tuhaf gelmedi mi? Hatta Edgecombe ile olan görüşmesini geçen hafta ayarlayıp ayarlamadığını kontrol etmemiz için kayıtlara bakmamızı bile söyledi. Ve bahse girerim, doğru söylüyordu. Tüm bunlar tek bir sonuca çıkıyor: planladığı şey her neyse, gerçekleştiği sırada orada olmadığına dair bir mazereti olacak.”

Sirius, Remus’un ne demek istediğini anlamıştı.

“Mazeret,” diye tekrarladı, yavaşça. “Ne yapmayı planlıyor?” diye sordu.

Remus birdenbire hızla asansörlere doğru koşmaya başladı.

“Planı yerine getirecek kişi, o değil,” dedi, yanı sıra koşan Sirius’a. “O kısmı her zaman Efendisine kalmıştır.”

* * *

James, Harry’nin tutulduğu odaya girdi. İçeri girer girmez, gardiyanlar ona dönüp baksalar da onu durdurup sorgulamadılar bile. James, yedi gardiyandan iki tanesinin Nurmengard’da tanıştığı Davis ve Jackson olduğunu fark etti. Göz göze geldiklerinde her ikisi de, başıyla James’i selamladı.

James kapıyı kapattı ve Harry’nin zincirli bir halde oturduğu yere doğru yürüdü. James yaklaşırken, Harry’nin karşısında oturan gardiyan sandalyesinden kalktı. James’e sessizce oturmasını işaret etti ve odanın bir köşesine doğru ilerledi. James uzatılan sandalyeyi alırken başıyla adama teşekkürlerini iletti. Gözünün kenarıyla, Jackson’ın, ona yakın oturan öteki gardiyanlara kalkmalarını işaret ettiğini fark etti. Yerlerinden kalkarak James’e biraz özel alan tanıdılar.

Anca sandalyeye oturduğunda Harry’ye doğru düzgün bakabildi. Oğlunun hâlâ bandajlı olan bileklerini saran ağır kelepçeleri görünce James’in boğazı düğümlendi. Endişeli bakışları çocuğu incelerken, onun bakışlarının ise yerde olduğunu ve onu tamamen görmezden geldiğini gördü. James, iki gün önce onu ilk gördüğü zamana kıyasla, Harry’nin biraz daha iyi göründüğünü fark edince rahatladı. Artık bakışları yorgun görünmüyordu, ama yine de sağlıklı görünmekten bir hayli uzaktı.

James, ağır ağır yutkunarak usulca konuştu.

“Harry?”

Harry, adının söylenmesiyle başını kaldırdı; ifadesi, onunla en son konuştuğu zamanki gibi soğuk ve duygusuzdu.

“Nasılsın?” diye sordu James, Harry’nin ifadesine takılmayarak. Odanın karşısındaki gardiyanlara bir göz attı. “Başka bir olay olmadı, değil mi?”

Harry’nin dudaklarında yavaşça bir sırıtış belirdi. Endişeli görünen adamı dikkatle incelerken başını yana eğdi.

“Hayır,” diye cevapladı, James gibi usulca. “Sıra sorgulama tekniklerine gelince, önceki gibi azimli olmadıklarını duymak seni üzebilir.”

“Seni yine sorguladılar mı?” diye hemen sordu James.

Harry bir an öylece baktı; sonra ise, bakışlarını uzaklaştırıp yerinde kıpırdandı.

“Benden hiçbir şey alamayacaklarını anlayınca denemekten vazgeçtiler.”

James koca bir oh çekti. Her ne kadar istemeden olsa da, Harry’yi neredeyse öldüreceklerdi; o yüzden, o günden sonra gardiyanların onu rahat bırakmış olmalarını umuyordu.

“Mahkemeye çıkacağın için gergin olduğunu biliyorum,” dedi James; sesi fısıltıdan bir tık daha yüksekti. “Seni korumak için elimizden gelen her şeyi yapıyoruz.”

Harry, dikkatle James’i izliyordu; keskin yeşil gözleri, James’in sözleri üzerine kısılmış, ifadesi ise ciddileşmişti.

“Ne kadar incesin,” dedi alay edercesine. “Ama benim korunmaya ihtiyacım yok, özellikle de senin korumana hiç ihtiyacım yok.”

Sözleri, James’e tokat gibi çarpıp bir süre sessizliğe gömülmesine yol açtı. James, içinde kabul edememenin verdiği öfkeyi durdurmaya çalıştı, ama yapamadı.

Ancak, daha ağzını açamadan, arkasındaki kapı açıldı ve içeri iki Seherbaz girdi. Harry ve James’e tek bir bakış atıp onları görmezden geldiler. James onları tanıyordu; Fredrick Jones ve Kevin Banks, genelde gerekli evrak düzenlemelerini yapan ve duruşmaya getirilen mahkûmlarla ilgilenen iki üst düzey Seherbaz’dı. Seherbazlar, Nurmengard’dan gelen gardiyanlara doğru yürüyerek kendilerini tanıttılar.

James Harry’ye döndü, ama Harry’nin bakışları iki yeni gelene kitlenmişti. Harry de James de, Jones’un elindeki listeyi okuyarak Davis’le konuşmasını izledi.

“Gerekli tüm evrakların mümkün olduğu ölçüde eksiksiz olduğunu onaylıyor musun?” diye sordu Jones.

“Evet,” dedi Davis; elinde tuttuğu belgeyi alması için Jones’a uzattı; Jones da belgeyi alıp Banks’e verdi.

“Mahkûmdan alınan ve Bakanlık’a teslim edilmesi gereken herhangi bir eşya var mı?” diye sordu Jones.

Davis şeffaf, plastik bir torba çıkarıp Jones’a uzattı. James, Harry’ye ait silahları, çok sayıda kesici alet ile plastik torbanın derinlerinde parlayan metal bir sürü parçayı seçebiliyordu. Hatta Harry’nin kullandığı gümüş maskenin de aralarında olduğunu fark etmişti.

Harry yerinde kıpırdandı; pozisyonunu almış, Seherbaz’ın üzerine atlamaya hazırlanır gibi bir hali vardı. James, Harry’nin, zincirlenmiş olmasaydı, eşyalarını almaya uğraşacağından emindi. Ama gri saçlı Seherbaz, Banks’e torbayı uzatırken, Harry oturduğu yerden gözlerinden alevler çıkararak izlemekle yetindi.

“Mahkûmun asası sizde mi?” diye sordu Jones.

“Hayır, asa onu yakalayan Keskin Nişancı Seherbazlar tarafından çoktan Bakanlık’a teslim edildi,” diye cevapladı Davis. “İlgili belge, dosyanın içinde.”

Asasından bahsedilmesi üzerine, James bakışlarını Harry’ye çevirdi. Çenesinin öfkeden nasıl kitlendiğini ve zümrüt yeşili gözlerinin ise alev alev yanışını gördü.

“Pekâlâ, her şey bu kadar,” dedi Jones, sonunda başını listeden kaldırarak. “Çok teşekkürler, beyler. Bundan sonrasını biz halledebiliriz,” dedi ve kırışmış yüzüne küçük, kibar bir gülümseme yerleştirdi.

Yedi gardiyan da başlarıyla onaylayıp Jones ve Banks ile el sıkıştıktan sonra teker teker odayı terk ettiler. Odada en son kalan Jackson oldu. Başını kaldırıp Harry’ye baktı ve onunla göz göze geldi. Bir şey söylemeden, James’e de baktıktan sonra sessizce odadan çıktı. Kapı arkalarından kapandı.

Neredeyse o anda, kapı yeniden açıldı ve içeri dört Seherbaz girdi; gözetleme görevini onlar almıştı. James, dört adamın odaya girişlerini ve Harry’yi gördüklerinde hayretten ağızlarının açık kalışını seyretti. Gözleri bir Harry’ye bir James’e gidip geliyordu; ifadelerinden şoka girdikleri ve kafalarının karıştığı belli oluyordu.

Harry onları görmezden geliyor, gözlerini Banks’in elindeki torbadan ayırmıyordu. Banks’in torbayı alıp odanın bir köşesine gidişini seyretti. Metal bir kapıyı çekip açmasıyla kapının ardında gizli bir kanal ortaya çıktı. Torbayı kanalın ağzından aşağı bıraktı ve Harry bile, metal borunun içinde torbanın kayış sesini duyabiliyordu; torba, git gide daha da derinlere düşerek Bakanlık’ın içinde kayboldu. Banks kapıyı kapatıp Jones ile birlikte odadan çıktı; orada olduğu müddet boyunca kimseye tek bir kelime dahi etmemişti.

Harry’nin bakışları hâlâ metal kapının üzerindeydi.

“Harry? Harry?”

Canı sıkılan Harry başını çevirip James’in kaygılı görünen yüzüne baktı.

“Duruşmada konuşma,” diye sessizce bilgilendirdi James onu. “Sadece konuşmayı bize bırak. Ne olursa olsun, söylenilen hiçbir şeye itiraz etme ve hiçbir yorumda bulunma, tamam mı?”

Harry cevap vermedi; James’ten uzağa bakıyor, sanki onun söylediği hiçbir şeyi duymuyormuş gibi yapıyordu.

“Harry, lütfen…!” Kapı tekrar açılıp içeri Moody girdiğinde James sustu.

James, Alastor Moody’yi görünce yerinden fırladı. Harry’yi görmeye gelmiş olamazdı; Yoldaşlık’ta yapılan toplantıda Harry ile ilgili görüşlerini yeterince açık bir şekilde dile getirmişti. Parmağını sallayarak Harry’nin ‘Öpücük’ten çok daha beterini hak eden soğukkanlı bir katil’ olduğunu söylemişti ve James, ona uğursuzluk büyüsü yollamamak için hâlâ kendini zor tutuyordu.

Moody’nin sihirli gözü Harry’ye odaklandı ve yuvasında hafifçe titredi. Harry ile James’in arasındaki esrarengiz benzerliği gören Moody de, tıpkı diğerleri gibi, şaşkınlıktan donakalmıştı. Ancak, efsanevi Seherbaz hızla kendini toparlayarak Harry’ye üç saniyeden daha fazla bakmamıştı. Şimdi ise, James’e doğru geliyordu; bunu gören James hızla ona doğru ilerledi.

“Ne oldu?” diye sordu James.

“Malfoy’un burada olduğunu bilmen gerekir diye düşündüm,” dedi Moody; sesinin aksi tonu, alçak sesli bir homurtuya dönüşmüştü.

“O neden burada ki?” diye sordu James, hemen.

“Black ve Lupin onunla konuşmaya gittiler, ama bence nafile bir çaba. O iğrenç soysuz ser verip sır vermez. Uyarılman gerektiğini düşündüm.” Gözleri, James’ten ayrılıp oturduğu yerden onlara dik dik bakan Harry’ye yöneldi. “Onu mahkeme salonuna götürürken temkinli ol. Malfoy’un ne yapacağını bilemezsin.”

James gözlerini devirmeden edemedi.

“Moody, Malfoy’un bir şey yapacağını gerçekten düşünüyor musun? Bakanlık’ın kalbinde? Malfoy soysuzun teki olabilir, ama aptal bir soysuz değil,” dedi James. “Muhtemelen casusluk yapmak için burada. Tek başına bir şey yapmaya kalkışamaz.”

“Yalnız olduğunu kim söyledi, Potter?” dedi Moody, her zamanki paranoyak ses tonuyla.

“Onunla kim olacaktı?” diye sordu James. “Malfoy’un, Ölüm Yiyen takımıyla Bakanlık’a saldırmasını beklemiyorsundur, herhalde? Malfoy, maskesini çıkarmayacak kadar çok seviyor.”

“Ben Ölüm Yiyen’leri kastetmemiştim,” diye itiraf etti Moody, usulca.

James sessizliğe büründü, ta ki Moody’nin ne kadar ciddi olduğunu anlayıncaya kadar.

“Yapma, Alastor!” diye tısladı James sinirle. “Voldemort’un buraya geleceğine inanıyor olamazsın. Burası, Sihir Bakanlığı!” diye vurguladı. “Buraya adım atmasının hiçbir yolu yok!”

Birdenbire Harry acıyla bir feryat kopardı ve James uçarcasına yerinde döndü. Harry kelepçeli ellerini alnına bastırmış, parmaklarıyla acıdan patlamak üzere olan başını tutuyordu. Dört Seherbaz da hemen asalarını kaldırıp Harry’ye doğrultmuş, Harry’nin öylece soluk soluğa kalmış bir halde alnını ovuyor olmasına şaşırmışlardı. Tam James Harry’ye neler olduğunu soracaktı ki, Harry aniden başını kaldırıp ona baktı. James’e bakarken Harry’nin yüzünde hafif bir sırıtış vardı.

“Bir kez daha düşün,” dedi nefes nefese. “O burada.”

Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #15: Duruşma Günü [Kısım 2] Okumak İçin Tıklayın!

Çeviren: Tuba Toraman