Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #73: Geri Dönüş

Karanlık Prens - İçimdeki Karanlık #73: Geri Dönüş

GİRİŞ İÇİN TIKLAYIN.

70. BÖLÜM

71. BÖLÜM

72. BÖLÜM

Lord Voldemort’un o karanlık gece, Harry Potter‘ı öldürmeyip kendi oğlu gibi büyütmeye karar verdiği alternatif bir hayran hikâyesine ne dersiniz?
ÖNEMLİ BİR NOT: Karanlık Prens serisinin ilk cildi İçimdeki Karanlık hikâyesinin yeniden yazılmış bölümleri 57. bölümle sınırlıydı. Yazar bu maceranın yeni versiyonunu uzun süredir yazmadığı için, kalan bölümlerin yeni versiyonunu eskisiyle bağlayarak yayınlama kararı aldık. Bundan böyle bölümler, Tuba Toraman‘ın düzeltisiyle karşınızda olacaktır. Karşınızda İçimdeki Karanlık cildinin yetmiş üçüncü bölümü!

bölüm 73

Geri Dönüş

“Harry! Damien! Çabuk içeri girin!” diye bağırıyordu Lily, dördüncü kez. Konu Quidditch olunca, bu iki çocuğu sahadan sürükleyerek çıkarmaktan başka çare olmuyordu. Lily öğle yemeği için masayı kurmaya geri döndü. Nihayet, çocuklar da birbirleriyle yüksek sesle tartışarak mutfağa girdiler.

“Kabul et, Damy. Kaybettin!” dedi Harry ona, Nimbus 3000’ini kapının arkasına bırakırken.

“Attığım son iki golü saymadın! Haksızlık bu!” dedi çocuk, sinirden yüzü kıpkırmızı olmuş bir halde.

Harry elini yüzünü yıkayıp masaya oturdu; her zamanki pis sırıtışı yüzündeydi.

“Sen o şeylere gol mü diyorsun? Berbattı,” dedi sırıtarak.

“Kes sesini, Harry!” diye bağırdı Damien da, basbayağı sinirleri bozulmuş bir halde.

Lily, yüzünde sert bir bakışla arkasına döndü.

“Damien Jack Potter! Bir daha ağabeyinle öyle konuştuğunu duymayacağım,” diyerek Damien’ı azarladı.

Damien annesine bir şeyler homurdanıp, eğlendiği her halinden belli olan Harry’ye de pis bir bakış attı.

“Elinde değil, anne. Şımarık veletler istedikleri olmayınca hep böyle davranırlar,” dedi Harry, Damien’ın kırmızı yüzüne bakıp sırıtarak.

Damien masanın altından Harry’ye sert bir tekme atıp onu yerinden zıplattı, ama Harry sesini çıkarmamıştı. Hâlâ pis pis sırıtarak ona bakıyordu.

“Dikkat et, sonra benimle idman yapacaksın,” diyerek uyardı onu Harry.

Lily de masaya oturdu.

“İşte bakın, Quidditch’i boşuna sevmiyorum. Herkesi rekabet hırsıyla birbirine kırdırmaktan başka bir şeye yaramıyor,” dedi, iç geçirerek.

Damien içten içe gülmekten kendini alamamıştı. O, Harry’le atışmayı seviyordu. Bu ona ‘normal’ geliyordu. Sonunda normal kardeşler gibi davranabiliyorlardı. Birbirleriyle yarışıp aptal saptal şeyler için küçük atışmalar yaşıyorlardı. Artık Harry’nin güvenliğinden ve sağlığından endişe etmek zorunda kalmıyordu. Harry’ye ateşkes ima edercesine hafifçe sırıttı ve sonra da yemeğini ağzına kürekle tıkar gibi tıktı; üç saattir oynadıkları için açlıktan ölüyordu.

James mutfağa gelmiş, yemeğinden bir lokma alıp yeniden ofisine kapanmıştı. Harry onun bu halini içi parçalanarak izliyordu. Babasını sakinleştirmek için çok uğraşmış, ama bütün çabası başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Babası, Voldemort’a ve o aptal mezara olan korkusunu yenemiyordu. Harry yakında pes etmesini umuyordu. O mezarı, Voldemort dışında başka kimsenin kaldırmasının gerçekten de yolu yoktu. Voldemort’un gücü, kolaylıkla hakkından gelinecek türde bir şey değildi.

Yemekten sonra, Harry söz verdiği gibi, kardeşiyle idman alanına geçti. Harry, Damien’a ileri düzey sokak dövüşü öğretmeye başlamıştı. On üç yaşındaki çocuğa hakkını vermeliydi; ona yetişebilmek için çok sıkı çalışıyordu.

“Hadi, Damy! Denemiyorsun bile. Birini böyle tekmelemeye kalkarsan, kendi ayağını kırarsın! Kullandığın tüm açılar yanlış!” dedi Harry, ona.

“Bence benim bir molaya ihtiyacım var!” dedi Damien, soluk soluğa ve yere çöreklendi.

“İşte senin problemin bu. Çok fazla dinlenmeye ihtiyaç duyuyorsun. Dayanıklılığın sıfır!” diye azarladı onu, Harry.

Damien ise Harry’ye sadece yarı alaycı bir bakış attı.

“Söylenmeyi bırak da sen de bir ara ver,” dedi Damien, yere uzanıp parlayan güneşe karşı gözlerini yumarak.

Harry’nin yanına oturduğunu duydu. Birkaç dakikalık sessizliğin ardından, Damien doğrulup tekrar oturdu.

“Sana bir şey sorabilir miyim?” dedi, alçak bir sesle.

“Sordun bile,” diye karşılık verdi Harry.

Damien onun cevabını duymazdan gelip doğrudan sorusunu sordu:

“Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen’in… yok edilmesine… göz yumar mıydın?”

Harry’nin ifadesi bir anlığına karanlıklaştı. Cevap vermeden önce gözlerini kardeşinin gözlerine kilitledi.

“Neden soruyorsun?”

Damien yerinde huzursuzca kıpırdandı; kelimelerini dikkatle seçmeye özen gösteriyor gibi görünüyordu.

“Sadece… O günü düşünüyordum da… Hani, herkes senden onu yok etmek için yardım istiyor. Herkes, Hortkuluk’ları yok etme sebebinin ondan nefret etmen olduğunu düşünüyor, ama sen ondan nefret etmiyorsun, değil mi?”

Harry, soru karşısında, tüm bedeninin gerim gerim gerildiğini hissetti. Artık Voldemort’a karşı ne hissettiğinden emin değildi.

Harry cevap vermeyince, Damien konuşmaya devam etti.

“Bakanlık Bellatrix’i yakaladığında… verdiğin tepkiyi hatırlıyorum. Yakalanma riskine rağmen onu kurtarmaya gittin. Oysaki bir keresinde bana, Voldemort gibi onun da sana ihanet ettiğini ve onu da suçladığını söylemiştin. Ama yine de, hiç düşünmeden onun yardımına koştun. Ben sadece, Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen yakalanırsa, senin onun için de benzer bir şey yapıp yapmayacağını merak ettim.”

Harry, Damien’ın neden ona böyle bir soru sorduğunu anlayabiliyordu. Harry’nin kendi güvenliğini bir kenara bırakıp Voldemort’u seçmesinden korkuyordu. İfadesi biraz yumuşayınca, Damien da gözle görülür bir şekilde rahatladı.

“Bu farklı. Voldemort benim canımı isteyerek yaktı. O kararı veren kendisiydi. Bella ise… Bella ise sadece ona verilen emirleri uyguluyordu.” Harry, Bella’yı düşününce yine kalbine bir şey saplanıyormuş gibi hissetti.

“O benim için çok şey yaptı. Bunları içinden gelerek mi yaptı, bilmiyorum, ama onunla olduğum tüm o zamanlar güzeldi,” diye ekledi, usulca.

“Voldemort için ise ne hissettiğimi bilmiyorum,” dedi, dürüstçe.

“Bence, içimde bir parça ondan sahiden nefret ediyor, ama onun öldürülmesi düşüncesini bile henüz kaldıramıyorum. Ondan ne kadar nefret edersem edeyim, ona zarar veremem. Çok karışık,” diyerek bitirdi sözlerini Harry, beceriksizce.

“Harry, sen, sana o eziyetleri edenin babam olduğunu zannettiğinde onu öldürmeye hazırdın. Ama şimdi onun babam değil, Voldemort olduğunu biliyorsun. Neden ona gelince farklı hissediyorsun?” diye sordu Damien. Sormak istediği soru aslında buydu.

Harry, Damien’a bakıp ona hüzünle gülümsedi.

“Ben babamdan beni sevmesini, beni önemsemesini beklemiştim. Babamdan bana bakmasını beklemiştim. O benim babamdı, bana bakmak onun göreviydi. Gördüğüm işkenceleri durup düşündükçe, James Potter’dan daha çok nefret ettim. Çünkü benim canımı neden yaktığını anlayamıyordum. O çocuk aklımla, sürekli nerede yanlış yaptığımı ve onun beni sevmesi için ne yapmam gerektiğini düşünür dururdum. İşte tam da bu yüzden, ondan o kadar çok nefret ettim, Damy, çünkü beni sevmesi gerektiği yerde canımı yaktığını düşünüyordum. O ortada hiçbir sebep yokken bana bunu yapıyordu. Voldemort’ta ise neden çok açık. O beni hiçbir zaman sevmedi. Ben onun oğlu değilim, onun kanından değilim. Beni neden sevsin ki? Tüm o şeyleri beni zayıflatmak için yaptı ki, beni daha güçlü bir hizmetkâra dönüştürebilsin. Tüm bunları güç için yaptı. Onun bildiği tek şey bu. Voldemort güç kazanmak için her şeyi yapar.” Harry son sözlerini söylerken Damien’dan gözlerini kaçırmıştı.

“Benim babamla hiç iyi bir anım yok. Hatırladığım tek şey, bana olan nefreti. O yüzden ondan nefret etmek daha kolaydı. Voldemort’la olan anılarım ise… hepsi onun bana bir… baba olmasıyla ilgili. Ne kadar denesem de, bunları unutamıyorum. Bu, ondan nefret etmemi daha da zorlaştırıyor.”

Damien, bu konuyu açtığı için kendini berbat hissediyordu. Harry’nin tüm keyfini kaçırmıştı. Uzanıp nazikçe Harry’nin omzuna dokunup ona bakmasını sağladı.

“Bu konuyu açtığım için özür dilerim. Ben sadece merak etmiştim.”

Harry ona hafif bir omuz silkmeyle cevap verdi.

“Hadi, şu işi bitirsek iyi olur,” dedi Damien, kendini yerden kaldırarak. Harry de ayağa kalktı, ama çalışmalarını bitirecek halde değil gibi görünüyordu.

Damien daha bir şey söyleyemeden, birinin ona seslendiğini duydu. Harry de, Damien’la birlikte onun da adı seslenildiği için etrafına bakındı. Ses kesinlikle annelerinden gelmiyordu. Harry sesin kime ait olduğunu hemen anlamıştı. Birlikte idman alanından çıkıp sesin sahibinin koşarak onlara doğru geldiğini gördüler.

Hermione, yüzünde bir sevinçle, son sürat koşuyordu. Onlara doğru uçarcasına gelirken kabarık kahverengi saçları arkasında dalgalanıyordu. Harry, onun arkasında, Ron ile Ginny’nin, yüzlerinde eğleniyormuş gibi görünen ifadelerle sakin sakin yürüyerek geldiklerini görebiliyordu.

“Harry! Damien! Duydunuz mu? Ah harika, değil mi?” dedi Hermione, onların yanına gelince yüksek perdeden bir sesle. Kollarını Damien’a dolayıp ona sıkı sıkı sarıldı ve sonra Harry’ye döndü. Harry’nin de, Damien’ın da Hermione’nin neyden bahsettiği konusunda hiçbir fikirleri yoktu.

Ron, Hermione’nin arkasına gelince kıs kıs güldü. Ginny de yüksek sesle gülmemek için kendini zor tutuyormuş gibi görünüyordu.

“Mione, tüm bu heyecanın neden? Ne oldu?” diye sordu Damien, Hermione heyecandan neredeyse yerinde duramazken.

“Duymadınız mı? Nasıl duymazsınız? Anneniz bizden önce size söylemiş olmalıydı! Aman neyse, önemli değil,” dedi, kendi dediğini bertaraf ederek.

“Bu şimdiye kadar aldığım en güzel haber! Hogwarts yeniden açılıyor!” diye açıkladı, coşkuyla.

Harry ile Damien ona dik dik bakmaya devam ettiler.

“Ve sen de bizim gitmemiz gereken bir okulumuz ve vermemiz gereken sınavlarımız olduğu gerçeğini mi kutluyorsun? Bir dakika, bir dakika, ne diyorum ben ya? Tabii ki, kutlayacaksın! Sen Hermione Granger’sın,” dedi Damien, kabarık saçlı kızdan bir kol darbesi yerken.

“İstediğini söyleyebilirsin, ama senin de en az benim kadar heyecanlandığını biliyorum. Yani, burada Hogwarts’tan söz ediyoruz!” dedi, hevesle.

Harry onun coşkusuna gülümsedi. Onun Hogwarts’a dair özel hisleri yoktu. Orada iyi zaman geçirdiği pek söylenemezdi. Sonuçta, orada kendi rızası dışında tutulması da, sürekli Seherbaz’lar tarafından gözlenmiş olması da hiç eğlenceli olmamıştı. Ama diğerleri için mutlu olmuştu. Özellikle de, Hermione için. Kız bu dünyaya ödev yapıp ders çalışmaya gelmiş gibiydi. Ayrıca, Hermione’nin haklı olduğunu da biliyordu. Her ne kadar okula gitmek istemiyorlarmış gibi davransalar da Damien, Ron ve Ginny de okula dönecek olmaktan memnunlardı.

“Yakında mektuplarımız gelir. Dönmek için sabırsızlanıyorum. İnanabiliyor musunuz, kaçırdığımız onca şeye yetişmemiz gerekecek!” diyordu Hermione, grup eve girerken. Hava dışarıda kalmak için fazla sıcak olmuştu.

“Bekle, madem ortada mektup yok, o zaman Hogwarts’ın yeniden açılacağını nereden biliyorsun?” diye sordu Harry, hep birlikte soğuk bir şey içmek için masaya otururlarken.

“Profesör McGonagall söyledi. Bu sabah Kovuk’a geldi,” diye cevapladı Hermione.

“Harry, sen de… sen de Hogwarts’a gelecek misin?” diye sordu Ron, istemsizce.

Harry içeceğinden başını kaldırıp ona baktı.

“Öğrenci listesinde adımın olduğunu hiç sanmıyorum,” diye yanıtladı Harry.

Hogwarts’a dönmek için talepte bulunmayacağından emindi. Duruşmada ne olmuş olursa olsun, çoğu insan ona karşı temkinliydi ve Hogwarts Ekspres’inde yaşanan olay da, duruşmada verilen açıklamaya rağmen, ona şüpheyle yaklaşmalarına neden oluyordu. Harry, bir daha Hogwarts’ı görmeyeceğini adı gibi iyi biliyordu.

* * *

Harry’nin doğum gününe şimdi sadece iki gün kalmıştı ve doğum günü partisinin sürpriz olması gerektiği halde, Harry onların bir şeyler ayarlamakta olduklarını anlamıştı. Annesi, babası, Sirius ve Remus etrafında durmadan fısıldaşıp durdukları için anlaması hiç de zor olmamıştı. Harry bazen onu sağır zannedip zannetmediklerini merak ediyordu. Harry onlarla aynı odadayken, aralarında sürpriz doğum günü partisi hakkında fısıldaşıp duruyorlardı. Tamam, Harry her zaman bir şeylerle uğraşırken meşgulmüş gibi davranıyordu, ama onlar saat gece yarısını vurur vurmaz yapacakları partinin planlarını yaparken bunları fark etmeyecek kadar da aptal değildi, hani.

Gerçi yine de, bu konuda hiçbir şey söylemiyordu. Onların parti planları yapmaktan ne kadar keyif aldıklarının farkındaydı. Ayrıca bu, James’in kendini ofisinden çıkardığı ve sahiden mutlu göründüğü tek anlardı.

James ile Lily, Harry’nin on yedinci doğum gününün son planlarını aralarında fısıldaşıp dururken, Harry ile Damien da odanın diğer köşesinde büyücü satrancı oynayarak oturuyorlardı. Harry, annesinin bir konuda babasıyla anlaşamadığını duydu.

“Hayır, hayır, hayır! O arka plana uymaz! Başka bir şey düşünmeliyiz!” diye fısıldıyordu Lily.

“Ya, hadi ama, Lils! Ona mükemmel uyar. Her şeyi de ‘arka plan’a uyduracak değiliz. Bırak bu olsun,” diye alçak sesle yalvardı James.

Harry sırıtmadan edemedi. Annesi ile babası parti planlayacaklar diye çocuk gibi didişip duruyorlardı. Damien da onun ifadesine bakıp soru sorarcasına tek kaşını kaldırdı. Harry başını iki yana sallayıp oyuna geri döndü.

kovuk

Harry tam hamlesini yapıyordu ki, eli hızla yara izine kapandı ve bağırmamak için dilini ısırmak zorunda kaldı. Damien panikle ona baktı. Harry ona başını ‘hayır’ dercesine sallarken, o çoktan yardımına koşmak için oturduğu yerden fırlamıştı. Yara izi artık hep faaliyetteydi. Voldemort’un artık onun iyiliği için duygularına hâkim olmayacağının zaten farkındaydı. Duruşmadan döndüğü günden daha kötüsünü hiç yaşamamıştı. Yara izine genellikle keskin bir ağrı saplanıyor ve sonra da, yerini er ya da geç bir uyuşukluk hissi alıyordu.

Harry bu konudan annesi ile babasına hiç bahsetmemişti. Dumbledore yara izindeki sancıların git gide daha kötüye gideceğini ve sonunda onu öldüreceğini söylediği için onların bu duruma çok üzüleceklerini biliyordu. Harry bunun için kendini annesinin laboratuvarına atmış, kendine işe yarar tek şey olan bir yığın Ağrı Giderici İksir hazırlamıştı.

Harry, sırtını annesi ile babasına verip yavaşça cebinden ufak bir şişe iksir çıkardı. Ses çıkarmamak için fena halde dişlerini sıkıyordu. Damien, Harry’ye sert bir bakış atıp annesi ile babasına bir göz attı. Hâlâ aralarında fısıldaşıyor, hiçbir şey fark etmemiş gibi görünüyorlardı.

Harry, elinden geldiği kadar sessizce şişenin tıpasını çıkarıp iksiri tek seferde içti. Ağrı anında uyuşmaya başladı ve sonra da kesildi. Harry kocaman bir oh çekti. Damien’a iyi olduğunu gösteren bir sırıtış gönderdi. Damien kollarını göğsünde kavuşturmuş, ona memnuniyetsiz bir ifadeyle bakıyordu. Harry’nin bu atakları geçirirken çektiği acıdan nefret ediyordu. Yardım almayı reddetmesindense daha çok nefret ediyordu. Harry, gözlerini Damien’dan kaçırıp oyuna döndü. Damien da dik dik bakmaktan vazgeçip ona katıldı.

Birkaç dakika geçtikten sonra, Lily masadan kalktı.

“Pekâlâ, ben öğle yemeğini hazırlamaya başlıyorum. Patiayak ile Aylak nerede bilmiyorum, ama anlaşılan, onlar yemeklerini soğuk yemek zorunda kalacaklar. Daha fazla beklemeyeceğim.”

Lily tam mutfağa doğru ilerliyordu ki, bir anda yüksek bir pop sesi onu adımlarının ortasında durdurdu. Odadaki herkes panik halinde ne olduğunu anlamak için yerlerinde döndü. Odanın tam ortasında bir pop sesiyle kocaman bir ateş topu belirmişti. Ateş söndü ve yere bir tane tüy düştü. James masadan fırlayıp tüyü yere inmeden yakaladı. Harry onun bir Anka kuşu tüyü olduğunu fark etti.

James’in, tüyde yazılanları okurken beti benzi attı. Lily de hemen onun yanına gelmişti.

“Ah Tanrım!” diye fısıldadı, tüyü ondan alarak.

Her ikisi de hemen asalarını çıkarıp şömineye doğru koştular. Harry ile Damien da hızla ayağa fırlayıp onların arkasından koştular.

“Harry! Damien! Her ikiniz de burada kalmalısınız!” dedi Lily, endişe dolu bir sesle.

“Anne, ne oldu? Nereye gidiyorsunuz?” diye sordu Damien, onların beti benzi atmış yüzlerine korkuyla bakarak.

James ile Lily cevap vermediler. Onun yerine, içi Uçuç Tozu dolu kâseyi ellerine alıp gitmeye hazırlandılar.

“Burada kalın!” dedi James onlara, emredercesine.

Ancak, James tam ayrılıyordu ki, Harry birden uzanıp onun Anka kuşu tüyünü tutan eline yapıştı. Tüyün üzerine kazınan tek kelimeyi okurken, yeşil gözleri şokla açıldı:

Kovuk.

Tüyün Yoldaşlık’tan bir uyarı mesajı olduğunu anlamıştı. Bu, Kovuk’un saldırıya uğradığı anlamına geliyordu! Birkaç dakika önce yara izinde hissettiği acıyı düşününce midesine kramplar girdi; bunun saldırıyla bir ilgisi olabilirdi. Harry, babasını bırakıp ona kararlılıkla baktı.

“Ben de geliyorum,” dedi.

“Harry…” diye başladı James; ama sözü, Harry’nin bir avuç Uçuç Tozu alıp şömineye adım atmasıyla kesilmişti.

“Ben de geliyorum,” diye tekrarladı, gitmeye hazır bir halde şöminede dururken.

“Ben de,” diye ekledi Damien hemen, arkada bırakılma korkusuyla. James ile Lily’nin onlarla tartışacak vakti yoktu, o yüzden oğullarının da onlarla gelmesine ses çıkarmadılar.

Harry ile Damien’ın hemen arkasından James, en son da Lily gitti. Harry Kovuk’a varır varmaz, midesinin korkudan kasıldığını hissetti. Küçük masanın etrafında, hırpalanmış ve yaralı görünen bir kalabalık toplanmıştı. Birinin ağladığını ve onu rahatlatmaya çalışan fısıltı seslerini duyabiliyordu.

James ile Lily hemen masaya doğru koştular. Harry ise onlara kederle bakarken aralarında tanıdık isimlerin olduğunu gördü. Remus ile Sirius, kanlar içinde kalmış Arthur Weasley’nin yanında duruyordu. Her ikisinin de üstü başı kanlar içerisindeydi. Molly Weasley ağlayan kişiydi ve Tonks da onun önünde çömelmiş duruyor, ona bir bardak su ikram ediyordu. Kalabalıkta yüzü boydan boya yaralı, kızıl saçlı bir adam daha vardı. O da Molly’nin ağlamasını susturmak için uğraşıyordu. Harry onun Bill Weasley olduğunu tahmin etti.

Harry, Damien’ın, kolunu çekiştirdiğini fark etti. Damien’ın ona işaret ettiği yöne baktı; Ron ile Hermione yerde oturmuş, başları önlerinde sessiz hıçkırıklarla sarsılıyorlardı. Güzel, sarışın bir kız onları yerden kaldırmaya, sandalyeye oturtmaya çalışıyor, ama Ron ile Hermione onu duymuyor gibi görünüyorlardı.

Harry, Damien’ın ne olduğunu öğrenmek için onlara doğru koştuğunu gördü. Ama Harry’nin neler olduğuyla ilgili korkunç bir tahmini zaten vardı. Ginny’nin orada olmadığını fark edince kalbi göğsünden fırlayacakmış gibi hissetti. Etrafına tekrar tekrar bakınıp çaresizce kızıl saçlı kızı bulmaya çalışsa da, onu hiçbir yerde göremiyordu.

Harry masaya tekrar baktı ve Dumbledore’u, büsbütün mağlup görünen iki kişinin yanına diz çökerken yakaladı. Dumbledore onlara bir şeyler fısıldarken, Frank ile Alice gözlerinden yaşlar aka aka kıpırdamadan oturuyorlardı.

“Neler oldu?” diye sordu James, elinden geldiğince sakin bir şekilde.

Tonks başını kaldırıp ona baktı ve elinde Molly’nin almadığı bir bardak suyla ayağa kalktı.

“Saldırıya uğradık. Nasıl oldu anlamadım, ama Kovuk’taki koruma büyüleri bir anda çöktü! Sayıları çok fazlaydı! Daha önce hiç böyle bir Ölüm Yiyen saldırısı görmemiştim. Çok hazırlıklıydılar. Bir anda burada belirdiler ve her şey birkaç dakika içinde olup bitti! Yardım isteyecek zamanı dahi bulamadık,” diye açıkladı Tonks, kederle.

“Birkaç dakika içinde olup bitti derken neyi kastediyorsun?” diye sordu Lily, korku dolu bir sesle.

Harry, kalbinde ağır bir sancı hissetti. Olan olmuştu. Tonks şimdi onlara kimin öldüğünü söyleyecekti. Ama Tonks soruyu cevaplamadı. Frank ile Alice’e bir bakış atıp ağlamaya başladı. Remus sözü devraldı.

“Ölüm Yiyen’ler Kovuk’a öylesine saldırmadılar. Koruma büyüleri onlar tarafından indirildi. Yani, belli bir amaç için gelmişler,” diyerek onun sözlerini tamamladı Remus, kesik kesik aldığı nefesini düzenlerken.

“Aylak?” dedi James, içinde git gide büyüyen bir korkuyla.

Frank başını kaldırıp kan çanağına dönmüş gözleriyle James’e baktı. Kısık ve çatallı bir sesle konuştu:

“Nigel’ı aldılar.”

Harry hâlâ şöminenin önünde dursa da, o fısıldanan sözleri duymuştu. Ayaklarının altındaki zemin kaymış gibi hissetti. ‘Nigel! Ölüm Yiyen’ler Nigel’ı almıştı!’

“Onun için gelmişler. Onun bugün burada olacağını nereden biliyorlardı bilmiyorum, ama bir şekilde öğrenmişler. Nigel… Nigel, Ginny ve Hermione’yle bahçedeydi. Biz ise adamların bir anda belirdiğini görüp hemen dışarı koştuk. Ölüm Yiyen’ler bizi Nigel’ın yanına yaklaştırmadılar. Adamların dördü Nigel’ı almaya çalışırken, geri kalanı bize saldırdı,” diye açıkladı Sirius, diğer herkes konuşamayacak kadar kötü görünürken.

“Nigel’ı tutan kişi, Ginny idi. Hiçbirinin ona yaklaşmasına izin vermedi. O… O sahiden elinden gelen her şeyi yaptı, ama dört Ölüm Yiyen de aynı anda ona acımasızca saldırdılar,” diye devam etti Sirius. Molly’den yeni bir haykırış yükselirken, Harry’nin kalbi ona ne olduğunun düşüncesiyle yerinden çıkacak gibiydi.

“Onu bırakmadı. O şerefsizlerin ona yolladıkları lanetler yüzünden elleri kanıyordu, ama yine de onu bırakmadı. Ölüm Yiyen’ler onu sersemletmek ve Nigel’ı almak için uğraşırken, o kendini korumak için bir kalkan oluşturdu. Ama kalkan fazla dayanamadı. O anda adamlardan biri bağırarak zamanlarının dolduğunu söyledi. Her an destek geleceğini biliyorlardı, o yüzden… o yüzden ikisini de alıp götürdüler. Kalkanın içinden geçip onu ve Nigel’ı aldıkları gibi Anahtar’la kayboldular,” diyerek sözlerini bitirdi Sirius, yüreği paramparça bir halde.

“Ah Tanrım!” James, teselli verecek ne söyleyeceğini bilemez bir halde titreyen elini saçlarından geçirdi.

Molly ile Arthur, tıpkı Frank ile Alice gibi, tekrar gözyaşları içerisinde kendilerini kaybetmişlerdi. James ile Lily de tıpkı diğerleri gibi dağılmış görünüyorlardı. Bu ailelerin ne yaşadığını onlardan daha iyi kimse anlayamazdı. Lily, Alice’e sarılıp onu sakinleştirmeye çalıştı. Damien da, Ron ile Hermione’yi ağlamamaları için teselli etmeye çalışıyordu. Harry ise tüm bu olayların ortasında öylece dikiliyor, kalbi her an duracakmış gibi hissediyordu. Nigel ve Ginny. Her ikisi de şimdi Voldemort’un merhametine kalmışlardı. Voldemort’un onlara neler yapabileceğinin düşüncesiyle, Harry’nin midesi kalktı. İşte, Harry tam da bu yüzden, Ginny’ye olan hislerini kimseyle paylaşmamıştı. Onun yüzünden hedef haline geleceğinden emindi. Ama şimdi tüm bunların hiçbir anlamı kalmamıştı. Voldemort onu almıştı. Ve Nigel’ı… Merlin, Nigel daha yalnızca iki yaşında bir çocuktu! Harry, bacaklarının daha fazla onu taşıyamadığını fark etti.

Şöminenin alevleri yeşile döndü ve Harry tam zamanında şöminenin önünden çekilirken, Fred ile George şömineden tökezleyerek çıkıp ailelerinin yanına koştular. Onlara hemen sarılıp neler olduğunu sormaya başladılar. Ağabeyleri Bill onlara olanları anlatırken, saniyeler sonra Percy de şöminede belirdi; sarsılmış görünüyordu. Harry, daha sağlıklı düşünebilmek için buradan Buharlaşıp gitmeyi dileyerek odanın diğer bir köşesine çekildi.

Biraz sonra, geriye kalan Yoldaşlık üyelerinin de gelmesiyle Kovuk ağzına kadar insanla dolmuştu. Ginny ile Nigel’ın başına gelenler tekrar tekrar anlatılmıştı. Harry odanın tek bir köşesinde kalmaya devam etti. Etrafında olup biten hiçbir şeyin farkında değil gibiydi. Aklı durmuştu ve Nigel’ı düşündükçe yüreği sızlıyordu. Ona bir şey olursa ne yapacağını bilmiyordu.

Yeşil alevler yeniden belirdi ve Harry, Neville’i şömineden aceleyle çıkarken izledi. Neville çok kısa bir anlığına Harry ile göz göze gelmişti. Sonra hemen bakışlarını kaçırıp ailesinin yanına gitti. Alice ayağa kalkıp Neville’e sıkı sıkı sarıldı ve onun omuzlarına gömülüp ağladı. Annesi hıçkırıklar içinde olanları anlatırken, Neville’in beti benzi atmıştı. Alice, konuşmayı bitirir bitirmez sandalyenin üzerine çöktü ve Frank’in onu kollarına almasına izin verdi.

Neville’in yaşadığı şoktan da beterdi. Küçük kardeşi, daha henüz bebek olan kardeşi, dünyanın en şeytan büyücüsünün elindeydi. Gözleri odayı taradı ve bakışları yine Harry’de durdu. Ona bakarken gözleri kısılsa da, çabucak gözlerini kaçırdı. Dumbledore’a yaklaşıp onun önünde durdu.

“Şimdi ne yapacağız?” diye sordu, gergin bir sesle. Harry, Neville’in duygularını kontrol etmek için çetin bir mücadele verdiğini görebiliyordu.

Dumbledore, mavi gözleri kederle dolu bir halde ona baktı.

“Onları geri almak için tüm gücümüzü kullanacağız,” diye cevapladı, ciddiyetle.

“Onları geri getir! Hem onları geri alabileceğimizi nereden biliyorsun? Nereden biliyorsun onların hâlâ…?” Neville kontrolünü kaybetmiş gibi görünüyordu. Bir anda susup başını iki yana sallayarak duygularını kontrol altına almaya çalıştı.

“Yapabileceğimiz fazla bir şey yok. Voldemort’un Nigel’ı canlı istediğini varsaymak zorundayız. Onu kaçırmasının bir nedeni olmalı. Aksi takdirde, Ölüm Yiyen’ler onu buradayken öldürürdü,” diye açıkladı Dumbledore.

Neville, yana dönüp parmağıyla doğrudan Harry’yi gösterdi.

“Ona sor! O canavarın Nigel’ı neden istediğini o bilir! Gidip ona sor!” diye kükredi Neville.

Harry ona bakmadı bile. Böyle bir zamanda Neville’le uğraşacak hali yoktu. Gel gelelim, Damien, Ron’un yanından ayağa kalkıp tehlikeli adımlarla Neville’e yaklaştı.

“Ne saçmalıyorsun lan sen? Bunun için neden Harry’yi suçluyorsun? Onun bununla ne ilgisi var?” diye bağırdı Damien, ona.

“Tabii ki, onun bununla bir ilgisi var! Voldemort’un yaptığı her şeyin onunla bir ilgisi var! Tüm bu olanlardan o sorumlu! Bütün bu olanlar onun yüzünden!” diye bağırdı Neville de, ona.

“Neville!” Alice Neville’i susturmaya çalıştı, ama Neville annesini duyamayacak kadar öfkeli görünüyordu.

“Ona sor! Hadi gidip sor, Dumbledore! Ona çok güvenmiyor muydun? Söyle ona, gidip Nigel’ı geri getirsin! Voldemort’un nerede olduğunu bilen tek kişi o!” diye devam etti Neville.

Tam da o anda, bütün gözler Harry’ye döndü. James hemen oğlunun yanında bitti; havadaki gerginliği hissedebiliyordu.

“Neville, üzgün olduğunu biliyorum. Hepimiz öyleyiz. Burada her birimiz Ginny ile Nigel’ı geri getirmek için uğraşacağız. Ama olanlar yüzünden Harry’yi suçlayamazsın. Harry’nin de bizimle birlikte elinden gelen yardımı yapacağına eminim.” Bunu söyledikten sonra, Harry’nin de onaylamasını beklercesine ona baktı.

Harry hâlâ bir şey söylemiyordu. Onlara doğru bir iki santim kıpırdandı. Dumbledore, onun bu hareketini yardım edeceğinin bir işareti olarak algıladı.

“Harry, buna ne cevap vereceğini zaten biliyorum, ama buradaki herkesin iyiliği için soruyorum: Bize Voldemort’un nerede olduğunu söyleyebilir misin?” diye sordu Dumbledore.

Harry, ona gözünü dikmiş bakan insanlarla dolu odaya baktı. Başını yavaşça iki yana salladı.

“Hayır, evi Fidelius Büyüsü altında ve Sır Tutucusu da Voldemort,” diye cevap verdi.

“Bize söyleyemesen de, bizi ona götürebilirsin!” diye bağırmaya başladı yine Neville. Bu sefer, Frank devreye girip Neville’i kolundan çekerek zorla sandalyeye oturttu.

Harry, Dumbledore’a bakıp yalnızca ona doğru hitap etti:

“Onun evine gitmek için hiç kimseyi takip edemezsin. Takip etmeye kalkışırsan, evin çevresinde yolunu kaybetmeni sağlayan çok sayıda tılsımlar var. Birinin üzerine İz Sürücü yerleştirirsen de fark edilir, çünkü kapılar açılmadan önce herkes iki Ölüm Yiyen’in kontrolünden geçiyor,” diye cevapladı Harry, duygusuz bir sesle. Herkes ona dikkatle gözlerini dikmiş bakarken, konuşabilmesinin tek yolu buydu.

Harry sözlerini bitirince kimse bir şey söylemedi. Harry’nin onlara Malikânenin nasıl korunduğunu söylemesiyle umutları da yerle bir olmuştu. Neville, Harry’nin elinden gerçekten de hiçbir şeyin gelmeyeceğini fark edince, yüzünü ellerinin içine gömüp ağlamaya başladı.

Dumbledore, Yoldaşlık üyelerine, hemen yola çıkıp onları Ginny ile Nigel’a götürebilecek her türden bilgiyi araştırmalarını ve toplayabildikleri kadar çok bilgi toplamalarını söyledi. Harry, Yoldaşlık’ın yardımına, Snape’in gelmemiş olduğunu fark etmişti. Bu durumda, Ginny ile Nigel’ın ne durumda olduklarını söyleyebilecek tek kişi o gibi görünüyordu.

Kovuk’a yerleştirilen koruma büyüleri hâlâ hiçbirine cevap vermiyordu. Onları geri getirmeleri birkaç saatlerini almıştı. James, Weasley ailesine kendi evlerine gelmelerini teklif etmiş, oranın onlar için daha güvenli olacağını söylemişti.

Kısa bir süre sonra ise Weasley ailesi, Potter ailesi, Longbottom ailesi, Sirius, Remus, Moody ve Dumbledore Potter Malikânesi’nde gitmek üzere Kovuk’tan ayrılmışlardı. Hepsi birden daha ferah olduğu için oturma odasına doluşmuşlardı. Ron ile Hermione Harry ile Damien’ın yanlarında oturuyor, ağızlarından hâlâ tek bir söz dahi çıkarmıyorlardı. Neville de durmadan volta atmamak için kendini tutmak zorunda kalıyordu.

“Koruma duvarlarının nasıl olup da düştüğünü anlamıyorum. Hiç mantıklı değil. Ayrıca, Merlin aşkına, Longbottom ailesinin bugün orada olacaklarını nasıl öğrendi bunlar?” diye sordu Moody, odadaki kalabalığa.

Bir iki dakika boyunca hiç kimse konuşmadı. Sonra, aralarından birinden bir hayret nidası duyuldu. Harry, oturduğu yerde gözlerini kocaman açmış, bir eliyle ağzını kapatan Percy’ye baktı. Percy, şok olduğu her halinden belli olan bakışlarını ailesine dikmişti.

“Ben buldum… Nasıl… Nasıl öğrendiklerini buldum,” diye fısıldadı.

Şimdi tüm dikkatler onun üzerindeydi.

“İ-İki hafta kadar önce, B-Bakan benden evime yerleştirilen k-koruma büyülerinin hangi büyüler olduğuna dair ayrıntılı bir rapor istemişti. Bunun, herkesin evini korumak için y-yeni bir p-protokol olarak kullanılacağını s-söyledi. B-Ben ise bizim eve yerleştirilen büyülerden birkaçını ona verdim, sanırım. Yerleştirdiğimiz tüm o büyülerden ç-çok etkileneceğini düşünmüştüm. Bu-Bunun bir sakıncası olacağı hiç aklıma g-gelmemişti,” diyerek sözlerini bitirdi Percy, gözlerinde korku dolu bir bakışla.

“Ona kullandığımız bütün büyüleri söyledin mi? Percy, bunu nasıl yaparsın?” dedi Molly, titreyen bir sesle.

“Aklımdan bile geçmedi. Bakan bana bizzat gelip raporu hazırlamamı istedi. Ne diyebilirdim ki? O benim patronum ve ayrıca, Sihir Bakanı! Ona ‘hayır’ diyemezdim!” diye açıklamaya çalıştı Percy.

“Seni geri zekâlı! Nasıl bu kadar kalın kafalı olabiliyorsun? Onlardan birinin Bakan kılığına girebilecekleri en aptal adamın bile aklına gelir! Senin Çok Özlü İksir diye bir şeyden haberin yok mu?” diye bağırdı Fred. Aynı zamanda, George da ağabeyine bir tane çakma niyetiyle üzerine yürümeye yeltenmişti.

Bill, George’u yakaladığı gibi yerine oturturken, Moody de Percy’ye zarar vermesin diye Fred’i durdurdu. Percy başını eğmiş bir halde oturuyordu. Harry de içten içe ona öfke duyuyor, ama bir şey söylememeye imtina ediyordu. Hangi salak sırf kendi patronunu mutlu etmek için koruma büyülerini verirdi ki? Ama o yine de çenesini tutmaya karar verdi. Artık Percy ile ilgili yapacak bir şey yoktu.

“O zaman, Voldemort’un casuslarından birinin Fudge’ın kılığına girip seni kandırdığını söyleyebiliriz, Percy. Kendini suçlama. Kandırılmışsın. Bu, Voldemort’un sıklıkla yaptığı bir şey,” diyerek Percy’yi telkin etmeye çalıştı Dumbledore.

“Nigel’ı kaçırma şansını yakalamak için Kovuk’u gözlem altında tutmuş olmalılar,” dedi Moody, gizem git gide çözülmeye başlarken. Şimdi herkes ne diyeceğini bilmez bir halde sessizlik içinde oturuyordu.

Aniden tuhaf bir ses duyuldu. Ses dışarıdan geldiği için herkes başını çevirip pencerelere bakmıştı. James ile Sirius asalarını çoktan ellerine almış, yollarına çıkan ne olursa saldırmaya hazırlardı. Pencerenin kendi kendine açıldığını ve siyah, büyük bir kuşun aniden içeri daldığını görünce durdular. Şimdi herkes, doğrudan Harry’ye doğru uçan büyük kuşa bakıyordu. Kuş, Harry’nin önündeki masaya kondu. Harry birkaç saniye önündeki kuşa bakakaldı. Kuşa bakan yüzünde gözle görülür hiçbir duygu belirtisi yoktu. Diğerleri ise kuşun görüntüsü karşısında hayret nidası koparmamak için kendilerini tutuyorlardı. Kuşun görüntüsü ölümü andırıyordu. Bu bir kartaldı, ama tüyleri kömür siyahıydı. Gözleri kan kırmızısı renkteydi ve o gözler Harry’ye dik dik bakarken neredeyse ona nefretle bakıyor gibiydi. Damien, kuşun görüntüsü karşısında oturduğu yerde geriye çekildi. Bu kuşun kime ait olduğu konusunda artık hiçbirinin en ufak bir şüphesi yoktu. Harry ise daha önceleri bu kuşu çoğu kez görmüştü. Çünkü Voldemort’a aitti.

Harry yavaşça elini uzatıp kartalın gagasında duran siyah renkli zarfı aldı. Kartal, kimseyi beklemeden aniden havalandı. Harry siyah zarfı ellerinde tutuyor, ona gözlerini dikmiş bakıyordu. Odadaki sessizlik kulak tırmalayıcı boyuttaydı. Herkes nefesini tutmuş beklerken, Harry zarfı çevirip onu açtı. Tam o anda zarf, Harry’nin elinden havalanarak tıpkı bir Çığırtkan gibi önünde durdu. Zarf açılıp siyah bir buluta dönüştü; bulutun içinde ağzından yılan çıkaran, yeşil renkli, ürkütücü bir kafatası belirmişti. Karanlık İşaret!

Siyah buluttan soğuk bir ses yükselip odayı doldurdu:

“Durumun ne olduğunun farkında olduğunu varsayıyorum. Bana boyun eğmezsen, o küçük velede de o kanı bozuğa da ne olacağını söylememe gerek yok. Sen benim neler yapabileceğimi çok iyi bilirsin. Hatta bu ikisine ne olacağının umurumda olmadığını da bilirsin. Eğer onları canlı istiyorsan, dediğimi yapacaksın. Bana döneceksin. Bugün günbatımından önce dönmezsen, yarın gün doğmadan kız ile çocuğun parçalanmış cesetlerini alırsın. Seçim senin. Unutma, bugün gün batımına kadar! Geç kalınmasından ne kadar nefret ettiğimi iyi bilirsin.”

Sözler tüm odada yankılanmış ve son söz biter bitmez de siyah bulut bir alev topuna dönüşüp yok olmuştu. Harry kıpırdamadan durmaya devam ediyor, sözler aklında dönüp duruyordu. Kimse ne diyeceğini ya da ne yapacağını bilmiyordu. Nigel’ın neden kaçırıldığı anlaşılmıştı. Voldemort, Harry’nin çocuk için kendini feda edeceğini bildiği için, onu kaçırmıştı. Muhtemelen, Voldemort, Harry’nin ona ilk karşı geliş nedeninin Nigel olduğunu anlamıştı. Harry’nin onun emirlerine ilk karşı gelişi, Frank ile Alice Longbottom’ı öldürmemeye karar vermesiyle başlamıştı.

Sonunda, konuşan Dumbledore oldu.

“İkisinin de hayatta olduğunu biliyoruz. Bu iyi haber. Şimdi, onları Voldemort’un elinden kurtarmanın bir yolunu bulmalıyız.” Harry başını kaldırıp büyücüye baktı, sonra da zümrüt yeşili gözlerini pencereye doğru çevirdi. Gün batımına üç, bilemedin dört saat kalmıştı. Bu kadar kısa bir sürede Ginny ile Nigel için yapabilecekleri ne vardı ki? Görünen o ki, Moody de aynı şeyi düşünüyordu.

“Dumbledore, o kadar vaktimiz olduğunu hiç sanmıyorum. Voldemort bize sadece gün batımına kadar süre verdi. Bizim asıl Harry’yi takip etmenin bir yolunu bulmamız gerekir,” dedi Moody, ciddi bir ses tonuyla.

Tam da o anda, James hızla başını kaldırıp dik dik Moody’ye baktı.

“Ne? Ne dedin sen? Harry’yi takip etmek mi? Hayır, Moody, Harry’yi kimsenin takip etmesi gerekeceğini düşünmüyorum, çünkü Harry hiçbir yere gitmiyor!” diye tısladı James.

Moody, James’e bakıp doğrudan onunla konuştu:

“Başka şansımız yok. Voldemort’un nerede olduğunu da, Ginny ile Nigel’ı nerede tuttuğunu da bulamayız. O, Harry’yi istiyor ve biz de ona bunu vermek zorundayız. Tek yolu bu,” diye açıkladı.

“Oha! Peki, pardon da buna kim karar veriyor? Harry hiçbir yere gitmiyor! O canavara teslim olmayacağız!” dedi Sirius, öfkeyle ayağa fırlayıp.

Damien, tüm bu olanların Harry’yi nasıl etkilediğini görmek için ona baktı. Harry oturduğu yerde ellerini birleştirmiş, başı önünde durmaya devam ediyordu. Derin düşüncelere dalmış görünüyordu; öyle ki, yanı başında çıkan tartışmaların farkında bile değil gibiydi.

“Potter, Black, beni anlamıyorsunuz! Ona Harry’yi verelim demiyorum ben. Ben sadece Voldemort’u Harry’yi aldığına inandırmamız gerektiğini söylüyorum. Ginny ile Nigel’ı kurtarmak istiyorsak, onun öyle sanmasını sağlamak zorundayız,” diye açıklamaya çalıştı Moody.

“Yani, Harry’yi yem olarak kullanalım diyorsun. Unut bunu! Başka bir plan yapmalıyız,” dedi James, hemen.

“Potter, ortada iki çocuğun hayatı söz konusu, onları ölüme terk edemeyiz!” diye bağırdı Moody, sabrı taşmış bir halde.

“Ben öyle bir şey söylemedim!” diye bağırdı James de. Dönüp Arthur ile Frank’e baktı. Her ikisi de sessizlik içinde oturuyor, ağızlarından tek bir söz dahi çıkmıyordu.

“Arthur, Frank. Ginny ile Nigel’ı geri alacağız! Alacağız, size söz veriyorum! Ama benden oğlumu feda etmemi istemeyin. Harry’yi tehlikeye atamam. Voldemort onu gördüğü yerde öldürür, Ginny ile Nigel’ı da yüksek ihtimalle bırakmaz. Başka bir plan düşünmeliyiz. Yalvarırım, benden Harry’yi tehlikeye atmamı istemeyin.”

Arthur da Frank de James’e bakıp başlarını hafifçe sallayarak onayladılar.

“Kendi çocuklarımızın hayatını kurtarmak için senden kendi çocuğunu tehlikeye atmanı tabii ki istemeyiz,” dedi Arthur, kısık bir sesle.

Dumbledore başka fikirler bulmak için hemen bir toplantı başlattı. Harry ise ayağa kalkıp yavaş yavaş odanın içinde yürüdü. Transta gibi görünüyordu. Kovuk’a geldiğinden beri ağzını bıçak açmamıştı. James, Harry odadan çıkmadan hemen önce onun kolunu yakaladı.

“Harry, kendini suçlu hissettiğini biliyorum, ama hissetme. Bu senin suçun değil. Yalnızca bana güven, olur mu? Her şey yoluna girecek. Ginny ile Nigel’ı geri getireceğiz. Söz veriyorum.”

Harry babasına sanki onu ilk defa görüyormuş gibi baktı. Gözleri, sanki yüzünün her bir detayını hafızasına kazıyormuşçasına babasının yüzünde dolaştı.

“Harry?” dedi James, Harry’nin gözlerindeki bakış onu korkutmaya başlarken.

Harry gözlerini ondan alıp Molly ile Arthur’a baktı; her ikisinin de gözlerinden yaşlar boşalıyordu. Yavaşça bakışlarını tekrar James’e çevirip başıyla hafifçe onayladı.

“Lütfen içeride kal,” diye fısıldadı James, Harry odasına doğru ilerlemeye başlarken. James başıyla Damien’a işaret edip Harry’nin arkasından gidip ona göz kulak olmasını ima etti. Damien ayağa fırlayıp hızla odadan çıktı. Ron ile Hermione de ayağa kalkıp ağlayıp duran kalabalıktan uzaklaşmak için Damien’la birlikte uzaklaştılar.

Damien, Harry’nin kapısına gelip içeri girmeden önce kapıyı bir kez tıklattı. Harry’yi başını ellerinin arasına gömmüş bir halde yatağında ya da masasında otururken görmeyi bekliyordu. Gel gelelim, onu koyu renkli cüppelerinin arasından siyah olanı çekerken bulmayı ise hiç beklemiyordu. Harry cüppesini giymeyi bitirene ve dönüp ona bakana kadar, Damien kapıda durmaya devam etti.

Ron ile Hermione de içeri girip kapıyı sertçe arkalarından kapattılar.

“Sen ne yaptığını zannediyorsun?” diye sordu Hermione ona, öfkeli bir ses tonuyla.

Harry gözlerini ondan kaçırıp asasını almak için hareket etti. Odasındaki üçlüye dönüp bakmıyordu bile.

“Harry, dostum. Oraya gitmeyi aklından geçiriyor olamazsın,” dedi Ron, kısık sesle. Sesi konuşurken üzüntüden titriyordu.

Harry başını kaldırıp ona baktı; Ron’un sesindeki kırılganlığı duyunca bakışları yumuşamıştı.

“Başka yolu yok. Benimle kimse gelmemeli. Beni takip edemezler, bana yardım da edemezler. Bunu tek başıma yapmalıyım,” dedi, usulca.

“Bunu yapmana izin vermeyeceğiz, Harry. Kendini böyle feda edemezsin. Ayrıca, sen teslim olunca onun Ginny ile Nigel’ın gitmesine izin vereceğinin garantisi yok,” diye açıklamaya çalıştı Hermione.

Damien kapıya doğru yürüdü. Harry’nin bu odadan çıkmasına izin vermeyecekti. Hemen koşup annesi ile babasına yetiştirecekti. Harry’yi güvenliği için odaya kilitlemeleri gerekse bile umurunda değildi. Harry’yi kaybetmeyi asla göze alamazdı. Harry’nin bugün giderse bir daha dönmeyeceğini biliyordu. Voldemort onu öldürürdü. Bu kadarını Harry de bal gibi biliyordu.

Daha Damien kapıyı açamadan, yüksek sesli bir klik sesi duyuldu; Harry sözsüz büyüyle kapıyı kilitlemişti. Damien yavaşça dönüp Harry’ye baktı. Zümrüt yeşili gözler, asasını Ron’a doğrulturken, pişmanlıkla parıldamaya başlamıştı bile.

“Özür dilerim,” diye fısıldadı, iki Sersemletme Büyüsü’nü Ron ile Hermione’ye gönderip onları bayıltırken. Ron da Hermione de anında yere yığılmışlardı.

Harry asasını Damien’a döndürdü. Damien onu izlerken, Harry büyüyü ona göndermeyi bir türlü beceremedi. Sonunda asasını indirdi.

“Bana büyü yapamazsın, Harry,” dedi Damien, ona bir adım yaklaşarak. Harry’yi bir şekilde bu fikrinden vazgeçirmeliydi.

“Neville ile Moody’nin söylediklerini ciddiye almış olamazsın. Neden bahsettiklerini bilmiyorlar. Bu işi Yoldaşlık’a bırak. Lütfen, gitme, Harry.” Damien yavaş yavaş Harry’ye doğru ilerlemiş, şimdi onun tam önünde duruyordu.

ron hermione opucuk

“Harry, ona dönersen, seni öldürür. Lütfen, Harry. Mantıklı davran,” diye yalvardı Damien, birazcık daha yaklaşarak.

Harry Damien’a bakıp gülümsedi.

“Biliyorum. Ne yapacağını çok iyi biliyorum, ama yine de hiçbir şey yapmadan durup Nigel’ı öldürmesine izin veremem. Kendimi kurtaracağım diye Ginny’yi feda edemem. Voldemort bu kadarla durmayacak. Eğer bugün gitmezsem, bu işe daha fazla insanı bulaştıracak. Bu iş bugün bitmeli, öyle ya da böyle.”

“Biliyorsun değil mi, ben de geride durup senin ölümüne yürümeni izlemeyeceğim!” dedi Damien, öfkeyle.

“Biliyorum,” dedi Harry.

O anda, hiç beklenmedik bir anda, Harry harekete geçip Damien’ın suratına bir yumruk indirdi. Damien ise anında bayılmıştı. Harry Damien’ı yere düşmeden yakaladı. Kibarca onu yere yatırdı. Damien’ın yüzüne düşen saçlarını geriye itip adamakıllı yüzünü inceledi. Kardeşinin yüzündeki her bir detayı beynine kazımaya çalışıyordu.

“Üzgünüm, Damy,” diye fısıldadı ve ayağa kalktı.

Son bir kez odasına baktı ve açık pencereye doğru ilerledi. Arkasına tek bir bakış dahi atmadan, Harry, Potter Malikânesi’nden ayrılıp Riddle Malikânesi’ne doğru yola koyuldu.

* * *

Harry Riddle Malikânesi’nin dışına Cisimlenirken, ayaklarının sert zemine vuruşunu hissetti. Gün batımına hâlâ yarım saat vardı. Harry yavaş yavaş bir zamanlar evi olarak düşündüğü Malikâneye doğru yürümeye başladı. Mekânın bu kadar ürkütücü bir havası olduğunu görmek şaşırtıcıydı. Harry bunu daha önce hiç fark etmemişti. Burayı son kez gördüğü anı hatırladı. O gün, çocukluğuna dair gerçekleri öğrendiği zamandı.

Harry ana kapılara yaklaşırken, Malikânenin önüne konuşlanmış Ölüm Yiyen’lerin keyifle ona baktıklarını gördü. Hatta aralarından bazıları, Harry’nin girişe doğru yürüdüğünü görünce kıs kıs gülmüştü bile. Maskeli iki Ölüm Yiyen asalarını önlerinde tutmuş bir halde önünde durdu. Kontrollerini yapana kadar bir şey söylemediler. Harry’nin asasını elinden aldılar –ki Harry bunu yapacaklarını zaten biliyordu. İçeri girmesi için temiz olduğundan emin olduktan sonra, Harry yanlarından geçip giderken aralarından biri ona fısıldadı:

“Eve hoş geldin, Prens.”

Harry onu duymazdan gelip elinden geldiği kadar sakin bir şekilde Voldemort’un odasına doğru ilerledi. Onunla birlikte yürüyen dört Ölüm Yiyen vardı. Harry’ye henüz dokunmaya cesaret edemiyorlardı, ama onu bu sefer ellerinden kaçırmayacaklarından emin olmaya çalışıyorlardı. Harry odaya yaklaştıkça yara izi sızlamaya ve ağrımaya başladı. Voldemort’a yaklaşınca yara izinin nasıl acıdığını neredeyse unutmuştu. Dişlerini sıkarak acıyı duymazdan gelmeye çalıştı.

Harry yaklaşırken, dev odaya açılan kapılar kendiliğinden açıldı. Harry, Voldemort’u tahtının yanında ayakta dururken gördüğünde, odanın içine henüz bir iki adım atmıştı. Odanın uzak bir köşesinde, Nigel’ı kucağında sıkı sıkı tutmaya devam eden Ginny’nin kıvrılıp yatan görüntüsünü yakaladı. Odanın içi Ölüm Yiyen’lerle doluydu. Ama Harry, bir zamanlar ‘baba’ dediği kırmızı gözlü büyücüden gözlerini ayıramıyordu.

Harry, her adımıyla birlikte daha da kötüleşen ağrısına rağmen, sağlam adımlarla ona doğru yürümeye devam etti. Odanın ortasına gelince durdu. Voldemort, karşısında duran çocuğa baktı. Sonra, başını çevirip pencereden dışarıya baktı. Gün batımına hâlâ birkaç dakika vardı.

İnce dudaklarında pis bir sırıtışla ve kırmızı gözlerinde yakutumsu bir ışıltıyla, Harry’ye doğru yürüdü. Harry’nin önüne gelip durdu. Ölüm Yiyen’ler Karanlık Prens’in düşüşünü ağzı açık bir iştahla izliyordu. Voldemort kollarını açıp Harry’yi kucaklayınca hepsi şaşkınlıktan donup kalmıştı. Ginny, gördüğü tuhaf görüntü karşısında nefesini bıraktı. Harry’nin kollarının hâlâ yanında durduğunu görebiliyordu. Sarılmaya karşılık vermiyordu.

Herkes neler olduğunu anlamayadursun, Voldemort’un parmakları yılan gibi Harry’nin saçlarını okşuyordu. Aniden Harry’nin saçını kavrayıp onunla yüz yüze gelsin diye başını yukarı kaldırdı. Harry, başı acıyla geriye doğru çekilirken, gıkını bile çıkarmamıştı.

“Hemen şimdi boğazını parçalamalıyım! Ama bu senin için çok kolay bir ölüm olurdu. Hainler ölmeden önce acı çekmeli,” diye tısladı Voldemort. Harry Voldemort’un gözlerine derin derin bakıyor, cevap vermiyordu. Ona asıl hainin kim olduğunu sormak istiyordu.

Voldemort, Harry’yi bırakıp ondan birkaç adım uzaklaştı.

“Sana hep o gereksiz insanları kurtarma isteğinin sonun olacağını söylemiştim. Beni dinlemen gerekirdi.” Ölüm Yiyen’lerden birine, Ginny’yi tutup önüne getirmesini işaret etti.

Ginny, kolundan sertçe çekilip sürüklenirken, acı içinde bir çığlık kopardı. Nigel da, Ginny’nin kucağında sarsılırken kollarında inliyordu. Harry olanları çaresizce izliyordu. Ginny ile Nigel’ı kurtarmak istiyorsa, harekete geçmek için doğru zamanı beklemeliydi.

Ginny, Voldemort’un ayaklarının dibine getirilip bırakıldı. Hemen ayağa kalkmaya çalışmış, ama anca oturabilmeyi başarmıştı. Harry, kıyafetlerine bulaşmış kan lekelerini görebiliyordu. Kızıl saçları kandan keçeleşmiş, elleri –Aman Tanrım!–  elleri fena halde kanlar içindeydi! Hâlâ Nigel’ın küçük bedenini tutuyor, kimsenin onu almasına izin vermiyordu. Harry, küçük çocuğun da ona sımsıkı sarılmış olduğunu gördü. Çocuk şoka girmiş görünüyordu.

Harry öfkeli bakışlarını Voldemort’a yöneltti.

“Onları bırakacağını söylemiştin,” dedi, oldukça kontrollü bir sesle.

Voldemort bir süre kıpırdamadan durdu. Bu, altı ayın üzerine Harry’nin sesini ilk duyuşuydu. Harry konuşurken, o tanıdık sakinlik hissinin içini doldurduğunu hissetmişti. Harry’nin sesi onu daima sakinleştirirdi. Voldemort duygularını hemen bertaraf etti. Bu, onun Harry’si değildi. Böyle hissedemezdi. Harry cezalandırılmak zorundaydı.

“Onları bırakacağım, ama Ölüm Yiyen’lerim birazcık eğlendikten sonra. Anlıyorsun ya, sen geldiğinde onları eğlendireceğime söz vermiştim. Ölüm Yiyen’lerimi eğlenirken izlemenin senin de hoşuna gideceğini düşündüm.” Voldemort tahtına oturup Ölüm Yiyen’lerine işaret etti.

Tam o anda, dört Ölüm Yiyen Ginny’ye doğru ilerledi. Nigel’ı ondan ayırmaya çalıştılar. Ginny onları tekmeleyip Nigel’ı almaya çalışan ellerini ısırarak çığlıklar attı. Çaresizce Harry’ye dönüp gözleriyle ona yardım etmesi için yalvardı.

Ölüm Yiyen’lerden üçü de asalarını Harry’ye doğrultmuş duruyorlardı. Harry hareket ettiği anda onu lanetleyeceklerdi. Ölüm Yiyen’lerden biri ona daha da yaklaşınca, Harry şansını denedi. Adamın karnına bir tekme indirip asasını elinden alarak kalkanını kaldırdı. Diğer Ölüm Yiyen’ler yeterince hızlı davranamamıştı. Harry onlara doğru bir Öldüren Lanet savurup diğer Ölüm Yiyen’i ona yaklaşmakta olan maskeli adamların üzerine fırlattı. Harry’nin lanetle vurulmamak için yalnızca birkaç saniyesi vardı. Voldemort tüm bunları tahtında oturmuş, sakin sakin izliyordu. Harry’nin nasılsa hiçbir yere gidemeyeceğini biliyordu.

Harry, Çataldili’nde bir şeyler tıslayıp yalnızca Voldemort’un kullandığı gizli bir kapıyı açtı. Voldemort şok içinde tahtında doğruldu. Harry’nin bu gizli kapıdan haberdar olduğunu bilmiyordu. Harry açık kapıya doğru koşmaya başladı. Kalkanı ona doğru yağan lanetleri engelliyordu. Ginny kendini ve Nigel’ı Ölüm Yiyen’lerin elinden kurtardığı anda, Harry onu yakaladı. Üçü birlikte gizli kapıya doğru koşmaya başladılar. Harry, diğerleri onları takip etmesin diye, arkasına bir ateş topu yolladı. Riddle Malikânesi’ndeki gizli geçitlerin hepsini biliyordu. Nigel’ı kollarına alıp Ginny’nin yaralı elini tutarak karanlık geçit boyunca koşmaya devam etti. Arkasında, Ölüm Yiyen’lerin alevleri söndürmek için büyüler bağırıp durduklarını duyabiliyordu. Yara izi acıdan patlayacak gibiydi, ama Harry körlemesine geçit boyunca ilerlemeyi sürdürüyordu.

Sonunda yuvarlanarak karanlık bir koridora düştüler. Harry adamların arkasından koştuğunu duyabiliyordu. Voldemort, onun peşine düşmeleri için alevlere müdahale etmiş olmalıydı. Harry karanlık koridor boyunca koştu. Ginny bir anlığına arkasına baktı ve Harry’nin onu hücrelere getirdiğini fark edip dehşete düştü. Burada, duvarlarından zincirler sarkan sıra sıra karanlık hücreler vardı.

“Harry,” dedi Ginny, onun yanında koşarken kesik kesik bir sesle.

“Bana güven,” diye fısıldadı Harry, yara izindeki acı neredeyse gözlerini kör ederken koşmayı sürdürmeye çalışarak.

Gök gürültüsünü andıran bir ses duyduklarında, Ölüm Yiyen’lerin çıkmak için duvarı parçaladıklarını anladılar. Harry bir köşeden dönüp ufak bir odanın kapısını gürültüyle açtı. İçeri koşup arkalarından hemen kapıyı kilitledi. Ginny ufak şömine ile ufacık mobilyaların olduğu odaya baktı. Buranın ev cinlerine ait olduğunu anlamıştı. Harry onu hızla ufak şömineye doğru sürükledi.

“Gir içine!” dedi, ona.

Ginny hemen şöminenin içine tırmandı. Çok fazla küçüktü. İçine sığabilmek için dizlerinin üzerine çökmek ve dirseklerini yanlarında kırmak zorunda kalmıştı. Oldukça zorlu bir yolculuk olacaktı. Harry onun eline Nigel’ı verdi; Harry onu Ginny’nin kollarına verirken, Nigel inlemek dışında ne yapacağını bilemez bir haldeydi.

Harry tam Uçuç Tozu kavanozunun kapağını açmak üzereydi ki, Ginny bir şeyi fark etti. Şömine çok, ama çok küçüktü. Ginny her ne kadar minyon da olsa, Nigel ile birlikte zar zor sığmışlardı. Harry’nin onlarla gelmesinin bir yolu yoktu.

“Harry, dur! Sen nasıl çıkacaksın?” diye sordu, korkuyla.

Harry, bir avuç Uçuç Tozu’nu şömineye fırlatıp yeşil alevlerin yükselmesini sağladı.

“Potter Malikânesi’ne git. Herkes orada,” dedi.

“Harry, hayır! Sensiz hiçbir yere gitmiyorum!” Ginny kendini şömineden çıkarmaya yeltendi, ama Harry onu durdurdu.

“Aptal olma! Hemen gitmelisin! Onlar gelmeden. Lütfen, Ginny, git!” Harry onu yeşil alevlerin içine itti, ama Ginny onsuz gitmeyi reddediyordu.

“Sensiz gitmiyorum! Birlikte gitmeliyiz!” dedi, inatla.

“Ginny, Nigel’ı düşün. Onun hayatıyla kumar oynama. Lütfen git, hemen!” diye yalvardı Harry, ona. Kapıya yaklaşan ayak seslerini duyabiliyordu. Ölüm Yiyen’lerin kapıyı parçalaması an meselesiydi.

Ginny kollarındaki küçük çocuğa baktı. Nigel kollarında inleyip duruyordu. Çaresiz bir halde Harry’ye döndü.

“Lütfen, Harry, bana bunu yapma! Lütfen, seni bırakamam! Başka bir yolu olmalı. Bunu yapamam! Yapamam!” dedi, gözyaşları yanaklarından süzülürken.

Harry ona doğru gelip yüzünü nazikçe ellerinin arasına aldı.

“Yapabilirsin, Ginny. Bunu benim için yap! Senden bu zamana kadar hiçbir şey istemedim. Lütfen, bunu benim için yap,” dedi Harry ve eğilip Ginny’yi dudaklarından öptü.

Ginny, Harry’nin dudaklarının kendi dudaklarına değmesi dışında bir şey hissedemiyordu. Harry onu çekip ona yüreğini parçalayacak kadar derin bir sevgiyle baktı.

“Git,” dedi.

Ani bir patlama oldu ve ufak odanın kapısı Ölüm Yiyen’lerin çabalarıyla sarsıldı.

Harry ondan uzaklaştı. Ginny yeniden Nigel’a bir bakış attı ve kahverengi gözlerini kaldırıp bir kez daha Harry’ye baktı. Usulca, “Potter Malikânesi,” diye fısıldadı.

Yeşil alevler Nigel ile onun etrafını sardı. Ginny, yeşil alevler onu yutup oradan götürmeden önce, Harry’den gözlerini bir an olsun ayırmamıştı. Son gördüğü, kapının parçalanırcasına açıldığı ve bir dolu lanetin doğrudan Harry’nin üzerine yağdığıydı.

Ginny şömineden dışarı düşerek yumuşak bir halının üzerine kondu. Deli gibi titriyordu. Bir çift elin onu tutup kaldırdığını hissediyor, annesinin yüzü gözlerinin önünde dalgalanıyordu. Kollarında hâlâ Nigel’ı tutuyor, bir eliyle de durmadan ağlayan annesine tutunuyordu.

Molly ağlayarak tekrar tekrar kızını öpüp duruyordu. Ginny birinin Nigel’ı ondan almaya çalıştığını hissediyor, ama içgüdüsel olarak onu tutmaya devam ediyor, bırakmıyordu.

“Ginny, tatlım. Artık bırakabilirsin,” diyen babasının sesini duydu ve küçük çocuğu bıraktı.

Frank ile Alice’in rahatlamış bir halde ağlaya ağlaya evlatlarına sarılışını gördü. Nigel şoktan çıkıyor gibi görünüyordu. Küçük kollarını annesinin boynuna dolarken bağıra bağıra ağlamaya başlamıştı.

Ginny’yi birileri çekiyor, kucaklıyor ve öpüp duruyordu. Kendini onlardan kurtarmak ve Harry’ye yardım etmelerini söylemek istiyordu. Onu kurtaranın Harry olduğunu ve şimdi de onun kurtarılmaya ihtiyacı olduğunu söylemek istiyordu.

Odanın bir köşesinde duran James ile Lily’nin görüntülerini yakaladı. Ona öyle bakıyorlardı ki, Ginny daha beter ağlamaya başladı.

James ile Lily’nin oğullarının kayıp olduğunu anladıklarının üzerinden bir saat geçmişti. James, Harry ile çocukları kontrol etmeye çıkmış ve diğer üçünün yerde yatan baygın bedenlerini bulmuştu. Onları uyandırdıktan sonra, üçü de herkese Harry’nin Ginny ve Nigel’ı kurtarmak için gittiğini söylemişti.

Harry’nin de, Ginny ve Nigel’la birlikte döneceğini umut ederek beklemişlerdi. James, doğrudan ona bakan Ginny’nin gözlerine baktı. Ginny başını hafifçe sağa sola sallamış, ardından gözyaşlarına boğulmuştu. James biri kalbini parçalarına ayırmış gibi hissediyordu. Ginny’nin ona olan bakışlarındaki manayı anlamıştı. Ginny’nin gözlerindeki yas açıkça okunuyordu. Harry eve dönmüyordu.

* * *

#74: Bir Kahramanın Acıları için tıklayın!

Çeviren: Tuba Toraman

14 Yorum

Bir Yorum Ekle

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir