Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #56: Sihirli Miraslar Galerisi

Karanlık Prens - İçimdeki Karanlık #56: Sihirli Miraslar Galerisi

GİRİŞ İÇİN TIKLAYIN.

53. BÖLÜM

54. BÖLÜM

55. BÖLÜM

Lord Voldemort’un o karanlık gece, Harry Potter‘ı öldürmeyip kendi oğlu gibi büyütmeye karar verdiği alternatif bir hayran hikâyesine ne dersiniz?
Karanlık Prens” serisini, Safina Mazhar‘ın kaleminden ve yazarın gözden geçirdiği yeni versiyon üzerinden taze bir çeviriyle sizlerle buluşturuyoruz. Karşınızda İçimdeki Karanlık cildinin elli altıncı bölümü!

bölüm 56

Sihirli Miraslar Galerisi


Harry’nin ayrılışının ardından geçen günler yalnızca Damien için değil, aynı zamanda Ron, Hermione ve Ginny için de tuhaf geçiyordu. İlk başta, ne hissettiklerini anlamamışlardı; Harry’nin ‘ben gidiyorum’ bile demeden gidişine mi üzülsünler, yoksa en azından ona baktıkları için bir teşekkür bile etmeyişine mi öfkelensinler, bilemiyorlardı. Aslında, asıl gerçek, dördünün de Harry için endişeleniyor olduğuydu. Harry, Ölüm Yiyen saldırısından da, James Potter’a sihrini bağışlamasının ardından da henüz tam olarak iyileşebilmiş değildi ve şimdi ise, dışarıda bir yerlerde yapayalnız bir haldeydi. Ve bu konuda ellerinden hiçbir şey gelmiyordu. Harry gitmişti ve Damien Muggle telefonundan ona ne kadar mesajlar yollamış ve aramış olsa da, hiçbir cevap vermiyordu.

Harry’nin nereye gittiğini ve Ölüm Yiyen’lerden nasıl saklanabildiğini hiçbiri bilmiyordu. Ancak, Ron kaygılarını biraz olsun giderecek bir çözüm bulmuştu – Hortkuluk’ları aramaya devam etmek. Ron’un kararlarını genelde ilk sorgulayan kişi olan Hermione bu sefer dilini tutmuştu. Ron’un Hortkuluk’ları aramaya devam etmeyi neden istediğini biliyordu. Ağabeyi Bill, Fenrir Greyback’in zehirli dişlerinin ve keskin pençelerinin yarattığı tahribat yüzünden hâlâ hastanedeydi ve ağır ilaçlar alıyor, iyileşmesi ise oldukça yavaş sürüyordu. Tüm aile fertlerinin hayatı artık ev, iş ve Bill’in yanında hastanede oturmak eylemleri içinde geçip gidiyordu. Fleur Bill’in yanından hiç ayrılmıyordu. O yüzden, görünen o ki, Ron’un ailesinin başına gelenlerle baş etmesinin tek olanağı, Voldemort’un yok edilmesinin bir yolunu bulmaktan geçiyordu.

Böylece, dört çocuk da, gizli bir azimle, ‘ders çalışma’ bahanesiyle birbirlerinin evinde buluşuyor, Voldemort’un Hortkuluk’larına dair ipuçları aramaya devam ediyorlardı. Ancak, Harry’nin gidişinin dördüncü haftasına kadar bir şey bulamamışlardı. Ve ne ilginçtir ki, aradıkları bilgiye ise bir kitapta değil, o sabahın Gelecek Postası’nda rastlamamışlardı. Üstelik her biri gazetede yayımlanan haberi gördüğünde, kendi evlerinde, kendi masalarında ayrı ayrı kahvaltı yapıyorlardı.

Meşhur Sihirli Miraslar Galerisi’nde bir sergi yapılacaktı. Galeride, büyü camiasında büyük bir değeri ve tarihi olan çok sayıda eser sergilenecekti. Gazetedeki haberde, sergide gösterilecek eserlerin verildiği listenin içinde, Rowena Ravenclaw’ın Altın Tüy Kalem’i de vardı. Hatta gazetede, bir camekânın içinde parlayarak duran bir resmi bile vardı.

Daha ilk bakışta, Tüy Kalem’in Hortkuluk olduğundan dördü birden en ufak şüphe duymadan emin olmuşlardı. Voldemort’un ruhunun bir parçasını yerleştirmek için eşsiz nesneleri seçtiği ve Tüy Kalem’in de Hogwarts’ın kurucularından birine ait olduğu düşünülünce, bu kalemin Voldemort’un yedi Hortkuluk’undan biri olduğuna şüphe yoktu.

Ron ile Ginny birbirlerine bir bakış atmışlar, ama ailenin geri kalanı masada olduğu için hiçbir şey söylememişlerdi.

Hermione ailesinin yanından izin isteyip kalkarak, elinde Gelecek Postası’nın bir kopyasıyla, Damien’ı aramaya hole koşmuştu.

Damien sergi gecesi Galeri’ye gidebilmek için ailesine ne tür bir yalan uydurması gerektiğini düşünerek masada oturuyordu.

Kilometrelerce ötede, küçük ve köhne bir motelde, Harry duvarın karşısında dikiliyor, diğer Hortkuluk resimlerinin yanına az önce astığı gazete parçasına gözünü dikmiş bakıyordu.  Keskin yeşil gözleri Altın Tüy Kalem resmini incelerken, dudakları hafif bir gülümsemeyle kıvrılmıştı. Parmağını kaldırıp havaya bir çarpı işareti çizerek Tüy Kalem resminin üzerini kırmızı renkle işaretledi.

* * *

Sergi gecesi, Sihirli Miraslar Galerisi ağzına kadar her yaştan cadı ve büyücüyle doluydu. Etrafta çok sayıda çocuk bulunuyor; bazı yaşı küçük çocuklar oradan oraya koşturup birbirleriyle sihir oyunları oynarken, daha büyük çocuklar da antika eserlere ve büyücü savaşlarında çağlar boyunca kullanılmış ölümcül görünen silahlara büyülenmişçesine bakıyorlardı. Yetişkinler çocuklarının ardından geniş salonu turlarken kendi aralarında laflıyor, sergi rehberleriyle küçük konuşmalar yapıyor ve oldukça mutlu görünüyorlardı.

Ron, Hermione, Ginny ve Damien kalabalığın arasında bir arada yürüyorlardı. Galerinin kendisi, camdan tavanı ve som altından yapılma sütunlarıyla oldukça görkemli bir binaydı. Ron, bilhassa, duvarların içine yerleştirilmiş, kenar süsüymüş görünümü verilen ışıl ışıl mücevherlerden çok etkilenmişti.

Bir süre sonra ise asıl aradıkları şeyi buldular – Altın Tüy Kalem. Galerinin ortasına yerleştirildiği için Tüy Kalem’i bulmaları hiç de zor olmamıştı. Ortalama bir tüy kalemden beş kat daha büyük, saf som altından yapılma Tüy Kalem’in nefes kesici bir güzelliği vardı. Tüy Kalem’in içindeki mürekkebin de sıvı altın olduğu söylentileri vardı. Orada, cam bir fanusun içinde tüm ihtişamıyla duruyordu.

“Anlamıyorum,” dedi Ginny, usulca. “Bu tehlikeli, değil mi? Yani, V- şey için?” dedi, tam zamanında kendine gelerek. Böyle bir kalabalığın içinde Karanlık Lord’un adını söylemenin korkunç bir paniğe ve kaosa yol açacağına şüphe yoktu. “Eğer Tüy Kalem’in içinde gerçekten de ne-olduğu-malum-olan-şey var ise, onu bu şekilde sergilemek fazla riskli değil mi? Yani, daha iyi koruması gerekmez miydi?”

“Korumadığı ne malum?” diye sordu Damien, galerinin etrafını saran silahlı muhafızlara bir göz atarak. Muhafızlardan özellikle bir tanesi, yüzünde asabi bir ifadeyle, gözlerini Tüy Kalem’den ve onun yanına yaklaşanlardan ayırmıyordu.

“Aynı Kupa gibi,” dedi Hermione. “Bilerek yapıyor – kendi özel objelerini hali hazırda yüksek korumaların olduğu özel yerlere yerleştiriyor. Biri çalmayı başarsa dahi, böylesi paha biçilmez bir eseri yok etmeye kalkmayacaktır, nasılsa.” Dönüp Damien’a baktı. “Tüy Kalem burada birileri gelip onu alsın diye durmuyor. Galerinin kendi güvenliği bir yana, kendisinin de özel koruma büyüleri yerleştirmiş olduğuna bahse girerim.”

“Yaptığımız plandan şüphe duymaya başlıyorum,” dedi Ginny. “Bence, plan düşündüğümüz kadar basit işlemeyecek.”

“Kimse basit olacağını söylemedi,” dedi Damien.

“Plan işe yarayacak,” dedi Ron, her ne kadar sesinden eski inancının olmadığı anlaşılsa da. “Sadece doğru zamanı beklemeliyiz.”

“Tüy Kalem’i aldık diyelim, sonra ne yapacağız?” diye sordu Damien.

Dördü de dönüp birbirlerine baktılar; hiçbirinin buna bir cevabı yoktu. Gerçek şu ki, bir Hortkuluk’u yok etmenin hiçbir yolunu bilmiyorlardı. Hufflepuff’ın Kupası’nı da, Hogwarts’ta boynunda taşıdığı Slytherin’in kolyesini de yok eden Harry idi.

“Onu da zamanı gelince düşünürüz,” dedi Ron.

Dördü birden galeriyi dolaşmaya devam edip salonu gözleyen muhafızların sayısını ihtiyatlı bir şekilde not ettiler. Buradan bir şey çalıp kaçmak imkânsız görünüyordu. Ancak, ne mutlu ki, planlarında zaten böyle bir şey yoktu. Galerinin kapanma saati gelene kadar tüm sergiyi gezmeye devam ettiler.

Ziyaretçiler yavaş yavaş salondan ayrılıyor, galerinin giriş kapılarına doğru ilerliyorlardı. Muhafızlar eserlerin çoğunu bulundukları camekânların içinde bırakarak rutin kontrollerini tamamlamışlardı. Sonunda, muhafızlar da gitmiş, arkalarından kapılar kilitlenmişti.

Galerinin artık kapkaranlık olan salonunda, Damien ile Ginny saklandıkları Görünmezlik Pelerini’nin altından çıktılar. Ron ile Hermione ise üzerlerindeki Hayalbozan Büyüleri’ni kaldırıp arkalarındaki duvarla aynı görünümü alan görünümlerinden kurtuldular. Dördü de gergin bir şekilde karanlık salona bakınmaya koyulmuştu. Her şeyin üzerinde ürkütücü bir ışıklandırma vardı. Farklı renklerde ince ışık şeritleri birbirlerinin içinden çaprazlama geçiyor, bu şeritler alarmı çalıştırmak için konulan büyülere benziyorlardı.

Dördü de birbirlerine bakıp sırıttılar.

“İşe yaradı,” dedi Ginny.

“Şüphen mi vardı?” dedi Damien, Görünmezlik Pelerini’ni cebine tıkıştırarak.

“Biraz, evet,” dedi Ginny. “O son muhafız neredeyse içimizden geçecek sandım.”

“Neyse ki, geçmedi,” dedi Ron. “Hadi, burada gereğinden fazla kalmak istemiyorum.”

Işık şeritlerinin arasından temas etmeden ilerleyebildikleri kadar ilerlediler. Damien cebinden küçültülmüş Nimbus marka süpürgesini çıkarıp onu kendi boyutuna getirdi. Diğerlerine baktı ve yüzünde arsız bir gülümsemeyle süpürgesine atlayıp havaya yükseldi. Kendini tavanın en yüksek noktasına kadar çıkardıktan sonra çok dikkatlice cam tavan boyunca uçmaya devam etti. Işık şeritleri, kubbeli tavanın bir kenarına gizlenen küçük bir platforma yerleştirilmiş bir kontrol panelinden geliyordu. Damien ışık şeritlerine değmemek için elinden gelen gayreti gösteriyordu; aksi takdirde, alarmları çalıştırırsa, her birinin başı feci halde belaya girerdi.

Damien, bir Quidditch oyuncusu olarak sahip olduğu tüm yeteneklerini kullanarak, ışık şeritlerinin arasından tek bir tanesine dahi dokunmadan geçmeyi başararak kontrol paneline ulaştı. Panelin üzerinde, açılıp kapanması için bir asanın girebileceği boyutta küçük bir delik vardı. Panele yerleştirilebilecek tek bir asa vardı ve bu asa da Damien’da yoktu, elbet; o yüzden, ışık sensörlerini etkisiz hale getirmek için başka bir yol bulmalıydı.

Damien

Derin bir nefes alıp kara kutuyu dikkatlice açtı. Küçük deliğin içine küçük plastik bir tüp yerleştirdi. Plastik tüp köpürmeye başlayıp bir dakika içinde eriyerek deliğin içini doldurdu. Ardından, Damien asasını deliğe sokup sağ yöne doğru çevirdi ve ışık şeritleri anında kayboldu. Damien kendi kendine gülümseyerek kutuyu kapattı.

Plastik tüp, Fred ile George’un diğer icatlarından biriydi. Ona kısaca ‘Anahtar’ diyorlardı – bu devrim niteliğindeki ürün kapıları açmaya ve kilitlemeye yarıyordu. Plastik kilidin içinde eriyerek kabın şeklini alıyor, sonra da –asa örneğinde olduğu gibi– kilidi açmak için herhangi bir anahtar kullanılabiliyordu. Tek sıkıntısı, eriyen plastiğin kilidi aşındırması sonucu kilidin bir daha kullanılamaz hale gelmesiydi. Damien sorduğunda, “bunun üzerinde hâlâ çalışıyoruz,” demişti Fred.

Bugünkü görevlerinde kullanmak için ise Ron ile Ginny Anahtar’dan birkaç model aşırmışlardı. Damien kilidin içinde eriyen plastikten kalan tortuları elinden geldiğince çıkarmaya çalışıp izlerini silmeye çalıştı.

Sonra, yüzünde bir zafer sırıtışıyla, arkadaşlarının yanına indi.

“Aferin,” dedi Ron, sırtına vurarak. “Şimdi, tek yapmamız gereken, Tüy Kalem’i alıp buradan bir an önce tüymek.”

“Seni duyan da çok kolay bir şey yapıyoruz, sanır,” dedi Damien, hep birlikte Tüy Kalem’in içinde bulunduğu cam fanusun etrafını sararken.

“Bence, Wingardium Leviosa bu işi görür,” dedi Ron. “Ben camekânı kaldırırım, Hermione de Tüy Kalem’i alır.”

“Hayır, camekân kaldırılırsa, muhtemelen alarmlar çalışır,” dedi Hermione. “Bence, camda delik açmak daha iyi olur.”

“Bunu nasıl yapacağız?” diye sordu Ginny.

“Bence, Ron’un fikri daha iyi,” dedi Damien.

Hermione başını iki yana salladı. “Hayır, bence-”

“HEY!” diye bir bağırış duyduklarında, dördü birden yerlerinde zıpladılar. Dönüp baktıklarında arkalarında bir muhafızın durduğunu gördüler. “Siz burada ne halt ettiğinizi sanıyorsunuz?” diye sordu adam, onlara doğru hızla gelerek. Yüzlerini doğru düzgün görebilmek için asasının bir hareketiyle galerinin ışıklarını yaktı.

Damien muhafızı tanımıştı; gün içerisinde gözlerini Tüy Kalem’den ayırmayan muhafızdı bu. Adam önlerine gelip durarak onlara kaşlarını çatıp kara gözlerini kısarak baktı. “Eşek şakası mı bu? Siz veletler galeriyi kırıp dökerek komik olacağınızı mı zannediyordunuz?”

“Hayır, hayır, biz öyle bir şey yapmayacaktık,” dedi Hermione.

“Özür dileriz, biz galerinin kapandığını fark etmemiştik,” dedi Ron, Damien ile Ginny’nin yüzlerini ekşitmelerine sebep olarak. Muhafızın buna kanmasının imkânı yoktu.

“Yerin boşaltılmış olması ve ışıkların söndürülmesi, size yeterince ipucu vermiyor mu?” diye sordu adam. “Galeri saat altıda kapanıyor. Dışarıdaki ilanda da yazıyor.”

Damien ile Ginny göz göze geldiler. Belki de, bu muhafız korktukları kadar zeki biri değildi.

“Biz çok özür dileriz,” dedi Ginny. “Hemen çıkıyoruz.”

“Evet, derhal çıkın,” dedi adam. Kapıları gösterdi. “Marş marş. Hepiniz.”

Dördü birden aceleyle adamın önüne düşerken rahat bir soluk aldılar. Yakalanmışlardı, ama en azından, başları belaya girmemişti. Şimdi, sadece, Tüy Kalem’i almak için başka bir plan yapmaları gerekecekti.

Muhafız onları galeriden bizzat çıkarmak için arkalarından yürüyordu. Tam kapıya gelmişlerdi ki, kapı aniden açıldı ve içeri başka bir muhafız girdi. Bu seferki –dördünün de korkarak fark ettiği üzere– diğeri gibi salağa benzemiyordu.

“Bu da ne?” diye sordu adam, gözleri ve ağzı kocaman açılmış bir halde. “Siz bu saatte burada ne yapıyorsunuz?”

“Sorun yok,” dedi diğer muhafız, adama doğru elini sallayarak. “Ben hallettim. Şimdi çıkıyorlar.”

“Bu bir güvenlik ihlali,” dedi ikinci adam,  devam ederek. Gözleri salonun dört bir köşesini taradı. “Güvenlik şeritlerine ne oldu?”

Damien korkudan midesinin kasıldığını hissetti.

“Güvenlik şeritleri mi?” diye sordu Ron, yüzünde anlamadığını gösteren abartılı bir ifadeyle. “Neden bahsettiğinizi bilmiyoruz. Biz galerinin kapandığını fark etmemiştik-”

“Bana maval okuma!” diye bağırdı ikinci muhafız. “Kapanma saatinde galerinin her bir noktasını kontrol ettik ve herkesi dışarı gönderdik. Sizi görmediğimize göre, saklanıyordunuz.” Eline asasını alarak çocuklara doğru bir adım yaklaştı. “Siz dördünüz ne planlıyordunuz? Barbar mısınız? Yoksa hırsız mı?”

“Biz hiçbir şey yapmadık,” dedi Damien.

Muhafız bakışlarını Damien’a dikti. “Şeritler nasıl kapandı, o zaman?”

“Şerit falan yoktu ki,” dedi Hermione.

“Onları ben açtım!” diye bağırdı, muhafız. “Ben Bakanlık’la irtibata geçerken, siz burada kalıyorsunuz.”

Damien dönüp panikle Ron’a baktı. İşte şimdi hapı yutmuşlardı. Hem de tam anlamıyla. Burada ne yaptıklarına nasıl bir yalan uyduracaklardı? Aileleri, onların birbirlerinin evinde ders çalıştıklarını zannediyorlardı.

“Hey, hadi ama,” dedi birinci muhafız, dört çocuğun yanından ayrılıp meslektaşının yanına gelerek. “Onlar yalnızca çocuk. Hiçbir şeye dokunmamış, bir şey de kırmamışlar. Hiçbir tahribat yok. Şunları buradan defedip bir an önce eve gidelim.”

“Bir şeye dokunmuşlar!” dedi öfkeli muhafız, karşı çıkarak. “Bir şekilde, güvenlik şeritlerini etkisiz hale getirmeyi başarmışlar. Bu da, bana bu çocukların bir şeyler planladığını söylüyor.” Bakanlık’a uyarı göndermek için Patronus’unu yapmak üzere asasını kaldırdı.

Dört çocuk da birbirlerine sokuldular. “Şimdi ne yapacağız?” diye fısıldadı Ginny.

Ron, mavi gözleri şokla büyümüş bir halde, başını iki yana salladı. “Bi-bilmiyorum.”

“Hadi ama dostum,” dedi birinci muhafız. “Bunu bildirirsen iş git gide büyüyüp büyük bir karmaşaya dönüşecek. Gel şunu unutup eve gidelim, çocuklar da evlerine gitsin.”

İkinci muhafızın ağzından bir hırıltı yükseldi. “Asla!” dedi. Elini kaldırarak asasını yukarı doğrulttu.

İşte tam o anda, birinci muhafız aniden davranarak adamın asa tutan bileğini tutup onu durdurdu. Diğer adam ona yüzünde bir şok ifadesiyle bakıyordu. “Ne yapıyorsun, Jones?” diye sordu.

Birinci muhafız iç geçirdi. “Benim sözümü dinleyip rahat durmalıydın,” dedi; konuşma biçimi değişmiş, ses tonu da sertleşmişti. “Beni buna sen zorladın.”

Diğer muhafızın ağzından daha tek bir büyü, hatta kelime çıkamadan, birinci muhafız adamın tuttuğu bileğini büktü ve adam çığlığı basarak elinden asasını düşürdü. Asa yere çatırdayarak düşmüştü. Birinci muhafız yumruğunu kaldırarak arkadaşının yüzünün tam ortasına yapıştırdı. Yere yapışan muhafız afallamış ve kafası karışmıştı.

Ve bu konuda yalnız da değildi.

Ron, Hermione, Ginny ve Damien da ciddi anlamda afallamış görünüyorlardı. Muhafızın omuzlarını dikleştirmiş, üzerinden güç yayılan görüntüsü, karakterini büsbütün değiştirmiş, hepsini şoka uğratmıştı.

Her biri küçük dillerini yutmuş bir halde, muhafızın görüntüsünün değişmeye başlamasını izlediler. Damien öne doğru bir adım sendeledi. Biçim değiştirmenin tamamlanmasını beklemesine hiç gerek yoktu. Muhafız kıyafetlerinin altındaki kişinin kim olduğunu biliyordu.

“Harry,” diye fısıldadı.

harry potter sleep

Ağabeyi yüzünü ona döndü; Çok Özlü İksir’in etkisi tamamen gittiğinde artık gerçek kimliği apaçık ortaya çıkmıştı. Harry hiçbir şey söylemedi ve Damien ile diğerlerine uzun süreyle bakmaktan kaçındı. Muhafızın yere düşen asasını eğilip aldı ve kalkarak ona doğru yürüdü. Adamın beti benzi atmıştı; kocaman açılmış gözlerini Harry’ye dikmiş, dönemin Lord Voldemort’tan sonra en çok aranan ikinci büyücüsünü tanımıştı.

“Yo,” diye yalvarmaya başladı adam, Karanlık Prens’in elindeki asaya bakarak. “Yo –yapma – lütfen! Lütfen, yapma!”

“Sana şans verdiğimde dinlemeli ve eve gitmeliydin,” dedi Harry. “Arkadaşın Jones o şansı elde etti, keşke sen de etseydin.”

“Harry, hayır,” diye seslendi Damien, panik içinde. “Ona zarar verme.”

“Lütfen, Harry,” dedi Hermione, tereddütle. “Bunu yapmak zorunda değilsin.”

Hepsi, Harry’nin daha önce birini öldürdüğüne tanık olmuşlardı. Hogwarts Ekspresi saldırısında bir Ölüm Yiyen’i indirmişti. Dördü de Harry’nin muhafızı tereddüt etmeden öldürebileceğini biliyorlardı, ama geride durup izleyecek halleri yoktu.

“Canını yakmana gerek yok, Harry,” dedi Ginny. “Bırak, gitsin.”

Harry yüzünü onlara dönmeden konuştu: “Yapmazsam, Bakanlık’a gidip ne gördüğünü anlatacak.”

“Tek bir kelime dahi etmem,” dedi muhafız, başını iki yana sallayarak. “Yemin ederim, kimseye söylemem. Lütfen, lütfen, öldürme beni!”

Harry gülümsedi. “Öldüreceğimi de kim söyledi?”

Muhafız şaşkın ve biraz da kafası karışmış görünüyordu. Dört çocuk da, yüzlerinde aynı ifadelerle, kaşlarını çatıp gözlerini kısarak birbirlerine baktılar.

Harry onlara tahmin etme şansı bırakmadı. Asasını adamın başına doğrultarak büyülü sözleri fısıldadı: “Obliviate.”

Adamın gözlerine önce boş bir bakış yerleşti, ardından ise ifadesi donuklaştı. Harry zaman kaybetmeden adama bir Sersemletme Büyüsü yollayarak onu bayılttı. Adamın baygın bedenini salonun karşısındaki küçük güvenlik ofisine sürükleyerek içeri koydu. Kapıyı kapatıp kilitledi; sersemletilmiş adamın uyanması birkaç saat alacak, üstelik bir de kilitli kapıyı açmanın bir yolunu arayacaktı.

Harry arkasına dönerek diğer dört çocuğun bakışlarıyla karşılaştı. Konuşmadan, öylece birbirlerine baktılar. Sonra, Harry başını iki yana sallayarak yanlarından geçti.

“Sahiden inanılmazsınız,” diye homurdandı, Altın Tüy Kalem’in bulunduğu vitrine doğru yürüyerek. “Buraya gelerek ne yaptığınızı sanıyordunuz?”

Biz mi?” diye sordu Hermione. “Asıl sen ne yaptığını sanıyorsun? Burası senin için hiç güvenli değil. Ya muhafızlardan biri bir şeylerden şüphelenip Seherbaz’ları arasaydı-”

“Ben muhafızlar ile Seherbaz’ların icabına bakabilirim,” dedi Harry. Durup yüzünü onlara döndü, ama gözlerini yalnızca Hermione’ye dikmişti. “Ama Seherbaz’lar çağrılsaydı ve sizi burada hırsızlığa teşebbüste bulunurken yakalasalardı, asıl siz ne yapacaktınız? Ne yapabilirdiniz ki?”

Kimse cevap vermedi. Dördü de süklüm püklüm olmuş bir halde öylece duruyordu. Harry’nin bakışları Damien’a geçti. “Eve git,” dedi.

“Bir dakika!” dedi Ron, Harry arkasına dönerken. “Sen bize emir falan veremezsin.”

“Evet, veririm,” dedi Harry, sertçe. “Kural şu ki, sizin kıçınızı ben topluyorsam, emirleri de ben veririm.”

“Senin anladığın tek şey bu mu?” diye sordu Ron. “Kavga dövüş mü? Seni dinlemeyenlerin ya da dediğini yapmayanların canını yakmak mı?” Öfkeyle bakan mavi gözleri Harry’ye kitlenmişti. “Senin için hiçbir anlamı yok, değil mi? Terbiyenin, mesela? Birileri sana yardım ettiğinde, gecenin ortasında çekip gitmeden önce en azından bir hoşça kal demek gibi, mesela.”

“Sizden hiçbir zaman yardımınızı istemedim,” dedi Harry.

“İstemene gerek yok,” dedi Ron. “Arkadaşlar bunu istemez, birbirlerine bir şey söylemeden de yardım ederler.”

Harry duraksadı. “Biz arkadaş değiliz,” dedi, açık açık.

Ron gözlerini ona dikmiş bir halde bir süre öylece kaldı. “Evet, bence de, değiliz,” dedi, sonunda. “Peki ya ailen? Bu da mı sana hiçbir anlam ifade etmiyor?”

Harry Damien’a bir bakış atıp, onunla göz göze gelmeden hızla bakışlarını yeniden Ron’a çevirdi.

“Kendi kardeşine bir ‘hoşça kal’ bile demedin,” diye devam etti Ron. “Bir not bile bırakmadın. Hiçbir aramasına cevap vermedin. Planın neydi, Harry? Öylece basıp giderek bir daha dönmemek mi?”

Damien Harry’nin cevabını bekledi, ama Harry sessiz kalmayı tercih etti.

“Bugün burada yine karşılaştık,” dedi Ron. “Çünkü hepimiz buraya aynı şey için, Hortkuluk için geldik; öyle olmasaydı-”

“Ne?” diye sordu Harry, onun sözlerini bölerek. Gözleri kısılmıştı. “Siz Hortkuluk’u nereden biliyorsunuz?”

“Gazetedeki haberi gördük,” diye cevapladı Ron. “Görür görmez, hepimiz de onun ne olduğunu anladık.”

Harry bakışlarını çocukların üzerinde gezdirdi. “Her biriniz Gelecek Postası’nı okuyup onun bir Hortkuluk olduğuna mı karar verdiniz?”

“Evet,” diye yanıtladı Ginny. “Sen nasıl öğrendin?”

Harry cevap vermedi. Başını çevirip gözlerini fanusun içinde tüm ihtişamıyla duran Tüy Kalem’e dikti. Hiçbir şey söylemeden, ona doğru yürüdü. Diğer dördü birbirlerine bakıp arkasından onu takip ettiler. Harry Tüy Kalem’in önüne gelince durup zümrüt yeşili gözleriyle onu inceledi.

“Ne oldu, Harry?” diye sordu Hermione. “Bir sorun mu var?”

Harry hemen cevap vermedi. Elini fanusa doğru kaldırdı, ama dokunmadı. Kaşlarını çatıp gözlerini kısarak geriye çekildi.

Damien ona doğru ilerledi. “Sorun ne?” diye sordu.

Harry başını iki yana salladı. “Ben-” dedi ve durdu. “Ben de galeri açılışını aynı gazetedeki aynı haberde gördüm ve Ravenclaw’ın Tüy Kalemi’ni okuduğum anda da, onun bir Hortkuluk olduğunu anladım.” Dönüp Damien’a bakarak sonunda onunla göz göze geldi. “Ben anladım, ama sizin anlayamamış olmanız gerekiyordu.”

“Hey, pardon da,” diye başladı Ron, hakarete uğramış gibi bir ifadeyle, “sen bize salak mı diyorsun-”

“Hayır,” diyerek araya girdi Harry. “Demek istediğim o değil. Gazetede Tüy Kalem’le ilgili verilen haber dikkatimi çekti ve ben de onun Hortkuluk’lardan biri olduğunu bu sayede anladım. Ancak, ben zaten Hortkuluk’ların peşinde olduğum ve ipuçları aradığım için gazeteyi okuyunca parçaları birleştirip bir sonuca vardım; çünkü aklım zaten Hortkuluk’lardaydı.”

“Bizim de öyle,” dedi Ginny. “Bunda ne gibi bir problem olduğunu anlamadım.”

Harry ona keskin bir bakış attı. “Hadi, ama Ginny,” diye başladı. “Bir düşünsene. Biz Hortkuluk’ları avlıyoruz. Onlar hakkında en ufak bir ipucu bulmak bile dehşet zor. Sonra, bir sabah bir uyanıyoruz ki, Gelecek Postası’nda bir haber var ve her birimizin ayrı ayrı dikkatini çekecek kadar göze sokar gibi reklamı yapılıyor ve ne hikmetse, hepimiz anında onun Hortkuluk olduğunu anlıyoruz. Ve bir anda ise bu galeride sergiye açılıyor.” Başını iki yana salladı. “Bu kadar tesadüf olamaz.”

“Belki de, sadece şanstan ibarettir,” dedi Damien.

Harry gözünü yeniden Tüy Kalem’e dikmişti. “Şans diye bir şey yok.” Başını çevirip gözleriyle galeriyi taradı. “Kontrol panellerinin kaç tanesini etkisiz hale getirdiniz?”

“Bir tanesini,” diye cevapladı Damien, içinde kötü bir şeylerin olacağına dair tuhaf bir hisle.

Harry’nin şaşkınlığı yüzünden okunuyordu. Tüy Kalem’e baktı ve elini kaldırdı.

“Harry, dur, yapma!” diye başladı Ginny.

Ama Harry onu duymazdan gelip elini indirerek parmaklarını cam fanusun üzerine indirdi. Hiçbir şey olmadı. Alarmların hiçbiri çalışmamıştı. Hiçbir güvenlik tedbiri devreye girmemişti.

Harry elini geri çekti; beti benzi atmış halde, kocaman açılmış gözleriyle galerinin her bir köşesini taradı. “Bu bir tuzak,” dedi, soluk soluğa. “Bu bir tuzak-”

“Aferin, Prens,” dedi farklı bir ses.

Harry ile birlikte, diğer dördü de hızla arkalarına dönüp yüzlerinde büyük bir şaşkınlıkla gölgelerin içinden onlara doğru yavaş yavaş yürüyen şekle baktılar.

Lucius Malfoy

Lucius Malfoy ışığa çıkarak yüzündeki Ölüm Yiyen maskesini çıkardı. Harry’ye bakıp gülümsedi, ama yüzünde memnuniyetini yansıtan bir gülümsemeden ziyade, yüzünü ekşitir gibi bir ifade vardı.

“Bu tarz tuzakları analiz etmekte her zaman çok iyiydin.” Yüzünden belirgin bir hüzün ifadesi geçti. “Ama gel gelelim, her seferinde de bu tuzaklara düşüyor olman çok yazık.”

Tam o anda, beyaz kuru kafa maskeleri takmış kara cüppeli adamlar bir anda Cisimlenerek hiç yoktan belirdiler. Etraflarının tamamen Ölüm Yiyen’lerle sarılı olduğunu görmek için Harry’nin başını çevirip bakmasına gerek yoktu. Gözlerini, gri gözlerini ona dikmiş bakan Lucius’tan ayırmıyordu.

“Üzgünüm, Prens,” dedi, “ama artık eve dönme vakti geldi.”

* * *

Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #57: Altın Tüy Kalem okumak için tıklayın!

Çeviren: Tuba Toraman

5 Yorum

Bir Yorum Ekle

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir