Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #16: Karargâh’ta [Kısım 1]
|GİRİŞ İÇİN TIKLAYIN.
14. BÖLÜM
15. BÖLÜM [Kısım 1]
15. BÖLÜM [Kısım 2]
Lord Voldemort’un o karanlık gece, Harry Potter‘ı kaçırıp öldüremeyince kendi oğlu gibi büyütmeye karar verdiği alternatif bir hayran hikâyesine ne dersiniz?
“Karanlık Prens” serisini, Safina Mazhar‘ın kaleminden ve yazarın gözden geçirdiği yeni versiyon üzerinden taze bir çeviriyle sizlerle buluşturuyoruz. Karşınızda İçimdeki Karanlık cildinin on altıncı bölümü!
bölüm 16
• Karargâh’ta •
[Kısım 1]
James ve Harry, misafir odasının zeminine gümbürtüyle acı verici bir şekilde düştüler; öyle ki, düşüş her ikisinin de nefesini kesmişti. James, tek bir saniye bile ziyan etmeden, elleri ve dizleri üzerinde doğrularak aklını tek bir şeye odakladı; Harry’ye.
Onu, yüz üstü yatmış, zor bela nefes alırken buldu. Harry o haldeyken bile, ayağa kalkabilmek için kendini döndürmeye çalışıyordu. James ayağa kalkmasına fırsat vermedi; Harry’yi, cüppesinin yakasından kavradığı gibi, yüz yüze gelmek için sertçe kendine çekti.
“Ne halt ettiğini sanıyorsun?” diye bağırdı Harry’ye. “Geri dönmeye mi çalışıyordun? Ona dönmeye mi?” Az daha oğlunu yeniden kaybedecek olmanın korkusu James’i ele geçirmiş ve panikle kendini kaybetmesine neden olmuştu. “Ne yaptığının farkında mısın?” diye devam etti James, Harry’yi sertçe sarsarak. “Bitti her şey! Sana bir şans daha vermeyecekler! Kaçmaya çalıştın, her şey bitti! Az önce ölüm fermanını imzaladın!” diye gürledi. Artık bir duruşma olmayacağı gerçeği, yeni yeni aklına dank ediyordu. Bakanlık, Harry’ye ikinci bir şans vermeyecekti; özellikle de kaçmaya çalıştıktan sonra. Harry, duruşmaya çıkarılmadan cezaya çarptırılacaktı ve onun için düşünülen tek bir ceza vardı: Ruh Emici Öpücüğü.
James, oğlunun ölüden farksız olduğunu anlayınca içi parçalanarak kendine geldi. Bir elini Harry’nin cüppesinden çekip, çok üzgün ya da kızgın olduğu zamanlarda yaptığı gibi, elini saçından geçirmek istedi. James, elini, saçına götürmek için kaldırdığı anda Harry irkildi ve gözlerini kapatıp kendini geriye doğru itti. Refleks olarak ellerinden birini, yüzünü korumak için yukarı kaldırmıştı.
Harry’nin tepkisine şaşıran James duraksadı.
‘Ona vuracağımı zannetti!’ diye düşündü.
James, Harry’nin ona vuracağını zannetmesine yol açacak kadar sert davrandığını o anda fark etmişti. Başını eğip baktığında, hâlâ Harry’nin yakasını tutmakta olduğunu gördü. Az önce Harry’ye bağırıp çağırmakla kalmamış, onu şiddetle sarsmıştı. Oğlunun incinmiş gözlerine baktı ve gözlerinin, ona gelecek bir darbenin beklentisiyle tetikte olduğunu fark etti. James, Harry’yi tamamen bırakarak ondan uzaklaştı. Hem fiziksel hem de duygusal olarak tükenmişti ve Harry’ye zarar verme amacının olmadığını göstermenin tek yolu, ondan uzaklaşmaktı.
Harry geriye doğru düştü; derin derin nefes alıp veriyordu. Orada, öylece, yenilgiye uğramış bir halde acı içinde yatıyordu. Gözlerini kapatıp sakinleşmek için derin derin nefesler aldı. Ellerinden birisi yan tarafına, kaburgasının altına doğru uzandı ve oraya bastırdığında acı içinde inlememeye çalıştı.
James tam Harry’ye doğru yeltenmişti ki, bir anda odada Anahtar’la gelen Yoldaşlık üyeleri belirdi. Moody, Kingsley, Tonks ve Sturgis’in odada belirmesiyle James durup başını kaldırdı. Moody James’in acı dolu gözlerine kısa bir süre baktıktan sonra, tüm dikkatini çocuğa yöneltti. Kingley ile Sturgis’e eliyle işaret etmesiyle üç Yoldaşlık üyesi Harry’ye doğru yaklaştı. Tonks ise, yaralanıp yaralanmadığını kontrol etmek için aceleyle James’e doğru koşmuştu. Fakat James onu fark etmedi bile; gözleri Harry’ye kitlenmişti.
Kingsley ve Sturgis Harry’yi kollarından tutup ayağa kaldırdılar. Harry, ayağa kaldırılırken, bastırmaya çalıştığı acı dolu inlemesine engel olamadı. Moody, Harry’nin önüne geçip durdu. Yüzü yara izleriyle dolu Seherbaz’ın ağzından tek bir kelime çıkmadı, ama boğumlu elleriyle Harry’nin üzerini arıyor, Ferguson’ın cüppesinin ceplerini yokluyordu. Ceplerinden, Ferguson’ın çalınmış asasını ve Harry’nin silahlarından geriye kalanları çıkardı.
Harry, onu tutan iki Seherbaz olmasa, ayakta durmayı pek başaramazdı; ama yine de Moody’ye ters ters bakmaktan da, elleriyle Seherbaz’lardan kurtulmak için boşuna cebelleşmekten de, içgüdüsel olarak, Moody’nin silahlarını almasını engellemeye çalışmaktan da geri kalmıyordu. Moody gizlenmiş silah var mı diye vücuduna dokunurken, Harry dişlerini sıktı. Başka silah kalmadığına emin olunca, Moody bir adım geri attı ve çocuğa nefretle dik dik baktı.
“Onu yukarı götürün,” diye talimat verdi.
Kingsley ve Sturgis, Harry’yi odadan sürükleyerek çıkarıp yukarı kata götürdüler. Seherbaz’lar onu karanlık merdivenlerden yukarı çıkarırken, Harry’nin karşı çıkacak gücü kalmamıştı. Bir odaya zorla sokulup yere bırakıldı. Nefes alıp verirken canı yanıyordu; acı içine işlerken gözleri karardı. Kafasını çevirdiğinde, iki Seherbaz’ın kapıyı kapattığını belli belirsiz görmüştü; onu odada yalnız bırakmışlardı. Kapının kilitlendiğine işaret eden gürültülü bir klik sesi duyuldu. Yalnız kaldıktan sonra, Harry hiç hareket etmedi. Olduğu yerde yüz üstü yatıp nefes alış verişine odaklandı.
Oturmak için yavaşça ellerine ve dizlerine yüklendi. Yara izi, yavaşça artan bir yoğunlukla karıncalanıp yanmaya başladığında, dizleri üstünde ancak doğrulabilmişti. Harry, bir eli alnında, diğeri de yüzünü yere çarpmamak için ileri atılmış durumda, sızlanarak öne doğru düştü. Yara izindeki ağrı daha önce hiç olmadığı kadar hızlı bir şekilde artmıştı. Nefes almak için çabaladı; fakat ağrı öyle acı vericiydi ki, tek bir nefes almak bile mücadele istiyordu.
Harry acı içinde, yerde büzüldü; dişlerini, çenesini acıtacak kadar sıkıyordu. Gözlerini sımsıkı kapattı ve parmaklarıyla yara izine bastırarak acıyı tüm gücüyle gidermeye ya da bir şekilde, az da olsa, hafifletmeye çalıştı. Yara izinin daha önce hiç bu kadar şiddetli acıdığını hissetmemişti. Ama zaten babasının daha önce hiç bu kadar sinirlendiği de olmamıştı. Oğlunu kurtarma planının başarısız olduğunu öğrenmek, belli ki, onu üzgün olmaktan daha beter bir hale getirmişti.
Burun deliklerine ağır, bakırımsı bir koku geliyor, üst dudağından ağzına doğru akan bir ıslaklık hissediyordu. Acı içinde kıvranan beyni, burnunun kanadığını söylüyordu. Gözlerini açmaya zorladı ve serbest elini dudaklarına götürüp kanla lekelenen parmaklarına baktı. Kanı görünce bir anda panikledi. Burnu daha önce hiç kanamamıştı.
Yarası yanmaya devam ederken, bir yandan da burnu oluk oluk kanamaya başlamıştı. Acı dolu çığlıklarını bastırdı; bir ev dolusu düşmanı, bu en savunmasız anında, başına toplamak istemiyordu.
* * *
Harry odadan sürüklenip çıkarılırken James ayağa kalktı. Tek bir kelime etmeden, Moody’nin Harry’den aldığı eşyaları masanın üzerine yerleştirmesini izledi. Dürüst olmak gerekirse, James, söyleyecek söz bulamıyordu. Sırf işini yapıyor diye, Moody’ye nasıl sinirlenebilirdi ki? Harry’nin silahlarını almaları gerekiyordu ve onu şimdilik ne olur ne olmaz diye de odaya kilitlemek zorundaydılar. Harry’nin silahlarına el koymaktan ve şimdilik onu kilitli bir odada tutmaktan başka çareleri yoktu.
Moody, James’e döndü ve iki Seherbaz’ın da gözleri birbirine kenetlendi; ancak, ikisi de konuşmadılar. Biraz sonra, Anahtar’la bir avuç Yoldaşlık üyesi daha geldi ve James, gelenlerin içinde Remus ve Sirius’un da olduğunu gördü. James onlara bakarken kafasını iki yana salladı; duyguları onu tekrar ele geçiriyordu.
“Özür dilerim,” diye başladı. “Özür dilerim, birden paniğe kapıldım,” diye açıkladı, iki arkadaşı da aceleyle ona doğru gelirken. “Ben… Ben onun Anahtar’ı kullanacağını fark edince ani bir tepki verdim. Koruma büyüleri yüzünden onunla Cisimlenemezdim… Ne yapacağımı bilmiyordum. Ben de Harry’yi buraya getirdim. Aklıma başka bir yer gelmedi. Voldemort ona burada ulaşamaz.”
“James, sorun değil,” diyerek onu yatıştırmaya çalıştı, Remus.
“Sen doğru olanı yaptın,” diye ekledi Sirius. “Akıllıca bir hareketti.”
“Ve haklısın da,” dedi Remus. “Voldemort ona burada ulaşamaz.”
“Bakanlık’a ulaşabileceğini de kimse düşünmemişti,” diye belirtti Tonks, ürpererek. “Belki de, Harry’yi buraya getirmek, o kadar akıllıca bir hareket değildi.”
James ellerini saçından geçirdi; kalbi göğsünde takla atıyor gibiydi. Tonks’un dediğini duymazlıktan geldi.
“İnanamıyorum, neredeyse kaçıyordu.” James elleriyle yüzünü sıvazladı. “Anahtar-karşıtı alana kıl payı geçiş yapmıştı. Birkaç saniye daha geçseydi Harry gitmiş, gözden kaybolmuş olacaktı ve Voldemort ona bir daha yaklaşamayalım diye elinden geleni yapacaktı.”
“Artık, Harry’ye tekrar yaklaşamayacak tek bir kişi var; o da, Voldemort,” dedi Sirius, güven dolu bir gülümsemeyle. “Onu geri aldık ve ondan umudumuzu kesmeyeceğiz; kimse kesmeyecek.”
Moody Sirius’a baktı; sihirli gözü yuvasında dönüp duruyordu. Sirius ise, gözlerini Seherbaz arkadaşlarına ve Yoldaşlık üyelerine dikmişti. Tüm Yoldaşlık üyeleri arasında, Harry’yi Bakanlık’a teslim etmekten mutluluk duyacak kişi, yalnızca Moody idi.
James, Sirius’un sözleri üzerine, başını iki yana salladı.
“Fudge onu rahat bırakmayacak,” dedi, korku içinde. “Onu geri isteyecek ve bu sefer, bu sefer duruşma falan da olmayacak. Onu Öpücüğe mahkûm edecek!” James, taş kesmiş bakışlarını arkadaşlarına çevirdi. “Şimdi ben Harry’yi nasıl kurtaracağım? Ne yapacağım?”
“Onu Bakanlık’tan uzak tutacaksın.”
James ve geri kalan herkes konuşan kişiye bakmak için kafalarını çevirdi. Dumbledore, sanki tüm konuşma boyunca oradaymış gibi kapıda dikiliyordu. Diğerleri, Dumbledore’un kimseye fark ettirmeden nasıl geldiğini merak ettiler. Herkes gibi, Anahtar’la varmış olsaydı, o da misafir odasına gelmiş olurdu. Dumbledore çoğu kişiyi görmezden gelerek odaya girdi, James’e doğru yürüdü ve bir elini onun omzuna koydu.
“Harry’yi buraya getirerek doğru olanı yaptın. Burada koruma altında olacaktır. Hiç kimse, ne Bakanlık ne de Voldemort, Harry’yi buradan götüremez. O, burada güvende.”
James, Dumbledore’un sözleriyle sonunda rahatlamıştı. Yorgun bir şekilde gülümsedi ve kafasını salladı.
“Bakan’a ne diyeceğiz?” diye sordu James; ses tonundan endişe akıyordu.
“Cornelius’u bana bırak,” dedi Dumbledore, usulca. James’e dönüp tekrar baktığında, genelde sakin bakan ela gözlerinin bu sefer endişe dolu olduğunu fark etti. “Böylesi, Harry için daha iyi oldu. Duruşmada ne yaparsak yapalım, ne mücadele verirsek verelim, Harry’nin sağ çıkamaması yüksek bir olasılıktı. Cornelius çoktan Öpücük’e karar vermişti ve önünde sonunda istediğini elde ederdi. Fakat şimdi, Harry bizimle, güvende ve sağ.” Dumbledore gülümsedi. “Şimdi, Bakan bizim söyleyeceklerimizi dinleyecek.”
* * *
Harry sendeleyerek odasındaki banyoya girdi ve sabit durabilmek için lavaboya tutundu. Aynadaki yansımasından dudağındaki ve çenesindeki korkunç kan lekelerine baktı. Çeşmeyi açıp titreyen ellerini soğuk suyun altına tuttu. Yüzüne su sıçratarak kan lekelerini temizledi. Ardından, ağrıyan yara izine biraz su çarptı. Acı, dayanılabilecek bir dereceye kadar hafiflemişti, ama hâlâ sızlayarak ağrıyordu. Ağrının tamamen geçmesinin birkaç saat süreceğini biliyordu; tabii, babası bu kadar sinirliyken böyle bir şey mümkünse eğer. Harry babasını düşünmemek için kendini zorluyordu; şu an onunla evde olabilir, burada Yoldaşlık tarafından hapsedilip tutsak edilmemiş olabilirdi. Çeşmeyi kapatıp yüzünden sular damlayan yansımasına tekrar baktı; artık temizdi.
Harry, derin bir nefes aldı ve yapmak üzere olduğu şey için kendini hazırladı. Dikkatlice ve yavaş hareketlerle önce cüppesini, sonra da gömleğini çıkardı. Yara bere dolu, kanayan vücuduna aynadan bakarken yüzünü ekşitti.
İlk yakalandığı gün iki kat aşağı düştüğü kazadan kalma yaralar, Nurmengard’da tedavi edilmediği için, hâlâ belli oluyordu. Fakat James Potter’ın ona gönderdiği ne idiği belirsiz büyü yüzünden göğsünde hızla büyüyen daire biçiminde bir morluk oluşmuştu. Büyü, onu öyle bir güçle vurmuştu ki, caddenin karşısındaki mağazanın vitrinine doğru savrulmuştu. Cam vitrinin içine düşmesi, şu an böyle acı içinde olmasının temel sebebiydi. Harry, yan tarafına bakıp ellerini yavaşça kaburgalarının üzerinde gezdirdi. Cam parçaların derisinde daha da derine gömüldüğünü hissedince dudağını ısırdı. Kollarını inceledi ve iki kolunun da dışa bakan kısımlarında ufak ufak kesikler olduğunu gördü. Harry, sırtını aynaya verecek şekilde arkasını dönüp yansımasına göz attı ve sırtında gelişigüzel oluşmuş, çok sayıda kesiğin olduğunu fark etti.
Daha yakından baktığında, bazı kesiklerin içine gömülmüş parlak cam parçalarını neredeyse seçebiliyordu.
Harry yüzünü aynaya döndü ve bir an için öylece durarak kendini hazırladı. Bu canını yakacaktı, hem de fazlasıyla!
Harry yere attığı cüppesini aldı ve cebine uzanarak pencerenin yanındaki masadan aldığı tüy kalemi çıkardı. Kilitlendiği odada işe yarayacak tek şey olarak bunu bulmuştu. Eski tüy kalemi elinde tutup gözlerini kapattı ve olabildiğince rahatlamaya çalıştı. Tüy kalem bir anda biçim değiştirip düz uçlu bir cımbıza dönüştü. Harry banyonun kapısındaki askılıkta duran havluyu aldı ve daha kalın ve kısa olsun diye ikiye katladı.
Harry, etrafının, onu asla iyileştirmeyecek ya da yardım etmeyecek düşmanlarla çevrili olduğunu düşünüyor ve kendini yapayalnız hissediyordu. Derin bir nefes aldıktan sonra havluyu ısırdı ve yan tarafına uzanıp kaburgalarının hemen altında bulunan gömülmüş cam parçalarını çekmeye başladı. Cımbızın ucuyla çekilen ilk cam parçası kolaylıkla çıkmıştı. Harry kanlı cam parçasını lavaboya bırakıp kesik kesik nefes aldı.
Cam parçalarını yan tarafından, kollarından ve hatta sırtından tek tek çıkarmaya devam etti; havlu, çığlıklarını bastırmakta etkiliydi.
* * *
Grimmauld Meydan’ı 12 Numara’daki şömine yeşile döndü ve Lily hızla odaya girdi. Masanın etrafında toplanmış kalabalık arasında, kocasının yorgun görünen yüzünü seçip aceleyle ona doğru ilerledi. James, Lily’yi görünce ayağa kalktı.
“Tanrı’ya şükür, bir şeyin yok!” dedi, James’e sıkıca sarılırken. “Eve gelmeni beklerken endişeden deliye döndüm.”
“Biliyorum, özür dilerim,” diye cevap verdi James. Lily’ye, Harry’yle birlikte eve geleceğini söylediğini tamamen unutmuştu. “İşler çığırından çıktı.”
Lily’ye, o gittikten sonra Bakanlık’ta neler yaşandığını anlattı. James, Harry’nin az daha Anahtar’la Voldemort’a gideceği o anların detaylarını anlatırken, Lily masaya oturmuş, olanları dehşetle dinliyordu.
“Merlin!” diye soludu. “O orada mıydı?” diye sordu, Voldemort’u ima ederek. Zümrüt yeşili gözleri, odayı telaş içinde tarıyordu. “Harry nerede? O iyi mi?” diye sordu.
“Yukarıda,” diye cevapladı James. “Kingsley ve Sturgis, onu yukarı kattaki odalardan birine götürdüler.” Lily’nin gözleri kapıya odaklandı, ama James ayağa kalkmasını engellemek için onun elini tutmuştu. “Gitme Lily… ona birazcık zaman ver… sakinleşsin.” dedi James zorlukla. “Şu an kimseyle konuşmak istemeyecektir.”
Lily cevap vermedi ama yerinden de kalkmadı. Oğlunu görmeyi umutsuzca istiyordu, ama James’in haklı olduğunu da biliyordu. Muhtemelen kimseyi görmek, kimseyle konuşmak istemeyecek kadar sinirliydi; onunla bile.
“Şimdi ne olacak?” diye sordu kocasına. “Harry’yi kast ediyorum.”
James bakışlarını Dumbledore’a çevirdi; yarınların oğluna ne getireceğini kendisi de bilmiyordu. Dumbledore ise, bir an için konuşmayıp Lily’ye baktı.
“Bu akşam Cornelius’la konuşacağım. Görünüşe göre, Harry’nin Yoldaşlık’ta olduğunu henüz bilmiyor. Muhtemelen Harry’nin Voldemort’a döndüğünü düşünüyordur,” diye açıkladı Dumbledore. “Durumun öyle olmadığını öğrenince eminim rahatlayacaktır. Eğer Voldemort Harry’yi götürmekte başarılı olsaydı, Cornelius’un kendisi için çok şey ifade eden ünü sonsuza dek mahvolacaktı.” Mavi gözleri eskisi gibi ışıldıyordu. “Harry’nin burada kalması için, Bakan’ın kolay ikna olacağını düşünüyorum. O da, Voldemort tarafından saldırıya uğrama ihtimali sebebiyle, Harry’yi hapishaneye taşımaktan korkacaktır. Harry’yi, Yoldaşlık’ın karargâhında tutmanın daha güvenli olacağını söylediğimde, Fudge’ın sözümü dinleyeceğine eminim. Sır Tutucusu ben olduğum sürece, Voldemort karargâha saldıramaz.”
“Bilemiyorum Albus,” dedi Minerva, endişe içinde. “Bakan, bir risk daha almak istemeyebilir. Onu yok etmek için, senden çocuğu teslim etmeni isteyebilir.”
“Öyle yapmayacak,” diye temin etti Dumbledore, iki Potter’ın da gözlerinde oluşan paniği görünce. “Fudge, Harry’ye zarar vermekten çok korkacaktır. Özellikle de, Voldemort’un istediği zaman ona ulaşabildiğini gördükten sonra.” Dumbledore, James ve Lily’ye baktı. “Harry, seçilmiş kişi,” diyerek fikrini tekrar vurguladı. “Sağ kalmış olması, bunun bir kanıtı. Voldemort, Harry’nin kaderinde kendisini yok etmek olduğunu biliyor ve buna rağmen çocuğu öldürmedi. Kanıtı kendi gözlerinizle görmemiş olsaydınız, sizler buna inanır mıydınız?” Bakışları, masada oturan Yoldaşlık üyelerinde gezindi.
“Anlamıyorum,” dedi Tonks. “Yani, Harry’ye zarar vermemiş olmasından dolayı mutluyum, ama nedenini anlamıyorum. Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen Harry’nin yaşamasına neden izin verdi?”
“Gayet açık,” diye açıkladı Remus. “Harry’yi öldürebilirdi; ama öldürseydi, bir yaşında bir bebeğin kendisine tehdit oluşturduğunu kabul etmiş olurdu. Harry insanların gözünde bir şehit olurken, Voldemort küçük düşürülmüş olurdu; çünkü bir Karanlık Lord’un, gece yarısı bir bebeği kaçırması ve sırf ileride kendisini yok etmesinden korktuğu için onu öldürmesi utanç verici olurdu.” Remus kafasını iki yana salladı. “Hayır, böyle bir şey Voldemort gibi biri için kabul edilemez. Kehanet’in doğruluğuna inandı, ama bunu kullanıp durumu kendi lehine çevirdi. Harry’yi, kaderinde onu yok etmek olan birisini, kendi koruyucusu, kalkanı yaptı.”
“Voldemort’un bundan nasıl keyif aldığını görebiliyorum,” dedi Sirius, nefret dolu bir sesle. “Onu öldürmesi gereken çocuk, kendi emirleri üzerine birilerini öldürüyor.”
Lily kafasını çevirdi, oğlunun neye dönüştüğünü hatırlayınca bir anda kalbi parçalanmıştı; o bir katildi.
“Fudge, Harry’nin kaderini kabul etmek zorunda,” diye devam etti Dumbledore. “Eğer kabul etmezse…” Dumbledore derin bir nefes aldı. “Söylediğim gibi, Harry’yi buradan kimse götüremeyecek. Ne Voldemort, ne onun Ölüm Yiyenler’i, ne de Sihir Bakanı’nın kendisi.”
* * *
Harry, banyodan zorlukla çıkabildi. Midesi bulanmış ve gözü kararmıştı. Kendini yatağa atmayı başardı ve oturup baş dönmesini geçirmeye çalıştı. Nefesine odaklanarak birkaç dakika dinlendi; derin derin nefes alıp veriyordu. Tek yapabildiği, çektiği acıyı düşünmeme gayretiydi. Yanlarında, kollarında ve omuzlarında bulunan cam parçalarını temizlemeyi başarmıştı, ama hâlâ sırtında gömülmüş, daha çok sayıda cam parçası vardı. O tarafa ulaşamadığı için temizleme işinden vazgeçmesi gerekmişti. Seherbaz Ferguson’ın cüppesini şerit halinde yırtarak en kötü kesilen bölgelerdeki kanamayı durdurmak için kullanmıştı. Fakat yan tarafındaki kesik, Harry’yi endişelendirecek kadar fazla kanıyordu. Onun dışındaki çoğu kesikte bir sorun yoktu.
Harry kafasını kaldırıp etrafına baktı; net görebildiğini fark edince içi rahatlamıştı. Pek eşyası bulunmayan odayı inceledi; köşede çift kapılı bir giysi dolabı, üzerinde oturduğu dört direkli bir yatak, bir komodin ve pencerenin önünde duran ufak bir masayla sandalye vardı; başka bir şey yoktu. Harry’nin gözü, cımbıza çevirdiği tüy kalemi bulduğu masaya takıldı. Kendini ayağa kalkmaya zorladı. Masaya doğru yürüdü ve pencereden dışarı bakmak için eğildi. Hiç kimsenin olmadığı caddeye baktı. Görünürde bir kedi ya da köpek bile yoktu. Harry, caddenin görünüşünden ve sıra sıra park edilmiş arabalardan Muggle dünyasında olduklarını anladı.
Masaya tırmanıp zar zor camı kaldırarak pencereyi açtı. Pencere, yıllardır açılmamış gibiydi. Gıcırdayan pencere çok ses çıkarıyordu, ama Harry yine de camı ittirmeye devam etti. Birinci kattaydı, o yüzden sesin zemin kattan duyulacağını sanmıyordu.
Penceredeki boşluk, Harry’nin tırmanabileceği kadar genişti. Yavaşça ve olabildiğince dikkatlice, pencerenin pervazına çıktı; dışarıya doğru kaymasıyla birlikte, yaralı ve kanayan vücudu isyan noktasına geldi. Harry dudaklarını ısırdı, ama pencere pervazına çıkmayı başarmıştı.
O kadar da yüksekte değildi; atlayacak olsaydı, en az hasarla yere inmiş olurdu. Harry, yüksekliği kafasında ölçtü, gözlerini kapattı ve atladı. Ayakları yere değdi ve gözlerini açtı; penceresinden atladığı aynı odada olduğunu fark edince gözleri dehşetle büyüdü. Köşedeki dolap, –kendi kanıyla lekeli–dört direkli yatak, komodin ve pencerenin yanındaki masa ile sandalye olduğu yerde duruyordu. Harry masayı geçip pencereye doğru baktı. Gözlerinin önünde, yine, o aynı hiç kimsenin olmadığı cadde duruyordu.
Harry, küfrederek pencerenin önünden çekildi. Bu bir büyüydü. Bu odada mahsur kalmıştı ve tek çıkışı ise, kilitli kapıdan geçiyordu. Kapıyı asasız bir büyüyle açabileceğini biliyordu; ancak, bunu yaparsa, kim bilir kaç tane Yoldaşlık üyesiyle burun buruna gelirdi. Harry hepsiyle birden savaşamazdı, özellikle de, neredeyse kanamadan ölmek üzere olan bu asasız haliyle.
Geri dönüp yatağa çöktü; ağrıyan sırtını korumak için yüz üstü yatağa uzandı. Gözlerini kapattı ve farkına bile varmadan bayılmıştı.
* * *
James, kapıyı bir kez tıklatıp bekledi. Cevap veren olmamıştı. Kapının kilitli olduğunu fark edince ise kendi kendine söylenmeye başladı. ‘İçeride kilitli olan biri, tabii ki seni içeri davet edemez!’ diye düşünerek kendini azarladı.
Asasını çıkarıp kapının kilidini açtı. Yanı başındaki Lily’nin ise, eli çoktan kapı kolundaydı ve kapıyı açmaya yelteniyordu.
“Lily, bekle,” diye başladı James, elini Lily’ninkine koyarken. “İlk önce ben gireyim.”
Yeşil gözler kısıldı.
“Neden?” diye sordu Lily.
“İyi olduğundan emin olmak istiyorum sadece, anlarsın ya, saldırmasın falan diye,” diye kekeledi James.
“James, ben onun annesiyim,” diye karşılık verdi Lily. “Üstesinden gelebilirim. Bana sert davranacağını biliyorum; muhtemelen kafası karışık, kızgın ve korkmuş durumda.” Ağırlığını öteki ayağına verdi; oğlunun bu kadar yıpranmış olmasına canı çok sıkılıyordu. “Düşmanın biz olmadığımızı ve şu anki durumun aksine, burada tutsak olmadığını ona göstermemiz gerek.”
James somurttu.
“Onu özgür iradesi dışında tuttuğumuzu düşünecek olursak, bu biraz zor.”
“O zaman, burada bizimle kalmayı istemesi için fikrini değiştirmemiz gerekecek,” dedi Lily.
James başıyla onayladı ve kapıya tekrar baktı.
“Yine de, ben onu kontrol ederken sen burada bekle, olur mu?”
Lily memnun görünmüyordu, ama yine de onaylarcasına kafasını salladı.
“Tamam, acele et!”
James kapıyı açtı ve içeri bir bakış attı. Harry’yi yatakta uyurken gördü. Kalbinin göğsünde hızla attığını hissetti.
James, yatağın yanında durdu. Gözlerini dikmiş, Harry’nin ne kadar huzurlu ve sakin göründüğünü düşünüyordu. Harry, aynı bebekken yaptığı gibi, karnının üstüne yatmıştı. James yere çömeldi ve elini, Harry’nin saçına hafifçe dokunmak için kaldırdı. Oğlunun canice öldürüldüğüne inandığı neredeyse koca bir on beş yılın ardından, şimdi tekrar yanında olması inanılmaz bir duyguydu. James’in parmakları Harry’nin siyah saçlarına dokunmaya yeltenirken, Harry’nin gözleri aniden açıldı.
James, zümrüt yeşili gözlerdeki paniği fark edince donakaldı. Harry, saniyeler içinde yatağın diğer tarafına yuvarlanıp yataktan sıçramıştı. Yatağı kendisine bariyer olarak kullanarak yatağın arkasına çömeldi. Bir eliyle yan tarafını kavramış, gözlerini de James’e sabitlemişti; zar zor nefes alıyordu. Diğer elini havaya kaldırdı; James, bir sandalyenin odanın öteki tarafından uçarak kendisine doğru geldiğini fark etti.
James harekete geçerek, kendisini, asasız büyüyle çağrılmış sandalyenin yolundan çekti. Sandalye duvara çarptı ve yere düşüp kırıldı.
“Hey! Harry!” diye bağırdı James, iki elini de havaya kaldırarak. “Sakin ol. Sana zarar vermeyeceğim.”
Harry’nin gözleri öfkeyle kısıldı. Elini tekrar kaldırdı ve masa Seherbaz’a doğru hızla yol aldı. Bu sefer James, yeterince hızlı hareket edemedi ve masa James’e çarparak onu acı verici bir şekilde yere serdi.
Lily, kocasının yere düştüğünü görünce çığlık attı. Asasını hızla çıkardı, ama oğluna büyü yollayıp yollamamakta kararsızdı. Harry’nin elinin tekrar havaya kalktığını gördü ve bu sefer, elbise dolabı havalandı; dolap, James’e doğru yol almak üzereydi.
“Harry! Hayır!” Lily odanın karşısına doğru koştu ve James’in önünde durdu. James de, kendisini yerden kaldırıyordu.
Harry Lily’nin çığlığını duyunca ona döndü; havada süzülen dolabı kontrol eden eli titredi. Lily’ye bakıyordu, ama ifadesini anlamak imkânsızdı. Birdenbire yüzü öfkeyle gölgelendi ve hem Lily’yi hem de James’i hedef alarak elini çevirdi. Dolap onlara doğru uçarken her ikisi de dolabın yolundan çekildi ve dolap dehşet bir gürültüyle duvara çarptı.
James de Lily de ellerinde tuttukları asaları hedefe doğrulttular, ama oğullarına saldırmakta tereddüt ediyorlardı. Her ikisi de, Harry’nin neden böyle saldırgan davrandığını anlayabiliyordu; Harry korkulu ve endişeliydi. Harry’nin onlara saldırmasını sağlayan öfkeyi körüklemek yerine, onu sakinleştirmek zorundaydılar.
“Harry, lütfen, biraz dur ve bizi dinle…” diye onu sakinleştirmeyi denedi Lily, ama Harry çoktan yatağı hedef almıştı.
Yatak havalandı; yerden birkaç santim yukarda süzülüyordu. Fakat Harry, yatağı onların üzerine gönderemeden bir iki adım geriye sendeledi; yüzü bembeyaz kesilmişti. Yüzünde acı çektiğini gösteren bir ifade belirdi; iki eliyle birden yan tarafını kavrayarak iki büklüm oldu. Yatak, gürültüyle yere çakıldı. Harry de, acı içinde inleyerek düşmüştü.
“Harry? Harry?” Lily de James de kırılmış mobilyaların arasından geçerek Harry’ye doğru koştular.
Harry, yan tarafını sıkı sıkı tutuyor, zar zor nefes alıyordu. Ona ilk ulaşan James oldu; Lily de hemen arkasındaydı. James, sorunun ne olduğunu anlamaya çalıştı; elini Harry’nin sırtına dokundurduğu an, Harry James’in dokunuşu onu yakmış gibi acıyla geri çekildi. Harry, kendini onlardan uzaklaştırdı; yüzü öfke ve acıyla büzülmüştü. Sırtını duvara doğru verdi.
“Harry…?” James tekrar ona yaklaşmaya, dokunmaya çalıştı.
“Yapma!” diye tısladı Harry; bakışları nefret doluydu. “Sakın bana dokunma!”
James, elleri Harry’ye doğru uzanmış bir halde kalakaldı. Gözleriyle, Harry’nin yüzünü, ardından ise iki eliyle bastırdığı yan tarafını inceledi. İşte, o anda, Harry’nin siyah tişörtündeki koyu lekeyi ve ellerine bulaşmış kıpkırmızı kanı gördü.
“Yaralanmışsın!” diye haykırdı James, kalbi korkuyla hoplarken.
Lily de görmüş, daha da yakınına gelmişti; titreyen elleri, Harry’ye uzanmaya çalışıyordu.
“Harry?”
“Bana dokunmayın, dedim!” diye tekrarladı Harry; sesi acıdan boğuk boğuk çıkıyordu.
“Harry, lütfen, kanaman var,” dedi Lily, daha da yaklaşarak. “Lütfen, izin ver de sana yardım edelim.”
Harry acı dolu gözlerle ona baktı ve Lily o gözlerin tekrar öfkeye dönüşünü izledi.
“Sizin… yardımınıza… ihtiyacım… yok!” diye tısladı Harry; yüzü giderek renk kaybediyordu.
“Harry!” James tekrar ona dokunmaya çalıştı.
Bir çıtırtı sesinin ardından görünmez bir patlama oldu. Birkaç saniye sonra, James ve Lily geriye savrularak gürültüyle yere çakılmışlardı. Sırtını duvara vermiş, onlara bakan Harry’yi görmek için yerlerinde doğruldular. Etraflarında uçuşan birkaç kıvılcım, onları uzak durmaları konusunda uyarıyordu.
Odanın kapısı açıldı; asaları havada ve hazır bir şekilde, birkaç Yoldaşlık üyesi hızla içeri girdi. Sirius ile birlikte Kingsley, Remus ve Moody de gelmişti. Kırılmış mobilyalarla dolu, darmadağın olmuş odaya dehşetle baktılar. Üç Potter’ın da odanın köşesinde olduğunu görüp aceleyle onlara doğru ilerlediler.
“James! İyi misiniz?” diye sordu Sirius. “Gürültüleri duyduk ve… biz…” derken bir anda sesi kısıldı; Harry’yi yüzü terden sırılsıklam, yüz ifadesi acı dolu ve elleri yan tarafını kavramış halde görmüştü. “Harry? Ne oldu?” diye sordu; ellerindeki kan lekesini görünce midesi kasılmıştı.
“Yaralanmış,” dedi Remus, James’in yanına çömelirken. Kurtadam duyuları, daha Harry’yi görmeden kan kokusunu almıştı.
“Kanamayı durdurmak için bir şeyler getireyim,” dedi Sirius, havlu almak için banyoya koşarken.
Harry’nin bayılmasına ramak kalmıştı, ama bilincini açık tutmak için mücadele veriyordu; etrafı düşmanlarla sarılıyken tetikte olmalıydı.
Remus, neyin bu kadar kanamaya sebep olduğunu görmek için Harry’nin ellerini yan kısmından çekmeye çalıştı. Bunun üzerine, etraflarında bulunan büyülü kıvılcımlar yeniden canlanmıştı ve kurtadamı neredeyse yakacaktı.
Kingsley ve Moody kapıya yakın duruyorlardı; bakışları, kanaması olan çocuk ile kırılmış mobilyalar ve endişeli görünen iki karı koca arasında gidip geliyordu.
Sirius’un banyodan gelen bağırışları duyuldu.
“James! James, buraya gel!”
James aceleyle ayağa kalkıp banyoya koştu.
“Ne oldu?” diye sordu.
Sirius elinde bir havlu tutuyordu, ama bakışları şok olmuş bir şekilde lavaboya kenetlenmişti. James, Sirius’un bakışlarını takip etti ve lavaboda kan lekeli, birden çok cam parçası olduğunu gördü. Görüntünün karşısında James’in nefesi kesildi.
“Aman Tanrım!” diye bağırdı, lavaboya yaklaşırken. Bakışları, aynanın altında duran ufak cımbızı fark etti. “Aman Tanrım!” diye inledi, Harry’nin ne yapmak zorunda kaldığını fark edince.
“Anlamıyorum,” diyerek kafasını iki yana salladı Sirius. “Bu nasıl oldu?”
James lavabonun kenarına tutunup gözlerini kapattı; midesi bulanıyordu.
“Ben yaptım,” diye itiraf etti. “Ben yanlışlıkla onu vurdum ve o da cam vitrinin üzerine düştü.” James, suçlu hissetmeye başlayarak kafasını iki yana salladı. “Benim yüzümden yaralandı.” Harry’ye doğru bakıp, ‘Bana bir şeyler fırlatmış olmasına şaşmamak gerek!’ diye düşündü kendi kendine. ‘Muhtemelen canını tekrar yakacağım diye korkuyor!’ Yüzünü Sirius’a döndü.
“Dumbledore’u çağır!” dedi. “Bir Şifacı’ya ihtiyacımız olduğunu söyle! Hemen, şimdi!”
Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #16: Karargâh’ta [Kısım 2] Okumak İçin tıklayın!
Çeviren: Dilara Uysal
Forum üzerinden yorum yapıp sohbete katılmak için tıkla!