Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #64: Damien’ın İkilemi

Karanlık Prens - İçimdeki Karanlık #64: Damien'ın İkilemi

GİRİŞ İÇİN TIKLAYIN.

61. BÖLÜM

62. BÖLÜM

63. BÖLÜM

Lord Voldemort’un o karanlık gece, Harry Potter‘ı öldürmeyip kendi oğlu gibi büyütmeye karar verdiği alternatif bir hayran hikâyesine ne dersiniz?
ÖNEMLİ BİR NOT: Karanlık Prens serisinin ilk cildi İçimdeki Karanlık hikâyesinin yeniden yazılmış bölümleri 57. bölümle sınırlıydı. Yazar bu maceranın yeni versiyonunu uzun süredir yazmadığı için, kalan bölümlerin yeni versiyonunu eskisiyle bağlayarak yayınlama kararı aldık. Bundan böyle bölümler, Tuba Toraman‘ın düzeltisiyle karşınızda olacaktır. Karşınızda İçimdeki Karanlık cildinin altmış dördüncü bölümü!

bölüm 64

Damien’ın İkilemi

“Söylediğinizi lütfen tekrarlar mısınız, Mr Potter, sizi anladığımdan emin değilim.”

Damien iç geçirdi ve ona dik dik bakan orta yaşlı Seherbaz’a döndü.

“Hangi kısmını?” diye sordu, kaba bir şekilde. Açıklamasını daha şimdiden dört kez yapmıştı zaten.

“Tümünü,” diye cevap verdi Seherbaz, gözlerini çocuğun üzerinden ayırmadan.

Damien yeniden iç geçirdi ve anlattığı hikâyeyi tekrarladı.

“Size söylediğim gibi, Ron, Hermione, Ginny ve ben bir parkta yürüyorduk. Bilirsiniz işte, Muggle dünyasında. Hepimiz Hermione’nin evinde kalıyorduk ve biraz temiz hava almak için dışarı çıkmaya karar verdik. Ama çıktığımızda köşeyi döndüğümüz yerde Ölüm Yiyen’lere yakalandık. Bizi Buharlaşmaya zorlayarak oradan uzaklaştırıp o korkunç ormana götürdüler. Bizi nasıl öldüreceklerinden ve cesetlerimizi ormanda hayvanlara yem etmekten söz ediyorlardı.” Damien durup korkudan nefesi kesilmiş gibi yaptı.

“Onlar bize tam saldırıyordu ki, Harry geldi ve bizi kurtardı. Ama çok fazla Ölüm Yiyen vardı, Harry onlarla tek başına savaşamazdı. O yüzden biz de ona yardım etmek zorunda kaldık. İşte, elimizden geleni yapıyorduk, ta ki siz gelip bizi kurtarana dek.”

Damien konuşmasını bitirdi ve sandalyesinde sakince oturan Seherbaz’a baktı. Adam dikkatle Damien’ı izliyordu. Damien gözlerini kaçırmayı reddetti. Bu noktada göz kontağı kurmanın önemli olduğunu biliyordu. Şayet gözlerini kaçırırsa, Seherbaz Damien’ın yalan söylediğini düşünecekti.

Damien Ron, Hermione ve Ginny’nin de hikâyeye sadık kalmış olmaları için dua ediyordu. Tüm bu hikâyeyi, Ron yaralıyken kayalığın arkasında saklandıkları zaman uydurmuşlardı. Bir hikâye uydurmak için yalnızca birkaç dakikaları vardı. Damien yeniden Seherbaz’a baktı; hikâyeyi yutmuş olmasını diliyordu.

Seherbaz, “benim anlamadığım kısım şu ki…” diye konuşmaya başlayınca, Damien kalbi mide boşluğuna düşmüş gibi hissetti.

“…Ölüm Yiyen’ler neden sizi bir Muggle köyüne götürüp orada öldürmek istesin? Bu kısım, Ölüm Yiyen saldırılarında hiç aşina olmadığımız bir durum. Sizi öldürmek isteselerdi, neden sizi yakaladıkları anda yapmasınlardı ki? Muggle dünyasında olduğunu söyledin. Sizi orada da öldürebilirlerdi. Sizi dakikalar içinde öldürmeyi planladılarsa, sizi kaçırmak gibi bir zahmete girmiş olmaları hiç mantıklı değil.”

Damien adama bakakalmıştı. ‘İşte şimdi ağlayıp zırlamanın tam zamanı,” diye geçirdi aklından.

“Bakın, neden öyle yaptıklarını bilmiyorum. “Onların… Onların nasıl düşündüğünü size b-ben açıklayamam. Ben sadece ölmediğime şükrediyorum! Eğer Harry… Harry zamanında gelmemiş olsaydı… bize neler olacağını düşünmeye korkuyorum!” dedi Damien, ela gözleri yaşlarla dolarken.

Seherbaz gözlerini kırpıştırarak Damien’a bakıyordu. Önünde oturmuş, ağlayan çocuğa hiçbir tepki göstermiyordu. Damien gözlerini sildi ve gözyaşlarından utanıyormuş gibi yaptı.

“Özür dilerim, ben sadece… tüm bu olanlardan dolayı çok sarsıldım. Yalnızca evime gidip uyumak istiyorum.”

Seherbaz şimdi biraz yumuşamış görünüyordu. Ayağa kalktı ve ona bir bardak su ikram etti.

“Rahatla biraz. Bana birkaç dakika ver. Birazdan dönerim.”

Damien başıyla onaylayıp suyu aldı. Seherbaz odadan ayrılırken, onu izledi. Kimsenin yüzünü görmesini istemediği için başını kollarının içine gömdü. Odanın izlendiğini biliyordu. Sirius ona sorgu odalarının izlendiğini birkaç kez söylemişti. Babasının da şuan onu izliyor olabileceğini düşününce kalbi tekledi. Herkesin, anlattıkları hikâyeye inanmalarını umuyordu. Mr ve Mrs Granger sorguya dâhil edilmedikleri sürece sorun çıkmazdı.

Kapı açıldı ve Damien kimin geldiğini görmek için başını kaldırdı. Arkadaşlarının aceleyle odaya girdiklerini görünce ise sandalyesinden fırladı. Hermione kolunu çocuğun omzuna dolayıp ona sıkıca sarıldı.

“İyi misin, Damy?” diye fısıldadı.

Damien başıyla onayladı. Diğer üçünün de şu anda izlendiklerini ve dinlendiklerini biliyor olmasını umuyordu. Onların da gerçekte olan biteni söylemeyip sırlarını saklamış olmalarını diliyordu. Hermione konuşmaya başladığında, diğer üçünün ondan daha zeki olduğu anlaşılmıştı.

“Bugün ölüme bu kadar yaklaşmış olduğumuza inanamıyorum. Harry gelip bizi kurtarmasaydı neler olurdu, kim bilir? Şu anda hepimiz ölmüş olurduk.” Hermione başını ellerinin arasına gömüp hafif hafif ağlamaya başladı.

Damien kendisinin iyi bir oyuncu olduğunu zannediyordu, ama anlaşılan Hermione’ye hakkını vermeliydi. Var olan tüm yeteneğini konuşturuyordu.

Ron ona doğru ilerleyip yatıştırıcı şeyler fısıldayarak sarıldı. Damien Ron’un yürüyebildiğini fark etmişti. Anlaşılan, Bakanlık Şifacıları bacağını iyileştirmişti.

“Ron, bacağın nasıl?” diye sordu Damien, arkadaşına bakarak.

“Yeni gibi,” diyerek gülümsedi Ron. Gerçi yine de, oldukça solgun görünüyordu. Damien Ginny’ye sarıldı ve dört arkadaş da masanın çevresine oturdular.

Hiçbiri konuşmadan kendi düşüncelerine dalmış bir halde öylece oturuyordu. Damien, dördünü bir araya getirmelerindeki amacın yakayı ele verecekleri bir şey söyleyip hata yapmalarını beklemek olduğunu biliyordu. İçinden Bakanlık’a büyük bir öfke hissediyordu. ‘Harry haklıymış. Hiçbirinin Ölüm Yiyen’lerden farkı yok. Bizi burada bu şekilde oturtuyorlar. İşkenceden hiçbir farkı yok!’ diye geçirdi içinden, öfkeyle. Başını masanın üzerine yatırıp gözlerini kapattı.

Harry’nin iyi olup olmadığını merak ediyordu. Ağabeyinin yaralı olduğunun farkındaydı, ama söz konusu Harry olduğu için ne bir şey söyler ne de belli ederdi. Damien Harry’yi bir süre göremeyeceğini de biliyordu. Bakanlık onlardan şüphelenirse, gözleri onların üzerinde olacaktı.

Kapı yeniden açıldı ve bu sefer Damien’ın yüreği ağzına geldi. Sirius ile James, peşlerinde Mr Weasley ve onları sorgulayan dört Seherbaz’la odaya girmişlerdi.

Damien babasına baktı, ama görünen o ki, James ona bakmıyordu.

“Bizler durumu değerlendirdik ve size soracak başka sorumuz olmadığına karar verdik. Hepiniz evlerinize gidebilirsiniz. Dilerim, ne kadar şanslı olduğunuzu fark etmişsinizdir. Ölüm Yiyen’lerle düelloya girip bunu anlatacak kadar yaşayan pek fazla çocuk olduğu söylenemez,” dedi Seherbaz, çocuklara bakarak. Adamın gözlerindeki takdir belirtisi, Damien’ın gözünden kaçmamıştı.

“Onlarla savaşan aslında biz değildik. Mücadelenin çoğunu Harry verdi. Biz sadece yolundan çekildik,” dedi Ginny, cılız bir sesle.

Hemen o anda Dört Seherbaz da biraz gerilmiş bir halde Ginny’ye baktılar. Hatta Mr Weasley de rahatsız olmuşa benziyordu.

arthur weasley

“Bu konuda, bir sorum daha olacak,” dedi, Damien’ı sorgulamış olan Seherbaz. Damien içten içe inledi.

“Sizi kurtarmaya nasıl oldu da geldi? Sizin tam olarak nerede olduğunuzu ve başınızın belada olduğunu biliyor olması oldukça tuhaf.”

Damien, asıl bu sorunun onların hepsini burada tutmalarının ve defalarca sorguya çekmelerinin nedeni olduğunu fark etmişti. Harry’nin birilerine yardım etmiş olmasına inanmayı reddediyorlardı. Onların hemen Harry’nin onları öldürmeye çalıştığını söylemesini bekliyor olmaydılar. Ancak gel gelelim, Harry’nin onları kurtardığı kısmı gerçekti. Bu yalnızca onlara inanılmaz geliyordu.

Damien adamlara karşı o kadar kuvvetli bir öfke hissetmeye başlamıştı ki, ağız dolusu küfrü basmamak için dilini ısırmak zorunda kalmıştı. Ne diye Harry’nin yakasından düşmüyorlardı ki?

“Bizim nerede olduğumuzu nasıl bildiğini bilmiyoruz,” diye söylediğini duydu Ron’un.

Seherbaz Ron’a döndü; yüzündeki ifadeden Harry’nin kimseyi kurtardığına inanmadığı apaçık anlaşılıyordu. Hermione gözlerinde tuhaf bir bakışla Seherbaz’a baktı ve aniden aralarından birine doğru döndü.

“Aslında ben Harry ile Ölüm Yiyen’ler arasında geçen tuhaf bir şey hatırlıyorum,” dedi, düşünceli görünerek. Tüm Seherbaz’ların dikkatini üzerine çekmişti.

“Çok iyi anlamadım, ama Harry ilk geldiğinde ve o adamlara bizi rahat bırakmalarını söylediğinde, aralarında tuhaf bir konuşma geçti. Ölüm Yiyen’lerden biri, sanırım diğerlerine liderlik edeni, Harry’ye bir konuda bağırıp çağırmaya başladı. Harry’nin hain olduğu ve bir… bir şeyi yok etmesiyle ilgili bir şeydi… Ne demişti… Hortkuluk, evet, böyle söyledi. Bir Hortkuluk.”

Damien gözlerini kocaman açmış, tıpkı Ron ve Ginny gibi, aval aval Hermione’ye bakıyordu. Ginny yavaş yavaş olayı kavramıştı.

“Aa, evet, onu ben de hatırlıyorum. Hortkuluk da neyin nesi?” diye ekledi.

“Bilmiyorum, ama Harry’ye çok kızgınlardı. Harry’ye onları yok ettiği için bunun bedelini ödeyeceğini söyleyip durdular. Ama Harry hiç de korkmuşa benzemiyordu. Cüppesinden siyah bir günce çıkardı ve bunun son Hortkuluk olduğunu söyledi. Daha kimse bir şey diyemeden de onu yok etti. İşte tam o anda da savaş patlak verdi!” diye bitirdi Hermione.

Damien ona tamamen afallamış bir halde bakıyordu. Bu kız tam bir dâhiydi. Seherbaz’lara, kendilerinin de bu işin içinde olduklarını belli etmeden, Harry’nin tüm Hortkuluk’ları yok ettiğinin kanıtını vermişti.

Damien Seherbaz’lara baktı; her birinin ağzı bir karış açık kalmış, yüzlerinde belirgin bir şok ifadesi kalmıştı. Hermione’ye duyduklarından emin olup olmadığını sordular. Hermione hikâyeyi tekrarladıktan sonra da, adamların yüzlerinde heyecan ile şok karışımı ifadeler vardı.

“Pekâlâ, artık gidebilirsiniz. Eğer hatırladığınız bir şey daha olursa, lütfen bizimle derhal irtibata geçin!” dedi Seherbaz’lardan biri, hızla odadan çıkmaya koyulurken.

Mr Weasley hemen Ginny’yi kucakladı ve oğlunu da güvenle sarıp sarmalayarak onlarla birlikte odadan ayrıldı; onlara Mrs Weasley’nin aşağıda olduğunu ve ortalığı yakıp yıktığını fısıldıyordu. Sirius ise Hermione’yi kucakladı ve onu ailesinin evine götüreceğini söyledi. Hepsi odadan çıktıklarında, Damien babasına bir bakış attı. James odanın köşesinde kımıldamadan duruyordu. Dik dik Damien’a bakıyor, gözlerinden öfke akıyordu. Sonra yavaş adımlarla kapıya doğru ilerledi ve oğluna tek bir kelime dahi etmeden odayı terk etti. Damien’ın kalbi teklemişti. Anlattıkları olaylara herkes inanmış, ama James kanmamıştı. Babası onun ağzından çıkan tek bir söze dahi inanmamıştı.

* * *

Godric’s Hollow’a dönüş yolu, Damien’ın şimdiye kadar yaşadığı en rahatsız edici deneyimdi. Arabanın içinde tamamen sessiz bir şekilde oturuyorlardı. James hâlâ onunla hiçbir şey konuşmuyordu. Damien arka koltukta oturuyor, babasına bir şey söylemek istemiyordu. Zaten durumu kurtaracak ne söyleyeceğini de bilmiyordu. Sonunda Godric’s Hollow’a ulaştıklarında Damien babasının arkasından koşturarak eve girdi.

James’in Damien’a böyle davrandığı hiç görülmemişti. Genelde Damien’ın yediği haltlara karşılık ağzının payını veren Lily olur, James ise güler geçerdi. Damien’ın babasını böyle öfkeli gördüğü bir diğer zaman, Harry’nin Hogwarts’a gelip Damien’a Lahyoo Jisteen’ı verdiğini öğrendiği gündü. Damien olanları hatırlayınca ürpermişti. Babasını bir daha öyle sinirli görmeyi beklemiyordu.

James Damien’la konuşmamaya devam ederek oturma odasına doğru ilerledi. Damien da arkasından sefil gibi onu takip ediyordu. İçeri girdiğinde annesinin başını şömineden çektiğini gördü. Anlaşılan birini aramaya çalışıyordu. Lily, James ile Damien’ın odaya girdiğini görünce, alelacele ayağa fırladı.

Harry Potter 7 Deathly Hallows Part 2 lily and james potter 27568281 1920 800

“Damien! Oh, Merlin’e şükürler olsun, iyisin!” dedi ve oğluna sıkı sıkı sarıldı.

Damien bir şey söylemedi, ama yüzünü ateş basmıştı. Mr Weasley ile Sirius’un diğerlerini yatıştırmış olduğu ama kendi babasının onu tamamen görmezden gelmiş olduğu gerçeği, Damien’ın canını en çok yakan şeydi.

Lily yaralanıp yaralanmadığını anlamak için onu incelerken, Damien annesine sıcak bir gülümsemeyle baktı.

“Anne, iyiyim,” dedi ona, yumuşak bir sesle.

“Yarım saattir nerede olduğunuzu bulmaya çalışıyordum. Az önce Bakanlık’tan Tonks’la konuştum, kısa bir süre önce ayrıldığınızı söyledi,” diye açıkladı Lily, Damien’ı yeniden kucaklarken.

“Neler oldu? Merlin aşkına, kendini Ölüm Yiyen’lerin ortasında nasıl buldun?” diye sordu, oğlunu bırakırken.

Damien bir şey söylemedi ve babasının hareketsiz duran görüntüsüne baktı. James arkası onlara dönük duruyordu ve dışarı cüppesini çıkarmakla meşguldü. Damien cevap vermeyince Lily kocasına döndü.

“James, neler oluyor? Ne oldu? Biriniz bana neler olduğunu anlatacak mı?” diye sordu, bir oğluna bir kocasına bakarak.

Damien artık babasıyla yüzleşmesi gerektiğini biliyordu. Ona olanları anlatmak zorundaydı. Daha fazla bu sessiz muameleyi kaldıramayacaktı.

“Baba…” diye başladı Damien, ama James onun sözünü kesti.

“Sus!” dedi James usulca, ama sözleri Damien’ı bıçak gibi kesmişti. On üç yaşındaki çocuk babasına şok içinde bakıyordu.

“Bana baba deme! Belli ki, beni baban olarak görmüyorsun. Öyle olsa bana bu şekilde davranmazdın.” James arkasına dönüp Damien’la yüz yüze geldi ve ela gözlerindeki kırılgan bakış, Damien’a sözlerinden daha da ağır gelmişti.

“James! Neler söylüyorsun?” dedi Lily, şok içinde.

“Damy ile nasıl bu şekilde konuşursun?”

James hızla dönüp Lily’le yüz yüze geldi; yakışıklı yüzü öfkeden cayır cayır yanıyor gibiydi.

“Ne hissettiğimi söylüyorum. Ben hayatımda hiç bu kadar incinmedim! Kendi oğlumun bana yalan söyleyeceğini asla düşünmezdim!”

Damien kaskatı kesilmiş bir halde, babasının sözlerinin içini parçalamasına izin verdi. Babasını her ne olursa olsun bu şekilde incitmeyi asla istemezdi.

“Bugün paçayı kurtarması acemi şansından başka bir şey değildi, Lily. Bugün yediği halt yüzünden kendisi de arkadaşları da yıllarca Azkaban’a gönderilebilirdi!” James sustu ve Bakanlık’tan döndüklerinden beri ilk defa Damien’la göz göze geldi.

“Aklından ne geçiyordu bilmiyorum, Damien, ama Bakanlık uydurduğun hikâyeye inandığı için çok şanslısın. Harry ile birlikte olduğunu anlasalardı, sana ne yaparlardı, biliyor musun?” diye sordu, öfkeyle.

“Baba, ben…” dedi Damien, ama James onun sözünü yine kesti.

“Sen Harry ile birlikte olmadığını söylemeden önce, bana şunu açıkla. Boynunda hâlâ o kolye dururken Ölüm Yiyen’lerin seni nasıl zorla alıkoyup oraya götürebildiklerini açıkla!”

Damien içgüdüsel olarak boynundaki Lahyoo Jisteen’a uzandı. Bunu tamamen unutmuştu. Tabii ya, Bakanlık’taki hiç kimsenin bu kolyeden de, kolyenin onu koruduğundan da haberi yoktu. Tabii, babası dışında hiç kimsenin… James o yüzden Damien’ın yalan söylediğini daha en başından anlamıştı. Bu kolye Damien’ın boynunda olduğu sürece, hiçbir şeyin ona zarar veremeyeceğini biliyordu. Özellikle de Ölüm Yiyen’ler daha ona saldırmaya kalkışamadan ondan uzaklaştırılırlardı.

Damien ne diyeceğini bilemiyordu. Annesi ile babasının karşısında ne yapacağını bilmez bir halde duruyor, ikisiyle de göz göze gelmeye dahi cüret edemiyordu. Lily oğluna ağzı bir karış açık bir halde bakıyordu.

“Bakanlık sana inandığı için çok şanslıyız. Aksi takdirde…” James sustu ve derin bir nefes aldı. James’in hâlâ olanların şokunu üzerinden atamadığı aşikârdı. Damien Azkaban’da hapis yatmaya çok yaklaşmıştı.

Damien’a baktı ve ona doğru birkaç adım attı. Damien derin bir nefes aldı ve onunla göz göze geldi.

“Bunu sana yalnızca bir kez soracağım, Damien. Bana yalan söylemeyi aklının ucundan bile geçirme,” dedi James, önünde durarak.

Damien sefil bir halde yalnızca başını sallayarak onayladı. James’in ona ne soracağını biliyordu.

“Bugün Harry ile birlikte olmayı planlamıştınız, değil mi? Onunla düzenli olarak irtibatta mıydın?”

Damien derin bir nefes alıp tekrar babasına baktı. Yalan söylemenin hiçbir faydası olmayacağını biliyordu.

“Evet,” dedi usulca. Annesine bakmaya cesaret bile edemiyordu.

“Bu ne kadardır sürüyor? Onunla buluşmalara ne zaman başladın?” diye sordu James, sesi korkunç bir öfkeyle titreyerek.

Damien bu konuda yalan söylemeyi düşünmüş olsa da fikrini değiştirdi. Madem başı belaya girecekti, suçunu itiraf etmesi en iyisiydi.

“Üç ayı geçti,” diye cevapladı.

James devam edemedi. Gözlerini Damien’a dikmiş bir halde öylece duruyordu. Damien’ın Harry ile düzenli olarak irtibatta olduğunu elbette anlamıştı, ama üç ay gibi uzun bir süre onlara hiçbir şey söylemeden onunla görüşmüş olmasını beklemiyordu.

James’in çenesi kitlenmiş ve elleri yumruk halini almıştı. Harry’yi çaresizce aradıkları, ‘Alex’i bulmak için Muggle dünyasına gittikleri, onun güvenli olup olmadığından endişelendikleri ve iyi olması için dualar ettikleri onca zaman boyunca, Damien gizli gizli Harry ile buluşuyordu. James tüm vücudunu saran öfkeyi kontrol etmekte fena halde zorlanıyordu.

“Defol,” diye tısladı Damien’a.

Damien şokla bir adım geri gitti.

“Baba?”

“DEFOL! Defol, Damien, pişman olacağım bir şey yapmadan önce defol git gözümün önünden!” diye kükredi James, korkudan titreyen çocuğa.

Lily hemen Damien’ın önüne çıktı.

“James!” dedi, davranışına şok olmuş bir halde bakarak.

James hiçbir şey söylemedi. İkisinin de etrafından dolandı ve ön kapıyı sertçe kapatıp menteşelerinden oynatarak evden dışarı çıktı.

Damien gözyaşları içerisindeydi. Babasının bu yanını daha önce hiç görmemişti. Babasının ne kadar sinirli olursa olsun ona asla el kaldırmayacağını biliyordu, ama bu sefer gözlerinde gördüğü öfke onu çok korkutmuştu.

Annesine baktı. Lily de titriyordu. Öfkeden mi titriyordu yoksa James’in tepkisinin şokundan mı, Damien bilmiyordu.

“Anne,” demeyi başardı Damien, sessiz hıçkırıkları arasından.

Lily dönüp oğluna baktı. Ona sarılmak istiyordu, ama onlardan böylesine önemli bir şeyi sakladığı için öfkesi ona engel oluyordu.

“Bence yukarı çıksan iyi olur,” dedi, güç bela.

Damien birisi ona sert bir tokat atmış gibi hissetmişti. Afallamış bir halde annesine bakıyordu. Kısa bir süre sonra itaat edip sessizce odasına gitti. Odasına girdiği anda ise gözyaşları yanaklarından sel gibi boşaldı.

* * *

Günün geri kalanı daha iyi geçmemişti. James eve çok geç bir saatte dönmüştü ve Damien’la konuşacak durumda değildi. O gece Damien’ın, annesi ile babasını tartışırken duyduğu ilk geceydi.

Ertesi gün, Damien ile yalnızca annesi muhatap oluyordu. Lily’nin de Damien’a olan öfkesi çok büyüktü, ama ona James’in davrandığı gibi davranamıyordu. James çocuğa bakmayı bile reddediyordu. Damien babasıyla konuşmaya çalışmış, ama hiçbir cevap alamadığı için vazgeçmişti. Babasına berbat bir ruh halindeyken Harry ile birbirlerine ne kadar çok benzediklerini söylemek istemiş, ama bunun yaraya tuz basmaktan farksız olduğunu fark edip susmuştu.

Damien günün geri kalanını aşağı inip akşam yemeği yemeyi reddederek odasında geçirmişti. Harry ile konuşmak için yanıp tutuşuyordu. Ağabeyini eve gelmesi için ikna edebilse, her şey çözülmüş olurdu. Hem o zaman annesi ile babası da onu affederdi. Artık görevleri tamamlandığı için, bir yanı Harry’nin her an ön kapılarında belirmesini bekliyor gibiydi. Voldemort’un ölümsüzlüğü yok edilmişti. Artık geriye hiç Hortkuluk kalmamıştı. Sirius’un dediğine göre, Harry ona işi biter bitmez eve geleceğinin sözünü vermişti. Şimdi o da, Harry’nin şu an eve geliyor olmasını diliyordu.

Ve sahiden de birisi Godric’s Hollow’a gelmişti. Ama gelen Harry değildi. Remus ile Sirius, Ölüm Yiyen’ler ve Bakanlık’la olan tüm o olaylardan sonra, nasıl olduklarını görmek için uğramışlardı. Öfke bağırtılarıyla geçen saatlerin ardından, Remus tüm akşamı, Lily’nin de yardımıyla, James’i sakinleştirmeye çalışmakla geçirmişti. Sirius ise küçük vaftiz oğlunu görmek için sessizce yukarı kata çıkmıştı.

Dökülen birkaç gözyaşından sonra, Damien açılmış ve Sirius’a her şeyi anlatmıştı.

Sirius Black

“Ben yalnızca ona yardım etmek istedim, Siri Amca. Babama Harry’nin yerini söylesem, babamın Harry’yi eve dönmeye zorlayacağını biliyordum. Harry bunu istemiyordu. Harry’nin yeniden kaçacağını ve ona yardım etme şansını elimden kaçıracağımı biliyordum! Ben yalnızca ona yardım etmeye çalışıyordum. Neden annem ile babam bunu anlamıyorlar?” diye sordu Damien, Sirius tarafından yatıştırıldıktan sonra oldukça duygusal bir anında.

Sirius ‘ufaklığa’ halden anlar bir ifadeyle baktı.

“Sen Harry konusunda yanlış bir şey yapmamışsın. Ama senin de eylemlerinin James’e nasıl göründüğünü anlaman gerekir. James’in Harry’yi ne büyük bir çaresizlikle aradığını biliyorsun. Belki fark etmemiş olabilirsin, ama baban son birkaç aydır ne bir şey yiyor, ne uyku uyuyor ne de bir an olsun dinleniyor. Damy, baban çok acı çekiyor, çünkü her anını Harry’nin başına geleceklerden korkarak geçiriyor. Tek bir isteği var, o da oğlunu güvende tutmak. Ona yardım edebilse hiç kimsenin ona zarar vermesine izin vermez. Sen ise Harry’nin son üç aydır nerede olduğunu biliyordun, yani, onunla iletişim halindeydin ve bunu hiçbiriyle paylaşmadın. Lily ile James ise onca zaman boyunca Harry’yi bulmak için herkesle kavga edip her şeye göğüs geriyorlar. James senin ona ihanet ettiğini düşünüyor. Harry’yi eve getirip onu güvende tutabilecek kadar ona güvenmediğini düşünüyor.”

Damien tartışmak için ağzını açtı, ama Sirius elini kaldırıp onu susturdu.

“Öyle düşünmediğini ben de biliyorum. James’i asla üzmek istemezsin. Bunu ben biliyorum ve hatta o da biliyor. Ama şu anda çok çok üzgün. Sakinleştikten sonra ona her şeyi anlatabilirsin,” diye teselli etti Sirius, aklı başından gitmiş görünen çocuğu.

Gel gelelim, James sakinleşmiyordu. Koca bir hafta geçmişti ve o hâlâ Damien’a bakmayı ve hatta onunla konuşmayı bile reddediyordu. Lily, Damien’a, Harry ile irtibat kurmasının bir yolu olup olmadığını sormuştu. Damien, babasına kaçamak bir bakış attıktan sonra, onunla iletişime geçenin her zaman Harry olduğunu söylemişti. Cep telefonundan onlara hiç bahsetmiyordu. Harry onunla iletişime geçerse diye telefonu yanında tutmak istiyordu. Harry hâlâ eve gelmiyor ve hatta onu arayıp iyi olduğunu söyleyen herhangi bir mesaj da göndermiyordu. Bu da, Damien’ın endişelerini her geçen gün daha da artırıyordu.

* * *

Damien geçen haftasının ne kadar korkunç geçtiğini anlatırken, Ron, Hermione ve Ginny onu can kulağıyla dinliyorlardı. Hepsi Kovuk’ta Ron’un odasında oturuyorlardı. Alt katta Yoldaşlık toplantısı yapılıyor, Voldemort’un Hortkuluk’larının yok edildiğinin haberi duyuruluyordu.

Damien buraya getirildiği için minnettardı. Evde tek başına kalmaya sahiden katlanamazdı. Şimdi ise arkadaşlarıyla birlikte oturuyordu. Annesi ile babasının tüm bu karmaşaya Weasley’ler ile Granger’ları da dâhil etmemesine sonsuza dek minnettar kalacaktı. Weasley’ler hâlâ çocukların Ölüm Yiyen’ler tarafından alıkonduğunu ve Harry’nin onları kurtardığını zannediyordu. Mr ve Mrs Granger ise kızlarının başına gelen tehlikelerden haberdar olmamışlardı. Damien, annesi ile babasının, gerçeğin ortaya çıkması durumunda olanları daha fazla insanın öğrenmesinden ve Bakanlık’ın da olaya yeniden dâhil olmasından korktuklarını biliyordu.

Damien sözlerini bitirdiğinde dördü de sefil bir halde oturuyorlardı.

“…ve şimdi de yüzüme dahi bakmıyor. O günden beri benimle hiç konuşmadı. En azından yüzüme bakmasını isterdim, hatta tek bir bakışa bile razıyım.”

Hermione hemen Damien’ın yanına gelip kibarca ona sarıldı.

“Sakinleşince seni affedeceğine eminim. Sonsuza dek sana öfkeli kalamaz,” diye fısıldadı, yumuşak bir sesle.

Damien ise yalnızca başını iki yana salladı.

“Beni rahatsız eden bir şey daha var. Harry benimle hiç iletişime geçmedi. O mücadelede yaralandığını biliyorum, yaralarının o kadar kötü olmadığına da eminim, ama şimdi ona neler olduğunu merak etmeden duramıyorum. Bizim iyi olup olmadığımızı soran bir mesaj bile atmadı,” diye sözlerini bitirdi Damien.

“Ben de ona bir mesaj ya da bir şey yollamadım, çünkü saklanıyor mu yoksa başına başka bir şey mi geldi bilmiyorum. Bu yüzden onu yakalatacak bir riski de göze almak istemiyorum,” diye ekledi Damien.

Daha kimse cevap veremeden, Damien bir anda yerinden zıpladı ve elini kotunun cebine attı.

“Damy, ne…?” diye başladı Ginny, ama Damien’ın heyecanla cep telefonunu çıkardığını görünce sustu. Yerinden zıplamasına telefonun ani titreşimi sebep olmuştu.

Damien hızla mesajı okudu ve ela gözleri hayretle açıldı.

“Ne? Ne diyor? İyi miymiş?” diye sordu Hermione, Damien sessizlik içinde oturmuş, mesajı tekrar tekrar okurken.

“Evet, sadece… bunun doğru olup olmadığını kestiremiyorum,” dedi, kafası karışmış bir halde ve sonra küçük pencereye doğru ilerleyip dışarıya baktı.

“Ne? Ne doğru değil?” diye sordu Ginny, pencereye doğru gelerek.

“Harry bizi dışarıda beklediğini söylüyor,” dedi Damien, onlara.

* * *

Dördü birden kimseye yakalanmamayı ümit ederek sessizce dışarı sızmaya koyuldular. Arka kapıyı çabucak açıp dışarı çıktılar. Harry’nin gönderdiği mesaja bakılırsa, onları garajın üzerindeki küçük odada, sihir transferinin ve Ölüm Yiyen’lerin saldırısının ardından yavaş yavaş iyileşmeye çekildiği odada bekliyordu.

Dördü de asalarını kaldırdılar. Harry’nin Kovuk’a gelmiş olması onlara çok tuhaf gelmişti. Onlara genellikle Muggle dünyasına gelip onunla orada buluşmasını söylerdi. Gerçi Damien bu durumdan hiç şikâyetçi değildi. İçinde bulunduğu sıkı gözetim altında dışarı sızıp Harry ile buluşabileceğini hiç sanmıyordu.

İhtiyatla küçük odanın kapısını açtılar. Harry’yi yatakta otururken gördüklerinde ise toplu bir halde rahat bir nefes aldılar. Harry önce dördüne, sonra ellerinde tuttukları asalara bakıp gülümsedi.

“En azından siz çocuklar bir şeyi öğrenmişsiniz,” dedi, yüzünde bir gülümsemeyle ayağa kalkarken.

Harry’ye doğru koşan ilk kişi Damien oldu. Kollarını açarak ağabeyine sarılıp sanki kurtarıcısıymış gibi onu sımsıkı kucakladı.

“Bu sarılma da neyin nesi?” diye takıldı Harry Damien’a, onu kendinden çekerek.

Damien cevap vermeden yanında dikiliyordu. Diğerleri de odaya girip arkalarından kapıyı kilitlediler. Harry aldığı tüm o yaralardan kurtulmuşa benziyordu. Yüzü hâlâ biraz solgun görünüyor olsa da, iyiydi.

Herkese iyi olup olmadıklarını sorduktan sonra hepsi birden odada bulunan iki yatağa oturdular. Harry, çocukların Bakanlık’a anlattıkları hikâyeyi dinledi. Bakanlık’ın elinden kurtulduklarını duyduğunda ise içinden derin bir oh çekti.

“Buraya bu şekilde gelmemeliydin. Şuan burada bir Yoldaşlık toplantısının yapıldığından haberin var mı? Dumbledore ile tüm Yoldaşlık üyeleri senden yalnızca birkaç metre ötede,” dedi Ron, endişe içinde.

Harry ona yalnızca pis pis güldü ve cevap verdi:

“Biliyorum.”

“Biliyor musun?” diye sordu Ginny, tükürür gibi.

ginny weasley

“Evet, sizinle buluşmak için bunun en doğru zaman olduğuna karar verdim. Kayıp olduğunuzu anlamayacaklar.”

Herkes ona aval aval bakmakla yetindi. Harry’nin sahiden de çarpık bir düşünce biçimi vardı.

“Pekâlâ, o zaman şimdi ne yapıyoruz?” diye sordu Ron, sesinde heyecanlandığını belli eden bir tonla.

“Ne demek istiyorsun?” diye sordu Harry.

“Hortkuluk’ların hepsi gitti. Yani yok edildi. Artık Voldemort diğer herkes gibi bir ölümlü.” Konuşurken yüzünde koca bir sırıtış vardı.

“Başardık! Yani, sen başardın. Onları yok ettin, ama biz de sana yardım ettik. Hepsini yok etmeyi birlikte başardık. Bir sonraki adımımız ne olacak? Ölüm Yiyen’leri mi bitireceğiz? Her ne planlıyorsan, ben de bir parçası olmak istiyorum,” dedi Ron, heyecanla.

Harry kendine rağmen ona gülümseyerek baktı. Hepsinin o saldırıdan kurtulmuş olmasına, ona verdikleri sözleri tutmasına ve ondan hiç vazgeçmemiş olmalarına minnettardı.

“Bundan sonrasını hiç düşünmedim,” diye konuşmaya başladı Harry, usulca.

Damien hemen araya girdi.

“Ben sana söyleyeyim. Eve geliyor ve annem ile babamın bana ettiği eziyetlerden beni hemen kurtarıyorsun.”

Harry ilk başta çok şaşırmış gibi göründü. Damien Bakanlık’tan eve döndükten sonra yaşananları anlatırken, sessizce oturup onu dinledi. Harry, James’in Damien’a o şekilde davranmış olmasına çok şaşırmıştı. Harry’nin eve gelmemesi Damien’ın suçu değildi.

“…yani görüyorsun, değil mi, sen eve gelene kadar, annem ile babam hayatı bana zehir etmeye devam edecekler,” diye noktayı koydu Damien, sefil bir halde.

Harry sahiden ne diyeceğini bilmiyordu. Dönüp Damien’la adamakıllı yüz yüze geldi ve elini onun omzuna yerleştirdi.

“Zamanla seni affedeceklerine eminim. Sana sonsuza kadar kızgın kalamazlar.”

Damien’ın başından aşağı kaynar sular dökülmüş gibiydi. Oturduğu yerde Harry’nin sözlerini idrak etmeye çalışıyordu. ‘Zamanla’ ile neyi kastediyordu?

“Ne demek istiyorsun? Eve geliyorsun, değil mi?” diye sordu Damien, içinde git gide büyüyen bir korkuyla.

Harry Damien’a üzgün üzgün baktı. Damien’ın gözlerine bakmakta zorlandığı açıktı.

“Damy, eve gelirsem işlerin daha da kötüye gideceğini biliyorsun. Bakanlık ya da Yoldaşlık fark etmeden eve dönmek sandığın kadar basit değil.”

Harry konuşuyordu, ama Damien kulaklarında başlayan uğultudan dolayı onu zar zor duyuyordu. Harry eve dönmüyordu. Godric’s Hollow’a dönmeyi hiç planlamamıştı.

“Ama, ama sen Sirius Amca’ya eve geleceğinin sözünü vermişsin. İşini bitirir bitirmez eve döneceğini söylemişsin,” dedi Damien, duygularını kontrol etmekte zorlanarak.

Harry ona özür dilercesine baktı.

“Bazı sözler yalnızca bozulmak için verilir.”

Damien’ın daha fazla duygularına hâkim olamadığı ortadaydı. Gözlerini Harry’ye dikmiş bir halde ayağa kalktı.

“Yapamazsın! Birilerine umut verip verip onları bu şekilde bir kenara atamazsın! Bunu yapmaya hakkın yok!”

Damien ona bağırırken Harry’nin sesi çıkmıyordu. Diğer üçü ise karşılarındaki görüntüden rahatsız olmuşa benziyordu.

“Ne diye geldin o zaman? Neden zahmet edip de bizi buraya getirdin? Yoksa…” Damien sustu; Harry’nin neden geldiğini anlamıştı. Harry’nin, Yoldaşlık toplantısı yapılırken Kovuk’a gelerek böyle bir risk almasının nedenini anlamıştı.

“Veda etmeye geldin,” diye fısıldadı Damien, gerçek yüzüne tokat gibi vururken.

Harry’nin yüzündeki bakış onun haklı olduğunu doğruluyordu. Bu, onların Harry’yi gördükleri son anlardı.

“Böylece çekip gidemezsin! İzin vermem! Tüm o bokları sen bizi tekrar terk edesin diye çekmedim!” diye bağırdı Damien. Harry de ayağa kalkmıştı ve ciddi bakışlarında yumuşak bir ifade vardı.

“Ne yapacaksın? Söyle bana! Hadi git, Damy, Yoldaşlık’ın tamamı birkaç metre ötende. Neden içeri gidip onlara benim burada olduğumu söylemiyorsun?”

Damien Harry’ye bakakalmıştı; içinden ona vurmaktan başka hiçbir şey gelmiyordu.

“Belki de yapmam gereken buydu. Belki de hemen şimdi oraya gidip babama senin burada olduğunu söylemem gerekir. Nasılsa o istese saçlarından tutup çeke çeke seni eve götürebilir. Umurumda bile olmaz!” Damien güç bela nefes alıyor ve gözyaşlarına boğulacak gibi görünüyordu.

“Ama bunu yapacak olsam, zaten çoktan yapardım. Kimsenin senin canını yakmayacağına ve sana istemediğin bir şeyi yaptırmayacağına dair kendime söz verdim. Gel gör ki, senin eve gelmek istemediğini hiç düşünmemiştim!” diye bağırdı Damien, acıyla.

“Başka ne yapmam gerektiğini bilmiyorum!” diye bağırdı Harry de. Odadaki herkes sessizlik içinde oturuyor, ortamın gerginliğinden neredeyse nefes bile almıyorlardı.

“Durumu nasıl daha iyi hale getirebileceğimi bilmiyorum. Sadece buradan gidersem, herkesin iyi olacağını biliyorum,” diye devam etti Harry, biraz daha sakin bir şekilde.

Damien ona gözlerinde incinmiş bir bakışla baktı. Ona bir şey söylemeyi reddediyordu.

“Bak, hepimiz istediğimizi aldık. Hortkuluk’lar gitti. Hepsini yok ettik! Bitti! Biz kazandık,” diye hedefine ulaştığını anlatmaya çalıştı Harry. Artık gitmesi gerekiyordu.

Damien ağabeyine gözlerinde biriken yaşlarla baktı.

“Hayır, ben kaybettim. Sonunda seni kaybetmek varken, nasıl kazanmış olabilirim ki? Ben sana Voldemort’u yenmen için yardım etmedim. Sana yardım etmemin sebebi, senin yeniden hayatıma dönmeni istememdi. Belki bir gün, her şey biterse, birlikte bir aile oluruz diye umut ettim. Gidersen, ben kaybederim, Voldemort kazanır.”

Damien, bunları da söyledikten sonra kapıya doğru yürüdü ve Harry’nin bağırmalarına karşılık vermeden çekip gitti.

Diğer üçlü gergin bir halde orada öylece dikiliyordu. Kimse ne diyeceğini bilmiyordu. Damien’ın gidişiyle Harry’nin kalbi kırılmış gibi görünüyordu. Onunla bu şekilde vedalaşmak istememişti.

Harry huzursuz huzursuz diğerlerine baktı.

“Bakın, ben sadece… yaptıklarınızın ne kadar işime yaradığını size daha önce söylememiştim. Benimle orada olmasaydınız, bu işi bu kadar hızlı bitiremezdim. Yani… demeye çalıştığım…”

Hermione aldıkları tuhaf teşekküre karşı gülümsedi.

“Rica ederiz, Harry,” dedi, yumuşak bir sesle.

“Onun yanına gitsek iyi olur,” dedi Ron, evi göstererek. Harry ise sadece başıyla onayladı.

Gitmeden önce, Hermione Harry’ye doğru yürüyüp şöyle fısıldadı:

“Bana sorarsan, gitmeden önce adamakıllı veda etmen gereken bir kişi daha var.”

Harry’nin gözleri kapının yanında duran kızıl saçlı kızın üzerinden geçti. Harry onun gözlerinden akan yaşları fark etmemişti. Hermione’ye tekrar bakarak başını aşağı yukarı salladı.

hermione granger ust

Ron ile Hermione Harry’ye veda edip iyi şans diledikten sonra odadan hızla ayrıldılar. Harry gittiği için çok mutlu görünmüyorlardı, ama onu durdurmak gibi bir hakları olduğunu da düşünmüyorlardı.

Ginny kapının yanında duruyordu. O da gitmek istiyordu, ama ne hikmetse bacakları onu dinlemiyordu. Zemine mıhlanmış gibiydiler.

Harry ona doğru yürüyüp kapıyı kapattı ve onunla yüz yüze geldi. Harry, Ginny’nin ona karşı olan hislerinin bal gibi de farkındaydı. Damien, Ginny’nin ona ‘delicesine aşık’ olduğuna dair çok işaret vermişti. Ama Harry bunları hiç kafasına takmamıştı. Harry etrafındaki kimsenin ona karşı ne hissettiğiyle ilgilenmezdi. Ginny’ye olan kendi hislerini de hep geri plana atmıştı. Kendisine bir gelecekleri olmayacağını söyleyip duruyordu. Ona bir gelecek veremeyecekse umut da vermenin bir anlamı yoktu.

Harry önünde duran kızıl saçlı kıza ne diyeceğini bilemez bir halde bakıyordu.

“Sanırım, sen de benim gitmemem gerektiğini söyleyeceksin,” dedi Harry, bir süre sustuktan sonra.

Ginny, Harry’ye, yüzünde hüzünlü bir gülümsemeyle baktı.

“Bu bir şeyi değiştirir mi?” diye sordu usulca.

Harry yalnızca ona bakıyor, zümrüt yeşili gözleri cevabı veriyordu.

“Madem gitmeyi kafana koymuşsun, Harry, o zaman sana kalmanı söylemeyeceğim.”

Harry ondan aldığı cevaba şaşırmıştı.

“Gerçekten öyle mi düşünüyorsun?” diye sordu, neden bilmek istediğini bile bilmeden.

“Benim ne istediğimin bir önemi yok. Ne hissettiğimin de bir önemi yok. Ben senden bu zamana kadar hiçbir şey istemedim, Harry. Şimdi de istemek gibi bir niyetim yok.” Ginny’nin gözlerinden yaşlar akıyor, yüzüne iniyordu. Ama onları silmeye yeltenmiyordu.

“Ginny. Geleceğimin ne kadar belirsiz olduğunu biliyorsun. Burada ne kadar kalacağımı bile bilmiyorum. Nasıl hissettiğini biliyorum ve senden zamanını boşa harcamamanı istiyorum. Senin bir geleceğin var. Benim ise yok. Onu çöpe atma,” dedi Harry usulca, kızın gözyaşlarını silmemek için mücadele vererek.

Ginny yeniden gülümseyip Harry’ye gözlerinde derin bir bakışla baktı.

“Senden hiçbir zaman benim duygularıma karşılık vermeni beklemedim. O yüzden bana seni sevmememi söyleyemezsin, Harry. Geleceğim umurumda bile değil. Benim istediğim tek bir gelecek var, o da senin geleceğin.”

Ginny uzaklaştı ve gitmek için kapıyı çekip açtı. Arkasını dönüp ona yüzünde çarpık bir gülümsemeyle baktı.

“Hani, bana, beni sevmediğini ve seni sevmekten vazgeçmemi söyleseydin, seni dinlerdim. Ama gerçek şu ki, sen bizim birlikte bir geleceğimiz olmadığını söyledin ve bunu söylerken de neredeyse üzgün görünüyordun. İşte bu bana uzun zamandır bilmeyi istediğim şeyin cevabını verdi.”

Harry yalnızca ona bakakalmıştı. Ginny, Harry’nin saklamaya çalıştığı şeyi anlamayı başarmıştı. Ginny son bir kez daha onunla göz göze gelip fısıldadı:

“Seni hiçbir zaman unutmayacağım, Harry.”

Ginny kapıdan çıkarken, Harry gülümsüyordu. Boş odada hayal kırıklığını bastırmaya çalışarak öylece durdu.

“Ben de, Ginny,” diye fısıldadı, kendi kendine.

* * *

#65: Harry’nin En Kötü Günü için tıklayın

Çeviren: Tuba Toraman

16 Yorum

Bir Yorum Ekle

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir