Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #75: Her Şeyin Sonu

Karanlık Prens - İçimdeki Karanlık #75: Her Şeyin Sonu

GİRİŞ İÇİN TIKLAYIN.

72. BÖLÜM

73. BÖLÜM

74. BÖLÜM

Lord Voldemort’un o karanlık gece, Harry Potter‘ı öldürmeyip kendi oğlu gibi büyütmeye karar verdiği alternatif bir hayran hikâyesine ne dersiniz?
ÖNEMLİ BİR NOT: Karanlık Prens serisinin ilk cildi İçimdeki Karanlık hikâyesinin yeniden yazılmış bölümleri 57. bölümle sınırlıydı. Yazar bu maceranın yeni versiyonunu uzun süredir yazmadığı için, kalan bölümlerin yeni versiyonunu eskisiyle bağlayarak yayınlama kararı aldık. Bundan böyle bölümler, Tuba Toraman‘ın düzeltisiyle karşınızda olacaktır. Karşınızda İçimdeki Karanlık cildinin yetmiş beşinci bölümü!

bölüm 75

Her Şeyin Sonu

Snape planın üzerinden son bir kez geçerken, James ise gergin bir şekilde küçük oğlunu izliyordu. On üç yaşındaki oğlunun böyle bir riske girmesine izin veriyor olduğuna inanamıyordu. Ama gel gelelim, Harry’yi kurtarmanın başka hiçbir yolunu bulamıyordu. Snape’in planı çok riskliydi ve neredeyse her şey ters gidebilirdi, ama başarmaları için çok küçük bir umut da olsa ellerindeki tek plan buydu.

“Evet, anlaşıldı mı? Bir daha tekrarlamayacağım,” dedi Snape huysuz huysuz, her iki çocuğun da yüzündeki kaygılı ifadelere bakarak.

“En önemli şey, zamanlama. Bu kısmı çok ama çok dikkatlice planlamalıyız. Eğer acele edersek, her şeyi kaybederiz,” dedi Snape, odadaki kalabalığa. Gitmek için ayağa kalktı. Draco’ya onunla gelmesini işaret etti ve çocuk da hızla ona doğru ilerledi.

“Birkaç saat sonra güneş doğacak. Bakan’la Bakanlık’a gelir gelmez konuşacağım. Görevi gerçekleştirmek üzere Yoldaşlık’taki ve Bakanlık’taki bütün Seherbaz’lar hazır olacaklar,” dedi Dumbledore, onlara.

Dumbledore, Snape ve Draco, Longbottom ailesinin ardından Malikâneden ayrıldılar. Molly ise ailesinin geri kalanını bir araya getirip dört çocuğa da güçlerini toplamaları için en azından birkaç saat uyumaları gerektiği konusunda söylemlerde bulunup onları yataklara gönderdi. Gel gelelim, Arthur ile o yeniden oturma odasına dönüp perişan haldeki Lily’yi yatıştırmaya çalışarak onun yanına oturdular. Remus ile Sirius ise tıpkı James gibi berbat görünüyorlardı.

James bir sandalyeye çöktü. O gece hiçbirinin uyumayacağını biliyordu. Güneşin doğmasına birkaç saat kalmıştı ve tüm vücudu ağrılardan kırıldığı halde, James istese de dinlenemeyeceğinin bilincindeydi. Aklının içinde, o gün olanlar ve olacak olan tüm senaryolar dönüp duruyordu. Yarın bu zamanlarda ne olacağını düşünmeden edemiyordu: ya her iki oğluna da sağ salim kavuşacak ya da her ikisini birden kaybedecekti.

* * *

Harry nasıl olup da kendinden geçebildiğini merak ediyordu. Vücudu baştan ayağa keskin ağrılarla sarsılmaya devam ediyordu. Belli bir yerde bilincini kaybetmiş olmalıydı. Yanında bir hareketlilik sezince uyanmıştı. Gözlerini açmak için mücadele verdi ve bir figürün tepesinde dikilmiş durduğunu fark etti. Tıpkı ayakları gibi, elleri de zincirlerle bağlı olduğu için kendini korumak adına elinden hiçbir şey gelmezdi. O yüzden yanında kimin olduğunu ya da ona şimdi ne yapacağını umursamadan yatmaya devam etti.

Boynunun altına bir elin değdiğini ve başını kibarca kaldırdığını fark edince şaşırdı. Soğuk bir bardağın kupkuru dudaklarına değdiğini hissedince birisinin ona içmesi için su getirmiş olduğunu fark etti. Deli gibi susadığı için içebildiği kadar çok su içmeye çalıştı. Her şey bir yana, gece de sıcak bir yaz havasındaydı.

Harry daha fazla yutamayınca başını geri çekti ve gözlerini kırpıştırarak karanlığın içinde kimin durduğunu görmeye çalıştı. Ona bu şekilde yardım edebilecek tek bir kişinin olduğunu biliyordu.

“Malfoy,” diye fısıldadı Harry.

Yanında bir asanın ışığı yanarak, Harry’nin Lucius Malfoy’un endişeli yüzünü görmesini sağladı. Malfoy, Harry’nin kalkıp duvara yaslanmasına yardım etti. Yaralı sırtı sert duvara değince, Harry boğuk bir inilti çıkardı. Vücudunda hafif bir kumaşın varlığı hissedince, Malfoy’un tişörtünü üzerine giydirmiş olduğunu fark etti. İçinden ona minnet duydu.

“Biraz daha iç,” dedi Lucius.

Harry boyun eğip biraz daha su içti ve sonra, dinlenmek için başını arkasındaki duvara yeniden yasladı.

“Böyle bir şeyin geleceğini hiç düşünmemiştim,” dedi Lucius, üzgün bir şekilde. Harry ona bakmak için kapalı tuttuğu gözlerini açtı.

“Ben de öyle,” dedi Harry. Duvara karşı biraz kıpırdanıp sarışın Ölüm Yiyen’le göz göze geldi.

“Ve ne bildiğimi de. Anlaşılan, etrafımda gerçekte neler olup bittiğini hiç anlamamışım,” dedi Harry, acı içinde.

Lucius kıpırdamadı; Harry hayatında ilk defa onun utanç içinde göründüğünü fark etti. Gözlerini ondan kaçırıp başını eğmişti.

“Harry, anlamak zorundasın. Sen çocukken olanlar… biz… yapılması gerekiyordu. Bizi terk etmemeni sağlamanın tek yolu buydu. Biz senin canını hiçbir zaman senden nefret ettiğimiz için yakmadık…”

“Ama beni umursamadınız da. Umursamış olsaydınız, tüm o şeyleri bana yapamazdınız,” diyerek araya girdi Harry.

Malfoy cevap vermek yerine, gözünü dikip ona baktı; söyleyecek bir cevabı yok gibiydi.

“Gerçi seni suçlamıyorum,” diye devam etti Harry, gözlerini ondan ayırarak.

“Sen sadece emirleri uyguluyordun, tıpkı… tıpkı Bella gibi.” Malfoy, Bella’dan bahsederken Harry’nin yüzünden geçen ıstırabı gördü.

“Benim suçladığım yalnızca bir kişi var; tüm bu olanların tek sorumlusu o. Beni evimden kopardı, ailemden ayırdı ve sonra da, bana işkence etti. Hayatımı paramparça etti. Tüm bunların sorumlusu, Voldemort. Beni çok umursuyormuş gibi davranarak beni büyüttü, bana baktı ve ben geçmiş acılarımla pençeleşirken beni teselli etti! Tüm o zaman boyunca bana acı çektirenin kendisi olduğunu biliyordu. Kendisine ‘baba’ dememi sağlayan o adam, sonrasında, bana hiçbir ailenin çocuğuna yapmayacağı şekilde işkence etti!” diye bağırdı Harry, gözlerinde parlayan yaşlarla. Ama gözyaşlarının yanaklarına süzülmesine izin vermiyordu. Küçükken zaten yeterince gözyaşı dökmüştü. Daha fazlasını dökmeyecekti.

“Harry…” diye araya girdi Malfoy.

“Sakın! Sakın kendini aklamaya çalışma. İşe yaramaz,” dedi Harry, gözlerini yeniden kapatıp yaralı vücudundan gelen acıyı duymazdan gelmeye çalışarak.

“Kendimi aklamaya çalışmayacağım. Artık zaten bir anlamı olduğunu da sanmıyorum. Ben sadece demek istedim ki… seni neyin beklediğini biliyorsun. Onu, gitmene izin vermeyeceğini bilecek kadar iyi tanıyorsun; hatta gitmeni kendisi çok istese bile. Seni diğerlerine ibret olarak gösterecek. Sen sadece… sadece onun üzerine gitme, yeter. Onu sinirlendirecek bir şey söyleme. Yapman gerekiyorsa da yalvar gitsin, işleri kendin için biraz olsun kolaylaştır,” dedi Malfoy ve sustu; Harry’ye yakında olacakları düşünmeye katlanamıyordu.

Harry tatsız bir şekilde güldü ve Lucius’un endişeli yüzüne baktı.

“Merak etme, Malfoy. Onunla savaşmayacağım. Onu yenme fırsatı elime geçmiş olsa bile, ona zarar verebileceğimi hiç sanmıyorum. O beni hiçbir zaman umursamamış olabilir, ama ben onu umursadım. Ayrıca, sen de beni, boyun eğmeyeceğimi bilecek kadar iyi tanıyorsun. O bana ne yaparsa yapsın, ona teslim olmayacağım. Ona hiçbir şey için yalvaracak değilim,” diyerek sözlerini tamamladı Harry.

Gülümseme sırası şimdi Malfoy’daydı. Elini uzatıp kibarca Harry’nin yanağına dokundu.

“Bunu söyleyeceğini biliyordum,” dedi, hüzünle.

Sonra da başka hiçbir şey söylemeden ayağa kalktı ve tıpkı oğlu gibi sevdiği bu çocuğa bir kez daha dönüp bakmadan yürüyüp uzaklaştı.

Lucius Malfoy

* * *

Güneş doğar doğmaz, Snape Riddle Malikânesi’ne doğru yürümeye başladı. Plan eyleme geçmeden önce, Draco’yu kendi malikânesine götürüp birkaç saat uyuması için ikna etmişti. Çocuk ona boyun eğip odasına gittiğinde, Snape kendisinin gözünü bile kırpamayacağını biliyordu. İşkence gibi bir dinlenme süreci geçirmişti. Çok büyük bir kurtarma planı yapmışlardı. Tek bir şey bile ters gidecek olsa, Draco, Harry ve Damien’la birlikte, kendi hayatı da oldukça ani ve acı bir sonla noktalanacaktı.

Snape, Ölüm Yiyen’lere ait olan odaya doğru açılan kapılara yaklaşırken, birinin ona seslendiğini duydu.

“Snape! Nerelerdeydin?”

Snape yerinde dönüp Macnair’ın karşısında dikildiğini gördü. Yüzüne ifadesiz bir maske yerleştirmişti. Macnair’le de pek iyi geçindiği söylenemezdi.

“Yapacak işlerim vardı. Neden?” diye sordu, sert ve kısa bir dille. Ölüm Yiyen’lerle konuşurken her zaman böyle konuşurdu.

“Tüm eğlenceyi kaçırdın da ondan! Dün gece o hain bizim elimizdeydi!” diye cevap verdi Macnair, neşeli bir şekilde.

Snape duygularını ve tepkilerini saklamakta oldukça usta biriydi, o yüzden Macnair, Snape’in kalbinin teklemiş olduğunu hiçbir şekilde anlamadı.

“Karanlık Lord, onu tüm gece odada bırakmanızı emretti, sanıyordum. Cezadan sonra hepimize gitmemizi söylemişti,” dedi Snape.

“Evet, öyleydi, ama sonra fikrini değiştirdi. Bana ve birkaç kişiye onu hücrelere götürmemizi ve öldürmediğimiz sürece ona istediğimizi yapabileceğimizi söyledi,” diye cevapladı Macnair, suratında kendinden memnun bir ifadeyle.

Snape, Voldemort’un tam olarak böyle söylemiş olmasından bir hayli şüpheliydi, ama sessizliğini korudu.

“Bundan yeterince eğlendiğinizi anlıyorum, o zaman?” diye sordu Snape, ses tonunda hiç umurunda olmadığını belli eden bir tavırla.

Macnair deli gibi pis pis sırıttı.

“O piç kurusundan ne kadar nefret ettiğimizi biliyorsun. Burası onunmuş gibi kasıla kasıla yürür dururdu! O zamandan beri ona bağırta bağırta işkence etmeyi nasıl isterdim, bilemezsin. Dün gece ise fırsat elime geçti. Mükemmeldi!” dedi Macnair, keyifle.

Snape hiçbir zaman işkence oyunlarına dâhil olmazdı. İşkenceden tüm benliğiyle nefret ederdi. Genç bir Ölüm Yiyen iken bile, sadece öldürüp işine bakmayı tercih ederdi. Gerçi, Voldemort’un güvenini kazanmak için yapmak zorunda olduğu durumlar da olmuştu. Macnair ise onun tam tersiydi. Nott’la iyi geçinirlerdi ve her ikisi de mahkûmlara işkence edip eziyet çektirmeye bayılırdı.

“Pekâlâ, madem dün gece bu kadar eğlendiniz, o zaman benim de eğlenmemem hiç adil olmaz,” dedi Snape, sağlam bir sesle.

Macnair, Snape’e yüzünde bir şaşkınlık ifadesiyle baktı.

“Sen mi? Ama senin işkenceden nefret ettiğini sanıyordum. Üstüne başına kan bulaşmasını da sevmezsin!”

“Evet, sevmem, ama bu bir istisna. O piç kurusunun bana Hogwarts’ta ne azaplar çektirdiğini bilemezsin. Şimdi ise ipler benim elimde.”

Macnair gülümsedi ve Snape’e hücrelere doğru eşlik etti. Snape’in kalbi göğsünde deli gibi çarpıyordu. Harry dün gece Ölüm Yiyen’lerin eline teslim edildiyse, kim bilir şuan ne haldeydi? Ondan geriye kurtarılacak bir şey kalmış olabilir miydi?

Hücrelere yaklaşırlarken, Harry’nin acıyla haykırdığını ve onun yanında birilerinin gülüştüğünü duyunca, Snape’in tüyleri diken diken oldu. Anlaşılan, Ölüm Yiyen’lerin birkaçı hâlâ onun yanındaydı.

Snape, köşeyi dönerken yüzünün ifadesini değiştirmemeyi başarmıştı. Harry kanayan bilekleriyle hücrenin ortasında asılı duruyordu. Tişörtü parçalanmış, kana bulanmıştı ve pantolonu da kan revan içindeydi. Bilincini kaybetmenin eşiğinde görünüyordu. Etrafını saran üç Ölüm Yiyen vardı ve ellerinde bir şey tutuyorlardı. Onların ne tuttuğunu gördüğünde, Snape’in midesi yalpaladı. Ellerinde kızgın ocak demirleri tutuyorlar ve sırayla çocuğun çoktan yanmış bedenine değdirip duruyorlardı.

Adamlardan biri kızgın demiri sırtına bastırdığında, Harry yeniden çığlığı bastı. Istıraptan yanıp tutuşuyordu ve Snape, Harry’nin sırtının kırbaç darbeleri yüzünden henüz iyileşmediğini biliyor, düşündükçe de midesi bulanıyordu.

Kızgın demir kaldırıldığında, Harry kesik kesik nefesler alarak bedenini öne attı. Başka bir Ölüm Yiyen de kızgın demiri bastırınca, Harry’nin nefes alacak şansı bile olmamıştı. Ölüm Yiyen şeytan gibi sırıtıp elindeki demiri Harry’nin dizlerinin arkasına tuttu. Harry’nin çığlıkları hücre boyunca yankılanıyor, onun çığlıkları Snape’in yüreğini sıkıştırıyordu.

“Bakın, eğlencemize katılmaya kimler geldi!” dedi Macnair, Snape’le birlikte hücreye girerken. Diğer adamlar Snape’i meraklı bakışlarla süzüyordu.

“Eğlenceli olacak,” dedi Macnair ve üç adam Harry’den uzaklaştı. Aralarından biri elindeki demiri Snape’e verdi. Snape demiri alıp temkinli bir şekilde yürüyerek Harry’nin önüne geldi.

Harry, ıstırap dolu yeşil gözlerini açıp Snape’e baktı. Hiçbir şey söylemedi. Snape, onun nefes almak dışında başka hiçbir şey yapmaya mecali olmadığından şüphelendi. Elindeki kızgın demiri kaldırıp Harry’nin yüzüne doğru tuttu ve işkence halindeki çocuğun kendini geri çekişini izledi.

“Bu, Hogwarts için!” diye tısladı Snape, öfkeli bir sesle.

Harry gözlerini kapatıp kendini gelecek felakete hazırladı. Ancak, beklediği gibi yüzüne değen kızgın demiri hissetmek yerine, mırıldanan bir büyü ile boğuk inleme sesleri duydu.

Harry gözlerini açtığında, dört Ölüm Yiyen’in hücreden çıkmakta olduğunu görünce gözlerine inanamadı. Yüzlerinde afallamış ifadeler vardı ve nerede olduklarını bilmiyorlarmış gibi yürüyorlardı.

Harry, hâlâ önünde durmakta olan Snape’e doğru başını çevirdi; bir elinde kızgın demir, diğer elinde asasını tutuyordu. Snape, Harry’nin afallamış ifadesine bakıp sırıttı.

“Sanırım, Şaşırtma Büyüsü’nün işe yaramaz bir büyü olduğunu artık düşünmüyorsunuzdur, Mr Potter,” diye fısıldadı ona.

Harry, Snape’e hem utanmış hem de minnettar bir ifadeyle bakmayı başarmıştı; çünkü hemen ardından, gözleri yuvalarında dönerek bayılmıştı.

* * *

Potter Malikânesi şimdiden ağzına kadar insanla dolup taşıyordu. Daha henüz öğle vaktiydi ve Yoldaşlık’ın çoğu oraya çoktan gelmiş, eylem planlarını titizlikle çalışıyorlardı. Snape’in planı Yoldaşlık’a iletilirken, havada elle tutulur bir gerginlik oluşmuştu. Çoğu, Damien ile Draco’nun kullanılmasına karşıydı. Bu, onlardan beklenemeyecek kadar ciddi bir işti. Uzun süren tartışmaların ardından ise, herkes bunun başka bir yolu olmadığında hemfikir olmuştu.

James kimseyle konuşmamaya özen gösteriyordu. Hayatında hiç bu kadar gergin ve kaygılı olmamıştı. Harry’ye şuan neler olduğunu düşünmemek için kendini zorlayıp duruyordu. Düşünmeye devam ederse beyninin sonunda infilak edeceğini biliyordu. Oğlu acı çekiyordu; bu oğul, onu geri almak için herkesi karşısına aldığı oğluydu. Bu oğul, onu korumaya antlar içtiği oğluydu. Harry’yi yeniden yüz üstü bırakmıştı ve Harry, Voldemort’un ve onun Ölüm Yiyen’lerinin ellerinde ne yaşıyorsa, hepsi James’in suçuydu. Kendini suçlu hissediyordu. Bunun olmasına nasıl izin vermişti?

Lily gelip onun yanına oturunca, içine daldığı acıklı düşüncelerinden bir anda koparıldı. Lily, onun ellerini alıp kendi ellerine koydu ve ona gözlerinde derin bir hüzünle baktı.

“Yapma,” diye fısıldadı yumuşak bir sesle, ona.

“Neyi?” diye sordu James, ne demek istediğini anlamayarak.

“Kendini suçlama. Bu senin suçun değil,” dedi Lily, ona.

James, Lily’ye, onun düşüncelerini nasıl bu kadar iyi bildiğinin merakıyla baktı.

“Kılkuyruk onu bizden aldığında da tıpkı bu şekilde görünüyordun. O zaman da kendini suçlayıp durmuştun. Biz o zaman ondan vazgeçerek bir hata yaptık. Ama bu sefer yapmayacağız. Harry’yi geri getireceğiz!” dedi Lily ona, gerçekte hissettiğinden çok daha güçlü bir inançla.

James minnettarlıkla kollarını kaldırıp karısına sarıldı. Onu bu kadar güçlü görmeyi beklemiyordu. Genelde teselli eden kendisi olurdu, ama şimdi onun sözlerinin ferahlığıyla kendini buna inandırmak istiyordu.

Şöminedeki alevler yeşil renge döndü ve James başını kaldırıp baktığında, şömineden aceleyle çıkan iki çocuk gördü. James de Lily de ayağa fırladılar. Onları görmeyi hiç beklemiyorlardı.

“David! Darrell! Siz ikiniz burada ne yapıyorsunuz?” diye sordu Lily, kardeşleri tanıyarak.

Çocukların ikisi de cüppelerindeki tozları süpürüp Lily’ye doğru ilerlediler.

“Yoldaşlık üyesi de Seherbaz da olmadığımızın farkındayız, ama Harry’ye yardım etmeden oturmayı kaldıramadık. Ona çok şey borçluyuz,” dedi David, yüzünde azimli bir ifadeyle.

Lily ne diyeceğini bilemiyordu. Harry’nin onların hayatını kurtardığını biliyordu, ama bu iki çocuğun bu yürekten davranışına içten içe hayret etmeden de edemiyordu. Voldemort ve onun Ölüm Yiyen’leriyle savaşmak kolay olmayacaktı ve bundan on yıl kadar önce kaçırılıp işkenceye maruz kaldıkları o yere geri dönmek zorunda kalacaklardı. Lily, çocuklara sıcacık gülümseyip yüzünü James’e döndürdü. Bir iki saniye sonra ise şöminede Amelia Bones belirmişti.

Damien ile diğer üçlü odaya girdiler. Eve hâkim olan karmaşadan ve gerginlikten uzakta, yukarıda oturuyorlardı. Bir süre kendilerine kalmaları, onlar için daha iyi olmuştu. Onlar odaya girer girmez, Fred ile George da ellerinde sayısız kutuyla eve geldiler. Onlar şömineden çok sayıda ağır kutuyu çıkarmak için cebellenirken, herkes dönüp onları izliyordu.

“Yok canım, siz hiç yardım etmeyin! Biz hallederiz!” diye bağırdı Fred, sinir olmuş bir halde.

Ron ile Damien hızla harekete geçerek, yanlarında David ve Darrell’la, onlara doğru koşup kutuları şömineden çıkarmalarına yardım ettiler.

“Merlin aşkına… Fred! George! Ne bunlar?” diye sordu Molly, onlara yüzünde sinir bozucu bir ifadeyle bakarak.

“Neye benziyor? Mallarımız, tabii ki de. Bir süredir bunun üzerinde çalışıyorduk,” diye cevapladı George, son kutuyu da şömineden çıkarırken.

Molly, ikizlere gözlerine inanamıyormuşçasına bakıyordu.

“Ne cüretle!” diye tısladı onlara, öfkeyle.

“Hem de böyle bir zamanda! Siz ikiniz ne zaman bu kadar duyarsız oldunuz? Şimdi mallarınızı pazarlamanın zamanı mı?” diye sordu, yüzü saçıyla aynı renge dönüşürken.

“Anne, sakin ol! Bizi tamamen yanlış anladın. Biz kimseye bir şey pazarlamaya gelmedik. Ölüm Yiyen’lere karşı kullanılması için en iyi ürünlerimizi toplayıp getirdik,” dedi Fred, kendini yakınlardaki bir sandalyeye bırakırken.

Molly yine de oldukça sinirli görünüyordu.

“Sizler silah yapmıyorsunuz. Şaka şeyleri yapıyorsunuz. Bunun ne gibi bir faydası olacak?”

Fred ile George birbirlerine baktılar.

“Pekâlâ, sen bizi her zaman şaka ürünlerinin çok… tehlikeli olmasıyla suçlarsın, değil mi? Ve evet, bu konuda kaygılanmakta haklıydın,” dedi Fred, kutulardan birini açmak için harekete geçerek.

“Bu, aylardır üzerinde çalıştığımız bir ürün ki, henüz bitirmediğimize göre oldukça da tehlikeli bir ürün. Biz hiçbir ürünümüzü makul güvenli boyuta getirene kadar hiçbir zaman ortaya çıkarmadık. Ancak, Ölüm Yiyen’ler gibi pislikler için oldukça uygun kıvamdalar!” dedi George.

Odadaki herkes gözünü dikmiş ikizlere bakıyordu. İkizler ürünlerini çıkartıp nasıl çalıştıklarını gösterirken, onları izlediler. Patlayan havai fişeklerden, asit toplarına ve hatta ne yaparsan yap kaşınmayı durduramadığın kaşınma tozlarına kadar her şey vardı.

“Bu ürün harika, ama biz bunları niye kullanalım ki? Sonuçta, asalarımızla düello edeceğiz,” dedi Tonks, sivri dişleri olan ve oldukça kötü bir tuzağa benzeyen şeyi incelerken.

“Seherbaz’lar Ölüm Yiyen’lerle düello etmekte harika olabilirler, ama biz geri kalan zavallıların onlarla savaşırken bir yardım eline ihtiyacı olacak, özellikle de sayıları çok olursa,” diye cevapladı Fred.

fred ve george weasley

“Çocuklar, siz gelmiyorsunuz…” diye araya girdi Arthur, ama ikizler çoktan bağrışmaya başlamışlardı bile.

“Tabii ki, geliyoruz! Ailemizin geri kalanı giderken, ki en küçükleri bile buna dâhil, biz de geliyoruz!” dedi Fred, Ron ile Ginny’ye bakarak.

“Evet, üstelik o bizim kız kardeşimizin hayatını kurtardı, hem de birden fazla kez. Biz de ona yardım edeceğiz,” dedi George. İşte bu, Arthur ile Molly’nin bakışlarını yumuşatan şey olmuştu.

Daha başka bir şey söylenemeden, şöminedeki alevler yeşile döndü ve Dumbledore aceleyle şömineden çıktı. İnsanlarla dolu odanın içine doğru yürüdü. Mavi gözleri önce odayı taradı, sonra da her birine seslendi:

“Bakan’la görüştüm. Herkesin Bakanlık’a geçmesini istiyor. İz Sürücü’yü oradan takip edeceğiz. Herkes mutlaka orada olsun. Diğer Seherbaz’lar da orada toplanacaklar.”

Kalabalık yavaş yavaş Bakanlık’a doğru yola çıkmak üzere hazırlandılar. James, Damien’ın Riddle Malikânesi’ne gitmesine birkaç saat kaldığını fark etti ve göğsü kalbinde deli gibi atmaya başladı.

Damien’ı, arkadaşlarıyla giderken bir anda tutup hiçbir şey söylemeden kollarına aldı. Damien oldukça solgun görünüyordu ve sakin kalmaya çalışsa da, kalp atışları yine de yavaşlamıyordu.  Elleri titriyor ve ne zaman aklına Voldemort’la yüzleşeceğini getirse, midesi fena halde bulanıyordu.

“Damy, hâlâ zaman var. Eğer yapmak istemezsen…” dedi James, ama devamını getiremedi.

Damien tüm gücünü topladı ve babasına cesaret verici bir gülümsemeyle baktı.

“Her şey yolunda gidecek, baba. Göreceksin.”

* * *

Plan özünde oldukça basitti. Snape, yanında Draco ve Damien’la birlikte Riddle Malikânesi’ne gidecekti. Üzerinde Lahyoo Jisteen’ı buldukları için Damien’ı Voldemort’a teslim edeceklerdi. İz Sürücü taşa yerleştirilmişti, böylelikle Bakanlık’ta bekleyen Seherbaz’lar Riddle Malikânesi’nin yerini saptayabilecekti. Seherbaz’lar gerekli bilgiyi alır almaz ise tam kadro gelip Voldemort ile onun Ölüm Yiyen’lerini pusuya düşüreceklerdi. Böylece Harry’yi kolaylıkla kurtarabilecek, Voldemort’u da yakalamak için iyi bir fırsat elde edeceklerdi.

Gel gelelim, tüm planı bir çırpıda yok edebilecek bir iki ufak problem de vardı. Öncelikle, Draco’ya oldukça çok iş düşüyordu, çünkü Voldemort ona güvenmiyordu. Harry’nin en iyi arkadaşı olduğu için duygularını bertaraf etmeli, Voldemort’a olan sadakatini ispatlamalıydı. Ve bunu, çok büyük ihtimalle, Harry’nin karşısında yapmak zorunda kalacaktı. Draco, gerçek sadakatinin Harry’ye değil, Voldemort’a olduğunu ispatlamak için var olan tüm Zihinbend yeteneğini konuşturmalıydı. Lucius Malfoy da, oğluyla arası limoni olan bir baba olarak sorun teşkil ediyordu. O da her şeyi mahvedebilirdi. Ama gel gelelim, Draco dışında, Damien’ı elinde tutabilecek başka kimse yoktu; onda Karanlık İşaret olmadığı için fiziksel olarak Damien’ı tutup Voldemort’a götürebilecek tek kişi oydu. Voldemort’a, Damien’ın Draco’ya güvendiği söylenecekti. Onu Harry’nin arkadaşı sandığını ve ona yardım etmeye çalışırken yakalandığını anlatacaktı.

İkinci önemli problem ise zamanlamaydı. Onlar Malikâneye girdikleri anda Malikânenin çevresi koruma büyüleriyle çevrili olduğu için İz Sürücü sapıtacaktı. İz Sürücü’nün yeniden doğru düzgün çalışması için ihtiyaçları olan tahmini süre yaklaşık yirmi dakikaydı. Yine de, İz Sürücü’nün tam anlamıyla çalıştığından emin olmak için yarım saatte anlaşmışlardı; tam yarım saat sonra Seherbaz’lar, koruma büyüleriyle korunan Malikânenin önünü kuşatacaktı. Bu da, Damien’ın, taşı Voldemort’a vermeden önce onu oyalaması gerektiği anlamına geliyordu. Damien taşı kimsenin ondan zorla alamayacağını biliyordu, o yüzden taşı vermeden önce kontrol onun elinde olacaktı. Gel gelelim, Voldemort’un taşı vermeye zorlayacağını, hatta bunu muhtemelen Harry’yi kullanarak yapacağını da biliyordu. Damien, bununla nasıl baş edeceğini kestiremiyordu. Ağabeyinin gözlerinin önünde işkence görmesinin düşüncesini bile kaldıramıyordu; özellikle de onun yüzünden.

Son problem ise Damien’ın kendisiydi. Damien hiçbir zaman sayıca çok düşmanla yüz yüze gelmemişti. Draco ile Snape Voldemort’la başa çıkabilirdi, ama Damien sadece bir iki Ölüm Yiyen’le anca yüzleşebilirdi. Düşmanla yüz yüze kaldığı zamanlarda, hep yanında onu koruyan bir Lahyoo Jisteen ya da Harry vardı. Karanlık Lord’la nasıl yüzleşeceği ise asıl merak edilen konuydu. Bu görevin başarılı olması için en büyük sorumluluk, Damien’daydı. Eğer taşı vaktinden önce teslim ederse, tüm plan suya düşerdi. Seherbaz’ların yer tespiti yapıp oraya gelebilmeleri için zamana ihtiyaçları vardı. İz Sürücü yeniden çalışmaya başlamadan önce taş verilirse, Seherbaz’lar onları kurtarmak için çok geç kalırlardı.

Damien, Riddle Malikânesi’ne giden dik yamaçtan yürüyerek çıkarken, aklından tüm bu detayları geçiriyordu. Planın işlemesi için panik olmamalıydı. Engebeli yolda takılıp düşmemeye çalışarak Draco’nun arkasından ilerliyordu. Snape ise asası ona doğrultulmuş bir biçimde onun arkasından yürüyordu. Damien’ın elleri, kendi yerleştirdiği zincirlerle bağlıydı. Zincirin kısa bir ucu Snape’de, diğer bir ucu da Draco’daydı. Bu işi adamakıllı yapmaları gerekmişti. Ölüm Yiyen’ler onları izliyor olacaktı, o yüzden en küçük bir hata bile yapamazlardı.

Malikâneye doğru yol almadan önce karanlığın çökmesini beklemişlerdi. Bakanlık’tan çıktıklarında gece çökmüştü. Güneş kaybolmuş, etrafa gölgeler hâkim olmuştu. Seherbaz’lar için ne kadar karanlık olursa o kadar iyiydi. Bu onlara bir avantaj sağlayacaktı.

Sıcak bir gece olmasına rağmen, Damien ürperdi. Kalbi ağzında güm güm atıyor, bacakları ağırlığının altında titriyordu. Korkuyormuş gibi davranmasına gerek yoktu, ama Voldemort’la yüzleşeceği için korkudan resmen dehşet yaşıyordu. Cisimlendikleri anda ana kapıda duran Ölüm Yiyen’ler Draco’yu hedef alınca, Snape onun önüne geçti.

Snape onlara bir şeyler fısıldayıp başıyla Draco’yu işaret etti. Tam o esnada, Draco elindeki zincire sertçe asılıp Damien’ı kaba bir kuvvetle kapıların önüne itti. Ölüm Yiyen’ler Damien’a bakıyordu; gözleri anında boynunda sallanan siyah taşlı kolyeye dikilmişti. Adamlardan ikisi ona bakarken, Damien zangır zangır titrememek için var gücüyle mücadele ediyordu. Ona oldukça büyük bir hiddet ve nefretle bakıyorlardı.

İki Ölüm Yiyen de asalarını ona doğru kaldırırken, Damien kaskatı kesilmiş bir halde duruyordu. Tam da beklenildiği gibi, asalardan çıkan rengârenk ışıklar kolyeye dokunamadı bile. Ölüm Yiyen’ler afallamış görünüyorlardı, ama dönüp Draco ile Snape’i her zamanki gibi kontrol etmeye koyuldular. Kontrollerini bitirdikten sonra ise iki adam da kenara çekilip onların kapılara yürümesine izin verdiler.

Snape’in, Malikâneye Cisimlenir Cisimlenmez Damien’a söylediği sözler, Damien’ın kafasının içinde dönüp duruyordu:

“İçeri girdiğimiz anda, tek başınasın. Draco ile ben Voldemort’un yanında hiçbir şeye müdahale edemeyiz. Senin yalnızca kolyeyi zamanında vermen gerekecek. Benim işaretimi bekle. Gerisi tamamen sana kalmış.”

* * *

Dumbledore İz Sürücü’ye odaklanmış bir halde otururken, havaya ciddi bir gerginlik hâkimdi. James, İz Sürücü’yü izleyenin Dumbledore olmasından memnundu. Ondan başka kimseye güvenmiyordu. İçinde bulundukları oda ağzına kadar insanla doluydu, ama tuhaf bir şekilde bir o kadar da sessizdi. Kimsenin ağzından tek bir ses dahi çıkmıyor, herkes Dumbledore’un dikkatini bölmekten korkuyordu.

James, boğazı sıkılıyormuş gibi hissediyordu. Kalbi göğsünde deli gibi çarpmaya devam ediyordu. Resmen on üç yaşındaki evladını Snape ve Draco’yla birlikte Voldemort’un evine göndermişti. Aklı ona sürekli bir şeylerin ters gideceğini söyleyip duruyordu.

James, odadaki kalabalığa şöyle bir göz attı. Herkes gergin ve sinirli görünüyordu. Remus, Sirius, Weasley ailesi ve Longbottom’lar da aynı durumdaydı – ki bu anlaşılır bir durumdu. Her biri Harry’ye yürekten bağlıydı ve onu içtenlikle önemsiyorlardı. Diğerlerinin bu halde olmasının sebebi ise Voldemort’u kendi evinde pusuya düşürecek olmaları fikriydi.

Dumbledore başını kaldırıp Bakanlık’a geldiklerinden beri ilk kez konuşmaya başladığında, James düşüncelerinden sıyrıldı.

“İz Sürücü şuan sapmış durumda. Riddle Malikânesi’ndeler.”

* * *

Malikâneye girerken Damien’ın etrafı inceleme şansı olmamıştı. Burası neredeyse Hogwarts kadar büyük görünüyordu, ama ürpertici bir havası vardı. Damien, buraya gündüz vakti gelmiş olsaydı, içerisini yine karanlık bulacağından emindi. Harry’nin burada büyümüş olduğunu hayal dahi edemiyordu. Burası çok ölü gözüküyor, dünyanın geri kalanından koparılmış gibi bir hava veriyordu.

Draco elindeki zinciri yeniden çekince, Damien öne doğru yalpaladı. Damien ona kaşlarını çatıp baksa da yürümeye devam etti. Draco’dan içten içe çok etkilenmişti. Genç Slytherin yüzüne ifadesiz bir maske takmakta oldukça iyiydi. Gözleri soğuk bakıyor, hiçbir duyguyu belli etmiyordu – ki Damien, Draco’nun da en az onun kadar korktuğunu biliyordu.

Snape, Hogwarts koridorlarında yürürmüş gibi yürüyor, öğrencilere cezalar dağıttığı hali gibi görünüyordu. Voldemort’un odasına açılan meşe kapıları görünce, Damien’ın kalbi sıkışır gibi oldu. Derin bir nefes alıp kendi kendine bunu yapabileceğini söyledi. Başarabilirdi.

Kapılar açıldı ve Damien, zamanının en karanlık büyüsüne ait olan odanın içine doğru ilerledi.

Üç büyücü odaya girerken, Voldemort koltuk gibi görünen tahtında oturmuş duruyor, hiçbir tepki vermiyordu. Voldemort’u görünce, Damien’ın soluğu kesildi. Gelecek Postası ve bunun gibi birçok gazetede onun resimlerini defalarca görmüştü. Ama bir insanı resimde görmek ile capcanlı karşısında görmek, birbirinden kesinlikle bambaşka şeylerdi.

Damien, Voldemort’un huzuruna çıktıklarında Snape’in ona verdiği talimatları aklına getirdi. Snape Draco’ya ‘Zihinbend yeteneğini sonuna kadar kullanmasını, ona öğrettiği her tekniği uygulaması’nı tembihlemişti. Sonra da, Damien’a dönüp bir süre ona ne söyleyeceğini düşünerek öylece bakmıştı. ‘Sakın onunla göz göze geleyim, deme,’ demişti. Damien ise kendi kendine ‘bunda bir şey yok,’ diye fısıldamıştı. Zaten onunla göz göze gelmek için can atmıyordu.

Damien, zincirlerinden acımasızca çekildiğini hissetti ve Snape ile Draco’nun Voldemort’un önünde diz çöktüklerini fark etti. Draco, elindeki zinciri sertçe çekerek Damien’ı da diz çökmeye zorlamıştı. Damien olduğu yerde durmuş, kıpırdamaya bile cesaret edemiyordu.

“Açıklayın,” diye buyurdu, soğuk ses.

Snape açıklamaya başladı. Damien onun ne dediğine dikkat kesilmeye çalışsa da, aklı Harry’yi görmeye takılmıştı. Onu hiçbir yerde göremiyordu. Snape, Harry’nin Voldemort’un odasında tutulduğunu söylememiş miydi? O zaman onun burada bir yerde olması gerekmiyor muydu?

Draco, Voldemort’un emri üzerine ayağa kalktı. Damien’ın nasıl böyle sakin durabildiğine şaşırıyordu. Draco, iki ayağının üzerinde durmakta güçlük çekiyor gibi görünüyordu. Bacakları ağırlığının altında titriyor ve Voldemort’un bakışlarının onu delip geçtiğini hissedebiliyordu. Ayrıca, babasının da yüzünde bir şok ifadesiyle ona baktığını fark etmişti. Babasını görmezden gelip var olan tüm gücüyle zihninin kalkanlarını sabit tutmaya çalıştı.

“Yani, bana geri dönmeye karar verdin, demek?” diye sordu Voldemort, sert bir ses tonuyla. Damien, onun ses tonundan, Draco’dan hiç hoşlanmadığını anlamıştı.

“Lord’um. Ben sizi hiç bırakmadım. Ben her zaman sizin sadık hizmetkârınızdım,” dedi Draco, onun önünde yerlere kadar eğilerek.

Voldemort yavaş yavaş yerinden kalkıp onlara doğru bir adım yaklaştı. Damien, kalbinin göğsünde patlamak üzere olduğunu hissediyordu. ‘Ah Tanrım, kal olduğun yerde. N’olur yaklaşma,’ diye geçiriyordu aklından.

“Bana bu zamana kadar hiç sadakat göstermemişken, sana inanmamı mı bekliyorsun?” diye tısladı Voldemort, öfkeyle.

Draco o anda ne diyeceğini bilmez bir halde görünüyordu, ama kendini hızlıca toparladı. Zihin kalkanlarını yerinde tutarak cevap verdi:

“Lord’um, davranışlarım için sizden özür dilerim. Har…Harry’nin gazına gelmiştim. Size asla saygısızlık etmek istemedim. Size saygısızlık etmeyi aklımdan bile geçiremem. Ailem sizin hizmetinizde ve ben de onların yolundan gitmekten başka bir şey istemiyorum.”

Voldemort, Draco’nun söylediği hiçbir şeye karşılık vermedi. Kan kırmızısı gözleriyle Draco’yu dikkatlice incelemeye devam ediyordu. Draco maskesinin düşmesine izin vermeden, elindeki zinciri aniden çekip Damien’ı ayağa kalkmaya zorladı.

“Lord’um, size sadakatimi göstermek için bir şey getirdim.” Draco, Damien’ı sertçe tutup onu Voldemort’un önüne itti. Damien başını kaldırıp Voldemort’a bakmaya cesaret edemiyordu. Gözlerini yere sabitlemeye devam etti.

Voldemort, odaya getirildiğinden beri ilk kez Damien’ı fark ediyordu. Onu Nott’un anılarında gördüğünü hatırlamıştı. Bir anda, Nott’un ona yolladığı büyülerin bu çocuğa nasıl çarpmadan yok olduğunu hatırlamıştı. Önünde titreyen çocuğu dikkatle süzüyordu. Büyüleri asasız yolundan saptırmayı başarabilecek güçte bir çocuğa hiç benzemiyordu.

“Onda size ait bir şey var, Lord’um. Ne yazık ki, ben onu ondan alamadım, o yüzden de onu doğrudan size getirdim,” diyerek sözlerini bitirdi Draco.

Voldemort ona daha da yaklaşınca, Damien başını kaldırıp baktı. Draco, siyah taşlı kolye görünsün diye, Damien’ın üzerindeki cüppeyi çekti. Voldemort’un tepkisi korkunç olmuştu. Kırmızı gözleri öfkeden patlayacakmış gibi görünüyordu ve içgüdüsel olarak elini Damien’a doğru uzattı. Ancak, Voldemort Snape gibi geriye fırlatılmamıştı. Elini ona uzattığı gibi, sanki eli yanmış gibi geri çekmişti. Damien’a öldürecekmiş gibi bakıyor, Damien’ın bacakları ise zangır zangır titriyordu.

“Harry,” diye fısıldadı Voldemort. Harry’nin ne yaptığını anlamıştı. Lahyoo Jisteen’ı çalıp bu çocuğu korumak için kullanmıştı. Onun eşsiz taşını çalmış ve onu böyle zavallıca bir amaç için lekelemişti. Voldemort yerinde hızla dönüp arka kapılara konuşlanmış iki Ölüm Yiyen’e baktı.

“Onu buraya getirin!” diye tısladı öfkeyle ve Damien’ın yüreği ağzına geldi.

İki adam eğilip selamlayarak Efendilerinin buyruğu üzerine hızla odadan ayrıldılar. Neredeyse anında, ellerinde kanlar içinde kalmış bir Harry’yi tutmuş sürükleyerek odaya geri dönmüşlerdi; Damien onu gördüğünde, ağzından çıkan çığlığa engel olamamıştı. Ölüm Yiyen’ler, onu yere fırlatıp ellerinde asalarıyla her iki tarafında dikildiler.

Harry orada öylece yatıyordu. Ne doğrulmaya ne de başını kaldırıp nerede olduğuna bakmaya kalkışmıştı. Damien, ağabeyinin bu zavallı halini görünce gözlerinin batmaya başladığını hissetti. Harry’nin kıyafetleri kan revan içinde kalmış, elleri ve bilekleri kanıyor, üzerindeki tişörtünün parçalamış kısımlarından da kanlar akıyordu. Damien onun sırtındaki derin kırbaç izlerini ve yanıkları görebiliyordu. Ona bakmaktan kendini alamıyordu. Ona koşmak, yardım etmek istiyordu, ama izin vermeyeceklerini biliyordu. Gözlerini Harry’den koparıp Voldemort’a baktı.

Tuhaf bir görüntüydü. Damien, Voldemort’un Harry’ye bakan yüzünde pis bir sırıtış ya da alaycı bir gülümseme görmeyi bekliyordu. Şeytani büyücünün ona nasıl işkence ettiğiyle ve onu nasıl indirdiğiyle övünmesini bekliyordu. Ancak, Voldemort Harry’ye yüzünde acılı bir ifadeyle, hatta tuhaf bir biçimde üzüntülü bir şekilde bakıyordu. Damien nedenini anlamıyordu. Harry’ye tüm bu yapılanlar onun emriyle yapılmıştı. Harry, Voldemort’un emirleri altında eziyet çekiyordu. O zaman, Harry’ye nasıl olup da öyle bakabiliyordu?

Harry inledi ve elini alnına götürdü. Damien, Harry’nin yara izini tuttuğunu ve ondan acı dolu bir sızlamanın çıktığını gördü. Damien, Voldemort’un –nasıl oluyorsa– Harry’nin bu durumuna üzüldüğünü biliyordu. Harry’nin yara izinin acıma sebebi buydu.

Voldemort, daldığı düşüncelerinden çıkmışa benziyordu; Harry’nin her iki yanına dikilen adamlara başıyla işaret etti. Adamlar eğilip Harry’yi sertçe ayağa kalkmaya zorladılar. Harry, yaralı vücudu yüzünden acı içinde tısladı. Gözlerini adamakıllı açamıyor, nerede olduğunu anlamak için açmaya zorluyordu. Yeniden Voldemort’un yanına getirilmiş olduğunu biliyordu. Yara izindeki acı, bunun kanıtı olmuştu.

Harry, zihninde, Voldemort’un odasına tekrar getirilmesini, sonunda onu öldürmeye karar vermiş olmasına bağlamıştı. Yirmi dört saattir ona işkence ediyorlardı; belki de, sonunda Voldemort işini bitirecekti.

Harry’nin bulanık görüşü netleşti ve karşısında tuhaf bir görüntü buldu. Önce, Draco’yu fark etti. Arkadaşı ona yüzünde soğuk bir ifadeyle bakıyordu. Harry’ye bakan yüzünde hiçbir kaygı görünmüyordu. Harry’nin kafası karışmıştı. ‘Draco burada ne halt ediyor? Kendini mi öldürtmeye çalışıyor?’

İşte tam o anda, Harry Draco’nun elindeki zinciri fark etti. Harry’nin gözleri zinciri takip etti ve Riddle Malikânesi’nde asla görmeyi beklemediği o yüzü gördü. Harry, gözleri kardeşinde dururken, içinde kalmış son nefes de göğsünden çekilip alınmış gibi hissetti.

‘Damien! Ah Tanrım, Damien neden burada?’ Harry, zihninin içinde ona bağırıp duruyordu. Neler olduğunu anlamıyordu – ancak, ta ki, Damien’ın bağlı olduğu zincirin yeniden Draco’nun elindeki zincire bağlandığını fark edene dek. İşte o anda, Harry korkunç gerçeği bir anda fark edip en yakın arkadaşına gözlerinde inanamaz bir ifadeyle baktı.

“Draco,” demeyi başardı, içinde bulunduğu şokla.

Draco cevap olarak yalnızca Harry’ye bakıp pis pis sırıttı. Ama Draco’nun aslında içi parçalanıyordu. Harry’nin ona o anda attığı bakışa daha fazla dayanabileceğini sanmıyordu. Harry’nin hayatı boyunca yaşadığı ihanetlerin üstüne, bir de bu ihanet, onu büsbütün mahvedecekti. Ama Draco duygularını gizlemeye devam etti. O bir Slytherin idi. Bu durumdan çıkmak için duygularını en derinlere gömüp yapması gerekeni yapabilirdi.

“Neden?” diye sordu Harry, hırıltılı bir sesle.

“Açık, değil mi? Bana koruma sağlayacak arkadaşlıkları daha değerli bulduğumu sen benden daha iyi bilirsin,” diye cevapladı Draco, sözleri zehir gibi akarken.

“Sırf kaybeden tarafa geçmek için neden her şeyimden vazgeçeyim ki? Ben güç sahibi olmak istiyorum ve bir Malfoy’un güç elde etmek için neler yapabileceğini sen herkesten daha iyi biliyorsun,” diye devam etti.

Harry’nin gözlerindeki incinmişlik, yerini öfkeye bıraktı ve Slytherin’i yakalamak için çırpınmaya başladı. Harry her ne kadar bulunduğu durumda pek bir şey yapamayacak olsa bile, Ölüm Yiyen’ler onu arkasından tutup geriye çekti.

Draco yalnızca Harry’ye pis pis sırıtınca, Harry’nin öfkesi katbekat arttı.

Voldemort yüzünü Harry’ye döndü; gözleri öfkeden alev alev yanıyordu.

“Lahyoo Jisteen’ımı böyle bir amaç için kullanacağını bilmeliydim!” dedi hiddetle, başıyla Damien’ı işaret edip.

Harry’nin panik dolu yeşil gözleri, Damien’dan hızla Voldemort’a geçti.

Karanlık Lord hareket edip doğrudan Damien’ın önüne geldi. Elini sallamasıyla çocuğa bağlı olan zincirler bir anda kayboldu. Damien’ın korkudan ödü kopmuştu, ama gözlerini hemen Voldemort’tan kaçırmıştı.

“Sende bana ait bir şey var. O şey senin değil. Onu bana geri vermeni istiyorum,” diye buyurdu Voldemort.

Sihir yoluyla tahta bir kutu yaratıp elinde tuttu. Çocuk kolyeyi çıkarıp verse bile, ona dokunamayacağını biliyordu. Harry’nin, kolyenin üzerine yerleştirdiği büyüleri, bizzat kaldırması gerekiyordu.

Damien korkudan kıpırdayamıyordu bile. Buraya kadardı. Şimdi taşı vermeden önce onu oyalaması gerekiyordu. Malikâneye girdiğinden beri ne kadar zaman geçtiğini kestiremiyordu. Ama Snape ona henüz sinyal vermediğine göre, zamanı gelmemişti.

Damien elini kaldırıp taşa dokundu. Parmakları taşa değdiği anda, böyle bir zamanda bile, bedeninin ve zihninin rahatladığını hissetti.

“Sözlerimi tekrarlamaya alışkın biri değilim!” dedi soğuk bir ses ve Damien’ın kalbi onu duyunca tekler gibi oldu. Voldemort elinde kutuyla hâlâ orada bekliyordu.

Damien kolyeyi çıkarmaya yeltendi; ona henüz vermeyecekti, sadece boynundan çıkarıyordu.

“DAMY, HAYIR!”

Harry’nin bağırdığını duyunca, Damien durdu. İki Ölüm Yiyen Harry’yi tutmaya devam ediyor ve Damien, Harry’nin tek başına olsa ayakta duramayacağını biliyordu; ama o yine de, kendini serbest bırakmak için çırpınıp duruyordu.

Harry, Ölüm Yiyen’lerin onu tutan güçlü kollarından çıkmak için direndi. Bedeni baştan ayağı korkunç ıstıraplarla sarsılıyordu ve bacaklarının kırıldıkları için artık kullanılmaz halde olduklarını da biliyordu. Gel gelelim, yine de kendini durduramıyordu. Damien kolyeyi çıkaramazdı. Çıkardığı anda savunmasız kalacaktı. Taş hâlâ ona bağlıydı, ama onunla temas halinde olmazsa onu koruyamazdı.

“Damy! Çıkarmayacağına yemin etmiştin!” diye haykırdı Harry, çaresiz bir halde.

Damien, gözleri yaşlarla dolmuş bir halde Harry’ye bakıyordu. Harry böyle bir zamanda bile onu korumaya çalışıyor, kendi güvenliğinden çok, kardeşinin güvenliğinden endişeleniyordu.

“Onu senden zorla almadan önce, kolyeyi bana ver,” diye fısıldadı Voldemort, ölümcül bir sesle. Harry’yi tamamen görmezden geliyordu.

“Bunu benden zorla alamazsın.” Damien, daha bu sözleri söylerken, sınırı aştığını biliyordu. Voldemort’un bakışları onu delip geçerken, ayaklarının üzerinde sinmiş ama sağlam bir şekilde duruyordu.

Voldemort, başka hiçbir şey söylemeden, Ölüm Yiyen’lerine dönüp bir şeyi işaret etti. Adamlar, Damien’ın gözleri önünde, Harry’yi acımasızca yere fırlatıp ona İşkence Laneti yolladılar.

Harry’nin çığlıkları duvarlardan sekip odanın her bir yanında yankılanıyor, Damien ise, çığlıkları içini delip geçmiş gibi hissediyordu. Kolyeyi çıkardığı gibi, Voldemort’a fırlatmak istiyordu, ama aklının küçük bir kısmı ona çok yakında biteceğini söylüyordu. Bu, planın en zorlu aşamasıydı. Beklemek zorundaydı.

Lanet kaldırıldı ve Harry çığlıklarını durdurdu. Zeminde yatıyor, kesik kesik nefes alıyor, uzuvlarının titremesini durdurmaya çalışıyordu. Damien hâlâ kolyeyi çıkarmaya yeltenmiyordu. Voldemort’un yeniden işaret ettiğini gördü ve diğer bir Ölüm Yiyen yeniden bir İşkence Laneti yolladı. Harry’nin bedeni gözlerinin önünde korkunç bir şekilde sarsılırken, Damien bu kez çığlığı bastı.

Bu sefer lanet kaldırıldığında, Damien çoktan kolyeyi çıkarmaya başlamıştı. Harry’nin daha fazlasını kaldırabileceğini hiç sanmıyordu. Kolyeyi çıkarırken, gözyaşları yanaklarından süzülüyordu.

“D-Damy!” dedi Harry, nefes nefese. Damien Harry’ye döndü; ağabeyine bakarken, hıçkırıklarını artık tutamıyordu.

“Y-Yalvarırım, yapma,” dedi Harry, acı içinde. Konuşmak bile acı veriyordu.

“Üzgünüm, Harry,” dedi Damien, hıçkırıkları arasından.

Elleri titriyordu. Snape’in ona henüz sinyal göndermediğini biliyor olsa da, lanetleri Harry’den uzak tutmak için bir şeyler yapmalıydı. Damien Voldemort’a doğru ilerledi; Snape ile Draco’nun gözlerini dikmiş ona baktıklarını hissedebiliyordu, ama orada öylece durup Harry’nin daha fazla acı çekmesini kaldıramayacaktı.

Karanlık Lord’a elinden geldiğince yaklaşıp durdu. Kolyeyi elinde sımsıkı tutuyordu. Voldemort’a olan korkusu adeta buhar olup uçmuştu. Şimdi ona katıksız bir nefretten başka bir şey hissetmiyordu. Harry’yi o büyütmüştü. Ona ‘oğlum’ demişti ve şimdi de ona bu şekilde işkence edilmesi için emirler veriyordu.

Damien önce kutuya, sonra Voldemort’a baktı.

“Bunu alabilirsin, benim ihtiyacım yok. Ama bir şeyi bilmeni istiyorum. Harry bize ilk kez geldiğinde, bir evlat babasından nasıl bahsederse, bize de senden öyle bahsetmişti. Harry hep sana sadık kaldı; hakkındaki gerçeği öğrendikten sonra bile. Hortkuluk’larını yok etti, evet, ama yine de seni yok etmeyi hiçbir zaman istemedi! İsteseydi, Bakanlık seni uzun zaman önce bulmuş olurdu. Ailesine geri dönmüş olsa bile, Harry hâlâ senin oğlun kaldı. Bence sen baba olmanın nasıl bir şey olduğunu hiç öğrenememişsin. Öğrenmiş olsaydın, başarısızlığa uğramazdın.”

Damien öfkeden kendini öyle kaybetmişti ki, daha konuşmasını bitirmeden Voldemort’un onu öldürebileceği gerçeğini bile aklına getiremiyordu. Lahyoo Jisteen’ı hâlâ elinde tuttuğu için, Voldemort ona dokunamıyordu. Ona ne kadar öfkeyle de baksa, Damien onu can alıcı noktasından vurduğunu biliyordu. Ancak hemen sonra, Damien’ın duymayı beklediği sözler gelmişti:

“Mr Potter, size söylenileni yapın!”

Damien

Snape sinyali vermişti. Bu, önceden anlaştıkları sözlerdi. Damien Hogwarts’tayken, her gün Snape’den bu sözleri duyardı. Damien, babası ile diğerlerinin birazdan burada olacaklarını fark etti ve yaşadığı rahatlık tüm vücuduna yayıldı.

Voldemort’a pis pis sırıtıp kolyeyi tahta kutunun içine attı. Siyah taşlı kolye kutunun dibine vurduğu anda, Harry’den korkunç bir haykırış yükseldi.

Voldemort kutuyu kapatıp dikkatlice cüppesinin içine yerleştirdi. Damien’a yüzünde korkunç bir öfkeyle bakıyordu. Asasını ona doğrulturken, Harry zavallı bir halde çığlık çığlığa bağırmaya başladı.

“VOLDEMORT! YAPMA, LÜTFEN! YALVARIRIM, BIRAK ONU!” Harry, gözleri yaşlarla dolu bir halde yakarıyordu. Ona yalvarmanın faydasız olduğunu biliyordu. Voldemort merhamet nedir bilmezdi, ama Harry çaresizce yapabildiği tek şeyi yapıyordu.

“Onu bu işten uzak tutmalıydın! Bu senin eserin, benim değil,” diye tısladı Voldemort, hiddetle.

Snape ile Draco gizlice asalarına uzanmışlar, kaldırmaları gereken anı hazır bir şekilde bekliyorlardı. Snape, içinden küfürler yağdırıyordu. Şu sersem Seherbaz’lar sürüsü hangi cehennemde kalmıştı? Buraya gelmeleri daha ne kadar sürecekti?

Voldemort asasını kaldırdı ve asayı doğrudan Damien’ın kalbine tutarak çocuğun hayatını almaya hazırlandı.

“VOLDEMORT! HAYIR!” diye haykırıyordu Harry, Voldemort çocuğu öldürmeye hazırlanırken.

Gel gelelim, Voldemort’un ağzından daha tek bir sözcük çıkamadan, odayı korkunç bir patlama sesi doldurdu. Kapılar, pencereler ve duvarlar korkunç bir hızla patlarken ve mavi cüppeli Seherbaz ordusu odayı doldururken, tüm Ölüm Yiyen’ler siper almışlardı. Snape ile Draco asalarını anında çıkarmış, Voldemort’a tutuyorlardı. Voldemort’tan uzaklaşma şansını yakalayan Damien ise sendeleye sendeleye gerilemiş, Snape ile Draco vakit kaybetmeden onu arkalarına almışlardı. İkisi de şimdi onun önünde duruyor, onu gelecek tüm lanetlerden korumak için bekliyorlardı.

Seherbaz’lar ordu halinde Voldemort’un odasına bir anda doluşunca, Harry olanları şok içinde izliyordu. Bakışları, şimdi Draco’nun önünde siper olduğu Damien’a gitti. Draco’yla göz göze geldi; Slytherin ona özür dilercesine bakıyordu. Harry’nin ona neden öyle davranmış olduğunu anlamasını çok istiyordu. Harry, olanların bir numara olduğunu anlamıştı. Bu, Seherbaz’ları buraya getirmek için yapılmış bir plandı. Görünen o ki, tüm bunların bir plan olduğunu Voldemort da anlamıştı. Harry, yara izinin dayanılmaz bir acıyla dağlandığını hissetti. Bağırmamak için dişlerini sıkıyordu. Onu tutan Ölüm Yiyen’lerin tutuşları sertleşti ve asalarını ona tutup sallayarak onu dizlerinin üzerine çöktürdüler.

Harry, kapının önünde, annesi ile babasının, yanlarında Sirius ve Remus’la birlikte, asalarını Voldemort’a doğrulmuş bir şekilde belirdiklerini fark etti. James gözleriyle odayı tarıyor, Harry’yi arıyordu. Onu bulduğu anda şoktan bağırmamak için kendini zor tutmuştu.

Harry de babasına bakıyor, duygularını kontrol etmekte çok zorlanıyordu. Dürüst olmak gerekirse, onu bir daha göreceğini hiç sanmıyordu. Yara izindeki acı daha da kötüleşirken, gözyaşlarını gidermek için gözlerini kırpıştırdı. Harry, Seherbaz’lardan oluşan kalabalığın içinde Ron, Hermione ve Ginny’yi de gördü. Hatta Frank, Alice ve Neville’i de seçebiliyordu.

Harry artık, tehlikeli bir şekilde, çektiği acı yüzünden bayılmanın eşiğine gelmişti. Yara izi resmen alev içindeydi ve ağzından çıkan inlemeleri durduramıyordu bile.

Sirius ile Remus asalarını Harry’yi tutan Ölüm Yiyen’lere çevirdiler. Sirius’un yalnızca bir baş hareketiyle, sayıları oldukça az olan Ölüm Yiyen’ler Harry’yi serbest bıraktılar. Harry yere düştü; gözlerini kör eden acı yüzünden tıslıyordu. Sirius ile Remus hemen Harry’ye doğru harekete geçtiler.

Voldemort, evinde duran Seherbaz ordusunu süzüyordu; ellerindeki tüm asalar ona ve Ölüm Yiyen’lerine çevriliydi. Snape ile Draco’nun da asalarını ona doğrulttuklarını fark ettiğinde, kan beynine sıçradı. Oyuna getirilmişti!

Kalabalığın en önünde uzun boylu bir büyücü ortaya çıktı; asasını elinde tutuyor, ama kimseye doğrultmuyordu. Voldemort, eski Profesörü önüne gelip durunca, durduğu yerde dikleşti. Dumbledore, ona, yüzünde üzüntü denilebilecek bir ifadeyle bakıyordu. Yetimhaneden getirdiği o küçücük çocuğun bir gün böyle bir adam olacağını hiç kestirememişti. O yetim çocuk Tom Riddle, güçle kafayı bozmuş ve boğazına kadar karanlık büyüye batmış bir canavara, Voldemort’a dönüşmüştü.

“Bitti, Tom,” dedi Dumbledore, usulca.

Voldemort Dumbledore’a korkunç bir öfkeyle bakıyordu. Gözleriyle odayı taradı; sayıca onların üstün olduğunun farkındaydı. Hortkuluk’ları olmadan, Öldüren Lanet’le vurulma riskini göze alamazdı. Gözleri yeniden Dumbledore’a kaydı.

“Daha değil!” diye tısladı.

Voldemort elini yerde yatan Harry’ye doğru tuttu. Daha kimse bir şey yapamadan ve Sirius onu yakalayamadan, Harry doğrudan Voldemort’a doğru çekilmişti. Havada uçarak Voldemort’un açılmış kollarına geçmişti. Voldemort, Harry’yi tutar tutmaz, bir anda ortadan kayboldu.

James ile birkaç kişi içgüdüsel olarak Voldemort’a büyüler yollamışlardı, ama büyülerden hiçbiri onu vuramadan, Karanlık Lord Buharlaşıp kaybolmuştu. Etraflarındaki Ölüm Yiyen’ler de bu fırsattan istifade etmiş ve çoğu da Buharlaşmayı başarmıştı. Geriye yalnızca tutukladıkları birkaç Ölüm Yiyen kalmıştı.

James, asasını az önce Voldemort’un olduğu yere doğrultur vaziyette, orada öylece duruyordu. Gitmişti! Harry’yi da yanına alıp götürmüştü! Voldemort artık her şeyin bittiğini biliyordu, ama intikamını alana kadar durmayacaktı.

Görünen o ki, Voldemort kendi koruma büyülerini herkesin düşündüğünden daha iyi kontrol edebiliyordu. Saldırıya uğradığını gördüğü anda, Cisimlenme-karşıtı büyüleri kaldırmış olmalıydı. Saldırı gerçekleştiğinde, yerinden kıpırdamamasının sebebi buydu. Durduğu yerden yalnızca zihniyle büyüleri kaldırmış ve böylece kaçmıştı.

Etrafa bir panik havası hâkimdi. Seherbaz’lar, Voldemort’un parmaklarının arasından kayıp gitmiş ve Harry’yi de yanında götürmüş olmasına inanamıyorlardı. Ölüm Yiyen’lerin çoğu da, Seherbaz’lar daha onları durduramadan, onunla birlikte toz olup uçmuşlardı. Aynı anda asalarından fırlattıkları büyüler, yalnızca birkaç tanesine isabet edebilmişti.

“Şimdi ne yapacağız?” diye bağırdığını duydu James, birinin.

James başını kaldırıp onunla konuşan Lucius Malfoy’a baktı. Lucius, Buharlaşmayı denememişti bile. Geldiklerinde onu buldukları yerde durmaya devam ediyor, asasını ona doğrultan ve elindekini bırakmasını bağıran Seherbaz’ı duymuyordu bile. James, Lucius’un gözlerinde, kendi içinde hissettiği korkunun aynısını görebiliyordu.

“Hogsmeade,” diye fısıldadı Lucius, ona ve dediği gibi de, Seherbaz’ı indirip bir anda Buharlaştı.

“Hey! Hogsmeade’e gidiyoruz! Hemen şimdi!” diye bağırdı James ve Buharlaşmaya hazırlandı. Voldemort verdiği sözü yerine getirecekti. Harry’yi siyah mezarlığa götürmüştü!

* * *

Hogsmeade’e vardıklarında, Harry sert bir şekilde yere çarptı. Nefesinin tam anlamıyla kesildiğini hissediyordu. Ölüm Yiyen’ler, buraya Cisimlendikleri anda, Hogsmeade halkının dışarı çıkıp neler olduğunu görmeleri için etraflarına ateşler açmaya başlamıştı.

Voldemort eğildi ve bir saniye bile düşünmeden, Harry’yi tişörtünün yakasından tuttuğu gibi, Hogsmeade sokaklarında sürüklemeye başladı.

Harry, yaralı bedeni acıdan kırılırken nefes nefese kalmıştı. Kendini Voldemort’un elinden kurtarmaya çalışsa da, beceremiyordu. Harry nereye doğru sürüklendiğini göremiyor, sadece zeminde sürüklenirken acı içinde haykırıyordu. Birdenbire bedeninin keskin taştan bir zemine vurduğunu hissetti. Bir merdivenden çıkarıldığını fark etmişti.

Harry kalkmaya çalışsa da – ki zaten bacakları buna izin vermeyecekti, tek yapabildiği, acısına acı katmaktan başka bir işe yaramıyordu. Yere fırlatıldığını fark etti ve bir süre nefesini düzenlemek için kıpırdamadan durdu. Bedeni baştan ayağa acıdan zonkluyordu. Gözlerini belli belirsiz açtı ve tüm nefesinin kesildiğini hissetti.

Büyük, siyah renkli bir mezarın dibindeydi. Mezar taşı tepesinde dikiliyor, taşın üzerinde kendi ismi gecenin karanlığında parıl parıl parlıyordu. Harry mezarın fotoğrafını Gelecek Postası’nda görmüştü, ama yine de tüylerinin diken diken olmasına engel olmamıştı. Çaresizce etrafına bakındı. Bu şekilde ölmek istemiyordu! Canlı canlı gömülmek istemiyordu! Dişlerini sıkarak ayağa kalkmaya çalıştı, ama aldığı tüm o darbelerden sonra bunu bile yapamıyordu. Yara izi hâlâ cayır cayır yanıyor ve Harry’ye her an bayılacakmış gibi hissettiriyordu.

Hogsmeade halkı, Voldemort’un intikamını aldığını görsünler diye, zorla sokaklara döktürülmüştü. Harry, Voldemort’un öfkeyle mezarın üzerini açtığını gördü. Harry şimdi gerçek bir korkuya kapılmıştı. Voldemort onu gerçekten de diri diri gömecekti! Harry yine de Voldemort’un ona bunu yapabileceğine inanmamıştı.

Voldemort bu sefer asasını Harry’ye yöneltti ve Harry’yi yerden havaya kaldırdı. Harry yerden zorla çekildiğini hissetti. Hogsmeade halkının yüzlerinde büyük bir dehşetle ağızları bir karış açık halde ona baktıklarını görebiliyordu. Harry, kendisinin, mezarın ağzına götürüldüğünü fark etti. Direnmenin anlamsız olduğunu biliyordu. Yaralı olmasa bile, büyüyü kırmaya gücü yetmezdi. Panik dolu zümrüt yeşili gözleri, Voldemort’unkilerle buluştu. Voldemort ona gözünü dikmiş bakarken, Harry bir süreliğine tuhaf bir şekilde havada asılı kaldı.

“Bunu kendine sen yaptın,” dedi Voldemort, oldukça kontrollü bir sesle. Harry cevap veremedi. O kadar sıkı tutuluyordu ki, bir şey yapabilmesi mümkün görünmüyordu.

Ancak, tam Voldemort Harry’yi mezarın içine bırakıyordu ki, bir patlama duyuldu ve havayı öfkeyle söylenen büyülü sözler sardı. Harry, Seherbaz’ların bir anda belirip Ölüm Yiyen’lere saldırdığını gördü. Voldemort hareketsiz duruyor, Harry’yi mezara indirmiyordu, ama onu büyünün acı verici durumundan da kurtarmıyordu.

Voldemort; James, Lily ve bir avuç Seherbaz’ın çılgına dönmüş bir halde ona doğru koştuklarını fark etti. Ama mezara çıkan merdivenlere geldiklerinde, görünmez bir duvara çarpıp geriye savruldular. Voldemort’un ne yapmak üzere olduğunu gören James’in ela gözleri resmen terör estiriyordu.

Seherbaz’lar görünmez duvara büyüler yolluyor, duvarı kırıp Harry’ye ulaşmaya çalışıyorlardı. Ancak, hangi büyüleri denerlerse denesinler, Voldemort’un kurduğu engeli geçemiyorlardı.

Voldemort hâlâ havada sallanan bir Harry ile birlikte yerinden kımıldamıyor, etraftaki herkesin Harry’nin acı verici sessiz çırpınışlarını görmesine izin veriyordu. Harry gözlerini sımsıkı yummuş, içine düştüğü aşağılayıcı durumu görmezden gelmeye çalışıyordu.

Dumbledore aniden Lily’nin yanında belirdi ve engeli kırmayı o da denedi. Ancak, o da başarılı olamamıştı. Voldemort’u ikna etme yolunu denedi.

“Bunu yapmak istemezsin, Tom! Harry’yi öldürmek istemezsin!” diye bağırdı Dumbledore, ona.

Voldemort, öfkeli kırmızı gözlerini Harry’ye çevirdi.

“Haklısın,” diye fısıldadı, Dumbledore’dan çok, Harry’ye doğru.

“Bunu yapmak istemiyorum. Adamakıllı bir veda etmeden,” diye bitirdi sözlerini. Harry’yi mezarlıktan uzağa fırlattı ve Harry merdivenlerden aşağı yuvarlandı.

Oğlunun beton merdivenlerden yuvarlandığını gören Lily çığlığı bastı. Harry merdivenin en ucuna kadar düştü. Şimdi, ailesiyle arasında yalnızca bir iki adımlık bir uzaklık vardı. Harry yerde hareketsiz yatmaya devam edince, James’in yüreği ağzında atmaya başladı.

James engeli yeniden kırmaya uğraştı. Öfkeden çıldırmış bir halde, art arda büyüler yolluyor, ama hiçbir şey olmuyordu. Voldemort bir anda Harry’nin yanında belirdi.

“Bunu yapmayı hiçbir zaman istemedim! Ben ona bir gelecek vermek istedim! Tamamen güçle dolu bir gelecek! Her cadı ve büyücü onun önünde eğilecekti, ama tüm bunları onun elinden siz aldınız! Bunu siz istediniz!” diye bağırdı Voldemort, James ile Dumbledore’a.

“Yıllar önce yaptığım hatayı şimdi telafi etme zamanı. Onu gördüğüm ilk anda öldürmeliydim!” diye devam etti.

Seherbaz’ların çılgına dönmüş bir halde başka başka büyülerle çaresizce duvarı kırma çabalarını görmezden gelerek, asasını Harry’ye doğrulttu.

“Ona verdiğim her şeyi geri alacağım! Onunla işim bittiğinde, öldürdüğüm çocuk benim büyüttüğüm çocuk olmayacak. Ben Harry Potter’ı öldürmüş olacağım!” diye haykırdı, hiddetle.

Ancak, Voldemort büyülü sözleri söylemeden hemen önce, Harry zümrüt yeşili gözlerini açmış, ona bakıyordu. Voldemort, Harry’ye bir yaşındayken asasını kaldırdığı geceyi hatırladı; çocuğun ona olan bakışları yüzünden laneti yolundan döndürmüştü. Harry’nin keskin gözleri ona sabitlenmişken, Voldemort’un eli titremeye başlamıştı. ‘Hayır, aynı hatayı bir kez daha yapmayacağım!’ diye geçirdi içinden, Voldemort.

Voldemort büyülü sözleri dile getirdiği anda, James çığlığı bastı. Voldemort’un ona gönderdiği büyünün ne olduğunu biliyordu. Bu, Voldemort’un ona da daha önce yaptığı Markiline Laneti idi. Sihrinin içinden çekilip alındığı ve neredeyse ölümle burun buruna geldiği lanetin ta kendisiydi. Voldemort’un ‘ona verdiği’ni geri almakla kastını şimdi anlamıştı. Harry’nin sahip olduğu tüm gücü ondan söküp alıyordu!

Kör edici ışık Voldemort’un asasından çıkıp, ona doğru gelen şeyi görmemek için gözlerini yummuş olan Harry’ye doğru uçtu. Dumbledore da dâhil, bütün Seherbaz’lar görünmez duvara karşı saldırıya geçmiş, can havliyle Harry’ye ulaşmaya çalışıyorlardı. Büyü, şimşek gibi bir hızla Harry’ye doğru uçup onu vurmadan saliseler öncesinde birdenbire kayboldu.

Voldemort da dâhil herkes, asadan çıkan büyünün bir duman bulutuna dönüşüp yok olmasını yüzlerinde büyük bir şaşkınlıkla izlemişlerdi. James deli gibi etrafına bakıp kimin engeli kaldırıp laneti yolundan saptırdığını görmeye çalıştı. Ancak, anlaşılan o ki, ortada neyin döndüğünü bilen kimseler yoktu. Harry yerde kıpırdamadan yatmaya devam ediyor ve etrafında olup bitenin hiç farkında değilmiş gibi görünüyordu.

Voldemort asasını Harry’ye doğrultmaya devam ediyor, ama olanların şokunu yaşamaya devam ediyordu. Lanet yolundan sapmıştı, ama neden?

Harry’nin etrafında belli belirsiz bir ışık belirirken, Lily ile James olanları hayretle izlediler. Işık git gide büyümeye başlayıp Harry’yi içine alarak onu kör edici bir ışık topunun içine aldı. Harry’nin ışığın ortasında durduğunu gören James’in soluğu kesilmişti. Harry’nin sırtında görünen yarıklar ve yanıklar yok olmaya başlamıştı. James, Harry’nin bacaklarının da gücünü yeniden topladığını ve hiç şüphesiz iyileşmekte olduğunu görebiliyordu. Harry, bütün yaraları tamamen iyileşince, yerinde kıpırdandı.

James neler olduğunu anlamıyordu. Harry’ye kim yardım ediyordu? Onu kim iyileştiriyor ve bunu nasıl yapıyordu? James’in sorularına cevap olarak, içinde her şeyin cevabını taşıyan bir ses duyuldu. Lily, yanında, hayretle soluğunu tuttuğunda, onun da sesi duyduğunu ve kendisiyle aynı sonuca vardığını anlamıştı. Neler olduğunu anlayan her ikisi de dönüp birbirlerine baktılar. Çalan çanın tüm köyde yankılanan o belli belirsiz sesini duyabiliyorlardı.

Saat tam on ikiyi gösteriyordu. Harry artık bir reşitti.

 

* * *

Işık topu, kimsenin doğrudan bakamayacağı kadar parlak bir ışıkla Harry’yi çevrelerken, Voldemort büsbütün afallamış bir halde orada öylece dikiliyordu. Işık sonunda sönüp kaybolduğunda, kendi kanından oluşan bir havuzun içinde yatan Harry, şimdi, baştan ayağa iyileşmiş ve ayağa dikilmiş bir Harry’ye dönüşmüştü. Kıyafetlerindeki kurumuş kan lekeleri hâlâ olduğu yerde duruyordu, ama Harry’nin vücudundaki yaralardan geriye hiçbir iz kalmamıştı. Harry yüzünü doğrudan Voldemort’a çevirdi ve yeşil gözleri önce koyu bir renge bürünüp, ardından normal zümrüt yeşili rengine geri döndü.

Voldemort’a gözlerini dikmiş bakarken, başını yana eğdi.

“Ne diyordun?” diye sordu.

Voldemort’tan bir hiddet kükremesi yükseldi ve ona bir lanet gönderdi, ama Harry lanetin yolundan çekilmeye hazırdı. Harry’nin elinde bir asa yoktu ve görünen o ki, ihtiyacı da yoktu. Parmaklarını kıvırıp elini yumruk haline getirdi. Sonra hemen ardından sıktığı yumruğunu açtı ve şimdi avucunda kıpkırmızı bir alev topu tutuyordu. Elindeki alev topunu Voldemort’a gönderip onu göğsünden vurdu ve Voldemort geriye doğru uçtu.

Harry engele baktı ve elini kaldırdı. Amansız bir hareketle, elini şiddetle aşağı indirdi. Havada bir çatlak belirdi ve sihriyle birlikte duvar çatladı. Tam o anda, Dumbledore ile Moody asalarını çatlağa doğru tutup duvarı parçalayarak engeli kolaylıkla ortadan kaldırdılar.

Voldemort, ayağa yeniden dikilmişti. Bu beklenmedik durumdan dolayı öfkeden çıldırmış gibiydi. Harry’ye başka bir büyü daha yolladı, ama Harry yeniden büyünün yolundan çekilmeyi başardı. Seherbaz’lar ordu halinde Voldemort’a doğru koşmaya başlayınca, önlerinde bir Ölüm Yiyen ordusu belirdi ve çetin bir savaş başladı. Seherbaz’ların çoğu Voldemort’a ulaşmaya çalışıyor, ama beşi birden aynı anda lanetler yollasa da, onu vurmayı başaramıyorlardı. Voldemort çoğunun hakkından geliyordu.

Her yöne uçuşup duran lanetler vardı. James, Sirius ve Remus delicesine bir gayretle Harry’ye ulaşmaya çalışıyor, onu buradan uzaklaştırmak istiyorlardı, ama Ölüm Yiyen’ler onlara var gücüyle saldırdığı için başaramıyorlardı.

Harry’nin hiçbir yere gitmeye niyeti yoktu. Ağır yaralarının tamamı iyileşmişti. Her bir yanı sihir enerjisiyle dolup taşıyordu. Harry, sihrinin asasız bir şekilde ona bu kadar kolay cevap verebildiğini daha önce hiç hissetmemişti. Harry’nin dikkati, Ölüm Yiyen’lerin saldırılarıyla dağılmıştı ve şimdi Voldemort’un nerede olduğunu bilmiyordu.

Harry ona doğru uçan büyüleri yolundan saptırmayı başarıyor, neredeyse hiç çaba sarf etmeden Ölüm Yiyen’lerle savaşıyordu. Birdenbire çok gürültülü bir patlama oldu ve gecenin karanlığı devasa havai fişek görüntüleriyle aydınlandı. Havai fişekler, büyük bir Ölüm Yiyen grubunun üzerine doğru uçup çoğunu yere indirdi.

Harry yerinde hızla döndü ve Weasley ikizlerinin daha fazla havai fişeği havaya salarken, Ron, Hermione ve Neville’in ise etraflarındaki Ölüm Yiyen’lere iksir şişelerine benzeyen şeyler fırlattıklarını gördü. Şişelerin denk geldiği adamlardan çıkan çığlıklar, Harry’ye, şişelerin içlerinin iksir değil, asitle dolu olduğunu söylüyordu.

Ölüm Yiyen’lerin çoğu Harry’den kaçıyor, onunla savaşmak istemiyordu. Karanlık Prens’in neler yapabildiğini unutmamışa benziyorlardı.

Harry, Macnair’i, Seherbaz’lardan biriyle düello ederken gördü ve öfkesi beynine sıçradı. Onun ellerinde çektiği ıstırabın haddi hesabı yoktu. Göz açıp kapayıncaya kadar, Harry Macnair’in önünde belirmişti. Ölüm Yiyen, Harry’yi karşısında görünce, ürkmüş görünüyordu.

Daha ağzından tek bir lanet çıkamadan, Harry Macnair’i havaya uçurdu. Macnair tahta bir çitin üstüne düşüp yere yığıldı. Harry dosdoğru onun üzerine doğru yürüyordu. Cüppesinin kollarını sıvadı ve yumruğunu Macnair’in suratına indirerek koca adamı acıdan inletti. Harry geri geri gidip dönerek adamın karnına tekmeyi savurdu.

Macnair’in soluğu tamamen kesilmişti. Asası Harry’nin ayaklarının dibinde yatıyor, tamamen unutulmuş bir halde duruyordu. Macnair Harry’ye bir yumruk indirmeye çalıştı, ama Harry kolaylıkla onu engelleyip çenesini kıracak kadar sağlam bir yumruk yapıştırdı. Harry yerinde dönüp bir tekme daha savurarak adamı havaya uçurdu. Macnair kırık tahta parçalarından birinin üzerine düşerken, korkunç bir ses duyuldu. Büyük bir tahta parçası Macnair’ın karnına saplanmıştı. Macnair soluğu kesilmiş bir halde yere düşüp can verdi.

Çatışma oldukça sert geçiyordu, ama uzun sürmeyecekti. Ölüm Yiyen’lerin sayısı gözle görülür bir şekilde azalmıştı. Voldemort başka bir Seherbaz’ı daha indirip önündeki sahneye baktı. Kaybediyordu! Ölüm Yiyen’lerinin çoğu öldürülmüş, hayatta kalanları ise Seherbaz’lar tarafından tutuklanmıştı. Kaybettiğini anladığı anda, öfkesi katlanarak artmıştı. Seherbaz’lar hâlâ çetin bir mücadelenin ortasındaydı. Kırmızı gözleri Harry’nin gözleriyle buluştu; Harry karşısında onu görünce durmuştu.

Nereden geldiği belli olmayan bir büyü Voldemort’a vurup onu yere serdi. Voldemort, hırlayarak yerinden kalkarken, Harry onu izliyordu. Yara izinin acıyla sızladığını, ama ona normalde olduğu gibi kör edici bir acı vermediğini fark etti. Ancak, Harry’nin bu konunun üzerine düşünmeye fırsatı olmamıştı; Voldemort aniden birini görmüş, onu gördükten sonra ise yüzünde çarpık bir gülümsemeyle başını tekrar Harry’ye çevirmişti. Harry onun kime baktığını gördü ve kalbi ağzında attı. Damien, arkası Voldemort’a dönük bir şekilde, Ölüm Yiyen’lerden biriyle hararetle düello ediyordu.

Harry, Voldemort’un asasını kaldırdığını ve asayı hiçbir şeyden haberi olmayan Damien’a doğrulttuğunu fark ettiğinde, panikledi. Harry de elini kaldırmış, Damien’ı, ona gelecek büyünün yolundan çekmeye hazırlanmıştı. Tıpkı Hogwarts Ekspres’indeki saldırıda olduğu gibi, onu lanetin yolundan çekmeyi deneyecekti.

Damien önündeki Ölüm Yiyen’i yere sermeyi başarıp arkasını döndü ve Voldemort’la yüz yüze geldi. Harry, paniğe kapılmış bir halde, Damien’ı alacağı zarardan korumak için zihnini sadece oraya odaklamaya çalışıyordu.

Harry, olan biten her şeyi yavaş çekimde görmüş gibiydi. Damien arkasına döner dönmez, Voldemort’un asasından çıkan yeşil ışık, şimşek gibi bir hızla Damien’a doğru uçtu. Harry’nin gönderdiği sessiz Çağırma Büyüsü Damien’a ulaşamadan, Öldüren Lanet onu göğsünün tam ortasından vurdu. Voldemort’un Öldüren Laneti’nin şiddeti, Damien’ın ayaklarını yerden kesti. Damien geri doğru uçup yere yığılırken, Harry olanları kaskatı kesilmiş bir halde izliyordu. Kısacık bir süre, Harry Damien’ın yerden kalkacağını düşündü. Gözlerini, yerde hareketsiz yatan kardeşine dikmiş, içinden ayağa kalkması için yalvarıyordu. Ama gel gelelim, Öldüren Lanet’le vurulan hiç kimsenin bir daha ayağa kalkamayacağını Harry de biliyordu.

Harry, bundan sonra olan hiçbir şeyin farkında değildi. Sanki etrafındaki herkes bir anda kaybolmuş, çatışma alanının ortasında sadece Voldemort ile o kalmıştı. Harry’nin gözleri öfkeden yaşlarla dolarken, Voldemort’un gözlerinden ayrılmıyordu. Karanlık Lord asasını Harry’ye doğrulttu, ama Harry bunu fark etmedi bile. Voldemort’a bakarken hissettiği hiddet dışında, başka hiçbir şey duyamıyor, hiçbir şey hissedemiyordu.

‘Damien’ı öldürdü!’

Harry’nin zihninden geçen tek şey buydu. Neyi kaybettiğini düşündükçe içinde korkunç bir fırtınanın kopmak üzere olduğunu hissediyordu. Yaşlarla dolu gözleri, Voldemort’un gözlerini korkunç bir azapla deliyor gibiydi. Harry’nin o anda hissettiği tek duygu, Voldemort’a duyduğu saf ve katıksız bir öfkeydi.

Voldemort bir Öldüren Lanet daha yollamak üzereydi; bu seferki hedefi, Harry idi, ama aniden durmuştu. Harry’nin yeşil gözleri, kömür karası simsiyah bir renge bürünmüştü. Harry elini kaldırdı ve ağzından korkunç bir öfkeyle kulakları sağır edici bir haykırış yükseldi. Voldemort birdenbire elindeki asayı bırakıp kalbini tuttu. Kırmızı gözleri acıyla kocaman açılmıştı. Harry’ye yüzünde büyük bir hayretle bakıyordu. Sonra, Harry’den de Voldemort’tan da hep bir ağızdan ıstırap dolu çığlıklar yükseldi. Harry, avazı çıktığı kadar haykırırken alnını tutup dizlerinin üzerine çöktü. Voldemort’un da haykırdığını duyunca binbir güçlükle başını kaldırıp ona baktı. Karşısında gördüğü şeyi, bir daha hayatı boyunca asla unutmayacaktı.

Voldemort hâlâ aynı yerde duruyor, ama ıstırap dolu çığlıklar atıyordu. Bedeni baştan ayağa alevler içinde kalmıştı. Voldemort’un yanışını ve attığı çığlıkları, Harry yüzünde bir dehşetle izliyordu. Harry’nin yara izindeki sancı, daha önce hiç hissetmediği kadar sancılıydı. Kafasını tutup acıdan haykırdıkça haykırdı. Sonra, birdenbire, alevler söndü ve Voldemort toz gibi yere döküldü. Ondan geriye külden başka bir şey kalmamıştı.

Harry’nin alnındaki acı yavaş yavaş dinmeye başladı. Harry kan çanağına dönmüş gözlerini açtı ve titreyerek Karanlık Lord’dan geriye kalanlara baktı. Arkasındaki çatışmanın bitmiş olduğundan bile haberdar değildi. Voldemort’un çığlıklarını herkes duymuş, hepsi durup onu izlemişti. Harry’nin ise hiçbir şey umurunda değildi. Ayaklarının üzerinde yükselip sonra yeniden yere yığıldı; titreyen bacakları onu taşımıyordu. Harry sendeleye sendeleye kardeşinin yattığı yere doğru ilerledi.

voldemort ölümü

Yüzünden yaşlar boşalırken, Damien’ı tutup yavaşça kucağına yatırdı. Damien’ın gözleri kapalıydı ve Harry, onun hâlâ asasını tuttuğunu fark etmişti. Harry yavaşça Damien’ın yüzündeki saçları geriye itti ve hafifçe yanağına dokundu. Sonra, Damien’ı göğsüne bastırıp acıdan bağıra bağıra ağlamaya başladı. Tıpkı Bella’yı kaybettiği günkü gibi ağlıyordu; ama bu seferki ondan çok ama çok daha kötüydü. Kardeşine sıkı sıkı sarılmış, onu kurtaramadığı için kendine lanetler ederek hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.

“Hey, bu s-sarılma da n-neyin nesi?” dedi, yorgun bir ses.

Harry kendini geriye çekti; Damien’ın ela gözlerinin açılmış, yorgun argın ona baktığını görünce şoktan soluğu kesildi.

“D-Damy?” dedi Harry; gördüklerine inanamıyordu.

Damien Harry’ye baktı ve sonra gözlerini yumdu. Derin bir nefes almaya çalıştı, ama acıdan inlemek dışında bir şey yapamamıştı. Boşta kalan elini kaldırıp ihtiyatla göğsüne dokundu.

“G-Galiba, kemiklerim k-kırılmış,” dedi, Harry ona doğrulması için yardım ederken.

“B-Ben… anlamıyorum. Seni Öldüren Lanet’le vurdu! Seni vurduğunu gördüm!” diye kekeledi Harry; hissettiği duygu karmaşası doğru düzgün konuşmasına engel oluyordu.

Damien, acı çektiğini belli eden bakışlarını ağabeyine çevirdi. Yavaşça asasını kaldırdı ve elleri titreye titreye asayı kendi göğsüne tuttu.

“Finite Incantanteum,” diye fısıldadı.

Harry’nin gözlerinin önünde, Damien’ın boynunda siyah taşlı bir kolye belirdi. Harry’nin şoktan dili tutulmuş gibiydi. Damien’ı, Lahyoo Jisteen’ı çıkarıp Voldemort’a verirken görmüştü. Bunun nasıl olduğunu bir türlü anlamıyordu. Derken jeton düştü ve Harry kardeşine yüzünde kocaman bir hayret ifadesiyle baktı.

Hepsi bir oyundu! Damien’ın verdiği kolye, gerçek Lahyoo Jisteen değildi. Gerçek olanı bir Görünmezlik Büyüsü ile gizlemiş, Voldemort’a ise sahte bir kolye vermişti. Anlaşılan, kolye, Lahyoo Jisteen’la birebir aynı olması için özel üretilmişti. Harry kardeşine yeniden baktı; onun Voldemort’u bu şekilde kandırdığına inanamıyordu.

“Çıkarmayacağıma yemin etmiştim,” dedi Damien, Harry’nin yüzünde gördüğü ifadeye gülümseyerek.

Harry siyah taşa baktı. Taş, ileri düzey karanlık bir büyüyü emmiş olsa dahi kusursuz görünüyordu. İşte tam o anda, Harry, siyah taşın içinde yeşil bir sisin girdap gibi döndüğünü fark etti. Taşın Öldüren Lanet’e karşı koruma sağlayabileceğini bilmiyordu. Aslında, taş bu zamana kadar hiç korunma amacıyla kullanılmadığı için, taşın böyle bir gücü olduğunu kimsenin bilmediğini fark etmişti.

Hemen sonra, Harry annesi ile babasının deli gibi ona koştuklarını gördü. Hızla onlara doğru gelerek ikisini de kollarına alıp sıkı sıkı sardılar. Harry, onları bir daha hiç görmemeye ne kadar yaklaşmış olduğunu düşünerek, annesi ile babasının kollarında duruyor, ılık gözyaşları yanaklarına süzülüyordu. Dumbledore ile diğer Seherbaz’lar da çevrelerinde toplanmıştı. James ile Sirius, Damien’a ayağa kalkmasında yardım edip onu taşımaya koyuldular.

“Ah Tanrım!” dedi Damien, Voldemort’tan geriye kalanları görünce.

İşte o anda, Harry ne yapmış olduğu gerçeği ile yüz yüze geldi. Kalan kalıntıların birkaç adım uzağında öylece durmuş, gördükleri karşısında soluğunu çekmişti. Remus ile Frank’in onu sıkı sıkı tutuyor olmasına minnettardı, çünkü kendini yere yığılacak gibi hissediyordu.

Voldemort’u öldürmüştü! Onu resmen yok etmişti! Harry görüşünün bulanıklaştığını fark etti. Birkaç adım atmaya çalışıp tökezledi ve hemen ardından, bacakları ağırlığının altında gücünü yitirdi. Dünyası karanlığa gömülürken, Harry’nin tek hatırladığı, Voldemort’un alevler içinde kalmadan hemen önce kırmızı gözlerinde hayret ifadesiyle ona bakışıydı. Bu zamana kadar inanmamakta direttiği o sözler, adeta beyninin içinde yüzüyordu:

‘Diğeri varlığını sürdürürken, ikisi de yaşayamaz.’

* * *

FİNAL BÖLÜMÜ OLAN Epilog’u okumak için tıklayın!

Çeviren: Tuba Toraman

12 Yorum

Bir Yorum Ekle

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir